Kıssalar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kıssalar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2013 Pazartesi

Gel Tövbe Et


Gel Tövbe Et

Gel Tövbe Et
Bir gün Seyda hazretlerinin (k.s.) meclisinde bir zatla tanıştık. O zat şöyle anlattı: “Ben 55 yaşındayım. İslam adına iki şey biliyorum: Birisi, Allahu Ekber, diğeri Bismillah. Hayatta işlemediğim günah kalmadı. Maddi yönden durumum çok iyi, ama hayattan hiç tad alamıyorum. Hind fakirlerine gitmeyi düşünüyordum. Bu zatı duydum, yanına geldim. Ben de insanlar gibi gülmek, eğlenmek istiyorum. Ruhi sıkıntıdan dolayı perişan haldeyim.”
Daha sonra bu adamı Seyda hazretlerinin (k.s.) huzuruna çıkardılar. Seyda hazretleri ona: “Tevbe et, Allah her şeye kadirdir.” dedi.
O da tevbe etti. Akabinde namaza başladı ve üç ay içerisinde genel manada haramı helali öğrendi.
O zat muhabbetli sofilerin meclisinden ayrılmazdı. Ona: Sen bu muhabbetli sofilerden ne fayda görüyorsun?” diye soruldu. O şöyle cevap verdi: “Onların muhabbetleri, hareketleri, onlarla bulunmam sebebiyle benim kalbime ilahi aşk ve muhabbet geliyor”.
Bu zat Allah’ın rahmeti, evliyanın nazarı, sofilerin muhabbeti olmasa idi ne ile namazına başlayıp istikâmet sağlardı.

Bu Çocuk Kim?


Bu Çocuk Kim?

Bu Çocuk Kim?
Bilvânisli Seyyid Muhammed (k.s.) hazretleri zaman zaman oğlu Abdülhakim’i de yanında getirir, onun da Siyânüs Dergâhı ve Medresesi’nden istifade etmesini sağlardı. Seyyid Abdülhakim de o sohbet meclisinin mâneviyatından teneffüs ederdi. Onun henüz üçüncü gelişiydi. Hazret Muhammed Diyâeddin (k.s) hazretlerinin dikkatini çekti. Hazret,
“Bu çocuk kim?” diye sordu. Sûfîler,
“Bilvânisli Seyyid Muhammed’in oğludur. Adı Abdülhakim’dir” dediler. Hazret,
“Bu çocuk, gelecekte büyük bir zat olacaktır” buyurdu.
Gerçekten emareler de bunu gösteriyordu ( gerçektende zamanla zanınının nadir alimlerinden ve velilerinden olmuştur).
Bir kış günü seyyid Abdülhakim (k.s) , Siyânüs Mescidi’nden çıkınca Hazret Muhammed Diyâeddin (k.s) hazretlerinin peşi sıra gitmiş ve şöyle demişti:
“Ey Allahım! Bu kulunun bastığı yere ben de basıyorum. Onun güzel ahlakını, huyunu bana nasip eyle!”
Hazret de onu böyle görünce yanına çağırmış ve kendisine bol bol dua etmişti.
Nitekim Bedîüzzaman Said Nursi (rh.a) hazretleri de Mesnevî-i Nuriye adlı eserinde, Nurşin medreselerini, dergâhını, mescidlerini ve başındaki büyüklerini senâ ederek şu tesbitte bulunuyor.
“Eğer dilersen Nurşin köyündeki Seyda’nın meclisine git, bak!… Orada fakir kıyafetinde melikler, padişahlar ve insan elbiseleri içinde nice meleklerin kudsî bir sohbet meclisi kurduklarını göreceksin. Sonra yine Paris’e git, bak!… Oradakilerin en büyük localarına gir. Göreceksin ki, akrepler insan elbisesi giymişler ve ifritler adam sûretinde görüntü vermektedir!…

