Ölüm Büyük Bir Belâ Ve Öğüttür
Ve (iyi) bil ki ölüm, en büyük musîbet ve en büyük belâdır.
Ölümden daha büyük olan belâ ve musîbet ise, ölümden habersiz ve gaflet içinde olmak, ölümü anmaktan yüzçevirmek ve ölüm üzerine az tefekkür etmek ve ölüm için ameli terketmektir.
Sadece ölüm bile, ibret alacaklar için, ibretler ve tefekkür edecek olanlar için büyük bir düşünme kaynağıdır.
Vaiz olarak ölüm yeter,” denildiği gibi. Kim ölümü hakîkî olarak zikrederse, dünya arzularından el ve etek çeker. Kişiyi gelecekte ölümü temenni etmekten alıkoyar. İnsanı dünyada olan bütün şeylerde zâhid kılar. Lakin gafil olan kalbler ise, hep vaizlerin uzun uzadıya anlatmalarına süslü kelimelerle meseleyi aktarmalarına muhtaçtırlar. Yoksa, Allahü Teâlâ Hazretleri’nin: Her canlı ölümü tadacaktır.[1] Âyeti kerimesiyle Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri’nin;
Lezzetleri yok edeni çokça zikredin, yani ölümü anın[2] hadîs-i şerifleri bir kişinin gaflet uykusundan uyanmaları için yeterli olurdu. Bu âyeti kerime ve hadîs-i şerifleri dinleyen kişi, onlara bakar, kendine çekidüzen verir ve onunla meşgul olurdu. Akıllı kişiye gereken şey, zoraki ölüm gelip çatmadan önce kendi isteğiyle ölümden sonrası için çalışması ve nefsini ahlâkın rezalet ve sefaletinden kurtarması gerekir.
Sadî (k.s.) buyurdu:
Ey kardeşi Âkibet topraktır.
Önü toprak olan şeylerin, iyi bilki sonu da topraktır.
Allahim bizlere yolu kolaylaştır. [3]
Kaynak : Rûhu’l-Beyan Tefsiri Tercümesi- İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri
Ölüm Neden Sevilmez?
Adamın biri Peygamber Efendimize (s.a.v)
“Ya Rasulallah ,acaba neden ölümü sevmiyorum ” diye sordu… Peygamberimizde ona:-Malın var mı ...Diye sordu,adam :-Evet,var Ya Rasulallah...Diye cevap verdi..Bunun üzerine peygamberimiz adama şöyle buyurdu…“Malını önden gönder (hayır yolunda sarfet).Çünkü mü’mininkalbi malına bağlıdır.Buna göre eğer onu erken gönderir ise ölüp ona kavuşmak ister.Buna karşılık eğer onu geride bırakırsa kendiside dünyada kalıp onunla birlikte olmak ister…“
Çocukları Yaşamayan Kadın
Bir kadın vardı. Her yıl doğurur, çocukları ise, altı aydan fazla yaşamazdı. Kadın yirmi çocuk doğurmuş yirmisi de ölmüştü. Her çocuğun ardında feryat ederdi.
Sonunda, ”Ey Allahım! Bu çocuklar bana dokuz ay yük olur, bense onlar altı aydan fazla sevemem. Altı ay geçmeden elimden alırsın” diyerek canını yakan ıstıraptan şikâyet etti.
O gece rüyasında cenneti gördü. Cennetteki sayısız nimetlerin arasında kendi adının yazılı olduğu bir köşk vardı. Kadına, ”Bu köşk acılara katlanan, ıstıraplara tahammül eden, Allah sevgisiyle her şeyini feda edenindir. İbadetlerinde gevşeklik gösteren kullarını, Allah musibetleriyle sınar” dediler.
Cennet nimetlerini görmenin sarhoşluğuyla kadın, ”Allah’tan gelen başım gözüm üstüne” dedi. Yavaş yavaş cennet bahçesinde ilerleyip köşküne girdiğinde, bütün çocuklarının orada olduğunu gördü.
***
Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
Bir annenin çocuğu ölünce Allah (c.c) meleklerine,
”Kulumun çocuğunun ruhunu aldınız mı?” der. Melekler,
”Evet” derler.
Cenâb-ı Hak, ”Onun kalbinin yemişini, hayatının meyvesini kopardınız mı?” der.
Melekler, ”Evet” derler.
Allah Teâlâ, ”Kulum ne dedi?” diye sorar.
Melekler, ”Sana hamdetti. Biz Allah’a teslim olmuşuz, ancak ona döneriz’ dedi” derler.
O zaman Allah Teâlâ, ”Kulum için cennette bir ev yapın, o evin adını da, hamd evi diye koyun” buyurur.
Kaynak : Mesnevide Geçen Hikayeler
.
Ey Ka'b! Bize ölümü anlat!
Ka’b el-Ahbâr Hazretlerine denildi:
-”Ey Ka’b! Bize ölümü anlat!” Buyurdu:
-”Ölüm diken ağacı gibidir. Ademoğlunun içine girer. 0 ağacın her bir dikeni insanın bir damarını tutar. 0 dikenleri insanın bedeninden çıkartmak için çok kuvvetli ve şiddetli bir adam bütün kuvvetiyle onları çekip çıkartmaktadır. 0 dikenlerden koparılan koparılana, içinde kalan kalana. 0 dikenler kendileriyle beraber insanın belki içini dışına getirirler. İşte ölüm budur. Hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri buyurdular:
“Ölüm acısından bir kıl (kadar bir şey) göklerin ve yerin ehlinin üzerine konulsa, hemen hepsi ölürlerdi. Muhakkak ki bunların yetmişi (ölüm acısının yetmiş katı) o günün korkularının yanında daha küçüktür.” [1]
Kaynak : Rûhu’l-Beyan Tefsiri Tercümesi- İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri
Ölüm’ün ölmesi.
Ölüm’ün ölmesi.
Ölüm’ün ölmesi.
Günahkârlar cehennemden çıkarılıp da orada kâfirlerden başka kimse kalmadığında, kâfirler orada ne ölür ne de dirilirler. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki: “O gün oradan çıkarılmazlar.” (Câsiye, 45/24)
Oradan çıkıp sapacakları başka bir yer yoktur. Aksine orada temelli kalıcıdırlar onlar. Kur’ân’ın cehennemde hapsettiği kimselerdir onlar. Orada temelli kalmalarına hükmettiği kimselerdir onlar.
