6 Mayıs 2011 Cuma

Şeyh Muhammed-El Haznevinin Ardından

 

Önce olayı nakledelim:
Suriye’nin kamışlı ilçesine bağlı Telmaruf köyünde ikamet eden Şeyh Muhammed el- Haznevî; annesi, eşi, kızı, oğlu ve şoförüyle birlikte, Medine’ye 150 kilometrelik bir mesafede, arabalarının kaza geçirmesi üzerine hayatlarını kaybettiler. Şeyh Haznevî ve diğer aile fertlerinin cenazeleri Devlet Başkanı Beşşar Esed’in gönderdiği özel bir uçakla Suriye’ye getirildi ve Telmaruf’ta, yüzbinin üzerinde seveninin hazır bulunduğu cenaze namazının ardından, gözyaşları arasında, dedesi, amcaları ve babasının yanına defnedildi.
Çoğu basın yayın organı, bu olayda bir haber değeri görmemiş olacak ki, bunu takipçilerine duyurma gereği bile duymazken, birkaçı da, olaya, sıradan bir haber gibi iç sayfalarında küçücük bir şekilde yer verdi. Halbuki bu sıradan bir haber gibi görünse de aslında çok önemli bir olaydı ve günün, belki de haftanın en önemli olayıydı. Hele Müslümanlar açısından şüphesiz son dönemin en hüzün verici haberlerinin başında geliyordu. Ama ulusçuluk belası, ulus-devlet psikolojisi bizi birbirimizden o kadar uzaklaştırdı ki, bu önemli kaybı bile Suriye’nin bir sorunu gibi algılama yanlışına düştük.
Şüphe yok ki Haznevî ailesi, İslam dünyasında ağırlığı ve saygınlığı olan çok köklü bir aile ve Nakşibendi tarikatının en önemli kolunun temsilcileri konumunda. Fakat bu önemli aile son üç ay içinde, ikinci kez bir “üçüncü sayfa haberi” olarak gündeme geliyor. Hatırlayacaksınız, Şeyh Muhammed’in kardeşi Maşuk el-Haznevî de bir suikast sonucu hayatını kaybetmişti. Maşuk el-Haznevî’nin bir siyasi cinayete kurban gitmesinin ardından, Şeyh Muahmmed’in de bir trafik kazasında hayatını kaybetmesi, akıllara bir sabotaj ihtimalini getirse de ben bu noktaya yoğunlaşmayacağım. Fakat Nasuhi Güngör’ün, köşesinde, Maşuk el-Haznevî için naklettiği bir tesbiti, bu olaya uyarlayıp soru olarak aktarmakla yetineceğim:
“Muhtemel bir ABD işgali sürecinde Haznevîler, Suriye’de ciddi bir direniş potansiyeline sahiptirler. Bu nedenle bu olay, bu potansiyeli ortadan kaldırmaya yönelik siyasi bir eylem olarak değerlendirilebilir.” İlginç ve düşündürücü bir tespit.
Olayın şu ya da bu şekilde cereyan etmiş olması sonucu değiştirmiyor: Şeyh Muhammed el-Haznevî artık yok. Onun yokluğu, sadece müridleri için değil tüm İslam dünyası için çok büyük bir kayıp ve şüphesiz ki bıraktığı boşluk zor doldurulacaktır. Bu değerli Müslüman şahsiyete rahmet dilerken, bu yazıda yaptığı bazı hizmetlere mercek tutmak istiyorum.
Özel bir aile
Şeyh Muhammed’in dedesi Şeyh Ahmed el-Haznevî sadece Suriye’nin değil İslam dünyasının da son yüzyıldaki en büyük alim ve mürşidlerinden birisi olarak kabul edilir. Aslen Kürt olan ve Suriye’nin Kamışlı iline bağlı Hazne köyünde ikamet eden Şeyh Ahmed el-Haznevî, tüm ilmi ve tasavvufi eğitimini Türkiye’de tamamlamıştır. Diyarbakır’da ilim icazetini, Bitlis / Nurşin’de de tasavvufi hilafeti aldıktan sonra, önce köyü olan Hazne’ye, ardından da Telmaruf köyüne yerleşmiş ve burada onyıllarca sürecek olan ilim ve irşad faaliyetlerinin temelini atmıştır.
Şöhreti tüm dünyada duyulan, medrese ve dergahı her gün yüzlerce insan tarafından ziyaret edilen Şeyh Ahmed’e, özellikle Türkiye’den büyük bir ilgi ve yöneliş olmuştur.
Türkiye’den bir çok kişi onun dergahında, ilim ve irfanın doruklarına ulaşmış, kimisi ondan aldığı ışığı Türkiye’ye taşımıştır. Onlardan birisi de merhum Seyyid Muhammed Raşid Erol ve halen Adıyaman / Menzil’de hizmetlerini sürdüren Seyyid Abdulbaki Hazretleri’nin muhterem babaları, merhum Seyyid Abdulhakim Hazretleri’dir. Seyyid Abdulhakim, Şeyh Ahmed el-Haznevî’nin yanında yetişmiş ve ondan hilafet alarak Türkiye’ye gelmiştir.