İslam Başka


İslam Başka


10 Mayıs 2011 Salı

( ADALET )iKi PAPAZIN zindandan CIKMAYISI


ADALET
İstanbul’un fethinden sonra Hazreti Fatih bütün mahkumları serbest bırakmıştı. Fakat bu mahkumların içinden iki papaz zindandan çıkmak istemediklerini söyleyerek dışarı çıkmadılar. Papazlar Bizans imparatorunun halka yaptığı zülüm ve işkence karşısında ona adalet tavsiye ettikleri için hapse atılmışlardı. Onlar da bir daha hapisten çıkmamaya yemin etmişlerdi.
Durum Hazreti Fatih’e bildirildi. O, asker göndererek, papazları huzuruna davet etti. Papazlar hapisten niçin çıkmak istemediklerini Hazreti Fatih’e de anlattılar. Fatih o dünyaya kahreden iki papaza şöyle hitap etti:
- Sizlere şöyle bir teklifim var: Sizler İslam adaletinin tatbik edildiği memleketimi geziniz, müslüman hakimlerin ve müslüman halkımın davalarını dinleyiniz. Bizde de sizdeki gibi adaletsizlik ve zulüm görürseniz, hemen gelip bana bildiriniz ve sizler de evvelki kararınız gereğince uzlete çekilerek hâlâ küsmekte haklı olduğunu isbat ediniz.
Hazreti Fatih’in bu teklifi papazlar için çok cazip gelmişti. Hemen Padişahtan aldıkları tezkere ile İslam beldelerine seyahate çıktılar. İlk vardıkları yerlerden biri Bursa idi… Bursa’da şöyle bir hadiseyle karşılaştılar:
Bir Müslüman bir yahudiden bir at satın almış, fakat hiçbir kusuru yok diye satılan at hasta imiş. Müslümanın ahırına gelen atın hasta olduğu daha ilk akşamdan anlaşılmış. Müslüman sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemiş, sabah olunca da erkenden atını alıp kadının yolunu tutmuş. Fakat olacak ya, o saatte de kadı henüz dairesine gelmemiş olduğundan bir müddet bekledikten sonra adam kadının gelmeyeceğine hükmederek atını alıp ahırına götürmüş. Atını alıp götürmüş ama at da o gece ölmüş.
Hadiseyi daha sonra öğrenen kadı, atı alan müslümanı çağırtıp meseleyi şu şekilde halletmiş:
- Siz ilk geldiğinizde ben makamımda bulunsa idim, sağlam diye satılan atı sahibine iade eder, paranızı alırdım. Fakat ben zamanında makamımda bulunamadığımdan hadisenin bu şekilde gelişmesine madem ki ben sebep oldum, atın ölümünden doğan zararı benim ödemem lazım, deyip atın parasını müslümana vermiş.
Papazlar islam adaletinin bu derece ince olduğunu görünce parmaklarını ısırmışlar ve hiç zorlanmadan bir kimsenin kendi cebinden mal tazmin etmesi karşısında hayret etmişler.
Mahkemeden çıkan papazların yolu İznik’e uğramış. Papazlar orada şöyle bir mahkeme ile karşılaşmışlar:
Bir müslüman diğer bir müslümandan bir tarla satın alarak ekin zamanı tarlayı sürmeye başlar. Kara sabanla tarlayı sürmeye çalışan çiftçinin sabanına biraz sonra ağzına kadar dolu bir küp altın takılmaz mı? Hiç heyecan bile duymayan Müslüman bu altınları küpüyle tarlayı satın aldığı öbür müslümana götürüp teslim etmek ister;
- Kardeşim ben senden tarlanın üstünü satın aldım, altını değil. Eğer sen tarlanın içinde bu kadar altın olduğunu bilseydin herhalde bu fiata bana satmazdın. Al şu altınlarını, der.
Tarlanın ilk sahibi ise daha başka düşünmektedir. O da şöyle söyler:
- Kardeşim yanlış düşünüyorsun. Ben sana tarlayı olduğu gibi, taşı ile toprağı ile beraber sattım. İçini de dışını da bu satışla beraber sana verdiğimden, içinden çıkan altınları almaya hiçbir hakkım yoktur. Bu altınlar senindir dilediğini yap, der. Tarlayı alanla satan anlaşamayınca mesele kadıya, yani mahkemeye intikal eder. Her iki taraf iddialarını kadının huzurunda da tekrarlarlar.
Kadı, her iki şahsada çocukları olup olmadığını sorar. Onlardan birinin kızı birinin de oğlunun olduğunu öğrenir ve oğlanla kızı nikahlayarak altını cehiz olarak verir.
Papazlar daha fazla gezmelerinin lüzumsuz olduğunu anlayıp doğru İstanbul’a Hazreti Fatih’in huzuruna gelirler ve şahit oldukları iki hadiseyi de aynen nakledip şöyle derler:
- Bizler artık inandık ki, bu kadar adalet ve biribirinin hakkına saygı ancak İslam dininde vardır. Böyle bir dinin salikleri başka dinden olanlara bile bir kötülük yapamazlar. Dolayısıyla biz zindana dönme fikrimizden vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inanmış bulunuyoruz, derler. (1)