Nitekim Yüce Allah buyurmuş ki: “Allah’a ve peygamberine kim karşı gelirse ona, içinde sonsuz ve temelli kalınacak cehennem ateşi vardır. Sonunda, kendilerine söz verileni gördükleri zaman, kimin yardımcısının daha güçsüz ve sayısının daha az olduğunu bileceklerdir.” (Cin, 72/23-24)
“Allah şüphesiz, inkarcılara lanet etmiş ve onlara – içinde sonsuz olarak temelli kalacakları- çılgın alevli cehennemi hazırlamışızdır. Onlar bir dost ve yardımcı bulamazlar.” (Ahzâb, 33/64-65)
“İnkâr edenleri ve zâlimleri Allah şüphesiz bağışlamaz. Onları içinde temelli ve ebediyyen kalacakları cehennem yolundan başka bir yola eriştirmez. Bu, Allah’a kolaydır.” (Nisa, 4/168-169)
Bu üç ayetle, kâfirlerin cehennemde temelli kalacaklarına dâir hüküm vardır. Ama Kur’ân-ı Kerîm’de şu âyetler de vardır. Bunlara ne diyeceksiniz:
“Cehennem, Allah’ın dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız durağınızdır” der.” (En’âm, 6/128)
“Bedbaht olanlar cehennemdedirler. Onlar orada âh edip inlerler. Rabbinin dilemesi bir yana, gökler ve yer durdukça, orada temelli kalacaklardır. Rabbin, şüphesiz, her istediğini yapar.” (Hûd, il/106-107)
İbn Cerir ve diğer tefsirciler bu âyet üzerinde uzun uzadıya açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu hususta sahabilerden garip eserler ve tuhaf haberler de nakledimiştir. Burası bu hususta açıklama yapmanın yeri değildir. Başka bir yerde buna değineceğiz. Allah çok daha bilen ve hikmet sahibi olandır.
İmam Ahmed b. Hanbel… İbn Ömer’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Cennetikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girdiklerinde ölüm getirilip cennetle cehennem arasındaki bir yerde durdurulur; sonra da boğazlanır. Ardı sıra bir ünleyici: “Ey Cennetlikler! Ebedîlik var, ölüm yok. Ey cehennemlikler! Ebedîlik var, ölüm yok.” diye seslenir. Bunun üzerine cennetliklerin sevincine sevinç; cehennemliklerin üzüntüsüne de üzüntü eklenir.“
Buharı… Ebû Hüreyre’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ölüm, alaca bir koç suretinde getirilip cennetle cehennem arası bir yerde durdurulur. “Ey Cennetlikler!..” denilir. Cennettekiler, boyunlarını uzatıp bakarlar. Sonra “Ey Cehennemlikler!..” denilir. Onlar da boyunlarını uzatıp bakarlar ve düzlüğe kavuşma vaktinin geldiğini görürler. (Koç suretine bürünmüş olan) ölüm boğazlanır ve “Ebedilik var, ölüm yok” denir...”
İmam Ahmed b. Hanbel… Ebû Hüreyre’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ölüm kıyamet gününde getirilip sırat köprüsünün üzerinde durdurulur ve “Ey Cennet halkı!..” diye seslenilir. Onlar da içinde bulundukları mekândan çıkarılacakları endişesiye korkarak boyunlarını uzatıp bakarlar. Onlara: “Şunu tanıyor musunuz?” denilir. Onlarda: “Evet ey Rabbimiz. Bu ölümdür” derler. Sonra “Ey Cehennem halkı!..” diye seslenilir. Onlar da içinde bulundukları mekândan çıkarılacakları ümidiyle sevinerek boyunlarını uzatıp bakarlar. Onlara: “Şunu tanıyor musunuz?” denilir. Onlar da: “Evet, bu ölümdür” derler. Sonra emir? verilir ve ölüm, sırat köprüsü üzerinde boğazlanır. Sonra da her iki fırkaya: “İçinde bulunduğunuz yerde temelli kalacaksınız. Artık size ebediyyen ölüm yoktur.” denilir. Bu hadisin senedi kuvvetli olup Sahihin sıhhat şartına uygundur.
Hafız Ebubekir el-Bezzar… Enes’ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ölüm, kıyamet gününde getirilip cennetle cehennem arası bir yerde durdurularak boğazlanır. Ardı sıra, “Ey Cennet halkı! Size ebedilik var, ölüm yok. Ey Cehennem halkı! Size de ebedilik var, ölüm yok” denir.“
Ölümü Temenni ve İntihara Teşebbüs Etmenin Günahı
Ölümü Temenni ve İntihara Teşebbüs Etmenin Günahı
Ölümü Temenni ve İntihara Teşebbüs Etmenin Günahı
HUTBE
Din kardeşlerim!
İman sahibi her fert, hayatını ve sağlığını korumakla mükelleftir. Zira yaşama nimeti, Allah Teâlâ’nın biz kullarına bir emaneti ve çok değerli bir hediyesidir. Rabbimizin bu armağanına karşı kadirbilmezlik ve Allah’ın kurduğu vücut yapısını tahrip etmek haramdır.
Allah biz kullarını zaman zaman ve değişik sebeplerle imtihana tabi tutar. Rabbimizin verdiği ibtilalar karşısında ümidsizliğe kapılıp ölümü için dua etmek ve daha ileri giderek intihara teşebbüs etmek kulluk vazifelerine sadakatsizlikten doğar.
İntihar, ya cinnet veya cinayettir. Canına kıyan da ya mecnun veya Allah’ın kurduğu bir binayı yıkan canidir.
İntihar, kendine olan güven hissini kaybedip vazifeden kaçmak ve inançlarında iflasa uğramaktır.
İntiharın sebebleri farklı olabilir. Suçu sebebe göre değil, neticeye bakarak hükme bağlamak gerekir. Bu itibarla, intihara teşebbüsün her şekli haramdır. Bu suça cür’et eden kimse ne haklı ne de mazur sayılabilir. Bu suç, adam öldürmekten daha büyük bir cürümdür.
İntihara teşebbüsün başlıca sebepleri şunlardır: 1 — Izdırabı fazla veya iyileşme ümidi olmayan bir hastalığa tutulmak,
2 — Sevdiği bir kimsenin ölümüne dayanamamak,
3 — Kendine olan güvenini kaybetmek,
4 — Okuduğu bir romanın tesiri altında kalmak,
5 — Şöhretine sebep olan şeylerin elden çıkması sonunda, etrafındaki kimselerin dağılmasından dolayı hayata küsmek.
