22 Mayıs 2011 Pazar

abdulkadir geylani öğütler

 

Derdi sabırla karşıla

Ey oğul!

Sana herhangi bir dert geldiği zaman onu sabır eliyle karşıla ve devası gelinceye kadar sakin ol. Deva gelince de onu şükürle karşıla. Bu hale geldiğin zaman peşinen ebedi zevkli safalı bir hayatta olursun.

Tevbe ile günah elbiseni çıkar

Ey oğul!

Nefis ile birlikte olma. Hevesinle birlikte olma. Dünya ile de birlikte olma. Öyle ise hemen günahlarına tevbe et, bir daha işlememeye azmeyle. Onlardan sıyrıl. Seri adımlarla Mevlana koş. Tevbe ettiğin zaman hem dışın, hem de için tevbe etmiş olsun. Tevbe, Allah'ın katında makbul kul olmanın temelidir. Halis bir tevbe ile ve Allah'tan hakikaten haya etmek suretiyle üzerindeki günah elbisesini çıkar, at.

Dünya ile âhireti biraraya getir

Ey oğûl!

Dünya ile âhireti biraraya getir. Her ikisini de aynı yere koy. Kalbin dünya ve ahiret düşüncesinden arınmış olarak ve çırıl çıplak bir şekilde Mevlan ile tek başına ol. Allah'tan başka herşeyden arınmadıkça Ona yönelme. Halka bağlanıp kalarak Haktan ayrı kalma. Bütün bu sebepleri kopar, at. Allah'a giden yoldaki engelleri birer birer bertaraf et. Bütün bunları yaptıktan sonra dünya ve âhireti bıraktığın yere var. Dünyayı nefsine ver, âhireti kalbine koy, Mevlâyı da özünde tut.

Nefsini itaat altına al

Ey oğul!

Bu zaman âhirzamandır. Nifak çarşısı açılmıştır. Yalan çarşısı açılmıştır. Münafık, yalancı, deccal kişilerle oturmayınız. Yazık sana ki, nefsin münafıktır, yalancıdır, kâfirdir, fâcirdir, müşriktir. Böyle olduğu halde sen onunla nasıl oturuyorsun? Ona muhalefet et, asla muvafakat etme. Onu bağla, asla salıverme. Onu hapset, zindana at. Kendisine ancak zaruri olan haklarını ver. Fazla verme. Onu mücahedelerle kahret, itaat altına al!

Gönülleri hakka davet et

Ey oğul!

Büyük insanları yıkıp mahveden küçük hatalar, sürçmeler ve kaymalardır. Zahitleri mahveden nefsanî ihtiraslardır. Hak erenlerini mahveden yalnızlık anlarındaki kötü düşünceler, hatıra gelen kötü fikirlerdir. Sıddıkları mahveden bir anlık kötülüktür. Onların bütün meşguliyetleri, kalblerini uygunsuz düşüncelerden korumak ve muhafaza etmektir. Onlar Hakka davet mevkiinde bulunan kişilerdir. İnsanları Allah'ı tanımaya davet, ederler. Gönülleri Hakka davet etmekten bir an bile geri durmazlar.

Allah'ı daima görür gibi ol

Ey oğul!

Yalnızlık anlarında öyle bir takvaya ihtiyacın var ve öyle bir takvaya sahip olmalısın ki, seni günahlardan ve günaha sürükleyecek kaymalardan alıkoysun. Öyle bir murakabeye ihtiyacın var, öyle bir murakebeye sahip olmalısın ki, Allah'ın daima seni görmekte olduğunu sana hatırlatsın. İşte sen yalnızlık anlarında böyle olmaya muhtaçsın, mecbursun. Bundan başka, nefis, heva ve şeytanla savaşmaya muhtaçsın.

Takvaya sarıl

Ey oğul!

Sana takva gerek. Takvaya sarıl, muttaki ol. Sana şeriat gerek, şeriatın esaslarına sarıl. Nefse, şehevî arzulara, şeytana ve kötü kişilere muhalefet etmeli ve onlara uymamalısın. Mü'min kişi bu hususlarda devamlı cihat halindedir. Öyle ki, başından miğferi hiç eksik olmaz, kılıcı asla kınına girmez, atının sırtı hiç eğersiz kalmaz. Uykuyu bile hak erenlerinin uyuduğu niyetle uyur. Hak erenleri düşmana galip gelebilmek için zindelik kazanmak maksadıyla uyurlar. İhtiyaç dolayısıyla yemek yerler. Ancak zaruret halinde konuşurlar. Mecbur kalmadıkça âdetleri dilsizlik ve sükûttur. Onları ancak Allah'ın takdiri konuşturur. Bu dünyada onların dilini Allah hareket ettirir, konuşturur. Tıpkı yarın Kıyamet gününde organlarını konuşturacağı gibi...

Önce kendini düzelt

Evliyalar Sultanı, Gavs-ı Âzam olarak meşhur olan ilim ve hikmet kutbu Abdülkadir Geylânî Hazretleri 1077'de Hazar Denizinin güneyinde bulunan Geylan'da dünyaya geldi ve 1166 tarihinde Bağdat'ta hayata gözlerini yumdu. Hem anne, hem de baba tarafından Peygamberimizin neslinden gelen Abdülkadir Geylânî Hazretleri hem ilmi, hem de manevî hali ile yüzyıllar boyu muhtaç gönüllere İlâhi aşkı yansıtmıştır. Öyle ki, Müslüman olmayanlar bile onun büyüklüğü karşısında eğilmişlerdir.

Abdülkadir Geylânî Hazretlerinin gerek dergâh ve medresesinde yaptığı sohbetler, gerekse camideki vaaz ve nasihatleri talebeleri tarafından yazılıyor ve muhafaza ediliyordu. Bizim istifade ettiğimiz Fütûhü'l-Gayb ve Fethu'r-Rabbânî isimli eserleri 1150-1152 yılları arasında yaptığı sohbetlerden oluşmuş ve yakın talebesi Afif tarafından kaleme alınmıştır.

Abdülkadir Geylânî Hazretlerinin sohbetleri ve hitabelerinin muhatapları her kesimden insanlardır. Fakat özellikle Fethü'r-Rabbâni deki hitabeleri daha çok "Ey oğul!" şeklindedir ve çoğunlukla nefse hitap eder, nefse ağır darbeler indirir, nefsin yapısında bulunan şirk, nifak, yalan, riya ve isyan gibi kötülükleri temizlemeye çalışır.

Abdülkadir Geylânî Hazretlerinin en önemli eserlerinden olan 620 sayfalık Fethü'r-Rabbâni´den derlemeye çalıştığımız bu öğütler, hemen herkesin ortak derdini dile getirmekte ve çareler göstermektedir. Bu vesile ile bir aczimi itiraf edeyim: Bir an için kendimi Abdülkadir Geylânî Hazretlerine muhatap olarak kabul ettim, ancak dayanamadım. Çünkü insanda öyle ağır bir nefis ameliyatı yapıyor ki, uzun süre tahammül etmek mümkün olmuyor. Bunun için ağır dersleri değil de, umumi öğütleri derlemeye çalıştık.



Önce kendini düzelt

Ey oğul!

Önce kendi nefsine öğüt ver, kendi nefsim düzelt. Sonra da başkalarına öğüt ver, başkalarını düzeltmeye çalış. Sana önce kendi nefsinin özelliklerini, kendi nefsinin ne durumda olduğunu bilmen lazım. Kendinde ıslaha muhtaç bir hal var oldukça başkalarını düzeltmeye, başkalarına öğüt vermeye kalkışma. Eğer kendinde ıslaha muhtaç bir hal bulunduğu halde bunu bırakır da başkasının ıslahına kalkışırsan yazık sana!

Başkalarını nasıl ve hangi hallerde kurtarabileceğini bilirsin. Sen kendin kör isen, bir başkasının elinden tutup nasıl bir yere götürebilirsin? Gözleri görmeyen birisinin bir başkasının elinden tutup bir yere götürmesi mümkün olmadığı gibi, kendi nefsini ıslah etmemiş birisinin de başkalarını irşat edip Allah'a götürmesi mümkün değildir. Ancak kendi gözleri gören kişi başkalarını bir yerden bir yere götürebilir.

Denize düşen ve yüzme bilmeyen birisini ancak mahir yüzücü olan birisi kurtarabilir. Aynen bunun gibi, Allah'a insanları ancak Onu tanıyan birisi götürebilir. Allah'ı tanımayan kişiye gelince, Ona giden yolda bu kişi insanlara nasıl rehberlik edebilir ki?

Sana Allah'ın tasarrufundan bahsetme ihtiyacını duymuyorum. Sen Onu seversin, amellerini sırf Onun rızası için yaparsın. Asla Ondan başkası için yapmazsın. Ondan korkarsın, Ondan başkasından asla korkmazsın.

Ahlakı düşüklerden uzak dur

Ahlakı düşüklerden uzak dur

Ey oğul!

Ahlakı düşüklerden uzak dur. O zaman halis mü'min olursun. Hükümde hakkaniyet üzere ol. O zaman ilimde halis olursun.

Kalbini helâl yemekle temizle

Kalbini helâl yemekle temizle

Ey oğul!