Şeyh Ahmed’in vefatından sonra her biri büyük birer alim olan ve şu anda tümü de hakka kavuşan oğulları Şeyh Muhammed Masum, Şeyh Alaeddin ve Şeyh İzzeddin irşad vazifesini yüklendiler. Üç oğlu da babalarının ilkelerini daha da güçlendirmek ve çıtayı biraz daha yükseltmek için var güçleriyle mücadele ettiler ve bir sonrakine emaneti birkaç adım ileride teslim etmenin çabasını verdiler. Özellikle Şeyh İzzeddin döneminde, ilim ve irşad alanında çok büyük atılımlar oldu; öğrenci sayısında büyük bir patlama yaşanırken, yurtiçi ve yurtdışına irşad seferlerinde de büyük bir yoğunlaşma meydana geldi. Bu amaçla ilk kez ailenin bir bireyi Avrupa’ya da tebliğ için seyahatlere başlamış oluyordu.
Şeyh İzzeddin’in hayatında oğlu Şeyh Muhammed her zaman en büyük destekçisi oldu, hizmetlerinin kolaylaşması için büyük bir gayret sarfetti. Ailenin ağır yükünü o yüklendi ve idari ve resmi tüm işlemleri o takip etti. Babasının vefatından sonra Şeyhlik makamına da, vasiyet gereği o oturdu.
Politika ve dünya malından uzak durdu
Şeyh Muhammed büyük bir birikimin üzerine oturdu ve doğrusu onu çarçur etmedi, ona sadık kaldı. Bu emaneti biraz daha ileri götürmenin hesaplarını yaptı ve başardı da. Mevcudu korumak için yoğun bir gayret sarfetti ve tüm mesaisini kendisinden önceki birikimi doğru yöne kanalize etmeye adadı. Babasından ve dedesinden kendisine iki şeyin miras kaldığını, hayatta kaldığı sürece de bu ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalacağını her fırsatta tekrarladı: Bunları “politikayla uğraşmamak ve insanların mallarını kabul etmemek” olarak deklare etti ve gittiği her yerde bu sözlerle konuşmasına başladı. Bunun yanında bunu sadece sözde bırakmadı, gereğini de yaptı.
Fakat Haznevî ailesinin insanların mallarına göz koymaması öteden beri takdirle karşılanırken, politikaya karşı tavırları (ya da tavırzıslıkları) kimi Müslüman cemaatler tarafından her zaman eleştiri konusu oldu. Ama merhum Şeyh Muhammed, babasının, amcalarının ve dedesinin vasiyeti olarak bu iki noktadaki hassasiyetini hep korudu.
Doğrusu, Suriye gibi diktatörlükle yönetilen bir ülkede, siyasetin içine girip de İslam’a hizmet etmenin imkanı yoktu. Özellikle baba Esad döneminde birçok masum Müslüman bu nedenden dolayı büyük eziyetler çekmiş, Hama örneğinde olduğu gibi (Ah, Hama!) bazen bu, soykırım şeklini bile almıştır. Bundan dolayı Haznevî ailesi ilimle hizmet etmenin daha faydalı olacağına her zaman kanaat getirmiş ve bu yolun uzun vadede çok büyük sonuçlar doğuracağına inanmıştır. Hem bu yolla zalim yöneticilerin gözünden uzakta, insana yatırım yapma fırsatını da yakalanmış olacaktır.
Şeyh Muhammed, belirli periyotlarla Türkiye’ye ziyaretler düzenler, bu ziyaretlerinde büyük bir ilgiye mazhar olurdu. Özellikle Güneydoğu’da büyük bir sevgi ve hürmetle karşılanırdı. İstanbul’a da yılda birkaç kez uğrar, buradaki müridleriyle bu vesileyle buluşurdu.
Resulullah’ın yoluna adanan bir ömür
Hiç şüphesiz ki, merhum Şeyh’in en önemli çalışmalarının başında eğitim faaliyetleri gelmektedir. Suriye / Telmaruf’ta Haznevî Enstitüsü’nde halen 2000’in üzerinde öğrenci hadis, tefsir, fıkıh, nahv, sarf, maani, usul, belağat vb. alanlarda, çok iyi yetişmiş alimlerin gözetimi altında, öğrenimlerini sürdürmektedir. Suriye ve Türkiye başta olmak üzere hemen hemen dünyanın her yerinden buraya öğrenci akışı olmakta, tahsillerini tamamlayıp icazet alanların yerine yenileri gelmekte ve bu sirkülasyon yıllardır devam etmektedir. Bu öğrencilerin tümü yatılı kalmakta ve tümünün masrafları Şeyh ailesi tarafından karşılanmaktadır. Denilebilir ki diğer hizmetleri bir tarafa, sadece bu eğitim faaliyeti bile İslam dünyasında eşine az rastlanan bir durumdur.