Bu suçu irtikap etmeye insanı iten sebepleri sırası ile neşterleyip tutulan yolun hatalı olduğunu izah etmek isteriz.
Yakalandığımız bir hastalık, şiddetli ağrı ve ateş yapabilir, tedavisi zor ve uzun sürmüş olabilir. Bu gibi durumlarda sabır-u tahammül göstermeli ve tedavi yollarını araştırmalıdır. Hiçbir zaman ümidsizliğe kapılmamalı ve kuvve-i maneviyesini sarsmamalıdır. Çünkü yeis, derin bir uçurum gibidir ve tehlikelerin en büyüğüdür. Hastalığı veren Rabbimiz şifasını da yaratmıştır. Tedavi çaresini araştırırken şifaya sebep olacak ilacı karşımıza çıkaran yüce Rabbimiz, onu kullanınca sağlığımıza kavuştururda hiç hastalık çekmemişe döneriz.
İnsan, tutulduğu ve tedavisi güç bir hastalıktan dolayı, ölümü teşebbüs değil temenni bile etmemelidir. Kâinatın sebeb-i rahmeti ve beşeriyyetin ümit kaynağı bulunan Resul-i Ekrem, bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:“Biriniz ölümü temenni etmesin ve kendisine gelmeden önce ölümüne dua etmesin. Zira biriniz öldüğü vakit (hayırlı) işleri kesilir. Şüphesiz ki bir mü’minin ömrü (nün uzun olması) hayır (ve sevabı) artırır”.
Allah’a niyazda bulunan bir kimse hayır, iyilik ve kurtuluş dilemeli ve asla kendi canına ilenmemelidir. Çünkü duaların kabul olunduğu bir vakte tesadüf ederse beddua hedefini bulur. Yaptığına sonradan pişman olursa da hükmü ilahiyi geri çevirmek kabil olmaz. Cenab-ı Hakk biz kullarının bu gibi yersiz istek ve dualarının doğru olmadığına işaret eden bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “İnsan, hayra olan duası gibi şerre dua eder. Pek acelecidir(bu) insan.”
Başına gelen sıkıntıdan dolayı ölümü temenni veya ona teşebbüs etmek, Yüce Rabbimizin rızasını kaybetmemize sebep olur. Eğer bu istikametteki duayı mutlaka yapacak ise, “Canımı al da kurtulayım” gibi yakışıksız sözler, sarf etmemeli, hiç olmazsa “Ya Allah, hayat benim için hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat; ölüm benim için hayırlı olduğu zaman beni öldür” demelidir.
Âlemlere ve âdemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, daima hayrı ve azimet yolunu tavsiye etmiştir. Zira hayatta olup bir defa “Allah” demek, yer altında asırlarca yatmaktan hayırlıdır. Bu âleme getirilişindeki gayeyi ve yaşamaktan maksadın ne olduğunu idrak etmiş bulunan bir insan, Resulüllah (s.a.v.) in şu emri dışına çıkmamalıdır: “Biriniz sakın ölümü temenni etmesin. Eğer o iyi bir kimse ise hayrını artırır. Kötü bir şahıs ise (tevbe ederek Allah’tan) rıza isteyebilir.”
Sevdiği bir kimsenin ölümü karşısında kendi hayatına kıymak, yanlış hareketlerin en çirkinidir. Böyle bir teşebbüse kalkışan kimse, hem rıza-i ilahiyi kaybeder hem de ahiret hayatında çok sevdiği o kimseyi görememeye mahkûm olur. İman sahipleri cennette bir araya gelecek ve ahiret saadetlerini birlikte yaşayacaklardır..
Bir şahsın kendine olan güvenini yitirmesi, Allah Teala’ya tevekkülünün tam olmamasından kaynaklanmakta ve nefsini boş heveslerinin peşine takmakla sıfıra inmektedir.. Allah Teâlâ’ya inancı tam olan bir kimse, asla ümidsizliğe düşmemeli; her gecenin bir sabahı ve her sıkıntının bir kurtuluş yolu bulunduğunu düşünerek teselli aramalıdır.
Hayatın gerçeklerini bilmeyenler, hayal peşine takılırlar. Hayale dalarlar, hakikata darılırlar. Hakka küsenler, haşirde ayılırlar. Romantik bir hayatın heveslerine kendilerini kaptıranlar, yazar’ın yönlendirdiği hayali şahsın trajedik tablosuna kendilerini uydurmaya heveslenirler Yazılanlarla kendi hayatında benzerlik bulan kimseler, kendi hayatlarını da benzeri bir facia ile noktalama yolunu tutarlar.
Şöhret ve güzellik gibi şeyler, yer değiştiren bir gölge gibi, vefasız ve kararsızdır. Bu gün varsa yarın yok, bu gün azsa ertesi gün çoktur. Bunların varlığı zamanında etrafında haleleşen insanların iltifatına aldanmamalı, sözlerine kulak verse de dostluklarına güvenmemeli, iltifatlarını ihtiyatla karşılamalıdır. Ebedi hayata intikal edecek değerler, zamanların solduramayacağı salih amellerdir.
İnsan hayatını korumak ve canına rıfk ile muamele etmek zorundadır. Dimağını karıştıran öfkeden, kendine olan güvenini zayi etmekten, aklını hayali bir hayat arzusunun peşine takılmaktan sakınmalı; hastalığın acısına ve ölümle gelen ayrılık hasretine katlanmalı ve insanların vefasızlıklarını tabii bir hadise imiş gibi karşılamalı; su üzerindeki bir tahta parçası gibi hayatın çalkantılarına intibak etmeye alışmalıdır. Zira ilahi takdiri değiştirmeye veya geciktirmeye imkân yoktur.
Sözlerimizi kâinatın yegâne Efendisi bulunan Hz. Muhammed (s. a.v.) in bir hadisi ile noktalamak istiyoruz: “Kim kendini bir demir parçası ile öldürürse, demiri elinde olduğu halde ve karnına dürterek ebedi ve daimi surette cehennem ateşi içinde kalacaktır. Kim zehir içerek kendini öldürürse, o kimse, zehirini içer halde ebedi ve daimi olarak cehennem ateşi içinde kalacaktır. Kim de kendini dağdan aşağı atıp intihar ederse o da kendini yüksekten atarak ebedi ve daimi olarak cehennem ateşi içinde (azap) olacaktır.”
3000 BİN YILLIK MUCİZE – İBRETLİK – VİDEO
Londra British müzesinde bulunan 3000 yıllık Firavun cesedi ilk kez bu kadar net görüntülendi. Firavun cesedi görenleri hayrete düşürüyor.
Firavun’un cesedi ilk olarak, Süveyş kanalı açılırken denizin kenarında küçük bir tepecikte bulunmuş ve Londra’ya getirilmişti. Görüntülerde Firavun’un saçlarının bir kısmının halen yerinde olduğu ve başının bazı azalarının etlerininde çürümeden durduğu görülüyor. Cesedin alın kısmında ise et kalmamış.İBRET OLSUN DİYE MUMYALANMADAN KORUNMUŞElleri ve ayakları secde eder vaziyette olan cesed diğer Firavunlar gibi mumyalanmamış. Fakat mumyalanmamasına rağmen tam 3000 senedir çürümeyen cesedin Allahü Teala’nın ibret olsun diye korunduğuna inanılıyor.Tam bir ibret vesikası olarak vücudu hiç bozulmamış, etleri çürümemiş ve tüyleri dahi dökülmemiş şekilde ve secde eder vaziyette bulunmuştur. Firavun ölürken secdeye kapanmıştı. Kur`an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:(İsrailoğullarını denizi yararak geçirdik, Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları [yarılan denizde] takip etti. Firavun denizde boğulurken, “İsrailoğullarının inandığından başka ilah olmadığına iman ettim, ben de Müslüman oldum” dedi. Ona “Şimdi mi inandın, daha önce isyan eden bir bozguncu idin” dendi. [Denizde boğulan Firavuna Allahü teâlâ buyurdu ki:] Senden sonrakilere bir ibret teşkil etmesi için, bugün senin [denizdeki] cesedini [çürütmeden] çıkarıp [sahile] atacağız. Buna rağmen insanların çoğu âyetlerimizden gafildir.) [Yunus 90,92]FİRAVUN VE HZ. MUSA’NIN HİKAYESİFiravun, eski Mısır hükümdarlarına verilen isimdir. Mısır`a hakim olan 26 Firavun sülalesi vardı. Her sülalede çeşitli Firavunlar asırlarca hükümdarlık etti.
Musa aleyhisselam zamanındaki Firavun, [II. Ramses olduğu söylenir], 400 sene yaşamış ve ilahlık iddiasında bulunmuştu. Kendisine secde etmeyenlere ve Musa aleyhisselama inananlara işkence ve zulüm yaptı.Musa aleyhisselam, Firavun`u dine davet etti. Firavun kabul etmedi. Yanındaki veziri Haman`a sordu. O da; “Musa, büyük sihirbazdır. Bizi aldatıp, ülkemizi elimizden almak istiyor” dedi. Böylece Firavun`un imana gelmesine mani oldu ve iman eden hanımı Asiye`nin de şehid olmasına sebep oldu.Firavun, Musa aleyhisselamın mucizelerine inanmadı, kâfirlerin suları kan oldu, kurbağa yağdı, cilt hastalıkları oldu. Üç günlük karanlık devam etti.Firavun bu mucizeleri görünce korktu. Musa aleyhisselam ile ona inananların Mısır`dan gitmesine izin verdi. Sonra Firavun verdiği bu izne pişman oldu. Askerlerle peşlerine düştü. Denizde yollar meydana geldi. Musa aleyhisselam da, İsrailoğulları ile birlikte denize girdi. Firavun ve askerleri, bunları yakalamak üzere denize girip takip etmeye başladılar. Kızıldeniz`in Süveyş kısmına gelince, denizdeki yollar kapanıp, Firavun`un askerleri boğulmaya başladı, Firavun da aynı akıbete uğrarken, hemen secdeye kapanıp, iman ettim dediyse de, boğularak askerleri ile birlikte öldü.Firavun`un cansız cesedi asırlarca denizde kalmasına rağmen Allahü teâlânın kudreti ile çürümedi. Âyette de bildirildiği gibi, cesedi üç bin sene sonra sahile atıldı.
Musa aleyhisselam zamanındaki Firavun, [II. Ramses olduğu söylenir], 400 sene yaşamış ve ilahlık iddiasında bulunmuştu. Kendisine secde etmeyenlere ve Musa aleyhisselama inananlara işkence ve zulüm yaptı.
MEZARDAKi FAKIR ADAM ( 1 Kurus`un hesabi )
Hadis`i serif
1- ” Birinizin ipini alip daga giderek odun toplamasi, satip yemesi ve sadaka vermesi,insanlardan istemesinden elbette hayirlidir. ” ( Hadis-i Serif, Muttefekun aleyh ; Sahih-i Buhari ve Muslim )
Bu Hadis ile ilgili bir hikaye anlatmisti Mehmet gøkcekli hocaefendi.
Fakir adam birgun eline ip`ini almis ve daga gitmis. Bir yuk odun kesip pazara getirir ve 40 kurusa odunu satar. Elindeki para ile gunluk ihtiyaclarini karsilamak icin ekmek pirinc vesaire alip dusunceli dusunceli evinin yolunu tutmak uzereyken Dellal Pazar yerinde bagirir ” Eeeeyy ahali, sehrimizin ileri gelenlerinden Ahmed aga vefaat etmistir , Bugun cenazesi topraga verilecektir, Aga`nin oglu babasi`nin kabirde ilk gecesi nasil gecek diye merak eder ve babasi ile beraber kabirde geceleyecek olan kimseye bir kese altin verecektir ” der.
Fakir adam fakirlikten bikmistir, kendi kendine dusunerek ” Birk ese altin az para degil, hayatimi kurtaririm, zaten fakirlikten cok cektim, ne olacak kabirde bir gece yatar cikarim ” der ve Dellal`in yanina gider ve kendisinin kabirde bir k ese altin karsiliginda bir gece kalabilecegini søyler.
Cenazeyi kabire gøtururler ve defnederler yanina`da Fakir adam`i yatirirlar, kabirden hava almasi icin kucuk bir pencere acarlar , imam telkini verdikten sonra cemaat mezarliktan ayrilir, Fakir adam kabirde aga ile basbasa kalir.
Sorgu melekleri Munker ve Nekir gelirler, Bir bakarlarki kabirde bir ølu birde diri var, Fakire sorarlar ” sen kimsin ve nesin ” diye, Fakir durumu izah ettikten sonra,meleklerbirbirlerine bakarak ” Su ølu olan zaten bizden o bir yere kacamaz, ønce dirinin bir gunluk hesabini bir gørelim” derler ve Fakire ” Peki bugun ne yaptin anlat bakalim”derler, Fakir anlatmaya baslar, Sabah kalktim ipi aldim daga gittim bir yuk odun getirdim ve pazarda sattim, 40 kurus etti 20 kurusuna pirinc,10 kurusuna ekmek vesaire aldim der hesaplar hepsi 39 kurus eder, Melekler ” peki bir kurusu ne yaptin ”derler,Fakir tekrar teakrar hesaplar her seferinde 39 kurus cikar bir kurusu nereye harcadigini bilemez ve sabaha kadar o bir kurusun hesabi devam eder.
Vefaat eden aga`nin yakinlari merak ederler, Sabah olur olmaz hemen mezarliga kosup kabirde o gece nelerin yasandigini øgrenmek isterler.
Mezari acmaya baslarlar ve Fakire ulastiklarinda fakir kursun`un namlu`dan ciktigi gibi mezardan firlar ve yildirim hizi ile kosmaya baslar, Aga`nin yakinlari`da fakir`in arkasindan kosarlar ”dur, dur ” derler ama nafile, Fakir adam hemen evine gider ve kapilari arkasindan kilitler. Aga`nin yakinlari`da fakir`n kapisina gelirler ama fakir kapiyi acmaz , Aga`nin yakinlari ” Mezarda neler oldu bize anlatirmisin” derler, ” Su altinlarini bari al ” derler, ama fakir adam ” Ben sizin altinlarinizdan falan gectim, hepsi sizin olsun, Melekler bana bir kurusun hesabini sordular sabaha kadar o bir kurusun hesabini veremedim ” der.Altinlari almaz ve hepsini geri cevirir.
Øzet: Bizler bu kadar nimetlerin icerisinde yuzerken hesabini nasil verecegiz ? Bir ayakkabi ile yetinmeyip ikinci ucuncu ayakkabilar ne olacak, bir gømlek ile yetinmeyip digerlerinin hesabini nasil verecegiz ? Ya cøpe attigimiz ekmekler`in hesabi ne olacak ? Dusunuyormuyuz acaba ?.
Hadis.
2- ” Nafakada ( yiyecek icecek, giyecek gibi hususlarda ) iktisatli olmak,gecimin yarisidir. Insanlara sevgi beslemek, aklin yarisidir. Guzel sual ilmin yarisidir.”
( Hadis-i Serif , Beyhaki, Su`abu`l – iman )
3- “Gøz ( Yani nazar ), haktir.”
( Hadis-i Serif, Muttefekun aleyh ; Sahih-i Buhari ve Muslim )
4-” Cehennem, nefsin hoslandigi sehevi seylerle perdelenmis ; Cennet ise nefsin hoslanmadigi seylerle perdelenmistir.”
( Hadis-i Serif, Sahih-i Buhari )
ÖLÜMÜ TEMENNİ ETMEK
Geçim darlığından yahut başına gelen bir beladan dolayı ölümü temenni etmek, Allahü Teala’nın kazasına razı olmamaktır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır” Sizden biriniz kendine isabet eden zararlardan dolayı sakın ölümü temenni etmesin. Eğer mutlaka temenni etmek zorunda kalırsa şöyle desin: Allah’ım, yaşamak benim için hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat. Ölmek hayırlı olduğu zaman’da beni öldür.”
Ölüm ve kabristanlar
ÖLÜM, KABİR-TÜRBE VE MEZARLIK KAVRAMLARI
İnsan hayatı, diğer bütün canlılar gibi, doğumla başlayıp ölümle biter. Ölümü tatmayan bir canlı yoktur. “Her can ölümü tadacaktır…”(2) “Nerede olursanız olun, ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!”(3) Allah’tan başka her şey fânidir; sonradan yaratılmış, sonu olan varlıklardır. Başlangıcı ve sonu olmayan tek varlık Allah Teâlâ’dır. Kıyamette ondan başka her şey yok olacaktır.
İnsan hayatında ölüm, çok önemli bir hâdisedir. İslâm inancına göre mü’minler ölmez, sadece geçici ve sıkıcı olan bu hayattan kalıcı ve ferah olan öbür hayata göçerler. Yeter ki insan, cennetin vizesi durumunda olan imanla ruhunu teslim edebilsin… Hatta vahye dayalı olmayan dinlerde bile, ölümden sonra ruhun yaşadığı inancı vardır. Evet vardır; ölüm ruhla değil cesetle alakalıdır; ruh ölmez, bu doğru. Ama nerede olacak?! Asıl önemli olan da burası… Cennette nimetler içerisinde, saadetler deryasında mı yüzecek; yoksa cehennemin o amansız azabı içerisinde, sürgit yanıp kavrulacak mı?
İşte bu ölüm hâdisesinin, İslâm toplumlarında, bir takım dinî icapları vardır. Bunlara aykırı olmamak kaydıyla, zaman içerisinde bazı âdet ve gelenekler de oluşmuştur. Fıkıh kitaplarında, “Cenazelerin hükümleri” ana başlığı altında, ölümle-ölüyle ilgili bütün hususlar ele alınmıştır. Dileyen oralara bakabilir.
Ölünün gömülmesi için hazırlanan yere, ziyaret edilen yer yani ziyaretgâh anlamındamezar veya ölü gömülen yer mânasında kabir denir. Birçok mezarın bulunduğu yere mezarlık, kabristan ya da makbere adı verilir. Büyük insanların, devlet başkanlarının, velilerin, salihlerin, şehitlerin gömüldüğü âbide görünüşlü mezarlar ise kümbet, türbe, yatır gibi adlarla anılır. Kabir için kullanılan diğer isimlerden bazıları ve anlamları da şöyledir:
Darîh: Yerdeki yarık, çukur, tuzak, kabir, mezar.Hazîre: Duvarla çevrili mescid, cami, medrese ve tekke civarındaki küçük mezarlık.Makber, medfen: Ölünün gömüldüğü mekân.Meşhed: Şehidin gömüldüğü yer.Merkad: Uyuma yeri, istirahatgâh.Türbe, kümbet: Mezar üzerine yapılan bina.Yatır: Evliyanın, salih zatların (ermişlerin) mezarı.
İslâm’a göre dünya hayatının sonu, âhiret hayatının başlangıcı olan ölüm, pek büyük ve çok mühim bir hâdisedir. Hadîs-i şerifte buyurulduğu gibi “Kabir, âhiret yolcusunun konakladığı ilk duraktır. İşte kim onun azabından kurtulursa, artık ötesi ondan kolaydır. Eğer ondan selâmete eremezse, ötesi ondan da çetindir.”(4)
Sinesinde mü’mini-münkiri, müşriki-münafığı, iyiyi-kötüyü ayırt etmeden barındıran kabir, salih Müslümanlar için cennet bahçelerinden bir bahçe, münkir ve münafıklar ile günahkârlar için de şiddetli ve dehşetli bir çukurdur. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Birbirinizi gömmemeniz endişesi olmasaydı, kabir azabı çekenlerin feryatlarını size duyurması için Allâh’a dua edecektim”(5) buyurmuşlardır.
Sinesinde mü’mini-münkiri, müşriki-münafığı, iyiyi-kötüyü ayırt etmeden barındıran kabir, salih Müslümanlar için cennet bahçelerinden bir bahçe, münkir ve münafıklar ile günahkârlar için de şiddetli ve dehşetli bir çukurdur. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Birbirinizi gömmemeniz endişesi olmasaydı, kabir azabı çekenlerin feryatlarını size duyurması için Allâh’a dua edecektim”(5) buyurmuşlardır.
Dünyada iken karı ile kocanın, evlat ile ana-babanın, öğrenci ile hocanın, dost ve ahbapların arasını bozmak için birinden söz alıp diğerine götüren… Ondan aldığı lafı berikine taşıyan… Neticede halkı birbirine düşürüp toplumun huzurunu kaçıran koğucular, kabirde dehşetli bir azap ile karşılaşacaklardır. O bakımdan mü’minlerin, bu ve benzeri kötü huylardan şiddetle kaçınmaları, onlardan uzak bulunmaları lazımdır.
***
***
KABİR ZİYARETİ
Öncelikle kabirleri-kabristanlar’ı, türbeleri temiz tutmak, ağaçlandırmak, güzelce muhâfaza etmek hayatta olanlar için önemli bir vazifedir.
Kabirlerin üstüne oturmak, çiğneyip üzerinden geçmek mekruhtur,(6) ölüye saygısızlıktır. Böyle bir davranış âdetâ onların haklarına tecâvüzdür. Bundan mümkün olduğunca kaçınmalıdır. Hadîs-i şeriflerde şöyle buyurulmuştur: “Kabirler üzerine oturmayınız, kabre doğru namaz kılmayınız.”(7)“Birinizin kor parçası üzerine oturup da ateşin elbisesini yakıp derisine kadar ulaşması, kabrin üzerine oturmasından daha hayırlıdır.”(
Ancak kabristana ait başka yol bulunmadığı takdirde, Kur’an okumak -meselâ bir Fâtiha onbir İhlâs-ı şerif okuyup ruhlarına hediye etmek- şartıyla, kabirlerin aralarında oturmakta, üzerlerinden geçmekte bir mahzur olmaz. Bu durumda onlar o kişiyi bir nûr olarak görür ve onun kendilerine de uğramasını arzu ederler.
Kabirlerin yanında uyumak, çevrelerini kirletmek, yaş otlarını yolmak ve yaş ağaçlarını kesmek mekruhtur. Kabristandaki otlar, ağaçlar yaş bulundukları müddetçe, bir nevi hayata sahip demektir. Bunlar hâl diliyle Allah Teâlâ’yı tesbih ederler; bu vesîleyle orada yatan iman sahiplerinin rahmet-i ilâhiyeye nâil olacakları ümit edilir.(9) Nitekim İbn Abbas’tan (r.anhüma) şöyle rivayet edilmiştir: Resûlüllah (s.a.v.), bir gün iki kabre uğradı ve “Bunlar azap çekiyorlar. Azapları da büyük bir günahtan değil” buyurdular. Sonra da sözlerine şöyle devam ettiler: “Evet, biri nemîmede (laf getirip götürme) bulunurdu; diğeri de idrar sıçrıntısına karşı korunmazdı.” Ardından da yaş bir hurma dalı istedi ve bunu ikiye böldü. Birini bir kabrin, diğerini de öbür kabrin üzerine dikti. Sonra da, “Umulur ki, bunlar kuruyuncaya kadar, bu kabir sahiplerinin azâbı hafifleyecektir”(10) buyurdular.
Onun içindir ki, bazı yerlerde kabirlerin üzerine mersin ağacı dalları koymak âdet olmuştur. Fakat bu hususta aslolan yaş ağaçların dikilmesidir. Sahîh-i Buhâri şârihi Aynîmerhumun dediği gibi, “Kabirlerin üzerine mücerred yaş, güzel kokulu çiçekler, yeşillikler koymak bir şey değildir. Sünnet olan, ağaç dikmektir.”
Ayrıca ağaçların, bitkilerin havayı temizledikleri, erozyona mâni oldukları, sağlık açısından da çok büyük faydaları olduğu hemen herkesçe bilinen bir gerçektir.
Kabirleri haftada bir gün, bilhassa cuma ve cumartesi günleri gidip ziyaret etmek erkekler için menduptur.(11) Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz “Kabirleri ziyaret ediniz; çünkü ziyaret ölümü hatırlatır”(12) buyurmuşlardır. Ölümü hatırlamak ise, nefsin ihtiraslarını frenler ve insanın doğru yolda devamını temin eder. Kabirdekiler için de rahmet ve mağfirete vesîle olur.
Dinimizde, bazı şartlara riâyet etmek kaydıyla, kadınların da kabirleri ziyâret etmesine müsaade edilmiştir. Hanımların dikkat etmesi gereken bu şartları kısaca şöyle sıralayabiliriz:
1) Tesettüre riâyet etmeli ve güzel koku kullanmamalı.
2) Kalabalık bir günde dahi olsa ziyaret esnasında asla erkeklerin arasına karışmamalı.
3) Ziyârete tek başına değil de ya mahremi olan bir erkekle veya birkaç kadın bir araya gelerek gitmeli.
4) Kabrin başında, mevtânın üzülmesine ve azap görmesine sebep olacak tarzda feryâd u figân ederek ağlayıp sızlamamalıdır. Peygamberimiz (s.a.v.), “Ölü, kendisine yas tutulması sebebiyle kabrinde azap olunur”(13) buyurmuşlardır.
Peygamberlerin (aleyhimüsselâm), evliyânın, salih zatların kabirleri de, onları vesile edinip mânevi bakımdan feyizlenmek-bereketlenmek, kendilerinden istifade edebilmek için ziyaret edilir… Velev ki uzak bir yerde dahi bulunsalar, onları ziyaret için yolculuğa çıkmak menduptur. Nitekim hadis-i şerifte,“(Dünya) işlerinde sıkıntıya düştüğünüz zaman, kabir ehlinden (salih zatlardan, onları vasıta ederek Allah’tan) yardım isteyiniz”(14) buyurulmuştur. Bu itibarla mü’min bunaldığında, darlandığında, kendisini çaresiz hissettiğinde sınırsız lûtuf ve ihsan sahibi âlemlerin Rabbi olan Allah‘a sığınarak ondan yardım diler. Fatiha suresinde devamlı okuduğumuz, “Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” mealindeki 5. âyet, mânevi bir kaynaktan yardım dilenecekse bunun ancak Allaholabileceğini açıkça ifade etmektedir. Aslında maddi bir kaynaktan mesela güçlü-kuvvetli, varlıklı-zengin kimselerden gerekip de yardım istediğimizde de onlardan gelen yardımın Allah‘tan olduğunu bilmemiz, bu şuur ve idrak içinde olmamız icap eder. Çünkü onlara bu gücü veren de, bize yardım etmelerine izin ve imkan bahşeden de Allah‘tır.
Bu mevzuda tartışılan mesele, “tevessül” kelimesiyle ifade edilen “Allah’ın yardımını dilerken araya vasıta koymak”tır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, “yardımın yalnızca Allah’tan geleceği”ne inanmaktır. Şayet böyle değil de Allah‘tan başka bir varlığın da, ondan bağımsız olarak kullara yardım edebileceğine inanılırsa bu şirk olur. “Yardım, himmet, feyiz, rahmet, bereket…”yalnızca Allah‘tan gelir. Allah’tan başkaları ise sadece vasıtadır.
Peki bu yardımı dilerken, yukarıda da zikrettiğimiz gibi, “Yâ Rabbi, filan kulunun(peygamberin, evliyanın, şeyhin,…) hatırı, yüzü suyu hürmeti, nezdindeki makamı-mertebesi için bana şunu ver, lûtfet, şu dileğimi kabul buyur…” dersek bu şirk olur mu? Şirk olmazsa meşru mudur, faydası olur mu?
Yardım Allah‘tan dilendiğine ve onun, verecekse araya vasıta koymadan da verebileceğine inanıldığına göre, “dileklerin kabulünde faydalıdır” inancı ile araya, Allâh’ın sevgili kullarından birinin konması; yani“onun hatırı için” denmesi elbette ki şirk olmaz. Tam tersine bu davranış, Allah Teâlâ’nınmü’minlerden uymalarını istediği bir usûldür.(15)
“Meşru mudur, faydası var mıdır?” sorusunu ise İslâm alimleri farklı şekillerde cevaplandırmışlardır. Bir kısmına göre ölmüş bir kimseyi araya koymanın faydası yoktur, böyle bir uygulamanın sahih delili de bulunmadığından meşru değildir. Ancak Ehl-i Sünnete mensup âlimlere göre ise, Peygamber Efendimiz, diğer peygamberler, ashâb-ı kiram, velîler, hatta salih ameller vasıta kılınarak Allah‘a dua edilmiş, ondan yardım istenmiştir. Diriler için caiz olan ölüler için de caiz olur… Zaten mü’minler ölmez; onlar için ölüm, mekân değiştirmekten ibarettir. Allah’ın sevdiği kullar ise, fani dünyadan ayrıldılar diye Allah katındaki itibar ve değerlerinden bir şey kaybetmezler; bilakis yükleri hafiflemiş, tavassutları daha da sür‘atlenmiş olur.
***
***
ZİYARET MAKSADI
Ölülerin mekânları olan kabirler, türbeler, mezarlıklar üç maksatla ziyaret edilir:
1. Ölüye faydalı olmak için.
Bu niyetle gidilip kabrin başında Kur’an okunur, Allah’tan af ve mağfiret dilenir, duâlar edilir. Aslında kabir ziyaretleri, cenaze namazı esnasında ölüye yapılan dua gibidir. Hüküm olarak aynıdır, farklı bir durum bahis konusu değildir. Bu yapılanların, ölen mü’mine faydalı olacağı hususunda bütün âlimlerin ittifakı vardır. Ancak ölüye faydalı olmak maksadıyla sadece Müslümanların kabirleri ziyaret edilir. Çünkü İslâmi inanca göre, şartlarına uygun bir imanla Müslüman olarak ölmek esastır. İman olmayınca kişinin yaptığı ibadetlerin, işlediği hayır ve iyiliklerin, sahip olduğu ahlâki güzelliklerin kendisine bir faydası olmayacağı gibi, başkalarının onun için yaptığı dua ve niyazların da ona bir yararı yoktur. Nasıl ki abdestsiz namaz makbul değilse, iman olmadan yapılan hayır ve hasenatın da hiçbir kıymeti olmaz.
Bu niyetle gidilip kabrin başında Kur’an okunur, Allah’tan af ve mağfiret dilenir, duâlar edilir. Aslında kabir ziyaretleri, cenaze namazı esnasında ölüye yapılan dua gibidir. Hüküm olarak aynıdır, farklı bir durum bahis konusu değildir. Bu yapılanların, ölen mü’mine faydalı olacağı hususunda bütün âlimlerin ittifakı vardır. Ancak ölüye faydalı olmak maksadıyla sadece Müslümanların kabirleri ziyaret edilir. Çünkü İslâmi inanca göre, şartlarına uygun bir imanla Müslüman olarak ölmek esastır. İman olmayınca kişinin yaptığı ibadetlerin, işlediği hayır ve iyiliklerin, sahip olduğu ahlâki güzelliklerin kendisine bir faydası olmayacağı gibi, başkalarının onun için yaptığı dua ve niyazların da ona bir yararı yoktur. Nasıl ki abdestsiz namaz makbul değilse, iman olmadan yapılan hayır ve hasenatın da hiçbir kıymeti olmaz.
2. Hayatta olanlara faydalı olmak için.
Kabir ziyareti kalpleri yumuşatır-inceltir, gözü yaşartır, ahireti hatırlatır. Ölümden ibret alan insan; kin, hırs, haset, tamah, intikam gibi kötü huyları terk eder. Ebedî hayatta faydası olacak iyi huylara, ibadet ve tâatlere, hayır ve hasenata yönelir. Bu maksatla Müslüman olmayanların kabirlerini ziyaret etmek bile caizdir, hatta müstehap(16) olduğu hususunda âlimlerin ihtilafı yoktur.
Kabir ziyareti kalpleri yumuşatır-inceltir, gözü yaşartır, ahireti hatırlatır. Ölümden ibret alan insan; kin, hırs, haset, tamah, intikam gibi kötü huyları terk eder. Ebedî hayatta faydası olacak iyi huylara, ibadet ve tâatlere, hayır ve hasenata yönelir. Bu maksatla Müslüman olmayanların kabirlerini ziyaret etmek bile caizdir, hatta müstehap(16) olduğu hususunda âlimlerin ihtilafı yoktur.
3. Ölenin ruhundan yardım istemek için.
Bu maksatla kabir ve türbeleri ziyaret etmenin caiz olup olmaması hususunda, bugün olduğu gibi geçmişte de münakaşalar olmuştur. Adına tevessül denilen bu ziyareti, ileride ayrı bir bölüm ve farklı başlıklar altında geniş bir şekilde ele alacağız. Ancak şu kadarını hemen ifade etmekte fayda görüyoruz: Ölenleri de hayattakiler gibi üç sınıfta mütalaa edebiliriz. Şöyle ki:
a) Yardıma muhtaç olanlar,
Bu maksatla kabir ve türbeleri ziyaret etmenin caiz olup olmaması hususunda, bugün olduğu gibi geçmişte de münakaşalar olmuştur. Adına tevessül denilen bu ziyareti, ileride ayrı bir bölüm ve farklı başlıklar altında geniş bir şekilde ele alacağız. Ancak şu kadarını hemen ifade etmekte fayda görüyoruz: Ölenleri de hayattakiler gibi üç sınıfta mütalaa edebiliriz. Şöyle ki:
a) Yardıma muhtaç olanlar,
b) Hallerinden ibret alınması gerekenler,
c) Kendilerinden faydalanılabilecek olanlar.
Hal böyle olunca peygamberler, evliyalar, şehitler ve salihlerin ruhaniyetlerinden faydalanmak için onların kabirlerini-türbelerini ziyaretle kendilerini vasıta ederek Allah Teala’dan yardım istemenin makul ve meşru olduğu da kendiliğinden ortaya çıkacaktır, diye düşünüyoruz. Zira onlardan istimdat (yardım istemek), meselâ “Medet yâ Seyyid Abdülkadir Geylanî!” demek, onun manevi rütbesinden, ruhaniyetinden medettir. Yoksa zatından ve cesedinden yardım beklemek değildir.
Keza Peygamber Efendimize (s.a.v.) getirdiğimiz salavât-ı şerifelerin meyvelerine/faydalarına asıl muhtaç olan bizleriz. Sevgili Peygamberimiz Cenab-ı Hakk’ın, “(Resûlüm!) Biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik”(17) hitabına mazhar olmakla onun hazinesi zaten ilâhi rahmetle doludur. Bu sebeple getirilen salavât-ı şerifeler, o dolu hazinenin taşmasına vesile olur da, pek çok hayır ve bereket olarak tekrar bizlere döner.
***
***
ZİYARET ÂDÂBI
§ Ziyaretçi, kabrin ayak ucuna varıp yüzünü mevtanın yüzüne doğru döner ve “es-Selâmü aleyküm dâre kavmin mü’minîn. Ve innâ inşâallâhü biküm lâhikuun.(18) Es’elüllâhe lî ve lekümü’l-âfiyeh”(19) diyerek selâm verir.
§ Ziyaretçi, kabrin ayak ucuna varıp yüzünü mevtanın yüzüne doğru döner ve “es-Selâmü aleyküm dâre kavmin mü’minîn. Ve innâ inşâallâhü biküm lâhikuun.(18) Es’elüllâhe lî ve lekümü’l-âfiyeh”(19) diyerek selâm verir.
Kişi, ziyâret sırasında kabrin üzerine oturmaz. Şayet bir mâzereti§ varsa, kabri çevreleyen duvar veya demire dayanarak oturabilir. Bu esnada, mümkünse “Yâsîn” sûresini okur. ZiraPeygamber Efendimiz (s.a.v.), “Kim Allâh’ın cemâlini görmek dileğiyle ‘Yâsîn’ sûresini okursa, geçmiş günahları af olunur. Onu mevtâlarınızın yanında okuyunuz”(20) buyurmuşlardır. Şayet şartlar, vaziyet, vakit müsâit değilse; bir Fâtiha onbir İhlâs-ı şerif veya bir Fâtiha ile yedi yahut da üç İhlâs-ı şerif okuyup orada yatan mü’minlerin ruhlarına bağışlar.
§ Türbelere, yol kenarlarındaki ulu ağaçlara, şuraya-buraya iplikler, bezler-paçavralar bağlamak, oralarda mum yakmak suretiyle dileklerde bulunmak bid‘attir, hurâfedir, caiz değildir. Bu gibi haller asla İslâmi bir davranış olamaz, tasvip edilemez.
§ Türbelerin yanında kurban kesmek de bid‘attir, cahiliye devri âdetlerindendir. Halk, “filan dedeye veya yatıra kurban adadım, şu işim olursa ona kurban keseceğim” diyor. Kurban mâli bir ibadettir; ibadetlerin her türü ise sadece Allah’a yapılır. Kurban da Allah için kesilip eti fakir fukaraya dağıtılır, sevabı ölüye bağışlanır... Yoksa yatıra, evliyaya kurban kesilmez… Keza, karşılama merasimlerinde gelen kişi adına da kurban kesilmez; kesilirse o kurban murdar olur, eti yenmez.
§ Makbul olur düşüncesiyle kabir yanında namaz kılmak, kabirlerin üstüne mescit yapmak ve kabir civarını mescit haline getirmek de cahiliye âdetlerindendir.