Helâl yemek suretiyle kalbini temizle. İşte o zaman Rabbini tanırsın. Lokmanı, elbiseni ve kalbini temizle. İşte o zaman safi, temiz olursun. Henüz vakit geçmeden kalbinle Rabbine dön. Sen iyi kimselerin hallerini dilinle anlatmak ve o halleri de kendin için temenni etmekle yetindin. Tıpkı avucuna suyu alıp yumruk yaparak sıkan kişi gibi ki, elini açtığı zaman orada bir şey bulamaz

İhlâs sahibi ol

İhlâs sahibi ol

Ey oğul!

İlim ve irfan öğren ve ihlâs sahibi ol. Ta ki, nifak, ikiyüzlülük ve samimiyetsizlik tuzağından kurullasın, ilim ve irfanı halkın teveccühünü kazanmak ve dünyalık top lamak için değil, Allah'ın rızası için öğren. İlim irfanı gerçekten Allah rızası için öğrendiysen Onun emirlerini sevgiyle yerine getirir ve Ona karşı huşu içinde bulunursun. Diğer insanlara karşı mütevazi olursun.

Allah'ı kalbin ve kalıbınla an

Allah'ı kalbin ve kalıbınla an

Ey oğul!

Allah'ı önce kalbinle zikret, sonra da kalıbınla, dilinle. Onu kalbinle bin defa, dilinle de bir defa zikret.

Dünyalık için kimseyle çekişme

Dünyalık için kimseyle çekişme

Ey oğul!

Sakın sakın! Sen sen ol, dünyalık hususunda kimseyle çekişme, didişme. Kimsenin elindeki kısmete mani olmaya kalkışma. Zira herkesin nasibi mutlaka kendisini bulur. Eğer kaderde elinden alınması varsa, o da olur. Bu senin isteğinle olmaz.

Kadere razı olmak; kavga, çekişme ve didişme sonunda dünyalık elde etmekten daha güzeldir. Zira Allah'ın takdirine razı olmak her hal ü kârda hayatı güzelleştirir, tatlılaştırır, huzurlu kılar.

Abdulkadir-i Geylani (KSA)

Abdulkadir-i Geylani (KSA)

Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri'nin oğlu Şeyh Musa (RA) Hz.leri babasından naklen anlatıyor:

"Karada bazı seyahatlarımı yapmaya çıkmıştım, fena halde susamıştım. Fakat etrafta su denilen bir şey yoktu. Biraz sonra, semada bir bulut belirdi. Beni güneşten korumaya başladığı gibi, üzerime çığa benzeyen bir şey yağdırdı. Ondan kana kana içtim, derken bir nur belirdi. O nurun canibinden çağırıldım.

"Ey Abdulkadir! Sen senin Rabbinim. Sana haram olan şeyleri mubah kıldım, senden başkasına yasak ettiğim şeyleri sana helal kıldım." dedi.

Gavsul Azam (KSA) Hz.leri: "Ben Allah (CC) Hz.leri'nin huzurundan kovulmuş olan şeytandan Allah'a (CC) sığınırım. Sus ey lain.'"diye bağırınca baktım ki, o nur karanlık, o surat da duman oluverdi.

Aynı ses bana hitab etti: "Ey Abdulkadir! Sen, ilminin sayesinde Rabbinin hükmü ile, çeşitli oyunuma gelmeyerek kurtuldun. Halbuki ben bu gibi ahvalde ehli tarikten yetmiş kişiyi yoldan çıkarmışımdır." dedi.

Hz. Pir'e (KSA) sordular: "Onun şeytan olduğunu nasıl anladın?"

O da (KSA) cevaben buyurdu: "Sana haram olan şeyleri helal ettim sözünden... Çünkü Allah (CC) Hz.Ieri hiçbir zaman böyle çirkin tekliflerde bulunmaz ve benim Rabbim (CC) tek cihetten değil, bütün cihetlerden hitab eder."

Vird - Zikir Dersi

Not:Ders sadece ehlinden alınır bu sadece bilgi amaçlıdır.

Vird - Zikir Dersi

Tasavvufta hedef, kalbi gafletten uyandırıp Yüce Allah’a bağlayarak ebedi huzuru ele geçirmektir. Bunun en birinci ve en kolay yolu, kalbi devamlı zikirle meşgul etmektir. Zikir, kalbi Yüce Allah’a bağlayan en kısa, en kolay bir yoldur. Zikrin en büyük fazileti, zikreden kulu, Yüce Allah’ın özel olarak huzurunda zikretmesidir.

Alemlerin Rabbi Yüce Mevla’mızın: “Siz beni zikredin; ben de sizi zikredeyim.” Müjdesi, zikrin faziletini anlatmaya yeter de atar bile.

Şu kudsi hadis de, zikir ehline özel müjde vermektedir:“Kulum beni zikrettiğinde, ben onunla beraberim. Kulum beni gizlice içinden zikrederse, ben de onu özel olarak zatımla zikrederim. O beni bir topluluk içinde zikrederse, ben de onu daha hayırlı bir topluluk içinde ( meleklerimin arasında ) zikrederim.”

Şu ayet gerçek akıl sahiplerini bize tanıtmaktadır:“O gerçek akıl sahipleri, ayakta (yürürken) otururken ve yanları üzere yatarken ( bütün hâl ve zamanlarında ) Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler.”

Büyük müfessir Fahruddin Razî (rah): “Bir kalp ancak Yüce Allah’ın muhabbeti ile dirilir, sevgisiyle hayat bulur, zikriyle huzura erer, diyor ve ekliyor: Bir kul ancak diliyle zikir, azalarıyla şükür, kalbiyle fikir içinde kaybolup bütün varlığı ile devamlı Allah’a kulluk yaptığında gerçek insan olur.”

Diğer bir ayette Yüce Allah, kendisi ile her an beraber olanların hâlini şöyle belirtir:“Onlar öyle erlerdir ki, herhangi bir ticaret ve alışveriş kendilerini Allah’ı zikretmekten, namazı kılmaktan ve zekatı vermekten alıkoymaz. Onlar, yüreklerin ve gözlerin dehşetten ters döneceği ahiret gününden korkarlar.”

Allame Âlusî (rah.) bu ayetin tefsirinde der ki: “İslam Ümmeti içinde bir çok ehl-i tarik ve özellikle Nakşibendî büyükleri, ayette anlatılan daimî zikir hâline ulaşmışlar ve bu zikre ulaşmayı en büyük gaye edinmişlerdir. Zikir onların kalbinde iyice yerleşmiştir. Öyle ki hiçbir halde Yüce Allah’ı zikirden gafil olmazlar.”

İşte Allah dostları, bizlere bu zikir çeşidini yaptırarak, bizleri bu müjdelere ulaştırmak istemektedir.Hz. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz: “Zikrin en hayırlısı, gizli zikirdir,” buyurmuşlardır.

Arifler zikri, veliliğin diploması olarak tarif etmişlerdir. Zikirsiz, kalb uyanmaz, Allah dostu olunmaz. Gavs-ı Sânî Seyyid Abdulbaki (k.s) Hz.leri, bir sohbetlerinde zikir hakkında şöyle buyurdular:“Zikir kalbin gıdasıdır; gıdasını almayan kalp zayıflar, sonra ölür. Kalp ancak zikir ile beslenir, kuvvetlenir, tatlanır, manen hayat bulur. Haramlar ve işlenen günahlar ise, şeytanın gıdasıdır. İşlenen günahlar, insanın kalbini zayıflatır; onun düşmanı olan nefsi ve şeytanı kuvvetlendirir. Bu nedenle, insanın içinde kalp, nefis ve şeytan devamlı mücadele hâlindedir. Rabbü’l-Alemin: “Dikkat edin, uyanık olun; kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur,” buyurmuştur

Vird, düzenli bir şekilde günlük olarak yapılan ders ve zikir demektir. Nakşibendilikte bu ders ve zikirler, gizli usulle yapılır. Bu yolda vird olarak uygulanan üç çeşit zikir vardır.

Birincisi kalp zikri, ikincisi letâif zikri, üçüncüsü de nefyu isbat zikridir. Bunları kısaca açıklayalım:

KALP ZİKRİ

Kalp zikri dersi almanın bazı şartları vardır:
1-Yukarıda anlatıldığı usullerde mürşide intisap edip adapları yapacak.
2-Sadatların isimlerini ezberleyecek.
3-Sağ elinin şehadet parmağı olacak.Bu ders herkese tavsiye edilir, kendi irade ve arzusuna bırakılır, zorla yaptırılmaz. Zikir dersi isteyen müride ilk olarak kalp zikri verilir. Kalbin üzerinde Lafza-i Celal (Allah) zikri çekilir. Bu zikir en az beş bindir. Bu sayının altına düşülmez. Onun nasıl çekileceğini bizzat mürşid veya onun görevlendirdiği vekili tarif eder. Bu zikir şu şekilde yapılır:Mürid, abdestli olarak kıbleye karşı adap üzere oturur. Önünde iki tane tesbih bulunur. Birisi zikir çekeceği tesbih. Diğeri de ne kadar çektiğini belirlemek için kullanacağı tesbih. Beş bin zikir çeken kimse yüzlük tesbihi elli defa devir yapacağı için bunu belirlemek için tesbihlerden birisinden elli tane ayırır ve onu sol eline alır. Başına ön tarafını dizlerine kadar örtecek bir bez atar. Beyaz bez tercih edilir. Sonra gözlerini kapatır. Zikre başlarken, günahların kalbi sardığı, bu hâlle gerçek zikrin çekilemeyeceği, ilahi yardıma muhtaç olduğunu düşünerek 25 defa estağfirullah der.Peşinden 8 (sekiz) adet Fatiha okuyup 8 şart kısmındaki sırayla bağışlar; ancak hediye edilen Sadatların ruhlarından istimdat isteme yoktur. Kalbin uyanması, toplanması ve zikre hazırlanması için biraz (beş dakika kadar veya daha kısa) mürşid rabıtası yapar, mürşidden manevi destek ve feyiz bekler. Sonra, sağ elindeki tespihini elinin başparmağı ile orta parmağını birleştirip sol memenin dört parmak aşağısındaki insani kalbinin üzerine kor. Dilini damağına yapıştırıp şehadet parmağı ile tespihi hızlıca çevirirken kalbiyle Allah Allah Allah diye zikreder. Yüzlük tespihi sonuna kadar çevirince, diliyle kendi duyacağı bir sesle: “ilahi ente maksûdî ve rızâke matlubî” der. Bunun anlamı şudur: ‘Allahım! Benim maksadım sensin, aradığım ise senin rızandır.’ Bunu söylerken, aynı anda bu sözünde sadık olmadığını, nefsinin yalancı olduğunu düşünür. Tekrar azimle zikrine devam eder.Bu duayı her yüzden sonra söyler ve böylece tespihi elli defa çevirerek 5 (beş) bin virdi tamamlar. Virdin sonunda, amelimi hakkıyla yapamadım diye üzülür, Allah’ın rahmetine güvenir, zikir esnasındaki kusurları için 25 defa estağfirullah der ve gözlerini açar.Vird esnasında rabıta yapılmaz, bu tehlikelidir. Virtte kalb sadece zikre bağlanır; alemlerin Rabbini zikrettiğini düşünür, bütün dikkatini kalbindeki zikirde toplar.Kalp zikrini vekiller 21 bine kadar artırabilirler. Alınan bir zikrin vücuda yerleşmesi ve vücudun zikre alışması için en az 4 ay çekilmesi güzel olur. Bundan sonra istenirse artırılır. Ancak özel durumlar ve gelişmeler olursa bu süreden önce de mürşide veya vekiline danışılır. 21 binden sonrası Letâif virdine girer ve onun zamanını mürşid belirler.

LETÂİF ZİKRİ

Önce letâifler hakkında biraz bilgi verelim.Letâif, insan vücuduna yerleştirilmiş manevi, nuranî cevherlere verilen bir isimdir. Bunlar gizli, sırlı ve iç bünyede saklı cevherlerdir. Baş gözüyle görülmezler, ancak gördükleri vazifelerden varlıkları anlaşılır. İnsanın aslı bunlardır. Bu cevherler mümin kafir her insanda mevcuttur. Kâmil mürşidler bu cevherleri ilim, tecrübe ve müşahede ile tanıyıp yerlerini ve vazifelerini tespit etmişlerdir. Bu konudaki açıklamaların özeti şudur:Cenab-ı Hakk (c.c) insanı on asıl şeyden yaratmıştır. Beşi mahlukat alemi denilen hâlk alemindendir. Bunlar toprak, su, hava ateş ve nefistir. Bunların başkanı ve hakimi nefistir. Ölçü ve hesap ile bilinebilen, gözle görülen ve incelenebilen cisimlerden oluşan aleme ‘hâlk alemi’ denir.Diğer beş unsur ise, asılları alem-i emirden olan insani kalb, ruh, sır, hafi ve ahfadır. Bunların başkanı ve hakimi kalptir.Ruhun sarayı kalptir. Ruh kalbe hâkimiyetini kurunca, kalp bedeni ona göre yönetir; ruh vasıtasıyla aldığı ilâhi feyiz ve terbiyeyi bedenin bütün işlerine yansıtır.

His, hayal, yön ve mekanla sınırlanmayan, mesafe ve maddesi olmayan, Allahu Teala’nın ‘ol’ emri ve iradesinin tecelli etmesiyle yaratılan şeylere ‘emir alemi’ denir. Allahu Teala yüce kudreti ve ince hikmetiyle her iki alemin latifelerini aşk yoluyla aralarını birleştirmiş ve kaynaştırmıştır. Öyle ki bunlar birbirinden ayrılmak istemezler. Bu aşktan dolayı hâlk aleminin latifeleri emir aleminin latifelerini hükmü altına almıştır.

Letaiflerin Vücuttaki Yerleri:

Kalb, sol memenin dört parmak altındadır. İlahi huzur ve tecelliyat mahâllidir.Ruh, sağ memenin dört parmak altındadır. İlahi aşk ve muhabbet mahâllidir.

Sır, sol memenin iki parmak üstündedir. İlahi marifet mahâllidir.Hafi, sağ memenin iki parmak üstündedir. ilahi tecelli ve nurlar içinde kaybolma mahallidir. Buna istiğrak denir.

Ahfa, göğüs kafesinin üst ucundan yani gırtlak çukurundan iki parmak kadar aşağıdır. İlâhî sır mahallidir. Gizli ilimler ve tecelliler merkezidir. Burada elde edilen duruma izmihlal denir.

Nefs latifesinin yeri iki kaşın ortasıdır.

Bütün latifelerin merkezi kalptir. Kalb ruhun sarayı hükmündedir. Terbiye olmamış nefs, devamlı kötülüğü emreden sıfatıyla kalbi tamamen hükmü altına aldığı zaman, kalbden Allah için hiç bir hayırlı amel çıkmaz. Bu durumda ruh da, nefsin arzularına bağımlı hâle gelir. Artık kalb ve ruh asli vazifelerinden uzaklaşmış ve ölmüşçesine gaflete düşmüş olurlar. Bu hâl kalbin perdelenmesi ve günahlarla kararmasıdır. İnsanın bu durumdan kurtulması için çok ciddi bir tedaviye ihtiyacı vardır. Bu tedavinin en güzel ve en kolay yolu bir mürşid-i kâmilin elinden tövbe alıp, kendisine intisap edip manevi terbiyeden geçmektir.

Mürşid-i kâmil, kendisine intisap eden müride önce güzel bir tövbe yaptırır. Sonra zikir telkin eder. Bu zikrin nuru ilk olarak kalbe, sonraları diğer letaiflere sirayet eder. Zikre devam edildiğinde kalpten Allahu Teala’nın sevmediği ve razı olmadığı düşünceler silinip gider. Zikir kalbe iyice yerleşince her hâlde zikretme hâline geçer, böylece gaflet yok olur. Zikir sayesinde insanın sıfatları değişir, insanda Cenab-ı Hakk’ın razı olduğu ahlak ve sıfatlar oluşur.Mesela münafıklık, nefsin kötü sıfatlarından birisidir. Vücuttaki su unsurunun özelliği ile irtibatlıdır. Suda, bulunduğu kabın şeklini ve rengini alma özelliği ve bulunduğu şartlara göre değişme sıfatı vardır. Bu sıfat, insana yansır ve iki yüzlülük meydana gelir. Ancak bu sıfat, mürşid-i kâmilin terbiye, himmet ve tasarrufu ile alçak gönüllü olmaya dönüşür. Kalpten nifak ve yalancılık gider, yerini samimiyet ve mertliğe bırakır.Ateş unsurundan kaynaklanan zulüm ve hiddet sıfatı, İslam’ın emir ve hükümleri karşısında gayrete, ince davranmaya ve rahmani taraftarlığa dönüşür.Havadan ileri gelen kibir ve üstünlük taslama sıfat, izzet, vakar ve heybete dönüşür. Toprak unsurundan kaynaklanan tembellik, uyuşukluk gibi durumlar, sabır ve efendilik sıfatına dönüşür.Letaifleri hakiki vazifelerine döndürmek gevşemeyi gidermek için onların zikir nurları ile aydınlanması, temizlenmesi ve beslenmesi gerekir. Letâif Zikrinin ÇekilişiNakşibendi yolunun büyükleri kalp virdini başarıyla tamamlayan kimseye Letaif virdi vermektedirler. Bu zikir de “Allah” ism-i şerifi ile yapılır. 23 bin ile başlar, 101 bine kadar devam eder. Bu zikrin çekiliş vaktini mürşid belirler ve seyrini kendisi takip eder.Letâif virdi, altı latife üzerinde çekilir. Bunlar sırasıyla kalp, ruh, sır, hafi, ahfa ve nefis latifeleridir. Bunların yerleri yukarıda anlatıldı.

Mürid, letâifler üzerinde aynen kalb zikrinde olduğu şekilde zikir çeker. Her latife bir kalp gibidir; zikir onun üzerinde çekilir. hedef, her bir latifenin zikre geçmesi, uyanması, olgunlaşması ve böylece bütün vücudun zikre geçmesidir. Buna zati zikir, sultanî zikir, denir. Tesbihi zikir çekilecek latifenin üzerine koyar ve kalb zikrinde olduğu gibi Allah Allah diyerek hızlıca çevirir. Kalb zikrindeki edeb ve usullere dikkat eder. Her yüz tespihten sonra dille, kendi duyacağı bir sesle ‘İlahi ente maksûdî ve rızake matlûbi” der.Çekilecek zikir miktarı altı latifeye paylaştırılır. Önce kalpten başlanarak her latifede biner biner zikir çekilir. Nefs latifesiyle bir tur tamamlanmış ve altı bin çekilmiş olur. Tekrar kalbe dönüp ikinci tura başlanır. Binlik kaç turun gerektiği baştan tespit edilir ve hepsi tamamlanır. Sonra, kurtarırsa her latifede beş yüz beş yüz zikir çekilir. Beş yüz fazla gelirse yüzer yüzer taksimat yapılır. Sonra kalan olursa, otuzüç otuzüç taksimat yapılır. Otuzüçler çekilirken yüzün tamamlandığı latifede ‘‘İlahi ente maksûdî ve rızake matlûbi” denir.Kısaca taksimat bin, beş yüz, yüz ve otuz üç sıralamasıyla yapılır. Letaif zikri çekilirken bitmeden ara verilmesi gerektiğinde mümkünse bir kere devir yapıp tek sayıda bırakmak güzel olur. Mesela yedi bin, dokuz bin, onbeş bin gibi. Ancak zor durumda herhangi bir latifede iken ara verebilir. Sonra kaldığı yerden devam eder.

NEFY U İSBAT ZİKRİ

Letâif zikrinde başarılı olan müride Nefy u isbat zikri tarif edilir. Bu zikir, zikirlerin en faziletlisi olan “lâ ilâhe illallah” zikridir. Buna Kelime-i Tevhid zikri de denir. Bunun zamanını da mürşid belirler. Bu zikrin çekiliş şeklini mürşidin kendisi veya bizzat görevlendirdiği bir kimse yapar.Bütün bu terbiye ve zikirlerle elde edilecek sonuç zâtî zikirdir. Zâtî zikir, insanın bütün vücuduna yayılan, benliğini saran, kalbini Allah aşkında toplayan zikirdir. Bu zikir hâline ulaşan kimse yürürken, otururken ve yatarken devamlı Allahu Teala’yı zikreder. Ayrıca zikir nuru onun bütün etine kemiğine yansır. O insan bu nur ile bütün eşyanın zikrini işitecek, hissedecek bir makama ulaşır.

Artık her şey ona Allah’ı hatırlatır, her varlık bir ilim sebebi olur, hikmet öğretir, ilahi sevgisini artırır. Bunların sonu müşahede ve güzel ahlaktır. Müşahede, ihsan makamı olup Allahu Teala’yı görüyor gibi O’na kulluk yapmaktır. Sadatların isimlerini ezberlemeyenlere kalp virdi verilmez. Onlara “ihlas-ı şerife”, “Salavat” ve “Sübhanellahi velhamdü lillahi velâ ilâhe illallahu vellahu ekber” tesbihi günlük ders olarak verilir. Her birinden günde 50 veya yüz defa okuması istenir. Bu zamanla artırılır. Bine, iki bine kadar çıkabilir. Ancak her gün çekilebilecek miktarı almak ve vermek esastır. Bunlar çekilirken, abdestli olarak yüzü kıbleye yönelik oturulur, 25 “estağfirullah” ile başlanır. Bitince tekrar 25 estağfirullah çekilip kalkılır. Hastalık veya başka bir özür sebebiyle kıbleye karşı oturamayan kimse, kolayına geldiği gibi oturur. Bu zikirler günün her vaktinde çekilebilir. Zikir için mekruh vakit yoktur. Zikri vücudun en dinç ve neşeli olduğu anlarda, özellikle sabah ve akşam vakitlerinde çekmek daha faziletli ve faydalıdır. Böylece gün zikirle başlamış ve zikirle kapanmış olur. Bunun yanında herkes iş durumuna ve çalışma saatlerine göre virdinin zamanını ayarlar.Bir kimse, özel kalb virdi yanında, isterse günlük olarak yukarıda bahsedilen tesbihleri de alıp çekebilir.

Efendi Hazretlerinin Tasavvufi Yönü

Efendi Hazretlerinin Tasavvufi Yönü
Mahmud Efendi henüz çocukken sufi-meşreb bir hayat yaşamakta idi. Erken yaşlarda yaşadığı bu manevi hayatı disiplinize
 edebilmek için bir mürşid arayışına girdi. O yıllar itibariyle içinde bulunduğu ruh halini anlatırken şöyle demektedir: Çocukken
 geceleri başımı yastığa koyduğumda kendi kendime şöyle seslenirdim: Dünyanın bir ucunda kamil-mükemmil bir bir mürşid olsa yalın
ayak, aç ve susuz olsam hemen yola koyulur o mürşidi bulurum.

Mahmud Efendi bu arayışların neticesinde ilk olarak Ofta Mapsinolu Ahmed Efendi olarak bilinen yörenin meşhur Nakşibendi Şeyhine
intisap etti. Askere gidene kadar Onun murakabesinde seyr u sülûküne devam etti. Askerde Ali Haydar Efendi ile tanışıp Ona intisap etti.


Askerliğini tamamlayıp kalıcı olarak şeyhinin yanına gittiğinde Onun şu meyandaki ifadelerine muhatap oldu: Oğlum Mahmud! Seninle ilk
görüşmemden üç gün sonra şeyhim (Ali Rıza Bezzaz) zuhur etti, elini tutup elime verdi ve ardından şöyle dedi: Bunu al, bizimdir. Oğlum!
 50, 60 mandayı birbirine bağlasalar beni senden ayırmak isteseler yine de başaramazlar.


Mahmud Efendi, askerden sonra şeyhinin irfan meclislerine daha fazla katılma imkanı buldu. İlerleyen yıllarda ise yanı başından hiç ayrılmadı
. Bu birliktelikle alakalı Ali Haydar Efendinin küçük oğlu şunları söylemektedir; Babam, Muhterem Mahmud Efendi ile kuşluk vaktinden sonra baş
 başa kalır, uzun uzun sohbetler yapardı. Babam derdi ki; Oğlum! Görüyorsun ki bende olan her şeyi Ona aktarıyorum. Fakat Onu müşahede
altında tutabilmem için bunu tedricen yapıyorum. Zira manevi aleme ait malumatın birden kazanılmasına hiçbir akıl tahammül edemez.


Ali Haydar Efendi tasavvuf literatürüne ait zengin birikimini Mahmud Efendiye aktardı. Ona Mesnevi, Mektubat-ı Rabbani, Reşahat,
 Risale-i Kudsiyye gibi sufi eserlerin tasavvuf disiplini içerisinde ne anlam ifade ettiklerini de öğretti. Literatür içerisinde Mektubatın yerini
belirlerken şöyle derdi: Evladım Mahmud! Mektubat o kadar büyük bir kitaptır ki, Reşahat ona ancak elif-ba olabilir.

Mahmud Efendi askerlik vazifesini bitirdikten sonraki zamanını Ali Haydar Efendiye göre ayarladı. Hususi sohbetlerin dışında genel meclislerde
 de yanı başında yer aldı. Şu ifadeler bu hükmü desteklemektedir: İstanbulda iken Ali Haydar Efendi ile birlikte yanımızda dört-beş kişi olduğu
 halde hatm-i hace okurduk. Ali Haydar Efendiyi sürekli takip ederlerdi.(KÜÇÜK NOT : EY TAKİP EDENLER ALLAHTAN KORKANDAN
 KORKMAYIN SİZ ALLAHI TANIMAYAN ONDAN KORKMAYANDAN KORKUP ONLARI TAKİP EDİN ARTIK DÜŞÜN ALİMLERİN ULEMANIN
YAKASINDAN ) Bu yüzden hatmeler küçük gruplar halinde yapılırdı.


Ali Haydar Efendi vefatından kısa bir süre önce Mahmud Efendiyi huzuruna alıp şöyle dedi: Evladım! Artık emr olundum. Emaneti size
 bırakıyorum. Onun, müridanına hitaben yaptığı şu konuşma da İsmet Efendi Tekkesinin yeni şeyhinin Mahmud Efendi olduğunu tescil
 etmektedir: Mahmudun elinden tutan benim elimden tutmuş olur. Hakikat şu ki; bu fakirin elinden tutan Ali Rıza Bezzaz Hazretlerinin
elinden tutmuş olur. Böylece halka halka silsile ta Peygamber Efendimize (s.a.v.) dayanır. İşte buna Sahih Yed diyoruz.

Ali Haydar Efendi söz konusu konuşmasında tasavvuftaki bu sahih yed?sisteminin müritlerin yetişmesinde ne derece önemli olduğunu
 anlatabilmek için şöyle bir örnek verir: Dağda bulunan bir su menbaının köye gelebilmesi için, köye kadar uzanan birbirlerine ekli su
 künkleri gerekir. Bu künklerden biri eksik olduğunda nasıl köye su ulaşamıyorsa tıpkı bunun gibi meşayih silsilesinden biri düştüğünde
Feyz-i İlahi de müridin kalbine ulaşmaz.

İsmet Efendi Tekkesinin kurucusu Mustafa İsmet Efendi, Risale-i Kudsiyyede sahih yed ile alakalı şunları söylemektedir:

Sahih yed yok ise nisbet olur sed

Sahih yed ile Aziz Hakk?a gidelim

Cemali ba kemale seyredelim.

Mahmud Efendi, şeyh olduktan sonra devraldığı sufi geleneğe sıkı sıkıya bağlı kaldı. Bahauddin Nakşibend ve diğer Nakşi Meşayıhının
virtlerinden oluşan hatm-i haceganı olduğu gibi icra etti.

Ona göre tasavvuf, İslamın tahsiniyyat boyutudur. Zaruriyyat ve haciyyatı ihmal edenler öncelikle işe şeriatla başlamalıdırlar.
 Ameli noktada ciddi problemleri olan kişiler, ilk olarak İslamın emir ve yasaklarını öğrenmelidirler. İnsanlar, tarikata değil İslama davet
 edilmelidir. Tasavvufi hayat ise kişilerin tercihlerine bırakılmalıdır

abddurrahim reyhan EFENDİM HZ’LERİNİN KENDİ DİLİNDEN HAYATI






Babasi, Hüseyin Efendi, (Muhammed Besir Efendi Hazretlerinin alim ve fazil büyük oglu), anasi Tubi hanimdir. 1930 yilinda Karakaya (Keleris) köyünde dünya’ya tesrif buyurmuslardir. Dünya'ya tesrifinden önce annesi ve çevresinde çok acaip alamet ve isaretler zuhur etmis, bu tesrifin müjdecisi olmustur.
"Annem çok kuvvetli rabita sahibi idi. Her gözünü yumusta dedemle, yani Muhammed Besir Efendi Hazretleri ile görüsürmüs. Bize hamile iken çok hikmetli rüyalar görmüs. Mesela bir rüyasinda melekler tarafindan yerden göge kadar kurulan bir merdivenden çikarilarak bütün semavat alemi ve cennetler gezdirilmis ve kendisine "Bu iltifatlar size, karninizda tasidiginiz (çocuk dolayisiyla) melaikeyi kiramin ikramlaridir" denilmistir.
Yine annemin anlattigina göre, ben Pasa Hazretlerinden ders aldiktan bir müddet sonra, siyahlar giyinen uzun boylu ve vakur bir zatin boz renkli atini duvardan içeri atlatip, beni kucaklayarak terkisine aldiktan sonra, yine atini duvardan disari atlatip götürdügünü görmüs ve bu hadiseden korkup endiseye düsmesi üzerine hafiften bir sedanin:
- "Korkma o hizir Aleyhisselamdir, oglunu hediyesi ile beraber getirecek, görülmemis bir post ile birlikte iade edecektir" demesi üzerine sakinlesmistir. Babam annemden bu rüya ve halleri kimseye anlatmamasini istermis. Bes erkek ve iki kiz olmak üzere yedi evlat sahibi olan babam en çok bizi severdi. Bizi okutmayi, zahiri ilim sahibi yapmayi çok isterdi. Ama ömrü buna vefa etmedi. Ondört yasimda iken babam vefat etti.
Kendimi bilmeye basladigim yillarda, içimde öyle bir his vardi ki, sanki daha önce büyümüs, her seyi görüp ögrenmis, sonra tekrar küçülmüsüm. Içimde bir mürsidin kudsiyetini idrak eden, onun sevgisini, askini, hasretini duyan bir cihet, böyle bir his vardi. Dedemin zamanina yetisememis olmama çok üzülür, aglardim. Sanki Dedemin büyüklügünü, makaminin kudsiyetini, kemalatini tamamen müsahade etmisim gibi ona asiktim, yangindim. Ona ulasamamaktan üzgün ve bitkindim.
Babamin vefatinda bir aksam evimize kisa bir taziyet ziyaretinde bulunan ve daha sonra bir daha görmedigim Dede Pasa Hazretleri'nin çok büyük bir zat oldugu, tevazu, kemalati, sohbetleri, beyitleri, aski, muhabbeti, bütün ihvanlar ve büyüklerimiz arasinda söylenir, tekrarlanir olmustu. Kendisine içimizde bir sevgi belirmekle beraber, mürsid oldugu ve inabe verdigi hususlarinda kesin bir bilgim yok idi.
- 1957 senesinin sonbahar aylarinda bir rüya gördüm :
Haydarpasa iskelesinden bir vapura koyun doldurmusuz. Bunlarin sevk ve idaresi Dede Pasa Hazretlerine aitmis. Bu koyunlar bir anda boylari, renkleri, giyimleri ve güzellikleri bir çirpida tepeden tirnaga bembeyaz elbiseler giymis adedi belirsiz bir nur gibi, huri gibi birer kiz haline geliyorlar. Bunlari Pasa Hazretleri ile birlikte Karaköy tarafina getirdik. Pasa Hazretleri orada emretti ki:
- Simdi bunlari al Galata Köprüsü'nden Eminönü tarafina geçirecegiz. Ben önden yürüyüp onlari çagiracagim. Onlar pesimden gelecekler. Sen geride kalanlari toparla getir.
Yürüyoruz, Galata Köprüsü dolu doluya. Bazen bembeyaz renkte bir koyun sürüsü, bazen beyaz elbiseler içinde huri gibi, melek gibi kizlar seklinde görünüyorlar. Böylece Eminönü tarafina geçtik. Ben de uyandim. Uyanir uyanmaz, Pasa Hazretlerine bir gönlüm akti, bir muhabbet duydum ki, hemen gidip kendisine kavusmak arzusu, dayanilmaz bir his haline geldi. Yani öteden beri dedeme duydugum ask, sevgi, muhabbet, istiyak aynen bu tarafa çevrildi. Fakat bu dayanilmaz arzuyu çesitli sebepler ve mecburiyetler dolayisiyla üç ay gizlemek zorunda kaldik.
Aradan üç ay geçtikten sonra bir gün isittik ki Dede Pasa Hazretleri Erzincan’a gelmis ve bizim bulundugumuz yere tesrif etmek üzere imis. Bu haberi duyunca elimdeki çay bardagini tutamaz oldum. Rahatsizligimi beyan ederek meclisten ayrildim. Ne oldugunu kelimelerle anlatamayacagim bir hal ile evimize kostum. Evin içine girmedim. Merek dedigimiz, hayvanlarin otunu, samanini, yemini koydugumuz yere kendimi attim. Orada tepindim, çirpindim, yuvarlandim, agladim, haykirdim, sizlandim, üstüm basim, elim, yüzüm ot, saman ve toza bulanmisti, ama biraz sakinlesmis, durulmustum. Kalktim üstümü basimi çirpip, firçaladim. Elimi yüzümü yikadim. Bir abdest tazeledim. Yavas yavas biraz önce ayrildigim ve simdiki Pasa Hazretleri’nin bulundugu Muharrem Efendi’nin evine gittim. Heyecanim halen geçmemis olmakla beraber, suurum biraz yerine gelmisti.
Hasa, bir bilgim oldugundan degil, sanki birisi bana tarif etmis gibi Pasa Hazretleri’nin bulundugu odaya girmeden üç ihlas bir fatiha okudum. Önce Peygamber Efendi’mizin, sonra sirasi ile Sah-i Naksibendi Hazretleri’nin, Pirlerimizin ruhuna hediye ettim ve yavas yavas Pasa Hazretleri’nin bulundugu odanin kapisini araladim. Bir ayagimi içeri attim, diger ayagim disarida, boyu bes metreden fazla olan odanin kible tarafindaki peykenin üzerinde oturan Pasa Hazretleri’ni görür görmez, oraciga, kapi araligina düsüp bayilmisim. Daha gerisini hatirlamiyorum. O zaman Pasa Hazretleri beni bizzat kucaklayip kaldirmis, odaya almis, bir süre sonra gözümü açtigimda ilk defa bedenen Pasa Hazretlerinin huzurunda idim. Mübarek, iki bardak çay getirtmis. Birisi kendisi için, biri benim için. Sekerini bizzat karistirarak, bir annenin evladina, çocuguna içirdigi gibi çayimi mübarek elleri ile bana içirdi. Bu arada Pasa Hazretlerinin elbiseleri, oda, bardak, kasik, her sey gayet açik bir lisanla zikre basladilar. Bunu apaçik görüyor ve duyuyordum.
Yatsiya kadar bir kendime gelip, bir geçiyordum. Nihayet yatsi namazi kilindi. Hatme okundu. Dersimizi aldik ve evimize döndük. Boy abdestimi alip, tevbe namazina durduk. Sag tarafimdaki duvara yaslanmak istemistim. Birden duvar ortadan kalkti. Orada Pasa Hazretlerinin oldugunu hissettim. Sonra nurdan vücudunu gördüm. Bizim de vücudumuz nura nur oldu. Ortada vücut, ceset, madde diye bir sey kalmadi. Her yer, her sey, nur oldu. Nur içinde kaybolduk. Bu durumda nasil oldu bilmiyorum. Namazda ne okudum, eksik mi, fazla mi okudum bilmiyorum. Tevbe namazini Pasa Hazretleri ile birlikte kildik. Sonra yataga dogru yöneldim. Basimi batiya yüzümü kibleye gelmek üzere yataga girdim. Ama hemen uzanmadim. Heyecan ve saskinligin verdigi zorlukla her gün yatmadan önce okuma ihtiyadinda bulundugum üç ihlas, bir fatihayi okudum. Bir de baktim ki, Pasa Hazretleri yine duvardan zuhur etti. Fakat görünüsü zahirde bildigimiz bir görünüs degil. Bütün vücudu degil, yalniz omuzdan yukarisi görünüyor ama o mübarek azametli sakalinin her bir telinden hasil olan ziya, ayin, günesin, isigini kapatacak kadar parlak, bir türlü yatamiyorum. Yatsam uyuyamiyorum. Gözümü kapatsam da açsam da ayni nurdan cemali görüyorum. 0 geceden sonra bir yil süre ile nerede olursam olayim, gözümü kapatir kapatmaz, Pasa Hazretlerini, o manevi vücudu ile güzelligi, hasmeti ve heybeti ile hep karsimda gördüm.
- Diger bir müsahedemiz söyle cereyan etti:
Dedemin veya Pasa Hazretlerinin olan büyük bir üzüm bagi oluyor. Bu bagda büyük bir çadir kurulmus. Pasa Hazretlerine ait barigah çadir, çadirin içerisinde makami, varmis. Orada yatar kalkarmis. Ziyarete gittim ki çadirin önünde bir arslan var. O arslan agzini açtigi zaman degil bir insan, bir köyü, bir kasabayi bile yutacak cesamette. Mübarek Pasa Hazretleri bana buyurur ki:
- Bagdan üzüm al ye.
- Efendim, nasil üzüm alayim? Bu arslan hemen insani yutar" diyorum.
Bu sefer buyuruyor ki :
- Bizden gafil olursan, o aslan seni yutar. Bizden gafil olmazsan bir sey yapamaz. Hal olarak müsahede ettigimiz bu alemdeki aslan nefsi emmaremiz, üzüm de Pasa Hazretlerinin nisbetine isarettir.
Geceleri hiç uyuyamiyorum. Ama sabahleyin bütün gece uyumus gibi dinç kalkiyorum. Mübarege ögle gönlüm akdi ki ; Ne mal, ne is, ne hayat, hiç bir seyin onemi yok. Tek arzum onu görmek ve onunla olmak.
Bir seneden sonra baska seyler basladi. Gözümüzün önüne, siyah zemin üzerine Peygamber Efendimizin, ismi serifleri yazili büyük büyük levhalar getirmeye basladilar. Bu levhalardan da kuvetli bir nur nesrolmakta ve bizi ihata etmekte idi. Bu nur ihatasinda vücudumuz ortadan kayboluyor, nura garkoluyorduk. Bir zaman da böyle devam etti. Daha sonra bir süre de bize kabristanlari gezdirdiler. Piri Tagi Hazretlerinin, Gavsi Azam Hazretlerinin, Abdulkadir Geylani ile Sahi Naksibendi hazretlerinin bir arada gösterilen kabri seriflerini ziyaret ettirdiler.
Bunlar olup biterken ne uyku halindeyim, ne de uyanik durumdayim. Tarif edilemeyen ikisinin ortasi bir haldeyim. Sonra aksamdan sabaha kadar uyusam, bile uyumamis gibi abdestime sahip oluyorum. Bu arada Pasa Hazretleri, bizim tahsilimiz için, binbasi rütbesinde, sihhatli, aslan gibi bir hoca tahsis buyurdu. Bana arabi ve farisi dersleri ile ledünni ilmini okutturdu.
Efendim, böyle bir yanda kabristan ziyaretleri, bir yandan Peygamber Efendimizin isimlerini nur seklinde aksettiren levhalar. Arabi, farisi ve ledünni dersleri ile mesgul olup giderken, öyle bir hal oldu ki, ALLAH' i görecekmisim gibi bir his, bir bekleyis icine girdim.
Peygamber Efendimizin ismi serifleri yazili levhalari uzun süre seyredip, onlarin nuru ile ihata olmamiz sonunda, Peygamber Efendimize de bir yakinligimiz oldu. Sevgimiz artti, ondan da istimdad talep edebilir olduk.
Neticede öyle bir an geldi ki; Her an ALLAH' i görecekmisim gibi bir his içimi doldurdu. Bir kusIuk vakti evimde yalnizdim. Yüzüm Erzincan'a dönük olarak oturuyorum. Her an biri gelecekmis, ilk seste, ilk harekette ALLAH' i görecekmisim gibi kesin bir kanaat içinde o ani bekliyorum. Bir anda alti cihet lafzai celalle doldu. Bunlardan hasil olan nurun içinde kaldim. Vücudum yok oldu. Lafzai celallerde yok oidu. Bu nur deryasinda ne kadar kaldim bilemiyorum.
Bu arada Pasa Hazretleri ile sayisiz defalar bir araya geldik. Hatta bir defasinda, uyku ile uyaniklik arasinda iken Pasa Hazretleri geldi. On disini tepemden basima geçirdi. Vücudum yok oldu. Pasa Hazretleri de yok oldu. Artik biz Pasa Hazretleri olmustuk. Pasa Hazretieri ile buna mümasil pek çok beraberliklerimiz oldu.
Bir gece yatsi namazindan sonra, yataga girdim. Henüz uyumamistim. Birden hayretle müsahade ettim ki etrafimdaki hersey, bütün esya, mekan ALLAH'i zikrediyor. Bütün dünya bir levha halinde önüme getirildi. Daglar, sular, denizler, agaclar, bütün canli ve cansiz mevcudat açik bir lisanla ALLAH'I zikrediyor. Bu arada bizim vücudumuz o kadar büyüyor ki, bir vehme, bir korkuya düsüyorum ve derhal Pasa Hazretlerinin velayetine siginiyorum ve hemen yetisiyor.
Daha çok acayip seyler gördük. Mesela, bir defasinda masa üstüne örtülen bir masa örtüsünün, saçaklarini teskil eden her bir ipligin ucunda birer agiz oldugunu, bu agizlarin içinde net olarak görülen, dillerin, devamli olarak ALLAH'i zikrettiklerini açikça gördük. Ama bu gibi hallere lüzumundan fazla kiymet vermedik. Bunlardan asla gurur duymadik. ALLAH' a sükür zahirde çok hos görülen bu hallerin hiç birini, hiç bir yerde mevzu etmedik.
Iste böyle. Yillar boyu Pasa Hazretleri bu acize defalarca gözümüz ve suurumuz açik olarak o mübarek cemal sifatini da göstermistir, Celal sifatini da. Celal sifatinda insanin bin tane yüregi olsa dayanamaz. Cemal sifati ise artik ne bileyim, ne doymak mümkün, ne tariflere sigar.
Simdi bunlar geçti. Çok gerilerde kaldi. Ama.simdi biz ne durumdayiz efendim. Her türlü hatadan, gururdan, benlikten ALLAH' a siginirim. Ne ilmimiz, ne amelimiz, ne de hizmetimiz itibariyle bir kiymetimiz yok. Ama ne yapalim, bir emirdir verilmis. Ihsanlarina sükür "AMELiM HAVF-I RECA MAKAMIM DA SEMSi HUDA ZERRESIYiM" yani isim korkmak, yalvarmak, bütün ihvan için korkmak, onlarin havfini çekmek, onlar için kaygilanmak, onlar için yalvarmak.
Abdurrahim Reyhan Efendi Hazretlerinin kendi beyanlariyla aslinda mahrem olan bir sohbetinin kasete alinmis, seklini aynen aktardik. Alinan bu bölüm yildirim hiziyla katetmis bulunduklari feyiz ve nur deryasindan, ancak bir katredir. Belki bir katre bile degildir. Zira Salih Baba ;
Salihem Seyhim günestir ben anin zerresi
Zerre hiç eyler mi sems-i taban ile bahs
beytiyle Evliyaullahtan bahsetmenin, onun kemalini anlatmanin mümkün olamayacagini ifade etmistir. Ancak bizler bir mecburiyet karsisinda kaldigimiz için aciz idrakimizle onun yüce velayetine siginarak birkaç cümle arzediyoruz.
Kendi ifadesiyle izah buyurduklari o sonsuz nimet hallerini bizzat yasayarak geçirdikleri halde, bunlarin geçmiste kaldigini isinin korkmak ve yalvarmak oldugunu, hatta ne ilmi ne de ameli olmadigini belirterek sonsuz bir tevazu örnegini hak safiyetiyle ifade buyurmuslardir.
Insanlar için hele ihvanlar için ifade edilmeyecek derecede sefkat ve merhamet sahibi olup, ismi ile müsemmadir. "Harisun Aleyküm" ayeti kelimesindeki tecelli sirri her haliyle kendinde asikar görülmektedir. Hatta zahir rahatsizliklar konu edildiginde, kendisine "Ihvan için saglik, ihvan için ömür istiyorum" buyururlar.
Dergahta bir iki kisi bile buIunsa onlari birakip hane-i saadetine tesrif etmez, rahatina zaman ayirmaz. Ancak ihvanlarin istek ve israri üzerine hane-i saadetine tesrif ederler. Müntesiplerinin yanina gelip zorluklara girmelerine razi olmaz, sehir sehir, bölge bölge, Türkiye’de ve dünya’da gezerek ihvanlariyla beraber olur, sohbetleriyle onlari irsad eder, fedekarligin misilsiz örnegini sergilerler. Hatta bu davranislarini o kadar tabii lutfederler ki bunu kendileri için bir emirmis gibi telakki ederler. Tesrif buyurduklari beldelerde askin, muhabbetin, feyzin hududu olmaz, ancak ihvanlardan zahir ayrilis, kendilerini üzer ve hatta her seferinde aglatir.
Bütün insanliga kucak açan, "Ne olursan ol gene gel" düsturunu gerçek anlamda uygulayan, "Bizim tarikatimiz günahkarlar tarikatidir", "Bize günahi olan, günahini bilen gelsin", "Günahi olmayan bize gelmesin" diye çok genis bir çizgi ile irsad görevini ifa ederken insanlara kudret elini uzatir, ümitsizlige imkan birakmayacak siginak yeri oidugunu, her çesit insan müracaati ile ortaya koyarlar.
Sohbeti ve sükutleriyle, ihvanlari feyizyab buyurmalari ziyaretlerine gidebilen herkesin malumudur. "Nefsini bilen rabbini bilir" hadis-i serifinin izahina yönelik "Insan, sir, halkiyet, mahlukat vs." daha bir çok konulardaki sohbetlerinin farkliligi
Ey birader sözlerime dut gulag
Sanma ani söyleyen dil ya dudag
beytindeki manayla mütenasip oldugu maksatsiz olan birçok sahis tarafindan çesitli defalar ifade edilmistir ki bunlar intisapli olan kimseler de degillerdir.
Tarikatlar ve kollari ile ilgi buyurduklari su sohbet, her müntesibi kendi kapisi yönünde itikat ve ihlas yönünde hizlandirici, yönlendirici, yol gösterici, birlestirici, tefrikayi ortadan kaldirici olmasi bakimindan sayani dikkattir.
"Her müridin kendi mesayihini Kutb-ul Aktab görmesi o, muridin hakkidir. Ama baska mesayihi küçük görmesi onun hakki degildir. Velev ki kendi mürsidi Kutb-ul Aktab olmasa da müridin ihlasi sebebiyle zamanin kutbu o muridin mesayihi suretine girer ve o muridin ruhuna hizmet eder. " Herkes kapisini tanisin, ihlasla baglansin, manasini isareteden bu düstur ancak kamil ve mükemmillerin karidir.
Bize deryayi vahdetten haberler söyleyen gelsin
Hakikat güllerin görüp bizi mest eyleyen gelsin
Beyti efendimizin sohbet türü ve tarzinin tercümanidir. Asagidaki beyitle Zat-i Alilerine intisabimizda layik olmasak ta sükranlarimizi arzediyoruz.
Nutk-u Pakindir Efendim bana burhandan leziz
Zir-i hakindir Efendim bana dermandan leziz
Abdurrahim Reyhan Efendi Hazretieri' nin Fatima isimli zevcesinden dogma, Vehbi Efendi ve Avni Efendi adli iki oglu ile Rabia Hanim adinda bir kizi göz nurlarimiz olarak hayattadirlar.
Altin silsilenin varisi olan Abdurrahim Reyhan Hazretleri bu veraset nisbetini dünyanin dört bucaginda bütün hasmetiyle devam ettirmistir.
Altin silsilenin varisi olan Abdurrahim Reyhan Hazretleri bu veraset nisbetini dünyanin dört bucaginda bütün hasmetiyle devam ettirmistir.

Abdurrahim Reyhan Hz


.
 
Gönüller Sultani Abdurrahim Reyhan Hz.

Önsöz

Abdurrahim Reyhan hazretleri, Allah yolunun büyük velilerinden. Maneviyat ikliminin harman oldugu Erzincan´da dünyaya tesrif buyurdular. Altin silsilenin günümüzdeki halkasi. Fikirleri, düsünceleri tasavvuf denizine tasiyan ve bu büyük denizde yoguran, yorumlayan kisacasi insanlari Allah yoluna çagiran gönüller sultani.
Insanoglunun yaradilis gayesi Allah´a kulluk etmektir. Yasadigimiz bu dünya bizler icin bir imtihan dünyasidir. Her kulun vazifesi, sadece ve sadece Allah´in rizasini kazanmak olmalidir. Yeryüzünde Cenab-i Allah´in veli kullari coktur. Kainat var oldukca her zaman da Allah´in sevgili kullari da var olacaktir. Önemli olan Allah dostlarini arayip bulmak ve o zatlarin irsat halkasindan gecmektir.
Bugün insanoglu stres ve bunalim cemberinin icerisine düsmüstür. Hergün ülkemizin bir kösesinde ummadigimiz haberlerle sarsiliyoruz. Aileler arasi problemler, cinnet geciren insanlar, bosluga düsmüs genclik. Kisacasi insanligin gönlü koskoca bir boslukta. Tip bütün gücüyle ilerlemesine, teknolojinin hizla devlesmesine ragmen gelecekten umutsuz dünya dönüyorken bizlerin durdugu bir toplum oluveriyoruz. Insanligin acil gönül doktorlarina ihtiyaci var. Recete belli, yeter ki tedavi olmaya gercekten niyet edelim.
Her asirda oldugu gibi bu asrimizda da Allah dostlari, Mürsid-i Kamillerin varligini kabul etmeyenler bulunmaktadir. Bu insanlarin kalyleri körelmis, gönülleri mühürlenmis bilge gecinirken cehalet hastaligina yakalanmislardir. Onlar icin söylenecek pek fazla sözümüz yok. Cenab-i Allah´in onlarin kalp gözlerini acmasini dilemekten baska. Kûfeli Ebu Hasim Sûfi demislerdir ki; “Dagi igne ucu ile kökten kazimak, gurur ve kibir denen cirkin huyu gönülden atmaktan daha kolaydir.”
Gurur ve benlik hastaligina yakalanmis olanlar maalesef Reyhan hazretleri anlayamadilar. Belki biz de anlayamadik. Ama en azindan anlamaya calistik. O´nun manevi havasini bir parca olsun yakalamaya calistik. Ne kolay o kutlu kervanda yürümek. Ne kolay rüzgarla yarismak. Reyhan hazretlerinin kervani yolunu devam ederken bu kervanda yerimizi her seye rahmen almaliydik. Kacirdik kutlu yürüyüsü, yazik oldu bizlere.
Reyhan hazretleri 68 yillik ömrünü Allah yoluna adadi. Kendileri kücük bir beldenden bütün dünyaya acildi. Yüzbinlerce insani irsat halkasini katti. Il il, ilce ilce dolasti. Dar´ül Beka´ya tesrif buyurana kadar gözünün yasi hic kurumadi. Vücuduna müptela olmus hastaliklari hic umursamadi. Bir pergel misali döndü, döndü hic durmadi. O´nu anlayanlar kadar, anlamayanlar da oldu.
Efendi hazretleri, Naksibendi Tarikatinin Halidiye koluna mensuptur. Sarkin ve Garbin Mevlana´si Dede Pasa hazretlerinin irsat halkasinda yetismis ve Dede Pasa hazretlerinin halifesi olarak irsat vazifesine baslamistir. Reyhan hazretlerinin Irsat halkasi genislemis, büyümüs ülkenin her kösesinde yüz binlerce insan kendilerine talebe olmuslardir.
Tasavvuf renkli rüyalar görmek degil hakikate erme metodudur. Abdurrahim Reyhan hazretleri, sikintili bir dönemde tasavvuf denizinde yüz binlerce insani yüzdürmüstür. Kendileri bir sohbetinde buyuruyor ki “Bizim kapimiz tüm insanlara acik. Özellikle günahi oldugunu bilenler bize gelsin.” Hazret´in kapisina sarhos gelenler ayik gider, ickiye tövbe ederdi. Hircin gelenler muhlis giderdi. Mürsid-i Kamil´in hikmetinden sual olunur mu?
Gönül sultanlari yollarina devam ediyor. Alimler, arifler kol kol geliyor. Zaman ise hizla geciyor. Biz bu zamanin neresindeyiz, ben neresindeyim bilemiyorum? Dalindan kopmus yaprak misali rüzgar önüne almis bir o tarafa bir bu tarafa savuryor. Siz gittiniz ben burdayim Efendim. Yüregim kücük bir kus gibi kanat cirpiyor. Sizi anlatmakta zorluk cekiyor. Sizi anlatmakta zorluk cekiyorum.
Benim Efendim. Benim sultanim, gül bahcelerinde Reyhanim, gönüllerde ucsuz bucaksiz bir derya siz, kabul buyurursaniz bir damla da ben olayim.
Bu kitabin hazirlanma asamasinda bana yardimci olan esim Belgin TUYGUN´A tesekkürü ayri bir borc bilirim.

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Orada sen de benim kardeşimdin


Rahmetli Seyyid Kâzım Efendi ölümünden bir müddet evvel Balıkesir'e geldi.Hacı baba kendisini 15 gün kadar misafir etti. Artık dönmek istediğinde, götürmek için arabaya binmek üzere kapıya geldiğimizde, Hacı baba Kâzım Efendiye, "Efendim size hakkıyla hizmet edemedik çocukların hatası için özür dilerim" dedi. Seyyid Kâzım Efendi güldü ve "Ben o kadar memnunum ki, Peygamber Efendimiz, Hz. Ali Efendimiz, Hz. Fatıma Vâlidemiz hepsi senden memnun, hepsi hayır dualar ediyorlar" dedi. "Orada sen de benim kardeşimdin, sen de çıkabilirdin ama beni çıkardılar. Bu son görüşmemiz bana hakkını helal et ve duâ et" dedi. "Seyyid olmamızdan ötürü bir şeyler var ama sen de Seyyid sin" dedi ve epeyce duâ etti. Normalde her zaman araba ile yola çıkar çıkmaz konuşmaya başlardı. Bu son seferde Akhisar'a kadar hiç konuşmadı. Yolculuğun sonunda hayır duâlar etti.Çok kısa zaman sonrada vefât etti.

arabanın içersine bir nur girdi.


 1980 yılında ben, Hacı baba, bizim rahmetli Toplu Dayı, onun oğlu Mehmet Toplu, Halil Saygı 3 araba peş peşe Medine'ye gidiyoruz. Medine'ye 90-100 kilometre kalmıştı. Arabayı ben kullanıyordum. Bir anda, karşıdan bir ışık, bir nur çıktı, arabanın üzerine doğru geldi. Bir acaiblik oldu aynı ravza-ı mutahhara ve peygamber efendimiz… Ben ağlamaya başladım, hanım ağlıyor, Hacı baba ağlıyor, araba içerisinde hepimiz ağlıyoruz. Arabayı kullanmakta zorluk çekince, rüzgar vursun diye kafamı dışarı çıkardım. Buram buram ravza'nın kokusu geliyordu. Velhasıl yavaş yavaş Medine'ye vardık. Bir gün sonra, imamı Ali efendimizin mescidi'nin yakınlarından bir şeyler alıyorduk. Diğer arabadaki arkadaşlar bana "dün Medine'ye 90-100 km kala arabanın içersine bir nur girdi. Arabadaki herkes o nurun farkına vardı ve hepimiz ağladık" dediler. Peş peşe 3 arabada da aynı olay olmuştu. Bunun hikmeti nedir acaba, Hacı babaya soralım öğrenelim dediler. Hacı babam da abdest almaya gitmişti. Gelince babama anlattım. Bir müjde varsa bize de bildir dedim. "Bir şey yok oğlum" deyince biraz naz ettim. Diğer arkadaşlarda ısrar etti. Hacı baba anlatmaya başladı.
     "Zaten, Tebuk'tan Suudi Arabistan'a girdiğimizde evvela orada Pîr Hazretleriyle karşılandık dedi... Medine'ye yaşlaştığımızda, koku geldiği zaman Resulullah (s.a.v.) Hazretleri vardı, Pîr Hazretleri vardı ve diğer tarikatların Pîrleri de oradaydılar. Bana hitaben "Evladım Nâci ne istersin bizden, evladımız kabulümüzsün zaten, başka ne istersin." Dediler bende "Evlatlarımın da evlatlığa kabulünü isterim ya Resulullah." Dedim. "Pekala o da kabulümüz, başka ne istersin." deyince utandım başka şeyler söyleyemedim dedi. Ama o anda da ihvanlarım içimden geçti. "İhvanlarını da, hatta sana saygı, sevgi ve güler yüz gösterip elini sıkanı da evlatlığa kabul ettik." buyurdu. O anda gelen de Resulullah (s.a.v.) in kokusuydu dedi. Aramızda kalsın diye de ekledi.
***
     

Sen Hacı Nâci efendinin oğlu musun


Mekke'deyiz, yan ımızda rahmetli şeyh Mehmed Rûhi Efendi var. Afyon taraf ından da insanlar gelmiş. 40-50 kişi kadar oluyorduk. Sabah namazını kıldık, işrâkı bekliyoruz. İşrak namazından sonra da tavaf yapılıyordu. O zamanlar Kabe de kum havuzları vardı, Hac ı Mehmed Rûhi Efendi ve hacı baba (Nâci Efendi) ön tarafta idiler. Önlerinde iri yarı b ir zat gördüler, hemen birbirlerine sarıldılar. Sonra Hacı baba, Hacı Mehmed Rûhi Efendi ve diğer ihvanlarda o zat ın elini öptüler. Ben en geride kalm ıştım. Biraz sonra ben de elini öpmek istedim. Çenemden tutarak kaldırdı, "Sen Hacı Nâci efendinin oğlu musun" dedi. Evet efendim dedim, gülmeye başladı "Oğlum babanızın kıymetini biliyor musunuz" dedi ve devam etti. "Oğlum bir zaman gelecek her ş ey ondan sorulacak" dedi. Devamla, "Çok büyük bir zat olacak, şu anda büyük ama daha da büyük olacak" dedi ve ilâve etti. "O zama bize dua etsin" Efendim kimsiniz dedim. "Ben Fatihli Ömer'im" dedi. Ben, uykucu Ömer mi dedim. Gencim, 24 yaşındayım o zaman, a ğzımdan böyle kelam çıkıverdi. Bana sarıldı evet evet dedi. Fatihli Ömer Efendi İstanbul'un o zamanki kutbu idi.
     Ondan sonra aynı lafları Irak'ta, Gasül A'zam Pîr Seyyid Abdulkâdir Geylâni Hazretlerinin torunlarından ve Kâdiri Meşayihinin büyüklerinden Ba ğdat'taki Şeyh Seyyid Hüseyin Fevzi Paşa Hazretleride söyledi.
***
     

Uşşâkî tarikatında Pîr Hazretlerinden sonra en fazla yıldızı parlak olan o olacak


Yıl sanıyorum ki 1980 idi, rahmetli Seyyid Kâzım Efendi ile Kınık'tayız. O zamanlar kendisini Kula'ya arabamla ben götürüp getiriyordum. Bu yüzden yolda bana, devaml ı bir şeyler anlatırdı. Neyse, bir caminin avlusundayız, abdest almış karşıdan geliyor. Ben de kenarda sigara içiyorum. Onu görünce sigarayı attım. Beni görmü ştü. "Ver bak ıyım bir sigara "dedi ve devamla "Oğlum babanızın kıymetini biliyor musunuz."dedi. Efendim, bunu bana 3-4 zat- ı muhterem aynı şekilde sormuştu dedim. "Oğlum Uşşâkî tarikatında Pîr Hazretlerinden sonra en fazla yıldızı parlak olan o olacak, yakında bütün tarikatlara da hizmet edecek, mânen nereye gitsem devamlı olarak karşıma çıkıyor." dedi. Bu olaydan bir ay s onra müsaade etti ve babam da kitap yazmaya başladı. Hacı baba o gün kahvaltıda Kâzım Efendiye bir rüya anlatmıştı. Rüyasında elinde hortum, Türkiye'yi bütünüyle sulamıştı.
     Seyyid Kâzım Efendi sözlerine devamla "Aynı rüyâsında olduğu gibi bir zaman gelecek Türkiye'de arşı sulayacak." Diye bana anlattı.
     Bende, ama efendim dedim, sizin yanınızda ne konuşulursa konuşulsun ben dışarı çıkınca unutuyorum. "Mehmet Efendi" dedi "O zaman geldiğinde sen babana hatırlat bize duâ etsin."
     Bundan 3-4 sene evvel babama dedim ki, o zat-ı muhteremler bana böyle bir şeyler söyledilerdi, onlara dua et. Estağfirullah falan dediyse de hatırlatmış oldum.
***
    

Onun yıldızı o kadar parlak ki


     Medine'de yaklaşık 35 gün kaldık. Orada Şeyh Fehmi Efendi her perşembe toplantısında Hacı Nâci Efendi nerde diye sorardı. Hacı baba abdestini alıp bir kenara oturur, Fehmi Efendi de onu hemen yanına alırdı. Orada kaldığımız 35 gün boyunca birkaç defa Hacı baba'yı methetti. Fehmi Efendi Konyalıydı. Fakat bütün tarikatlar tarafından da Medine'nin kutbu kabul ediliyordu. Şâzeli idi, oraya gençliğinde gitmişti, Velhasıl Medine'nin kutbu oluşunu tüm tarikatlar da kabul ediyordu. Bazen beni kenara çekip birçok şey (sırlarını) anlatırdı.
     Hacı babamla ikimiz Mekke'ye hareketten önce ihramları giyip elini öpmeye gittik. Hacı baba elini öpünce ona, "o ğ lum sen biraz şöyle yürü bakayım " diyerek onu uzaklaştırdı.Biz yalnız kaldık. Sonra bana döndü ve sordu "o ğ lum babanızın kıymetini biliyor musunuz ? " Efendim, dedim bu yolculuğa çıkınca öğrenmeye başladım.
     "Oğlum Onun yıldızı o kadar parlak ki bir zaman gelecek her taraf ondan sorulacak" dedi. "O hal geldiği zaman bize dua etsin" dedi. Efendim asıl o sizden dua bekliyor dedim. Bize çok dua etti. Sonra ayrıl ıp geldik.
***