Merhum Şeyh ehl-i sünnet akidesine sıkı sıkıya bağlıydı. Bütün ömrünü bu yolda harcamaktan çekinmedi. Hemen her konuşmasında ehl-i sünnet ve’l cemaat vurgusuna rastlamak mümkündü. Bunun gibi, yaptıklarının Allah rızasına uygun olmasına da azami dikkat ederdi. Bazen sarığını eline alır, ters çevirir ve şöyle dua ederdi:
“Allahım eğer bizim çalışmamız senin rızan için değilse, bizi darmadağın et, bizi iflah etme; yok eğer senin rızan içinse, senin dinini yaymak içinse, sen elimizi güçlendir, yardımını esirgeme bizden.” Bu haline defalarca şahit olunur ve her seferinde de ihvanına bu duaya amin demelerini emrederdi.
Şeyhim!
Sen gittin ve dünya biraz daha tenhalaştı. Viraneye döndü her yer.
Sen gittin ardından milyonlarca mahzun yürek, yaşlı göz, bükük boyun bıraktın.
Ölüm kaçınılmaz ve beklenmediktir. Sen gittin ve bizi bu dünyaya bağlayan bir bağ daha koptu.
Sen gittin ve koyulaştı yalnızlığımız, ıssızlığımız yoğunlaştı
Sen gidince ölüme dair tüm cümleler dirildi dilimizde, tüm acı duygular yeniden depreşti yüreğimizde.
Senin yokluğun için hazırladığımız cümlelerimiz yoktu, senden sonra acımızı dindirecek, bizi teselli edecek kelimelerimiz yoktu. Bütün ölümler gibi senin gidişin de ani ve hazırlıksız oldu.
Alimin ölümü alemin ölümüdür der Resulullah Efendimiz. İşte bundan dolayı sen gittin seninle bir alem göçtü.
Bütün ölümler soğuk, tuhaf ve acıdır. Senin vefatınla bir kez daha yaşadık bunu. Bir de çaresizliğimizi ve hiçbirşeyliğimizi anladık. Dedik ki “Ondan geldik şüphesiz ve dönüşümüz Onadır”
Sen gittin ve yetim kaldı sevdiklerin.
Bir kutlu zamanda, bir kutlu mekanda, En Sevgili’nin ayakları dibine düştün. Onun eteğine sarıldın adeta, Ona yapıştın.
Şeyhim!
nBu dini diriltmek adına, İslam’ı yaymak adına koşturdun, buna şahidiz,
Şahidiz, Allah’ın adını, Onun dinini en uzak diyarlara ulaştırmak için gösterdiğin çabaya, geceyi gündüze katıp koşturmana.
Bu rahmet mesajını tüm dünyalılara yetiştirmek için dur durak bilmeyen seferlerine.
Sadakatine, azmine, yorulma bilmeyen gayretine.
Zorluklar karşısındaki sebatına, sağlam ve dimdik duruşuna. Sabrına, şefkatine.
Şimdi en yüce dosta vardın. Efendimize, Onun güzel arkadaşlarına, o çok sevdiğin büyüklerine, dedene, babana erdin. Allah, sana en güzel şekilde muamale etsin, seni en cömert şekilde mükafatlandırsın, seni en güzel yerlerde ağırlasın.
Şeyh Muhammed el-Haznevî kimdir?
Şeyh Muhammed; Şeyh İzzeddin el-Haznevî’nin oğlu ve halifesidir. Şeyh İzzeddin de Şeyh Ahmed el-Haznevî’nin (Şah-ı Hazne) oğludur. Şeyh İzzeddin vefatından önce pek çok defa değişik vesilelerle Şeyh Muhammed (k.s.)’dan övgü ile bahsetmiş ve insanları irşat etmede tam mükemmel bir hal üzere olduğunu dile getirmiştir. Bilindiği gibi, Haznevî ailesi Suriye’nin önde gelen ilim ehli bir ailesi olarak tanınıyor.
Şeyh Muhammed İslâm âlemi içerisindeki alimler arasında gerek kişiliği ve gerekse de eserleri ile önemli bir yere sahiptir. Şeyh Muhammed el-Haznevî’nin Suriye başta olmak üzere Lübnan, Türkiye, Mısır, Kuveyt ve Sudan gibi ülkelerde çok sayıda seveni bulunuyordu. Bunun yanı sıra Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde de müridleri vardı. Şeyh Muhammed, dünya malı toplamamış ve herhangi bir dünyevi makama gelmek, bir menfaat elde etmek peşinde koşmamıştır. Siyasî işlerle ilgilenmemiştir.
Elli altı yaşında vefat eden Şeyh, Mustafa Buğa, Vehbe Zuhayli gibi arap dünyasının tanınan alimlerinin yanında ilim tahsilini tamamlamış ve uzun yıllar kendi medreselerinde tedris işleri ile meşgul olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder