17 Mayıs 2011 Salı

KIYAMET



Kıyamet Gününde Şefaatçiler.

Kıyamet Gününde Şefaatçi
Kıyamet Gününde Şefaatçi

Kıyamet Gününde Şefaatçiler; Önce Peygamberler, Sonra Alimler, Sonra Da Şehidler Olacaktır:

Hafız Ebû Ya’lâ… Müminlerin emiri Osman b. Affan (r.a.)’dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Kıyamet gününde üç sınıf insan şefaat edecektir: Peygamberler, sonra âlimler, sonra da şehidler.

Ebubekir el-Bezzâr… Harb b. Şüreyh el-Bezzâr’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebû Cafer Muhammed b. Ali’ye dedim ki:

 Iraklıların sözünü ettiklerî şu şefaat hakkında ne diyorsun? Gerçek­ten şefaat var mıdır?

— Neyin (kimin) şefaatini soruyorsun?

— Muhammed (s.a.v.)‘in şefaatini soruyorum.

— Evet. Vallahi bu şefaat vardır. Allah’a yemin ederim ki; amcam Mu­hammed b. Ali b. Hanefiye, Ali’den naklederek Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etti: “Ümmetim için o kadar çok şefaat ederim ki, niha­yet Aziz ve Celil olan Rabbim bana seslenerek, “Razı oldun mu ey Muham­med?” diye sorar. Ben de: “Razı oldum ya Rab.” derim.”

İbn Ebi’d-Dünyâ… Avf b. Mâlik el-Eşcaî’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Dün gece Rabbimin katından biri yanıma gelerek beni, ümmetimin ya­rısının cennete girmesi ve şefaat ikilemi arasında seçim yapmak durumunda bıraktı. Ben de şefaati seçtim. Sahabîler: “Ey Allah’ın Rasûlii! Allah aşkına ve sahabilerin olmamız hatırına bizi de kendilerine şefaat edeceklerin arası­na kat. ” deyince Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Burada hazır bulunan­lar şahid olsunlar ki; şefaatim, ümmetimden, hiç bir şeyi Allah’a ortak koş-maksızın ölen kimseleredir.

Yakub b. Süfyan… Avf b. Mâlik’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Rabbimin katından Cibril (a.s.) yanıma gelip beni iki şeyden birini seç­me durumunda bıraktı: Ya Ümmetimin yarısı cennete girecekti. Ya da şefa­atte bulunacaktım. Ben şefaatte bulunmayı seçtim.

Beyhakî… Şa’bî’den rivayet etti ki; Kâ’b b. Ucre şöyle demiştir:

Ya Rasûlallah! Şefaat, şefaat...” dedim. Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: “Şefaatim, ümmetimin büyük günah işleyenlerdedir.”

İmam Ahmed b. Hanbel… Huzeyfe’den rivayet etti ki; Ebubekir es-Sid-dık (r.a.) şöyle demiştir:

Bir gün Rasûlullah (s.a.v.) sabahladı, namazını kıldı. Sonra oturdu. Kuşluk vakti olunca güldü. Sonra yerinde oturdu. Derken öğlen, ikinci ve ak­şam namazlarını da kıldı. Bütün bunlar olup biterken o hiç konuşmuyordu. Nihayet yatsı namazını da kıldı. Sonra kalkıp ailesinin yanına gitti. İnsanlar banaRasûlullah (s.a.v.)‘e durumunu sormayacak mısın? Çünkü o bugün da­ha önce hiç yapmadığını yaptı!” dediler. Ben de durumu kendisine sordum. Bana şu açıklamada bulundu:

Evet. Bana dünya ve ahiret halleriyle ilgili manzaralar gösterildi. (Kı­yamet gününde Cenab-ı Allah, önceki ve sonraki ümmetleri aynı alanda top­layacak. İnsanlar şöyle kıtalara ayrılacaklar, nihayet çenelerine kadar tere gö­mülecekler ve o halde Âdem (a.s.)’e gidip diyecekler ki: “Sen beşeriyetin atasısın. Allah seni seçti. Rabbin katında bize şefaatçi ol.” Âdem (a.s.) ise şöyle cevap verir: “Sizin karşılaştığınız şeylerle ben de karşılaştım. Siz, baba­nız (Adem)’den sonra (ikinci) babanız olan Nûh (a.s.)’a gidin.”

Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini, İmrân ailesini âlemlere tercih etti.” (Âl-i İmrân. 3/33)

İnsanlar Hz. Nuh’un yanma gider ve derler ki: “Rabbin katında bize şe­faat et. Sen Allanın seçtiği, tercih ettiği, duasını kabul buyurduğu bir kimsesin­. Peygamberlerden hiç biri seninki gibi bir duâ yapmamıştır.” Hz. Nûh, onlara: “İstediğiniz şey yanımda yoktur. Ama siz İbrahim’e gidin. Çünkü Al­lah onu dost edinmiştir.” Yanına gittiklerinde Hz. İbrahim onlara: “İstediği­niz şey yanımda yoktur. Ama siz Musa’ya gidin. Çünkü Allah onunla konuş­muş ta konuşmuştur.” der. Yanına gittiklerinde Hz. Mûsâ onlara: “İstediği­niz şey yanımda yoktur. Ama siz Ademoğullannın efendisinin yanına gidin. Çünkü yer ilk olarak onun için yarılacak ve o, mezarından ilk çıkacak kişi olacaktır. Siz, Muhammed (s.a.v.)’e gidin.” der.

Yanıma gelirler. (Şefaat için) Rabbimden izin isterim. Bana izin verilir. O’nu gördüğümde  secdeye kapanırım. Yüce Allah dilediği bir süre kadar beni o halde bırakır. Sonra şöyle buyurur: “Başını secdeden kaldır. Konuş, sözün dinlenecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir.” Başını kaldırıpta Aziz ve Celil olan Rabbim bana baktığında O’nun huzurunda secdeye kapa­nırım. O vaziyette bir cuma (hafta) kadar daha beklerim. Yüce Allah: “Başı­nı secdeden kaldır. Konuş, sözün dinlenecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edi­lecektir.” der. Başımı kaldırıp ta Aziz ve Celil olan Rabbim bana baktığında O’nun huzurunda secdeye kapanırım. O vaziyette bir cuma (hafta) kadar da­ha beklerim. Yüce Allah: “Başını secdeden kaldır. Konuş, sözün dinlenecek­tir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir.” der. Tekrar secdeye kapanmak Rab­bimin huzuruna vardığımda Cebrail pazumdan tutar ve hiç bir beşere öğret­mediği bir duayı bana öğretir. Ben de derim ki: “Ey Rabbim! Beni Âdemoğullarının efendisi olarak yarattın. Bunu övünmek için söylemiyorum. Kıya­met gününde yer ilk olarak benim için yarılacak ve mezardan çıkacak ilk ki­şi ben olacağım. Bunu da Övünmek için söylemiyorum.” Derken Eyle ile San’a arasındaki mesafeden daha fazla bir yeri dolduracak kadar ümmetim­den çok sayıda kişi. Kevser havuzuna (su içmeye) gelecektir. Sonra peygam­berler çağırılırlar. Allah’ın salât-ü selâmı üzerlerine olsun. Kimi peygamber bir toplulukla gelecek; kimi peygamber beş altı kişiyle gelecek, kimi pey­gamber de yalnız başına gelecektir. Sonra şehidler çağırılır. Onlar, diledikle­ri kimselere şefaat ederler. Şehidler böyle yaptıktan sonra yüce Allah: “Ben merhametlilerin en merhametlisiyim. Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmayan kimseleri de cennete koyun.” diye emreder. Onları da cennete koyarlar. Son­ra yüce Allah “Cehenneme bakın bakalım. Orada hiç bir hayırlı amel bulabi­lecek misiniz?” diye sorar. Cehenneme bakar, orada bir adama rastlar ve ona: “Hiçbir hayırlı amel işledin mi?” diye sorarlar. O da şöyle cevap verir: “Ha­yır. Sadece alışverişte insanlara müsamahalı davranırdım.” Bunun üzerine Cenab-ı Allah: “Kendisi diğer kullarıma nasıl müsamahalı davranmışsa siz de bu kuluma müsamaha gösterin.” der. Sonra cehennemden bir adam çıka­rırlar. Ona: “Hiç hayır yaptın mı?” diye sorarlar. O da: “Hayır. Yalnız çocuk­larıma şu vasiyette bulunmuştum: ‘Ben öldüğümde beni ateşle yakın. Sonra beni öğütür gibi ufalayın. Sürme haline geldiğimde beni deniz kıyısına götü­rüp rüzgara vererek savuran. Vallahi o zaman âlemlerin Rabbi beni artık hiç yakalayıp azablandıramaz’!” Yüce Allah o adama sorar:

— Neden böyle yaptın?

— Senden korktuğum için.

 En büyük mülke sahib olan hükümdara bak! Onun mülkü kadar mülk ve on kat fazlası sana verilecektir!

 Sen en büyük hükümdar olduğun halde benimle niye alay ediyorsun? Resûlullah (s.a.v.): “Kuşluk vaktinden beri beni güldüren, işte buydu.”dedi.

İmam Ahmed b. Hanbel… Ebû Saîd’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Sırat köprüsü cehennemin iki yakasının üzerine kurulur. Üzerinde hur­ma dikeni gibi dikenler vardır. Sonra insanlar onun üzerinden geçerler. Kimi selâmetle geçip kurtulur. Kimi yaralanarak geçip gider. Kimi yakalanıp ce­henneme düşer. Cenab-ı Allah, kullar arasında hüküm verme işini tamamla­dıktan sonra müminler, dünyadayken kendileri gibi namaz kılıp, zekât veren, oruç tutan, hac eden, gaza yapan bazı adamları aramaya başlar ve şöyle der­ler: “Ya Rab! Kullarından bazıları dünyadayken bizimle beraber ve bizim gi­bi namaz kılar, zekât verir, oruç tutar, hacceder ve gaza yaparlardı. Ama şim­di onları göremiyoruz?!” Cenab-ı Allah, müminlere der ki: “Cehenneme gi­din. Bu dediklerinizden orada bulduklarınızı ateşten çıkarın.” Müminler ce­henneme gider, onları orada bulurlar. Ateş onları amellerine göre yakalamış­tır: Kimini ayaklarına kadar, kimini bacaklarının yarı yerine kadar, kimini dizlerine kadar, kimini beline kadar yakalamıştır. Ama yüzlerini bürümemiştir. Onları ateşten çıkarıp hayat suyuna atarlar.” Ashab: “Hayat suyu nedir ey Allah’ın Rasûlü?” diye sorduklarında, Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: “Cennetliklerin yıkandığı sudur. (O suda yıkanınca) tarladaki ekin gibi biter-ler”.Bir defasinda da şöyle demişti: Ekin, selin (ardı sıra yerde kalan) köpü­ğünün içinde biter.) Sonra peygamberler, ihlâslı olarak ‘Allah’tan başka ilâh yoktur` diye şehadet getirmiş olanlar için şefaatte bulunarak onları cehen­nemden çıkarırlar. Sonra da Cenab-ı Allah kendi rahmetiyle, cehennemdekilere tecelli eden ve kalbinde zerre ağırlığınca imân bulunan hiç bir kulu ora­da bırakmaz, mutlaka çıkarır.

İmam Ahmed b. Hanbel… Ebû Saîd’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Cehennemlikler, o ateş ehlidir ki, onlar orada ölmezler ve dirilmezler. Cenab-ı Allah, kendilerine merhamet etmek istediği kimseleri cehennemde öldürür. Sonra onları gurup halinde hayat nehrine koyar. Onları dağıtır. (Ya­hut onlar hayat nehrine ya da cennet nehrine açılırlar.) Sonra da sel artığı su­lardaki bitkiler gibi biterler. Ağacı hiç görmüyor musunuz? Önce yeşerir, sonra sararır, ardından tekrar yeşil olur.” Bazıları dediler ki: Rasûlullah (s.a.v.) böyle derken badiyedeymiş gibiydi.

İmam Ahmed b. Hanbel… Ebû Saîd’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Cehennemlikler, o ateş ehlidir ki; orada ölmez ve dirilmezler. Onlar o kimselerdir ki suçları (ya da günahları) sebebiyle cehenneme girerler. Yüce Allah onları öyle bir öldürüşle öldürür ki adeta kömür haline gelirler. İşte o zaman Cenab-ı Allah ohlara şefaat edilmesine izin verir. Onlar toplu olarak getirilip cennet ırmaklarına serpiştirilirler. Cenab-ı Allah: “Ey Cennetlikler! Bunlara su gönderin” der. Sonra onlar, sel köpüğünde biten tahıllar gibi bi­terler.” Bu hadisi dinleyen ashaptan biri: “Rasûlullah (s.a.v.) böyle derken badiyedeymiş gibiydi.” dedi.

İmam Ahmed b. Hanbel… Ebû Nadre’den rivayet etti ki; Ebû Saîd el-Hudrî şöyle demiştir:

İnsanlar üzerinde kancalar, dikenler ve çengeller bulunan ve bunlara ta­kılmaktan da kurtulamayacakları cehennem köprüsünden geçmek durumun­da bırakılırlar. Kimi o köprüden yıldırım gibi, kimi rüzgar gibi, kimi rahvan at gibi geçip gider. Kimileri de sürünerek geçip giderler.

Cehennemliklere gelince onlar orada ölmezler ve dirilmezler. Günah­kârlar ise günahları nedeniyle yakalanıp yakılırlar. Adeta kömür haline gelir­ler. Sonra Cenab-ı Allah onlara şefaat edilmesine izin verir de guruplar ha­linde cehennemden alınıp bir ırmağa atılırlar. Orada sel köpüklerinde biten bitki gibi biterler. Evet, Rasûlullah (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurdu:

Cehenneme en yakın bir adam çıkarılıp cehennemin kenarına getirilir. Yüce Allah’a şöyle der:

 Ya Rab! Yüzümüzü cehennemden başka tarafa çevir.

 Bundan başka bir şeyi benden istemeyeceğine dâir ahdine ve zimme­tine yemin eder misin?

— Ahdime ve zimmetime yemin ederim ki, başka bir şeyi istemeyece­ğim senden.

Cenab-ı Allah onun yüzünü başka tarafa çevirir. O esnada bir ağaç gö­rür ve şöyle der:

 Ya Rab! Beni şu ağaca yaklaştır da gölgesinde gölgeleneyim ve mey­vesinden yiyeyim.

— Bundan başka bir şeyi benden istemeyeceğine dâir ahdine ve zimme­tine yemin eder misin?

— Ahdime ve zimmetime yemin ederim ki, başka bir şeyi istemeyece­ğim senden.

Cenab-ı Allah onu o ağaca yaklaştırır. Ama adam o esnada öncekinden daha güzel bir ağaç görür ve şöyle der:

— Ya Rab? Beni şu ağacın yanına götür de gölgesinde gölgeleneyim ve meyvesinden yiyeyim.

 Bundan başka bir şeyi benden istemeyeceğine dâir ahdine ve zimme­tine yemin eder misin?

— Ahdime ve zimmetime yemin ederim ki, başka bir şeyi istemeyece­ğim senden.

Cenab-ı Allah onu o güzel ağacın yanına götürür. O esnada adam (önce­kilerden daha güzel) üçüncü bir ağaç görür ve şöyle der:

 Ya Rab? Beni şu ağacın yanına götür de gölgesinde gölgeleneyim ve meyvesinden yiyeyim.

- Bundan başka bir şeyi benden istemeyeceğine dâir ahdine ve zimme­tine yemin eder misin?

— Ahdime ve zimmetime yemin ederim ki, başka bir şeyi istemeyece­ğim senden.

Cenab-ı Allah onu o ağacın yanına götürür. Adam insan topluluğunu(cennette) görüp seslerini işitince ‘Ya Rab! Beni cennete koy‘ der. Adam cennete konulur. Kendisine dünya ve bir o kadarı daha verilir. (Başka bir ri­vayette ise şöyle denilmiştir: Adam cennete girer. Kendisine dünya ve on ka­tı daha verilir).”

İmam Ahmed b. Hanbel… Amr b. Saîd’den rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)’e: “Kıyamet gününde senin şefaatin sebe­biyle en fazla bahtiyar olacak insan hangisidir?” diye sordum. Buyurdu ki:

Ey Ebû Hüreyre! Senin hadise tutkun olduğunu gördüğüm için bu ha­disi senden önce hiç kimsenin bana sormayacağını tahmin etmiştim doğrusu. Kıyamet gününde benim şefaatim sebebiyle en fazla bahtiyar olacak insan, kendiliğinden ihlâslı olarak lâilahe illallah diyen kimsedir.

Bu, Buharî ve Müslim’in sıhhat şartlarına uygun sahih bir hadistir.

İmam Ahmed b. Hanbel… Muaviye b. Ma’teb el-Hüzelfden rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’e: “Şefaat konusunda Rabbin senden ve murâd eyledi?” diye sordum. Buyurdu ki:

Muhammed’in canım kudret elinde bulunan zât’a yemin ederim ki; senin ilme tutkun olduğunu gördüğümden dolayı ümmetimden ilk senin bu soruyu bana soracağını tahmin etmiştim doğrusu. Muhammed’in canı kudret elinde bulunan zât’a yemin ederim ki; insanların cennet kapısında durmaları beni şefaatimin tamam olmasından daha çok ilgilendirip düşündürmektedir. Şefa­atim, “Allah’tan başka ilâh yoktur” diyerek ihlaslıca şehadette bulunan, kal­bi dilini ve dili de kalbini doğrulayan kimseleredir.

İmam Ahmed b. Hanbel… Ebû Hüreyre’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Her peygamberin yaptığı bir duâ vardır. Ben duamı âhirette ümmetime şefaat olarak gizlemek istiyorum.”

Kâ’b'ül Ahbar, bu hadisi kendisine nakleden Ebû Hüreyre’ye: “Sen bu­nu Rasûlullah (s.a.v.)’in kendisinden mi işittin?” diye sormuş, Ebû Hüreyre de “Evet” diye cevap germişti.

Müslim, bu hadisi nıünferid olarak rivayet etmiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel… Hz. Osman’ın azatlısı Ebû Dâre’nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

Bakî’ mezarlığında Ebû Hüreyre ile beraberdik. Bir ara onun şöyle de­diğini duyduk: “Kıyamet gününde Muhammed (s.a.v.)’in şefaatini insanlar arasında en iyi bilen benim!” Böyle demesi üzerine insanlar gelip etrafında toplandılar ve: “Haydi, Allah sana rahmet etsin. Sözün gerisini getir.” dedi­ler. Ebû Hüreyre dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle duâ etti: “Allahım! Sana inanmış ve sana ortak koşmamış olarak huzuruna gelen her kulu bağışla.”

Beyhakî… Ümmü Habibe’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Benden sonra ümmetimin ne gibi durumlarla karşılaşacakları, birbirle­rinin kanlarını akıtacakları hakkında sen ne dersin? Önceki ümmetler hakkın­da Cenab-ı Allah bu hususta ne karar vermiş ise ümmetim hakkında da öyle karar vermiştir. Bu nedenle ben, Cenab-ı Allah’tan beni ümmetime şefaatte yetkili kılmasını diledim. Oda yetkili kıldı.”

Beyhakî bunun senedinin sahih olduğunu söylemiştir.





Kıyametin şartlarını, kıyametin alâmetlerini, surun üfürülüşünü, zelzele ve insanların perişanlığını bildirir



Kıyametin şartlarını bildirir.
Kıyametin şartlarını bildirir.

Kıyametin şartlarını, kıyametin alâmetlerini, surun üfürülüşünü, zelzele ve insanların perişanlığını, yaratıkların helakini ve göklerin harap olmasını bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, sadece muhaddisler ittifak etmişlerdir ki: Kıyametin şartları ve kıyametin alâmetleri iki çeşittir. Biri gizli alâmetler, biri de açık alâmetlerdir.

Gizli alâmetler: İnsandan izzet, hürmet, muhabbet, şefkat, edep, haya, cömertlik, ahde vefa, doğruluk, safa, dostluk, takva, şeriatın yürürlükten kalkması gibi. Şehirlerde mescitlerin çoğalması ve cemaatin azalması, binaların yüksek olması, elbiselerin incelmesi, kadınların ve çocukların hakimiyeti ele geçirmesi, kadınların erkekler, erkeklerin kadınlara benzemesi, homoseksüelliğin ve kadınlar arasında seviciliğin yaygınlaşması, eşyanın bereketinin azalması, akraba ziyaretinin ve şeriata uygun alış-verişin kesilmesi, kötülerin hürmet görmesi, iyilerin hakir görülmesi, cariyelerin efendilerini doğurması, kan dökülmesi, fisk ve fücurun artması ve kabirlerin süslenmesi gibi işlerdir ki, bunlara kıyametin şartları dahi derler.

Açık alâmetler: Kıyametin açık alâmetleri ondur.

1- Deccalın çıkışı.

2- Üç gece üstüste ay tutulması.

3- Üç sene boyunca yedi iklimde kıtlık olması.

4- Büyük bir dumanın her tarafı kaplaması.

5- İsa aleyhisselamın Şam’daki beyaz minare üzerine inip, Deccal’ı öldürerek, Şeriat-ı Muhammediyye ile amel etmesi.

6- Resul-ü Ekrem’in soyundan Mehdi çıkıp, kırk yıl adâlet üzere gidip, Hazreti İsa aleyhisselamı bulması.

7- Dâbbe-tül-Arz’ın vücuda gelmesi.

8- Ye’cüc ve Me’cüc’ün İskender seddinden çıkarak, yedi iklimi istilâ etmesi.

9- Hazreti İsa aleyhisselamın Mekke-i Mükerreme’ye gelip, buradan ahirete gitmesi; bundan sonra da Kâbe’nin yıkılması.

10- Güneşin batıdan doğup, orada dolanması.

Bu şartların ve alâmetlerin ortaya çıkmasından sonra misk ve anber kokusu gibi serin ve temiz rüzgâr esip, müminlerin ruhları bu rüzgârın tatlılığıyla çıkar. Bundan sonra Kur’an-ı Kerim’in hükümleri yeryüzünden kalkıp, halkın cümlesi cehalette kalır. Yüz yıl dahi öyle gider.

Müfessirler dahi ittifak etmişlerdir ki: Bütün bunlardan sonra Hak Taâlâ, İsrafil aleyhisselama suru üfürmekle emreder. Hemen o an surun narasının heybetinden yedi gökte olan meleklerin ve yedi yerde olan yaratıkların cümlesi, kıyamet koptu sanıp, yüzleri üzere düşüp, kendilerinden geçerler. Gökler ve yerler titreyiş ve sarsıntıyla düşüp, yıldızlar dökülür. Saçlar, sakallar ağarıp, hamileler doğurup, insanların cümlesi kendinden gidip, sarhoşlar misali kalırlar. Bu, surun ilk üfürülüşüdür ki, ondan bu heybetleri alırlar. Kırk yıl dahi bu minval üzere gider. Bundan sonra Hak Taâlâ, İsrafil aleyhisselama yine sura üfürmekle emreder. Bunun üzerine o dahi ikinci üfleyişte suru öyle güçlü üfler ki, şiddetinden bütün dağlar o demde düzlenerek yerlerinden kopup, havaya çıkıp, atılmış pamuk gibi bulut olurlar. Yedi gök, pare pare olup, yeryüzüne su gibi eriyip dökülürler. Denizlerin suyu kupkuru olup, güneş ve ayın ışığı gidip, kapkara olurlar. Cihanı karanlık kaplayıp, arş-ı âlâdan aşağıların aşağısına belki perde altına dek, her ne kadar yaratık ve melek varsa cümleten helâk olup, fena bulurlar. Ancak Allah’a yakın meleklerden sekiz melek kalırlar. Onlar; Cebrail, Mikail, Rıdvan ve Azrail’dir. Öteki dördü; arşın taşıyıcılarıdır ki, birisi İsrafildir. Bundan sonra Azrail aleyhisselam, o yedi meleğin dahi ruhlarını kabzeder. En son kendi ruhunu kabzederken bir çığlık atar ki, narasının sadası gökleri geçip, yerlere gider.

Şu halde her can, ölümü tadıp, yok olur. İki âlemde bir kimse kalmayıp, ancak Celal ve ikram sahibi olan Allah Taâlâ kalır. Bu âlem, harap, boş, tenha virane gibi, kırk yıl daha bu durum üzere kalır. Ve kimse olmadığından yine kendisi: “Her şeye galip olan tek Allah’ın!” (40/16) deyip, kendi kendisine cevap eder.





Kıyamet Gününde Rasûlullah (S.A.V.) Kimlere Şefaat Edecektir ?



Kıyamet Gününde Rasûlullah (S.A.V.) Kimlere Şefaat Edecektir ?
Kıyamet Gününde Rasûlullah (S.A.V.) Kimlere Şefaat Edecektir ?

Kıyamet Gününde Rasûlullah (S.A.V.) Nefsinin Yularını Salıveren Ve Günah Yükünü Ağırlaştıran  :

Hafız el-Beyhakî… Câbir b. Abdullah’tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Kıyamet gününde şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyen kimse­leredir.”

Bu hadisi Câbir’den rivayet eden Muhammed diyor ki: Ben, “Ey Câbir bu nedir?” diye sordum. Câbir şöyle cevap verdi: Evet ey Muhammed. Bir kimsenin iyilikleri kötülüklerinden fazla olursa, o kimse hesaba çekilmeksi-zin cennete girer. Bir kimsenin iyilikleriyle kötülükleri eşit sayıda olarsa, o kimse kolay bir hesaba çekilir, sonra da cennete girer. Rasûlullah (s.a.v.)’in şefaati, nefsinin yularını salıverip sırtının günah yükünü ağırlaştıran kimse­leredir.

Beyhakî… Câbir’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şu âyet-i kerîme­yi okudu:

Onlar Allah’ın hoşnud olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler. O’nun korkusundan titrerler.” (Enbiyâ, 21/28) Bu âyeti okuduktan sonra Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Şefaatim; ümmetimden büyük günah işleyen­leredir.

Beyhakî dedi ki: Bu âyet ve hadisin zahirinden anlaşılıyor ki, büyük gü­nah işleyenlere şefaat etmek, Rasûlullah (s.a.v.)’e özgüdür. Melekler, ancak küçük günah işleyenlere şefaat edeceklerdir. Âyetten anlaşılıyor ki, kendisi­ne şefaat edilecek olan kimse; her ne kadar şirkten aşağı derecede büyük gü­nahları olsa da, imânı nedeniyle Allah’ın kendisinden hoşnud olduğu kimse­dir. Şu halde âyetten anlaşılıyor ki; kâfirlere şefaat edilmeyecektir. Zira Ce­nab-ı Allah buna izin vermemiştir. Kâfire şefaatin caizliğine inanmaya da ra­zı olmamıştır.

İmam Ahmed b. Hanbel… Câbir b. Abdullah’tan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Her peygamberin kendi ümmeti için yaptığı müstecab bir duası vardır. Ben de duamı, kıyamet gününde ümmetime şefaat olarak sakladım.”

İmam Ahmed b. Hanbel… Câbir’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) Şöyle buyurmuştur:

Cennetliklerle cehennemlikler birbirlerinden ayrılıp da cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girdiklerinde, peygamberler kalkıp Şefaat ederler. Onlara: “Haydi gidin bakalım. Kalbinde zerre kadar bir kırat kadar imân bulduğunuz kimseyi cehennemden çıkarın” denir. O denilen va­sıftaki kimseleri cehennemden çabucak çıkarırlar. Sonra yine şefaat ederler.Kendilerine: “Haydi gidin bakalım. Kalbinde bir hardal tanesi ağırlığınca imân bulduğunuz kimseleri cehennemden çıkarın” denir.

Sonra Cenab-ı Allah: “Şimdi de ben kendi ilim ve rahmetimle bazıları­nı cehennemden çıkaracağım.” der. Peygamberlerin cehennemden çıkardıklarından kat kat fazlasını çıkarır. Çıkardıklarının boyunlarına “Allah’ın azat ettikleri” ibaresi yazılır. Sonra onlar cennete girerler. Orada onlara “Cehen­nemlikler” adı verilir.”

İbn Ebi’d-Dünyâ… Saîd b. Mühelleb’den rivayet etti ki; Talk b. Habib şöyle demiştir:

Ben önceleri şefaati şiddetle inkâr edenlerdendim. Derken Câbir b. Ab­dullah’la karşılaştım. Cehennemliklerin cehennemde ebedi kalacaklarını ifa­de eden âyetlerden bildiğim kadarını ona okudum. Bana dedi ki: “Ey Talk! Kendini Allah’ın kitabım benden daha çok okuyan ve Rasûlünün sünnetini de benden daha iyi bilen biri mi sanıyorsun? Okuduğun âyetlerde kastedilen­ler, müşriklerdir. Ama şefaate mazhar olacak olanlar; bazı günahlar işleyen­ler ve bu günahlar nedeniyle azâb görenler, sonra da cehennemden çıkarılan­lardır.”Böyle dedikten sonra Câbir, eliyle kulaklarını göstererek, “Eğer şim­di okumakta olduğumuz bu âyetleri de o zaman da okumakta olduğumuz hal­de Rasûlullah (s.a.v.)’in şefaatten bahsettiğini duymamış isem bu kulaklarım sağır olsunlar!

İmam Ahmed b. Hanbel… Ali b. Zeyd b. Ebi Nadre’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: İbn Abbas, Basra Camiinin minberinde bize bir hutbe irâd etti. Hutbede bize Rasûlullah (s.a.v.)’in şu hadisini aktardı:

Her peygamberin mutlaka dünyada karşılığını aldığı bir duası olmuş­tur. Ben duamı, kıyamet gününde ümmetime şefaat olarak sakladım. Kıya­met gününde ben Âdemoğullannın efendisiyim. Bunu övünmek kastıyla söy­lemiyorum. Mezarı açılıp yerden ilk çıkacak olan benim. Bunu da övünmek kastıyla söylemiyorum. Livâül hamd (hamd sancağı) o zaman elimde olacak­tır. Bunu da övünmek kastıyla söyemiyorum. Âdem (a.s.) ve ondan sonraki­ler, sancağımın altında duracaklardır. Bunu da övünmek kastıyla söylemiyo­rum. Kıyamet gününde insanların (haşir yerinde) bekleyişi uzayacaktır. Bir­birlerine, “Beşeriyetin babası Adem’e gidelim de aramızda hüküm vermesi için Rabbimiz katında bize şefaatçi olsun.” derler. Yanına gidip ona derler ki:

Ey Adem! Sen Allah’ın kendi eliyle yarattığı, Cennetine yerleştirdiği, me­leklerini de secde ettirdiği bir kimsesin. Rabbinin katında bize şefaatçi ol da hakkımızda hüküm versin.” Âdem (a.s.) onlara şöyle cevap verir: “Ben bu is­tediğinizi yapacak durumda değilim. Çünkü ben, işlediğim bir günah nede­niyle cennetten çıkarıldım.” Bugün ben ancak kendi nefsimi düşünmekteyim. Ama siz İbrahim Halil (a.s.)’e gidin.” İbrahim (a.s.)’a gider ve: “Ey İb­rahim! Rabbin katında bizim için şefaat et de aramızda hüküm versin.” der­ler. İbrahim (a.s.)onlara şöyle der:

Ben bu istediğinizi yapacak durumda de­ğilim. Çünkü ben İslâm için üç kez yalan söyledim.” Vallahi o bunları söy­lerken sadece dini savunmaya çabalamıştı. “Ben rahatsızım” (Saffat, 37/89) de­mişti. Oysa rahatsız değildi. Putları kimin kırdığını soranlara demişti ki: “Belki onu şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa onlara sorun.” (Enbiya, 21/ 63). Hükümdarın huzuruna getirildiğinde karısı için, “Bu benim kardeşim­dir” demişti. “Bugün ben sadece kendi nefsimi düşünüyorum. Ama siz, Allah’ın elçi yaparak ve dünyada kendisiyle konuşarak seçtiği Musa’ya gi­din.” Hz. Musa’nın yanına gidip şöyle derler: “Rabbin katında bizim için şe­faat et de aramızda hüküm versin.” Hz. Musa onlara der ki:

Ben bu istedi­ğinizi yapacak durumda değilim. Çünkü ben hiç kimseyi öldürmemiş bir adamı öldürdüm.Bugün ben ancak kendi nefsimi düşünüyorum. Ama siz: Allah’ın ruhu ve kelimesi İsa’ya gidin.” Hz. İsa’ya gider ve ona: “Rabbin ka­tında bizim için şefaat et de aramızda hüküm versin.” derler. İsâ (a.s.) onla­ra cevaben der ki: “Ben bu istediğinizi yapacak durumda değilim. Çünkü ben, Allah’tan başka bir tanrı edinildim. Bugün ben ancak kendi nefsimi düşünüyorum. Bakın hele siz şu işe ne dersiniz? Ağzı mühürlü bir kabın için­deki şeyi, mührü kırmadan ele geçirmek mümkün müdür?” İnsanlar “Hayır” deyince, sözüne şöyle devam eder: “Doğrusu Muhammed (s.a.v.)peygam­berlerin hatemi(mührü)dir. Bugün o burada hazırdır. Onun önceki ve sonra­ki günahları bağışlanmıştır.” İnsanlar yanıma gelir ve “Ya Muhammed! Rab­bin katında bizim için şefaat et de hakkımızda hüküm versin.” derler. Onla­ra: “Ben buna varım” derim. Nihayet Cenab-ı Allah, dilediği ve Razı olduğu kimselere şefaat etmeme izin verir.

Yaratıkları arasında hüküm vermek iste­diğinde, bir seslenici şöyle ünler: “Muhammed ve ümmeti nerede?” Biz hem sonrakileriz hem de öncekileriz..Son gelen ümmetiz, ama ilk hesaba çekilecek ümmetiz. Ümmetler, geçmemiz için bize yol açarlar. Yüzümüz, el ve ayak­larımız abdestin etkisiyle parıldar vaziyette yolumuza devam ederiz. Bizim için ‘Neredeyse bu ümmetin hepsi peygamber olacaktı.’ denilir. Cennetin ka­pısına gelir, kapının halkasını tutar, kapıyı çalarım. Sen kimsin? derler. “Ben Muhammedim” derim. Kapı açılır. Aziz ve Celil olan Rabbimi, kürsüsünün (ya da tahtının) üstünde görürüm. Huzurunda hemen secdeye kapanırım. O’nu benden önce hiç kimsenin söyleyemediği sözlerle överim. Benden son­ra da hiç kimse O’nu bu şekilde övemeyecektir. “Ey Muhammed! Başını sec­deden kaldır. Dile, ne dilersen verilecektir. Konuş, sözün dinlenecektir. Şe­faat et, şefaatin kabul edilecektir.” denir. Ben: “Ey Rabbim! Ümmetim, üm­metim…” derim. Cenab-ı Allah: “Kalbinde şöyle ve şöyle ağırlıkta (neyin ağırlığında olacağını Rasûlullah bildirmiş, ama Ravi Hammad, o kelimeyi aklında tutamamıştır.) imân bulunan kimseleri cehennemden çıkar.” diye emreder. Tekrar secdeye kapanır ve diyeceklerimi derim. Cenab-ı Allah: “Başını secdeden kaldır. Konuş, sözün dinlenecektir. Dile, ne dilersen veri­lecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir.” der. Ben: “Ey Rabbim! Ümme­tim, ümmetim…” derim. Cenab-ı Allah: “Kalbinde şöyle ve şöyle ağırlıkta (bu defa öncekinden küçük bir şeyin adını verir) imân bulunan kimseleri ce­hennemden çıkar.” diye emreder. Tekrar dönüp Rabbimin huzurunda secde­ye kapanır ve aynı şeyleri söylerim. Cenab-ı Allah bana: “Başını secdeden kaldır. Konuş, sözün dinlenecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir.” der. Ben: “Ey Rabbim! Ümmetim, ümmetim...” derim. Cenab-ı Allah buyurur: “Kalbinde şöyle ve şöyle ağırlıkta (bu defa öncekinden daha küçük bir şeyin adını verir) imân bulunan kimseleri cehennemden çıkar.

Taberanî… İbn Abbas’tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

Şefaatim, ümmetimin büyük günah işleyenleri içindir.

İmam Ahmed b. Hanbel… Abdullah b. Ömer’den rivayet etti ki; Pey­gamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Şefaat etmek ve ümmetimin yarısının cennete konulması ikilemi ara­sında bir seçim yapmak durumunda bırakıldım. Ben şefaat etmeyi seçtim. Çünkü şefaat daha genel ve daha yeterlidir. Siz şefaatin takvalar için yapı­lacağını mı sanıyorsunuz? Hayır, o Allaha dönen günahkârlar içindir.”

Müslim… Abdullah b. Amr b. Âs’tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), Hz. İbrahim’in sözlerini nakleden şu âyet-i kerimeyi okudu:

Rabbim! O putlar çok insanları saptırdı. Bana uyan bendendir. Bana karşı gelen kimseyi sana bırakırım; sen bağışlarsın, merhamet edersin.” (İbra­him, 14/36}

Sonra, Hz. isa’nın sözlerini nakleden şu âyet-i kerimeyi okudu: “Onlara azâb edersen, doğrusu onlar senin kullarındır. Onları bağışlarsan, güçlü olan, Hakim olan şüphesiz ancak sensin.” (Mâide, 5/118)

Sonra da Hz. Nuh’un sözlerini nakleden şu âyet-i kerimeyi okudu: “Rabbim! Yeryüzünde hiç bir inkarcı bırakma.” (Nûh, 71/26)

Bu âyetleri okuduktan sonra Rasûlullah (s.a.v.) ellerini kaldırıp “Alla-hım! Ümmetim, ümmetim...” dedi ve ağladı. Bunun üzerine Cenab-ı Allah buyurdu ki: “Ey Cibril! Muhammed’e git. Niçin ağladığını (onun niçin ağla­dığını Rabbini daha iyi bilir.) ona sor.” Cebrail ona gelip niçin ağladığını sor­du. Rasûlullah(s.a.v.),.ağlamasının nedenini ona bildirdi. Cebrail de gidip bu nedeni Rabbine bildirdi (oysa o nedeni? Rabbin -kendisine anlatılmasa da-çok iyi biliyordu.)Bunun üzerine yüce Allah buyurdu: “Ey Cibril! Muham­med’e git ve ona de ki: Doğrusu biz seni ümmetin konusunda memnun ede­cek ve Üzmeyeceğiz.”

Beyhakî… Abdurrahman b. Ebi Ukayl’ın şöyle dediğim rivayet etmiştir: Bir heyetle birlikte Peygamber (s.a.v.)’in yanına gittik. Kapıda oturup bekledik. Yanına varıp kendisiyle görüşeceğimiz adam (yani Hz. Peygam­ber) kadar kendisine kızdığımız hiç kimse yoktu. Görüşüp yanından ayrıldı­ğımızda, kendisiyle görüştüğümüz adam kadar sevdiğimiz hiç bir kimse yok­tu.

Heyettekilerden biri, “Ya Rasûlallah! Rabbinden, Süleyman Peygambe­rin mülkü gibi bir mülk istedin mi?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) güldü. Sonra şöyle buyurdu: “Belki de ihtiyaçlarınıza yetecek kadarının size veril­mesi, Allah katında Süleyman’ın mülkünden daha üstün ve iyidir. Şüphesiz, Allah göndermiş olduğu her peygambere bir duâ vermiştir. Kimi bu duâsıy-la dünyalık istedi. Kendisine dünyalık verildi. Kimi bu hakkını kendisine is­yan ettiklerinde kavmine karşı beddua olarak kullandı ve kavmi de bu yüz­den helak oldu. Allah bana bir duâ verdi. Ben bunu kıyamet gününde ümme­time şefaat etmek üzere Rabbimin katında gizledim.”

Ben derim ki; bu hadis de, senedi de gariptir.





Surun üfürülüşü, ölülerin diriltilişi, cesetlerin haşri, sırat köprüsünü, özet olarak bildirir.



Surun üfürülüşü, ölülerin diriltilişi, cesetlerin haşri, sırat köprüsünü,  özet olarak bildirir.
Surun üfürülüşü, ölülerin diriltilişi, cesetlerin haşri, sırat köprüsünü, özet olarak bildirir.

Surun üçüncü üfürülüşünü, ölülerin diriltilişini, cesetlerin haşrini, amel defterlerini, hesabı, mizanı, sırat köprüsünü, arafı özet olarak bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak etmişlerdir ki: Hak Taâlâ, yeryüzünü şiddetli bir rüzgâr ile dümdüz edip, Şam sahrasının hizasında mahşer yerini yüzbin yeryüzü kadar geniş eder. Arş altındaki hayat denizinden kırk gün devamlı olarak insan menisi gibi bu dünyaya yağmur iner. Bütün yeryüzü deniz gibi doldukta; çamur tabakasında toprak olan insan ve hayvan bedenlerinin tümü, o yağmuru çekip, bütün parçaları bir yere gelip, her ceset evvelki görünümünde olup, yeryüzünde bakla gibi biter. Her beden, kendi olgunluğuna yeter. Sonra Hak Taâlâ, en son ölen sekiz meleği diriltip, İsrafil aleyhisselama: “Suru üfle!” diye emreder. O dahi, üçüncü üfleyişi öyle zarif ve lâtif üfler ki, surun içinde sakin olan ruhlar, o demde ufuklara yayılıp, her can kendi kafesini bulur. Nasıl ki, koyun sürüsü içinde her kuzu kendi anasını bilir; bunun gibi her can kendi cismini bilip ve bulup onunla kalır. İlk ve son yaratıklar, melekler, huriler, insanlar, cinler, şeytanlar, deniz hayvanları ve her hayvanları, bütün haşereler, kıyametin bir anında tamamen ruh bulurlar ve mahşer yerine her taraftan toplanırlar. Peygamberlere, velilere, âlimlere ve salihlere cennetten elbiseler ve buraklar gelip; giyip ve binip, arşın gölgesine gidip, minber ve kürsüler üzerinde rahat ve selametle otururlar. Geri kalan yaratıkların cümlesi, aç, susuz, başları açık, çıplak, yalınayak yürüyerek, düşe kalka arasat meydanına gelip, mahşer yerinde haşrolurlar. Sıklaşıp, ayak üzerinde dururlar. Tepelerine güneş, bir mil miktarı yakın olup, hararetten çok ter dökerler. Kimi topuğuna, kimi dizine, kimi göğsüne, kimi boğazına dek ter içinde kalırlar. Niceleri ter denizinde gömülürler.

Cehennemi, yeraltından mahşer meydanına yetmişbin saf zebaniler getirirler. Mahşer halknı, halka gibi kuşatırlar. Mahşer halkı, ellibin yıl kadar hesabı beklemekle o halde sıkıntı içinde kalırlar. Dünyada, Kiramen kâtibin; yazdığı amel defterlerini sahiplerine verirler. Müminlee ve itaatli olanlara sağdan, kâfirlere ve bozgunculara soldan verirleri. Hak Taâlâ, bütün yaratıklarına orada vasıtasız kelam söyler. Kıyametin bir anında hepsinin hesabını görüp; kimine hitap, kimine itap eyler. Hak Taâlâ, mazlumun hakkını zâlimden alıp, zâlimin hasenâtı varsa mazluma verir; yoksa, mazlumun günahlarını zâlime yükler. Hesaptan sonra hayvanları toprak eder. Kâfirer, hayvanlara gıpta edip, keşke biz de toprak olaydık, derler.

Mahşer yerinde, iki direk üzerinde, bir büyük terazi kurulur ki, her bir direğinin uzunluğu beşyüz yıllık yoldur. Her kefesi yeryüzü kadar boldur. Bu terazi ile mahşer gününde iyilikleri ve kötülükleri ölçerler. İyilikleri ağır gelenler cennete, kötülükleri ağır gelenler cehenneme giderler. Meğer ki, Hak Taâlâ keremiyle kulunu affeyleye veya peygamberlerden, veya velilerden, veya âlimlerden, veya salihlerden şefaat erişe: Eğer imanla vefat eylemiş ise… Zira ki dünyadan imansız gidenlere cennet, mağfiret ve şefaat olmaz ve hiç bir şekilde cehennemden kurtuluş bulmaz. Eğer iman ile gidip, günahları ağır gelip, mağfiret veya şefaat erişmedi ise; o, günahı kadar cehennemde yanıp, ondan sonra cennete gider. Zerre kadar iman ile giden elbette cehennemden çıkıp huzura erer.

Sırat köprüsü, kıldan ince kılıçtan keskindir. Uzunluğu üçbin yıllık yoldur. Bin yıl yokuş, bin yıl düz, bin yıl iniş yoldur. O, cehennem üzerine kurulup, mahşer halkının cümlesi onun üzerinden geçip giderler. Kimi şimşek gibi, kimi ok gibi, kimi seğirtir at gibi, geçerler. Kimi günahlarını yüklenmiş yürür, kimi cehenneme düşüp yanar. Cehennem ise feryat eder ki: “Ey mümin! Tez geç ki hakikatte senin nurun, benim ateşimi söndürmüştür.” Şu halde müminler selametle sıratı geçerler. Kevser havuzundan içerler. Onda yıkanıp, ayıp ve noksanlarını tekmil ederler. Cennete girip, herkes mertebesince makamını bulur. Ebediyyen onda zevk ve safa ile kalır. Zira ki cennetlikler, çeşitli nimetlerden zevk alırlar. Mevla’ya kavuşmakla mest ve hayran olurlar. Gözler görmeyip, kulaklar işitmeyip, hatırlara gelmeyen devletler bulurlar.

Cennetle cehennemin arasında kale duvarı misali burç ve mazgalları yüksek bir büyük sur vardır ki, yüksekliği beşyüz yıllık mesafedir. Genişliği nihayetsiz, yapısı renkli cevherlere süslüdür. Ona araf adı verirler. Deliler, müşriklerin çocukları onun üzerinde kalırlar. Cennet semtine bakıp, oradakileri nimetlenmiş gördükte; arzu ile mahzun olurlar. Cehennem semtine bakıp, oradakileri azapta gördükçe, kendi selametleriyle mesrur ve şükredici olurlar. Araftakiler, bir rivayette ebediyyen onda karar edip, kâh mahzun, kâh sevinç ile kalırlar. ( Ey Allahım! Ey günahları örtücü! Bizi cehennem ateşinden koru. Bizi, iyilerle beraber cennete koy, âhirette cemalini görmeyi nasip eyle. Seçilmiş Habib’inin hürmetine bizi orada karar kıldır. Amin. Ey affedici! )

Tenbih

Unutulmamalı ki, buraya gelinceye değin yazılan satırların cümlesi, dini işlerden olmakla; bunların hepsini kesin tasdik ve iman ile inanmak, hepimize çok mühim ve çok gereklidir. Zira ki, bunlar din işlerinden, din usulündendir. Bunları, aklî delillerle kıyas etmek caiz değildir. Zira ki, insan aklı, bunları idrak etmekten yoksun ve âcizdir.

Ancak bizim en yüksek arzumuz olan Mevla’ya kavuşmak için kudretinin büyüklüğünü fikretmeye ve düşünmeye işaret ve müjde olan Kur’an âyetleri ve Peygamber hadisleri ölçüsünce; âlemin tasviri, bu miktarca açıklama ile bunda yetinilmiştir. Lâkin âlimlerin ileri gelenlerinden ve velilerin büyüklerinden olan araştırıcıların lideri, tedkikçilerin senedi Mevlana Seyyid Şerif (Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun) hazretleri: “Astronomi ilmi, göklerin ve yerin yaratılışını düşünenler için en büyük Sanatkâr olan allah’ı tanımakta ne güzel yardımcıdır!” buyurduğu için ve bütün ilimleri kendisinde toplayan, bitmeyen feyz kaynağı İmam-ı Gazali (Allah’ın rahmeti ona olsun) hazretleri: “Astronomi ve anatomi ilimlerini bilmeyen, allah’ı tanımakta acze düşer,” buyurup, anatomi ve astronomi bilginlerini duyurduğu için bir miktar âlemin astronomik yapısından ve bir miktar insan anatomisinden dahi yazılıp, açıklanmak münasip görülmüştür. Ta ki, mütalaasıyla acze düşme durumundan uzaklaşıp, cehalet zindanından çıkasın. İlim ve hikmet mahfeline girip, bilginler zümresine giresin. Hikmetin özüne hulül edip, hakikatın zirvesine yükselesin. Eşyanın hakikatına vâkıf olup, mânânın inceliklerini bilesin. Cihanın sırlarına muttali olup, âlemin durumlarını olduğu gibi bilesin. Kendini tanıma olgunluğuna erip, ondan Allah’ı tanıma devletini bulasın.

(Ey vacib’ül-vücud olan Allah’ım! Ey hayırlar verici! Rahmetinin nurlarını üzerimize saç! Seni kemaliyle tanımakta bize kolaylık ver. Sen münezzehsin ey Allah’ım! Senin öğrettiğinden başkasını biz bilemeyiz, senin anlattığından başkasını anlayamayız. Senin ilham ettiğinden başka marifetimiz yoktur. Sen, alimsin, hakimsin, vecedsin, kerimsin, raufsun, rahimsin. Amin! Ey rahmetiyle yardımcı, ey bağışlayıcıların en bağışlayıcısı!)

ALEM-İ LAHUT LA HALA VELA MELA

1- Yerin altı

2- Arş-ı azam

3- Arşın taşıyıcılarının makamı

4- Arş-ı azamın sütunlarının sonu

5- Kürsünün sütunlarının sonu

6- Ceberût âlemi

7- Kürsü

8- Ruhlar âlemi

9- Melekler âlemi

10- İsrafil’in suru

11- Sidre-i münteha

12- Kalem

13- Tuba ağacı

14- Levh-i mahfuz

15- Liva-yı hamd

16- Cennetin kapıları

17- Melek perdeleri

18- Alevli deniz

19- Yayılmış deniz

20- Taksim edilmiş rızıklar denizi

21- Nimetler denizi

22- Kamkam denizi

23- Hayat denizi

24- Yedi gök

25- Gündüz cevheri

26- Gece cevheri

27- Beyt-i mamur

28- Yasaklanmış deniz

29- Dolu ve kar dağlar

30- Bulutlar

31- Kâbe

32- Kaf dağı

33- Yedi yerin taşıyıcısı meleğin mekânı

34- Yeşil kaya

35- Kırmızı öküz

36- Balık ve deniz

37- Sırat köprüsü

38- Surun içinde ikinci berzah

39- Cehennemin kapıları

40- Katran kazanı

41- Zakkum ağacı

42- Birinci berzahın dibi

43- İkinci berzahın dibi

44- Veyl vâdisi

45- Karanlık ve perde

ALEM-İ LAHUT LA HALA VELA MELA

1- Yerin altı

2- Arş-ı azam

3- Arşın taşıyıcılarının makamı

4- Arş-ı azamın sütunlarının sonu

5- Kürsünün sütunlarının sonu

6- Ceberût âlemi

7- Kürsü

8- Ruhlar âlemi

9- Melekler âlemi

10- İsrafil’in sonu

11- Sidre-i münteha

12- Tuba ağacı

13- Kalem

14- Levh-i mahfuz

15- Hamd dağı

16- Cennetlerin kapıları

17- Arafat suru (delilerin ve müşriklerin çocuklarının yeri)

18- Peygamber aleyhisselamın havzu

19- Cennet yolu

20- Sırat köprüsü

21- Yokuş

22- Düzlük

23- İniş

24- Sırat köprüsünün sonu

25- Cehennem kapıları

26- Zakkum ağacı

27- Katran kazanı

28- Cehennemin tabakaları

29- Gayya kuyusu

30- Veyl vâdisi

31- Güneş

32- Liva-yı hamd

33- Mahşer yeri

34- Makam-ı Mahmud

35- Peygamberlerin minberleri

36- Alimlerin kürsüleri

37- Amellerin terazisi

38- Amel defterleri

39- Sırat köprüsü



Resulullah gelecekten haber verdi



Resulullah gelecekten haber verdi
Resulullah gelecekten haber verdi
Resulullah gelecekten haber verdi
SualBazıları mucizeye, keramete inanmıyorlar. Resulullah da gaybı bilemez diyorlar. Bu hususta âyet ve hadis yok mu da böyle diyorlar?
CEVAPAllahü teâlâ bildirirse, Resulullah da gaybı, gelecekte olan şeyleri bilir.
Peygamber efendimizin bildirilen gaybları bildiğini bildiren üç âyet meali de şöyledir:
(Allah gaybı herkese bildirmez; ancak dilediği resul müstesna, [Mucize olarak ona bildirir.] Çünkü her peygamberin önünden ve ardından gözcüler [melekler] salar.) [Cin 26, 27] (Beydavi tefsiri)
(Allah, müminleri bulunduğu şu durumda bırakmaz, temizi pisten ayırır. Allah size gaybı da bildirmez. Ama Allah Resullerden dilediğini seçip, ona gaybı bildirir. Artık Allah’a ve resullerine inanın, eğer iman eder, müttaki olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır.) [Al-i İmran 179]
(O, gaybın bilgilerini [vahiy ile bildirilen gizli şeyleri sizden] esirgemez.) [Tekvir 24]
Resulullah efendimizin mucize olarak gelecekten haber verdiği (Bir zaman gelecek) diye başlayan hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır:
(Bir zaman gelecek, insanlar, yalnız parayı düşünüp, helal haram düşünmeyecekler.) [Buhari]
(Rüşvet, hediye adı altında verilecek, gözdağı için suçsuz kişiler öldürülecek.) [İ. Gazali]
(Âmirler, imamlar, namazı öldürecek, vaktinden sonraya bırakacaklar.) [Müslim]
(Peygamberim diyen yalancılar çıkacak, benden sonra peygamber gelmeyecek.) [Mişkat] (Peygamberim diyen birçok yalancı çıkmıştır.)
(Sünnetimi öldürerek dini bozmaya çalışan kimseler çıkacak.) [Deylemi]
(Allah’ın kitabının dışında uyacağımız bir şey yok diyenler çıkacaktır.) [Ebu Davud]
(Bir zaman gelecek, beni yalanlayanlar çıkacaktır. “Hadisi bırak, Kur’ana bak” diyeceklerdir.) [Ebu Ya’la]
(Kâfirler için gelmiş olan âyetleri, Müslümanları kötülemek için delil olarak kullanacaklar.) [İbni Ömer] (Vehhabiler, müşrikler hakkında inen âyetleri Müslümanlar için, rafiziler de münafıklar hakkında inen âyetleri Eshab-ı kiram için delil gösterdiler. Resulullahın mucizesi meydana çıktı.]
(Sünnet, bid’at gibi çirkin, bid’at da sünnet gibi rağbet görecek. Sünnete uyan garip olacak, yalnız kalacak. Bid’ate uyan, çok yardımcı bulacaktır.) [Şir’a]
(Kur’an, dünyalık için okunacaktır.) [Ebu Davud]
(Camilerde binden fazla kişi namaz kılacak, içlerinde bir mümin bulunmayacak.) [Deylemi]
(Âlimler fitne unsuru olacak, camiler ve hafızlar çoğalacak, ama hakiki âlim hiç bulunmayacak.) [Ebu Nuaym]
(Sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacak.) [Asakir]
(Din adamları, ince meseleleri ele alıp, halkı şaşırtacaklar.) [Taberani]
(Din âlimi kalmayacak, din adamı yerine geçirilen cahiller, bilmeden fetva verecek, herkesi, doğru yoldan çıkarmaya çalışacak.) [Buhari]
(Din adamları, halkın istediği yönde fetva verecek, helale haram, harama helal diyecekler, dini ticarete, menfaate alet edecekler.) [Deylemi]
(Hacca, hükümdarlar [devlet başkanları] gezi için, zenginler ticaret, fakirler dilenmek, din görevlileri de gösteriş için gidecekler.) [Hatib]
(Kişi dinini ve dünyasını ancak para ile ayakta tutabilecek, altını gümüşü [parası pulu] olmayan rahat edemeyecek.) [Taberani]
(İnsanın bütün kaygısı midesi olacak, şerefi mal, kıblesi kadın, dini para olacak.) [Sülemi]
(Her asır, öncekinden daha kötü olacak, böylece Kıyamete kadar hep bozulacak.) [Hadika]
(İstanbul fethedilecektir. Bunların kumandanı ne güzel emir, askerleri ne güzel askerdir.) [Hakim, İ. Ahmed, İ. Süyuti]
(Ey dağ, sallanma, üstünde bir peygamber, bir sıddık, iki de şehid var.) [Buhari] (Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman’ın şehid olacağını haber verdi.)
(Ya Osman halife olacaksın, hilafet gömleğini çıkarmak isteyecekler, sakın çıkarma! O gün oruçlu olacak, benim yanımda iftar edeceksin.) [Hâkim] (Aynen vaki olmuştur.)
(İnsanlar temizlikte fazla titiz olacak, vesvese edip dinde haddi aşacaklar.) [Ebu Davud]
(Çeşitli isimler altında şaraplar çıkacak, helal sayılacak.) [İ.Ahmed]
(Ortalık bozulacak, dine uymak avuçta ateş tutmak gibi zor olacak.) [Hâkim]
(Köpek beslemek, evlat yetiştirmekten daha cazip olacak.) [Hâkim]
(Kötü kadınlar, çoğalıp, zina bir toplum içinde yayılırsa, halk, daha önce görülmemiş [frengi, AIDS gibi] bulaşıcı hastalıklara maruz kalır. Ölçüde, tartıda hile yapılırsa, geçim darlığı baş gösterir.) [Beyheki]
(Erkekler azalacak, kadınlar çoğalacak.) [Buhari]
(Çalgı her yere yayılacak, güvenlik güçleri çoğalacak.) [Beyheki]
(Anarşi ve ölüm çoğalacak.) [İbni Mace]
(İşler, ehli olmayana verilecek.) [Buhari]
(Bu dinin başlangıcı gibi, sonu da garip olacak!) [Tirmizi]
(Sadece tanıdıklara selam verilecek ve yazarlar çoğalacak.) [Hâkim]
(Zengine malı için tazim edilecek, fuhuş yayılacak, piçler çoğalacak. Büyüğe hürmet, küçüğe de merhamet edilmeyecek. Kurtlar, kuzu postuna bürünecek.) [Hâkim]
Kıyametin kopması ile ilgili hadis-i şerifler:
(Erkek erkekle, kadın kadınla yetinmedikçe, kıyamet kopmayacak.) [Hatib]
(Lutilik mubah sayılmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Deylemi]
(Deprem, fitne, katillik artmadıkça, kıyamet kopmayacak.) [Buhari]
(Kardeşler farklı dinden olmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Deylemi]
(Kötüler dünyaya hâkim olmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Tirmizi]
(Müslümanlarla Yahudiler savaşmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Müslim]
(Allah’a inanan Müslüman kaldığı müddetçe kıyamet kopmayacak.) [Müslim]
Yukarıda bildirilen küçük alametlerin çoğu çıktı. Henüz çıkmamış olan küçük alametlerden bazıları şunlardır:
(Kişi yol kenarında kadınla beraber olacak.) [Hâkim]
(Konuşan hayvanlar olacak.) [Tirmizi]
(Kıyamet alametidir ki, erkek evde yokken kadının yaptıklarını ayakkabısı haber verecektir.) [İ. Ahmed]
Kıyametin büyük alametleri de şunlardır:
(Mehdi gelecek.) [Ebu Nuaym]
(Deccal gelecek.) [İ.E. Şeybe]
(İsa gökten inecek, duman çıkacak, Kâbe yıkılacak.) [Buhari]
(Dabbet-ül-arz çıkacak) [Tirmizi]
(Yecüc ve Mecüc çıkacak.) [İbni Cerir]
(Ateş çıkacak, güneş batıdan doğacak.) [Müslim]
Güneşin batıdan doğmasını, bâtıniler, batılıların Müslüman olması diye tevil etmişlerse de, bu tevilleri bâtıldır. Çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz. Güneş batıdan doğunca, insanlar onu görür ve hepsi de iman ederler. Fakat bu imanları fayda vermez.) [Buhari]
Gaybı yalnız Allah bilir
Gayb, duygu organları ile veya hesap ile, tecrübe ile anlaşılmayan şey demektir. Gaybı ancak Allah bilir. O, Âlim-ül-gayb [gaybı bilen]dir (Haşr 23) ve Allâmül-guyûb [gaybları en iyi bilen]dir. (Sebe 48)
Bu konudaki birkaç âyet meali şöyledir:
(Allah’ın, gaybları en iyi bilen olduğunu hâlâ anlamadılar mı?[Tevbe 78]
(De ki: Gaybı bilmek Allah’a mahsustur.) [Yunus 20]
(Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir.) [Hud 123, Nahl 77]
(De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka bilen yoktur.) [Neml 65, Hücurat 18]
Gaybı Peygamberler de bilmez. Bu konudaki birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Ben gaybı da bilmem.) [Enam 50, Hud 31]
(Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır.) [Enam 59]
(De ki: Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim.) [Araf 188]


Gaybı cinler de bilmez. Bir âyet meali:
(Cinler gaybı bilselerdi, zelil edici azap içinde kalmazlardı.) [Sebe 14]
Falanca hoca, filanca falcı gaybı biliyor demek küfür olur. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Falcının, büyücünün veya başka birinin gaybdan verdiği haberlere inanan, Kur’an-ı kerime inanmamış olur.) [Taberani]
Allahü teâlâ dilerse, Peygamberlerine bazı gayblarını bildirir. Bu konudaki iki âyet meali şöyledir:
(Allah size gaybı bildirmez; fakat dilediği Peygamberine gaybı bildirir.) [Al-i imran 179]
(Allah gaybı herkese bildirmez; ancak dilediği Resul müstesna, [Mucize olarak ona bildirir.] Çünkü her Peygamberin önünden ve ardından gözcüler [melekler] salar.) [Cin 26, 27]
Hazret-i Musa’nın, ledün ilmine sahip, yani Allahü teâlânın kendisine gaybları bildirdiği bir zata, (Rabbimizin sana öğrettiği doğruyu bulmama yardım edecek hayra götürecek bir ilmi bana da öğretmen için, sana tâbi olmak istiyorum) dediği Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. (Kehf 66)
Gaybları bilen, ledünni ilme sahip olan bu zatın Hazret-i Hızır olduğu bildirilmiştir. Resulullah efendimize ise, birçok gayblar bildirilmişti. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Saflarınızı tamamlayın. Çünkü sizi elbette arkamdan da görüyorum.) [Müslim]
(Rükû ve secdeleri düzgün yapın, Allah’a yemin ederim ki, sizin rükû ve secde yaptığınızı arkamdan görüyorum.) [Buhari, Müslim]
(Gözde görmeyi yaratan Allahü teâlâ, diğer uzuvlarda da görmeyi yaratmaya kadirdir. Resulullahın bu mucizesini inkâr eden, Allah’ın kudretini inkâr etmiş olur.) Resulullah efendimizin gündüz aydınlıkta nasıl görürse, gece karanlıkta da aynen gördüğü Buhari’deki hadis-i şerifte bildirilmiştir.
Evet, Allah’tan başka gaybı kimse bilemez. Bilir demek küfürdür. Bir gün Resulullah efendimizin devesi kayboldu. Münafıklar bunu fırsat bilip “Hani göklerden, Cennetten, Cehennemden bahsediyordu. Kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor” dediler. Münafıkların bu sözü Resulullah efendimize ulaşınca, (Vallahi ben ancak Rabbimin bana bildirdiklerini bilirim. Şu anda Rabbim, bana devemin nerede olduğunu bildirdi. Devem, şu anda falanca yerdedir) buyurdu. Tarif edilen yere gidip deveyi bir ağaca bağlı olarak buldular. (Mevahib-i ledünniyye)
Ancak, Allahü teâlâ bildirirse Resulü de, evliyası da bilebilir. Bunun delillerini yukarıda genişçe bildirdik. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Kalbleriniz temiz olsa idi, siz de benim duyduklarımı duyardınız.) [İ. Ahmed, Taberani] (Bu hadis-i şerifteki gibi kalbi temiz olan Hazret-i Ömer, Medine’den İran’daki ordusunu görüp, komutanı Sariye’ye, “Dağa yanaş” dedi. (Ş. Nübüvve)
Yine bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Geçmiş ümmetler içinde vukuundan önce bazı gaybları haber veren keramet ehli zatlar var idi. Ümmetimden de Ömer onlardandır.) [Buhari, Müslim]


Hazret-i Ömer’inki gibi başka evliyadan da bir çok keramet görülmüştür. Kur’an-ı kerim bunu bildirmektedir. (Neml 38-40, Meryem 24, Al-i imran 37, Kehf 17,18)


Netice: Allahü teâlâ dilediğine gaybı bildirir ve o da gaybdan haber verir. (Avarif-ül-mearif)






MİZAN VE ŞEFAAT



MİZAN  VE  ŞEFAAT
MİZAN VE ŞEFAAT
MİZAN  VE  ŞEFAAT
Mizan mahşerde kurulur, Allahü Teala ( mealen ) : ‘’ Vezin de o günde haktır. Artık her kimin tartıları agır gelırse işte kurtuluşa erenler onlardır.’’ , ‘’ Kimin de mizanları hafif gelirse bunlar da işte ayetlerimize zulmetleri ile kendilerine yazık edenler.’’ ( A’raf, 8-9 )buyuruldu. 8. Ayet-i kerime mü’minleri, 9. Ayet-i kerime de imansızları beyan etmektedir.
Mahşer yerinde terazi kurulup hayırlar ve şerler tartılır.İyilikleri agır olanların şerleri yoksa veya af ıle, şefaat ile afvedildi ise cennete girerler. Günahları agır olanlar cehenneme girerler. Allahü Teala magfiret eder, günahlarını silerse girmezler.Yahud Peygamberlerden, evliyadan ve alimlerden, şehidlerden ve diger Salihlerden şefaat ile günahlarından ve azaptan kurtulurlar. Eger bir günahkar ahrete imanla gittiyse ona magfıret ve şefaat edilmesi caizdir.Cennette de derecelerin yükselmesi için şefaat olunur.
Herkesten önce Peygamberler, sonra şehidler şefaat ederler. Bunun gibi Salihler ve müttakiler de şefaat ederler. Kur’an-ı  Kerim dahi kendisini tecvid ile okuyanlara şefaat eder: hakkını gözetmeyip, tecvide riayet etmeyip, teganni ile ve yanlış okuyanlardan şikayet eder. Küçük çocuklar anasına ve babasına şefaat ederler. Hatta düşük olanlar bile anasına ve babasına şefaat ederler.
Herkesten önce Peygamberimiz ( aleyhisselam ) şefaat edecektir. Bir hadis-i şerifte : ‘’ Kıyamet günü herkesten önce ben şefaat edecegim ve herkesten önce benim şefaatim kabul olacak.’’ Buyurdu. Allahü Teala kıyamette mü’min kullarına yüz rahmeti ile merhamet edecektir.
Bir kimse eger ahrete imansız gittiyse- bundan Allahü Teala’ya sıgınırız.- ona asla magfiret ve şefaat olmaz ve girdigi cehennemden hiç çıkmaz. Bütün imansızlar böyledir. Zira Allahü Teala küfrü sevmez. Küfürden başka günahları mü’min kullarından dilediginden afveder. Ahirete imanla gidip, mizanda günahı agır gelip Allahü Teala’dan ve şefaatlardan magfiret ve şefaat erişmediyse cehennemde üst tabakada günahı kadar yandıktan sonra Allahü teala’nın izni ile çıkıp cennete girecektir.






KIYAMET HAKKINDA – VAAZ – Seyfettin Alkan



KIYAMET HAKKINDA – VAAZ – Seyfettin Alkan

KIYAMET hakkinda muhtesem ve cok guzel bir vaaz,  Cok etkileyici, Dinlemenizi gercekten TAVSIYE ederim.



Kıyâmete yakın yeryüzü manzaraları…



KIYAMET
KIYAMET
Kıyâmete yakın yeryüzü manzaraları…




Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz
şöyle buyurmuşlardır:
 
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, öldürme ve zorbalıktan başka bir yolla idareye sahip olunamayacaktır. Gasp ve cimrilikten başka bir yolla zenginliğe, dinden çıkma ve nefsânî arzulara tâbi olmaktan başka bir yolla da diğer insanların sevgisine (arkadaşlık ve dostluğuna) ulaşılamayacaktır.
 
“Kim bu zamana kavuşur ve zengin olması mümkün iken fakirliğe, sevgilerini kazanma imkânı varken nefretlerine, azîz(haysiyet ve itibar sahibi) olmaya gücü yeterken zillete sabrederse; Allah o kuluna, beni tasdîk eden elli sıddîk sevâbı verecektir.” (Minhâcü’s-Sâlihîn, 4, 1637, Tahâvî rh. rivâyet etmiştir)
***
 
Bir başka hadîs-i şerifte de şöyle buyurulmuştur:

• Devlet malı muayyen çevrelerin çıkarı yapıldığı,
 
• Emânet ganîmet sayıldığı, zekât angarya kabul edildiği,
 
• İlim, dinden başka bir gâye için tahsil edildiği,
 
• Kişi karısına itâat edip annesine âsi olduğu,
 
• Dostunu kendisine yaklaştırıp babasını uzaklaştırdığı,

• Mescitlerde gürültüler başgösterdiği,
 
• Fâsık kimsenin kabîlenin/toplumun başına geçtiği,
 
• Aşağılık adamın milletin lideri olduğu,
 
• Şerrinden korkulduğu için kişiye ikrâmda bulunulduğu,

• Şarkıcı kadınlar ve çalgı âletlerinin yayıldığı,
 
• Sarhoşluk verici her türlü içkilerin içildiği,
 
• Ümmetin sonu(nun) öncekileri lânetlediği zaman…
 
“İşte o zaman
(insanlar);
Kızıl bir rüzgâr, zelzele, yere batma, şekil değişimi, taşlanma ve ipi kopan bir tesbîhin tanelerinin birbiri ardınca gitmesi gibi birbirini tâkip eden belâları (kıyâmet alâmetlerini) beklesinler.”(Tirmizî, Sünen, Fiten, 58)




Her şeyin o kadar açık-net olarak anlatıldığı bir hadis-i şerif ki, ayrıca bir ilave açıklamaya hiç mi hiç gerek kalmamış.
Rabbim cümlemize ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’e her alanda dikkat-itina ve hassasiyetle hareket etmeyi nasip ve müyesser eylesin. Amin…


Kıyamet ne zaman ve nasıl kopacak?



Kıyamet ne zaman ve nasıl kopacak?
SualBazıları Kıyamete inanmıyor, hepsi bu dünyadadır diyor. Kıyamet hakkında bilgi verir misiniz?

CEVAP

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Kıyamet vardır. O gün, elbette gelecektir. O gün; göklerin parçalanacağı, yıldızların dağılacağı, yeryüzü ve dağların parçalanacağı ve yok olacağı Kur`an-ı kerimde bildirilmektedir. (Müzzemmil 14İnfitar 1-5)

Kıyamette, bütün mahluklar, yok olup, tekrar yaratılacak, herkes mezardan kalkacaktır. Allahü teâlâ, çürümüş, toz olmuş kemikleri yine diriltecektir. O gün, terazi kurulacak, herkesin hesap defterleri uçarak, iyilere sağ taraflarından, fenalara sol taraflarından gelecektir.
Cehennem üzerindeki sırat köprüsünden geçilecek, iyiler geçip Cennete gidecek, Cehennemlikler, Cehenneme düşecektir.
Bu bildirdiklerimiz, olmayacak şeyler değildir. Muhbir-i sadık [doğru haber veren] Muhammed aleyhisselam haber verdiği için, kabul etmek, inanmak gerekir. Hayale kapılarak şüpheye düşmemeli. Allahü teâlâ, (Resulümün getirdiklerini alınız) yani, her sözüne inanınız buyuruyor. (Haşr 7)



Kâfirler, hesaptan sonra, Cehenneme girecek, Cehennemde ve azapta ebedi kalacaklardır.

Müminler, Cennette ve Cennet nimetlerinde sonsuz olarak kalacaklardır.
Günahı, sevabından çok olan müminlerin, Cehenneme girip, günahlarına karşılık, bir müddet azap görmeleri caiz ise de, bunlar, Cehennemde sonsuz kalmayacaklardır. Kalbinde zerre kadar iman olan bir kimse, Cehennemde sonsuz kalmayacak, rahmet-i ilahiyeye kavuşarak Cennete girecektir. (c.3, m.17)
Kıyametin küçük ve büyük alametleri


Sual: 
Kıyametin kesin olarak ne zaman kopacağı belli değil midir?

CEVAP

Kıyametin ne zaman kopacağı bildirilmedi, (Onu ancak Allah bilir) buyuruldu. (Araf 187, Ahzab 63)

Kıyametin kopmasına yakın önce küçük alametler çıkacaktır. Sonra da büyük alametler çıkacaktır.
Kıyametin küçük alametleri ile ilgili hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır:

(İnsanlar camilerle ve camilerin süsüyle övünmedikçe kıyamet kopmaz.) [İbni Mace]
(Erkek erkekle, kadın kadınla yetinmedikçe, kıyamet kopmaz.) [Hatib]



(Fitneler artmadıkça, kıyamet kopmaz.) 
[Buhari]
(İnsanlarda cimrilik artar ve kıyamet kötülerden başkası üzerine kopmaz.) [İ.Neccar]



(Ahlaksızlık ve fuhuş açık olmadan komşular kötüleşmeden hainler emin, eminler hain sayılmadan, akrabalık arasında soğukluk olmadan kıyamet kopmaz.)
 [İ. Ahmed]




(Yemin ederim ki, cimrilik, fuhuş meydana çıkmadıkça, emine hıyanet edilip, haine güvenilmedikçe, iyiler helak olup kötüler kalmadıkça kıyamet kopmaz.) [Hakim]



(Yağmurların bereketi kaldıkça kıyamet kopmaz.) 
[Ebu Ya`la]
(Yer yüzünde Allah diyen Müslüman kaldıkça kıyamet kopmaz.) [Müslim]



(Zamanda yakınlık olmadıkça, bir yıl bir ay gibi, bir ay bir hafta gibi, bir hafta bir gün, bir gün bir saat gibi kısa gelmedikçe kıyamet kopmaz.) 
[Tirmizi]



(İlim kalkmadıkça, depremler, katliamlar çoğalmadıkça kıyamet kopmaz.) 
[Buhari]
(Mal çoğalıp artmadıkça kıyamet kopmaz. Öyle ki, zekat verilecek kimse bulunmaz. Birine zekat teklif edilince, ”Benim buna ihtiyacım yok” der.) [Buhari]
(İki büyük taife, davaları bir olduğu halde, çarpışmadıkça, kendilerine Allah`ın resulüyüm [peygamberim] diyen yalancılar çıkmadıkça kıyamet kopmaz.) [Buhari]



(Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça, taşlar bile”Ey Müslüman şu arkamda gizlenen Yahudi
`yi öldür” diye haber vermedikçe kıyamet kopmaz.) [Buhari]



(Yetmiş tane resulüm diyen yalancı çıkmadıkça kıyamet kopmaz.) 
[Taberani]
(Erkekler azalacak, kadınlar çoğalacak.) [Buhari]



(Bir erkek çocuk bir kadın gibi kıskanılmadıkça kıyamet kopmaz.) 
[Deylemi]



(Livata mubah sayılmadıkça, gökten taş yağmadıkça kıyamet kopmaz.) 
[Deylemi]



(Çocuklar öfkeli olmadıkça, büyüğe saygısızlık yapılmadıkça kıyamet kopmaz.) 
[Harâiti]



(Kıyamet kopmadan yüz yıl öncesinde yeryüzünde Allah
`a ibadet eden kalmaz.)[Hakim]



(
”Keşke şu kabirdeki ben olsaydım” denmedikçe kıyamet kopmaz.) [Müslim]
(Deprem, fitne, katillik artmadıkça, kıyamet kopmaz.) [Buhari]



(Kardeşler farklı dinden olmadıkça kıyamet kopmaz.) 
[Deylemi]
(Kötüler dünyaya hakim olmadıkça kıyamet kopmaz.) [Tirmizi]



(Kıyamet ancak kötü insanların başına kopar.) 
[Müslim, İbni Mace]



(Kur
`an-ı kerim kalkmadıkça kıyamet kopmaz.) [Ebu Nuaym]



Kıyamet yaklaştığı zaman şunların da olacağı bildirilmiştir:



(İnsanlar temizlikte fazla titiz olacak, vesvese edip dinde haddi aşacaklar.) 
[Ebu Davud]



(Çeşitli isimler altında şaraplar çıkacak, helal sayılacak.) 
[İ. Ahmed]



(Ortalık bozulacak, dine uymak avuçta ateş tutmak gibi zor olacak.) 
[Hakim]
(Köpek beslemek, evlat yetiştirmekten daha cazip olacak.) [Hakim]



(Kötü kadınlar, çoğalıp, fuhuş bir toplum içinde yayılırsa, halk, daha önce görülmemiş
[frengi, aids gibi] bulaşıcı hastalıklara maruz kalacak. Ölçüde, tartıda hile yapılacak ve geçim darlığı baş gösterecek.) [Beyheki]



(Çalgı her yere yayılacak, güvenlik güçleri çoğalacak.)
 [Beyheki]
(İşler, ehli olmayana verilecek.) [Buhari]



(Bu dinin başlangıcı gibi, sonu da garip olacak!) 
[Tirmizi]
(Kur’an [Radyo, TV gibi] çalgı aletlerinden okunacak.) [Tergib-üs-salât]
(Sadece tanıdıklara selam verilecek ve yazarlar çoğalacak.) [Hakim]



(Zengine malı için tazim edilecek, fuhuş yayılacak, piçler çoğalacak. Büyüğe hürmet, küçüğe de merhamet edilmeyecek. Kurtlar, kuzu postuna bürünecek.) 
[Hakim]



(Tehiyyet-ül-mescid namazı kılınmaz olur.) 
[Taberani]
(İlim kalkar, cehalet, anarşi ve ölüm çoğalır.) [İbni Mace]



(Ulema, halkın istediği yönde fetva verip, helale haram, harama helal derler; Kur’anı ticarete, menfaate alet ederler.) 
[Deylemi]



(İnsanlar, yalnız malın, paranın gelmesini düşünecekler, helalini, haramını düşünmeyecekler.) 
[R.Nasıhin]



(Bir camide binden fazla kişi namaz kılacak, fakat, içlerinde bir tane mümin bulunmayacak.) 
[Deylemi]



(İzinsiz ticaret yapılmaz.) 
[Müslim]
(Vahşi hayvanlar, insanlarla konuşmadıkça kıyamet kopmaz.) [Tirmizi]



(Kıyamet alametleri bir ipteki boncukların peş peşe kopması gibi birbirini takip eder.)
[İ.Ahmed, Taberani]
(Kıyamet Cuma günü kopacaktır.) [Buhari]
Hadis-i şerifle bildirilen kıyametin diğer alametlerinden bazıları da şöyledir:

1Emanete riayet kalkar.

2- Veled-i zina çoğalır.

3İçki çok içilir.

4Zekat verilmez.

5Hanıma uyup, anneye isyan edilir.

6Erkekler ipek giyer.

7Zararından korunmak için insanlara mudara edilir.

8Gençler fasık olur.

9Daha önce yaşamış âlimler cahillikle suçlanır.

10- Tefecilik, faiz aşikâre olur.

11Bilgin veya âlim denilenlerde, zerre kadar iman olmaz.

12İslam
a uymak ayıp sayılır.

13Herkese iyilik eden Müslüman ahmak sayılır.

14İslam
a uymak, ateşi elde tutmak gibi zor olur.

15Mescitlerde, toplantılarda fasıkların sesi yükselir.

16Cihad terk edilir.

17Bid’atler yayılır.

18Günaha teşvik artar.

19İyiliğe mani olunur.

20- Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker kalkar.

22Komşuluk kötüleşir.

23Camilerde Kur’an-ı kerim teganni ile okunur.

24Aşağı kimseler söz sahibi olur.

25Zararından korunmak için insanlara ikram olunur.

26Çalgı aletleri çoğalır. Her yerde çalgı çalınır.

27- Anarşi çoğalır.

28Adam öldürmek çoğalır.

29Dine uymak, güzel ahlaklı olmak ayıp sayılır.

30Cansızlar da konuşur.


Kıyametin Büyük Alametleri


Müslimİbni MaceEbu DavudNesai, Tirmizi, İ. Ahmed, Taberani, İbni Cerir ve İbni Hibban`daki hadis-i şerifte, şu on alametin çıkacağı bildirilmiştir:



1- Hazret-i Mehdi gelecek
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Kıyamet kopmadan önce, Allahü teâlâ, benim evladımdan birini yaratır ki, ismi benim ismim gibi, babasının ismi, benim babamın ismi gibi olur. Ondan önce dünya zulümle dolu iken, onun zamanında adaletle dolar.) [Tirmizi]



(Mehdi
`nin başı hizasında bir bulut olacak, buluttan bir melek”Bu Mehdidir, sözünü dinleyin”diyecektir.) [Ebu Nuaym]



2- Deccal gelecek
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Deccal çıkar, tanrı olduğunu söyler. Onun tanrılığına inanan kâfir olur.) [İ. E. Şeybe]



3- Hazret-i İsa gökten inecek:
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Allah`ın Resulü Meryem oğlu İsa`yı öldürdük dedikleri için Yahudileri lanetledik. Onlar İsa`yı öldürmediler, asmadılar da. Öldürülen, kendilerine İsa gibi gösterildi.) [Nisa 157]
Hazret-i İsa göğe kaldırılmıştır. (Nisa 158)



(Elbette o 
[Hazret-i İsa`nın Kıyamete yakın gökten inmesi], Kıyametin yaklaştığını gösteren bilgidir. Sakın bunda şüphe etmeyiniz!) [Zuhruf 61, Beydavi]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:

(İsa, âdil bir hakem olarak gökten inecek, haçı kıracak, [Hıristiyanlığı kaldıracak]domuzu öldürecek[domuz etini yasaklayacak] İslam`dan başka şeyi yasaklayacaktır.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Ebi Şeybe]



(İsa inince, her yerde sükun, emniyet meydana gelir. Öyle ki aslanla deve, kurtla kuzu serbestçe dolaşır, çocuklar yılanlarla oynar.) 
[Ebu Davud]



(On alamet çıkmadan kıyamet kopmaz. Biri İsa
`nın gökten inmesidir.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace, Nesai, İ.Ahmed, Taberani, İ.Hibban, İ. Cerir]



4- Dabbet-ül-arz çıkacak
Bu husustaki hadis-i şeriflerden birinin meali şöyledir:

(Dabbet-ül arz, Musa`nın asası ile mümine dokunur, alnına Cennetlik yazılır, yüzü nurlanır. Kâfire, Süleyman`ın mührü ile vururCehennemlik yazılır, yüzü simsiyah olur.) [Tirmizi]
Bu hayvandan Kur’an-ı kerimde de bahsedilmektedir. (Neml 82)



5- Yecüc ve Mecüc çıkacak
Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Yecüc ve Mecüc, set yıkılıp her tepeden akın ederler.) [Enbiya 96]
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Yecüc ve Mecüc, kıyametin ilk alametlerindendir.) [İbni Cerir]



6- Duman çıkacak
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Gökten bir duman çıkacağı günü gözetle!) [Duhan 10]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:

(Dumanın tesiri mümine nezle gibi gelir, kâfire ise çok şiddetlidir.) [Ebu Davud]



7- Güneş batıdan doğacak
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz. O zaman herkes iman eder, ama imanı fayda vermez.) [Buhari, Müslim]
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Rabbinin bazı âyetleri [alametleri] geldiği gün, önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış kimseye, o günkü imanı fayda vermez.) [Enam 158]
Âlimler, bu âyetteki alametlerden birinin de güneşin batıdan doğması olarak bildirmişlerdir. Yukarıdaki hadis-i şerif de zaten bunu açıkça bildiriyor.



8- Ateş çıkacak


Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Hicazdan çıkan ateş, Basra`daki develerin boyunlarını aydınlatır.) [Müslim]



9- Yer batması görülecek
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Doğu, Batı ve Ceziret-ül Arab`da yer batışı görülecek.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace]



10- Kâbe yıkılacak


Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Bir Habeşli Kâbe
`yi tahrip edecektir. Onu şu anda siyah elleri ile Kâbe`nin taşlarını bir bir söker halde görüyorum.) [Buhari, Müslim]
Yanlış teviller


SualKıyametin büyük alametlerinden olan güneşin batıdan doğmasını, İslamiyet`in batıdan yayılacağı, Dabbet-ül-arzın ise, Aids hastalığının virüsü olduğu şeklinde tevil caiz midir?

CEVAP

Kur`an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Rabbinin bazı âyetleri [alametleri] geldiği gün, önce iman etmemiş veya imanında hayır kazanmamış olana[o günkü] imanı fayda vermez.) [Enam 158]
Bir hadis-i şerifte, bazı alametlerden üçü şöyle açıklanmaktadır:

(Şu üç şey ortaya çıkınca, iman etmemiş veya imanından hayır kazanmamış olana, imanı fayda vermez: Güneşin batıdan doğması, Deccal ve Dabbet-ül-arz.) [Tirmizi]
Yine hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Şu alametler çıkmadan kıyamet kopmaz: Güneş batıdan doğar, üç yer batar, İsa iner, Duman, Dabbet-ül-arz, Deccal, Yecüc Mecüc ve Aden`den bir ateş çıkar.) [Müslim]
Konumuzla ilgili bir hadis-i şerifin meali şöyle:

(Güneş batıdan doğmadıkça, Kıyamet kopmaz. O zaman herkes iman ederse de fayda vermez.) [Buhari, Müslim]
Avrupa müslüman olunca, iman fayda vermez mi?

Güneşin batıdan doğması aklen de, ilmen de mümkündür. Tevile ihtiyaç yoktur. Allahü teâlâ, dünyayı şimdiki yörüngesinden çıkarır. Başka yörüngeye girer. Dönüşü değişince, güneş batıdan doğmuş olarak görülür.



Aids 
hastalığına da, Kur’an-ı kerimde bildirilen hayvan olduğunu söylemek yanlıştır.
Dabbet-ül-arzın, aynı zamanda konuşan bir hayvan olduğu âyet-i kerimede bildirilmektedir:

(O söz başlarına geldiği zaman[Kıyamet alametleri zuhur edince], onlara yerden bir hayvan çıkarırız, bu hayvan, onlara, insanların âyetlerimize kesin bir iman etmemiş olduklarını söyler.) [Neml 82, Tefsir-i Kurtubi]
Bu hayvanın konuşması aklen de caizdir. Çünkü Allahü teâlâ hayvana konuşma sıfatı vermeye kadirdir. (Sevab-ül kelam fi akaid-il İslam)

Dabbet-ül-arz hakkında birçok hadis-i şerif vardır(Feraid-ül fevaid), (Muhtasar-ı Tezkire-i Kurtubi), (Megaribüz zaman) ve (El kavlül muhtasar fi alamatil Mehdil muntazar) isimli kitaplardaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:



(Dabbet-ül arzın deve ayağı gibi dört ayağı ve kuş gibi kanatları vardır. Başı öküz başına, kulağı fil kulağına, kuyruğu ise, koç kuyruğuna benzer.)
(Dabbet-ül arz, asa-i Musa ile mümine dokunur, alnına ”Cennetlik” yazılır, yüzü nurlanır. Kâfire, mührü Süleymanı vurur, ”Cehennemlik” yazılır, yüzü simsiyah olur.)
(İnsanlar, bu hayvandan kaçarlar. Kimi ondan korkarak namaza durur. Hayvan bunun yanına gelir”Ey kişi şimdi mi namaz kılıyorsun” diyerek yüzünü damgalar. Böylece müminler kâfirlerden ayırt edilerek tanınır.)

Sual:
 Hadis-i şerifte bildirilen kıyametin büyük alametlerinden birisi de Güneşin Batı`dan doğmasıdır. O zaman tevbe kapısı da kapanıyor. Bugün bilim adamlarına göre Güneş
in batıdan doğabilmesi için dünyanın bir an için durması, sonra da ters yönde dönmeye başlaması gerekiyor ve bu da fiziken imkansız bir olay. Buna göre Güneşin Batı`dan doğması, Batı’da bulunan Avrupa`nın Müslüman olması demek değil midir?

CEVAP

Kesinlikle değildir. Allah için imkansız diye bir şey olur mu? Bunu yapacak olan Allahü teâlâdır. Allah yapamaz denir mi hiç? Allahü teâlâ, dünyayı şimdiki yörüngesinden çıkarıp başka yörüngeye sokamaz mı? Dönüşü değişince, Güneş batıdan doğmuş olarak görülür.
Peygamber efendimiz, o hadis-i şerifi Arabistanda söylemiştir. Arabistan`a göre, Batı, Avrupa değildir, Afrika`dır. Afrika Müslüman olacak dense, biraz daha az yanlış olur. Türkiye`ye göre Avrupa Batı`dadır. Asya`ya göre de Türkiye Batı`dadır. Her ülkenin batısında başka bir ülke vardır. Batı`nın Müslüman olması demek, bütün dünyanın Müslüman olması demektir. Çünkü batıda olmayan tek ülke yoktur. Çünkü dünya yuvarlaktır. Bu tevilin ne kadar mantıksız olduğu meydanda değil mi?
Hadis-i şerifte, (Güneş Batı`dan doğunca tevbe kapısı kapanır, iman edenin imanı fayda vermez) buyuruluyor. Şimdi, yukarıdaki saçma tevile göre, Afrika veya Avrupa, yahut bütün dünya Müslüman olunca, tevbe kapısı niye kapansın ki? Tevbe kapısı kapalı, iman edene imanı fayda vermiyor, bunlar nasıl müslüman olacak? Öyle ya ötekine tevil bulan buna da bir kulp takar. Peygamber efendimizin hadisleri bulmaca bilmece gibi değildir. Müteşabih olanlar hariç, hepsi anlatıldığı gibidir, (Ben elma dersem, sen muz anla) cinsinden değildir.
Kıyamet ne zaman kopacak?


Sual: Bazı gençler, âyetlerdeki sayıları toplayıp çıkarıyor ve bölüyorlar, kıyamet şu zaman kopacak diyorlar. Kıyametin ne zaman kopacağı belli midir?

CEVAP

Senelerdir böyle söyleyen zındıklar çıkmıştır. Hiç birinin aslı çıkmamıştır. Çıkması da mümkün olamaz. Çünkü Allahü teâlâ hiç kimseye bunu bildirmediğini söylüyor. Ben hesapla bilirim diyen Allahü teâlâyı yalanlamış olur. Birkaç âyet meali:

([Resulüm]Sana, kıyametin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. Onlara de ki: Onu ancak Rabbim bilir, onun vaktini, Ondan başka belirtecek yoktur. Göklerin ve yerin, ağırlığını kaldıramayacağı o saat, sizlere ansızın gelecektir. Sen sanki biliyormuşsun gibi sana ısrarla soruyorlar. Onlara de ki: Onu bilmek ancak Allah’a mahsustur` ama insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.) [Araf 187]



(İnsanlar senden kıyametin zamanını soruyorlar; Onlara de ki: “Onun bilgisi ancak Allah katındadır. Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır.) 
[Ahzab 63]



(Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi yalnız Allah
`a aittir. 
Onun bilgisi dışında hiçbir ürün kabuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Onlara: “Bana koştuğunuz ortaklar nerede?” diye seslendiği gün: “Sana, buna dair bizden hiçbir şahit olmadığını arz ederiz” derler.) [Fussilet 47]



(Senden kıyametin ne zaman gelip çatacağını sorarlar. 
[Allah bildirmedikçe] sen onu nereden bilirsin ki? Onu ancak Allah bilir.) [Naziat 42-44]
Görüldüğü gibi, kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allahü teâlâ biliyor. Tek Müslüman var olduğu müddetçe kıyamet kopmayacaktır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Yeryüzünde Allah diyen [Müslüman] var oldukça kıyamet kopmaz.) [Müslim, Tirmizi, İ.Ahmed]
Âhir zaman fitnesi


Sual: Âhir zaman fitnesi nedir?

CEVAP

Bid`atler, küfür, irtidat, anarşi, bölücülük, çeşitli karışıklıklar, âhir zaman fitnesidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Kıyamet yaklaştıkla, fitneler çoğalır. Gece başlarken karanlığın artması gibi olur. Sabah evinden mümin olarak çıkan çok kimse, akşam kâfir olarak döner. Akşam mümin iken, gece imanları gider. Böyle zamanlarda, eve kapanmak fitneye karışmaktan iyidir. Kenarda kalan, ileri atılandan iyidir. O gün oklarınızı kırın, silahlarınızı bırakın! Herkesi tatlı dil ile, güler yüzle karşılayın![Ebu Davud]
Ahir zamanSual: (Hicri bin yılından sonra ahir zamandır) deniyor. Ahir zaman Peygamber efendimizin gelmesiyle başlamadı mı?

CEVAP

Evet. Muhammed aleyhisselamdan sonra, başka peygamber gelmeyecek, kıyamete kadar Onun bildirdiği İslam dini geçerli olacaktır. (Bin yılından sonra ahir zamandır) demek, ahir zaman alametlerinin çoğalmaya başladığı zaman demektir. Bu alametler gittikçe çoğalacak, en son büyük alametler çıkacak, ondan sonra da artık kıyamet kopacaktır.




Herkes ameline göre haşrolur



Herkes ameline göre haşrolur

Sual:

Kıyamette insanlar haşrolurken herkes iyi kötü karışık mı olacak, yoksa iyiler ayrı mı olacak?

CEVAP

Kur’an-ı kerimde mealen(Hepiniz bölük bölük gelirsiniz) buyurulmaktadır. (Nebe 18)

Peygamber efendimize bu âyet-i kerimenin manası sorulmuş, O da uzun şekilde açıklamıştır. İnsanların yaptığı amellere göre çeşitli şekillerde haşrolunacağı bildirilmiştir. Hadis-i şerifin sonunda buyuruluyor ki: 



(Maymun suretinde olanlar koğuculuk edenlerdir. Hınzır şeklinde olanlar haram yiyenlerdir. Başı üstü sürünenler, riba
 yiyenlerdir. Körler, hüküm verirken haksızlık edenlerdir. Dilsiz ve sağır olanlar, amellerini beğenenlerdir. Dilleri göğüslerine sarkık olanlar, işleri sözlerine uymayan âlimlerdir. El ve ayakları kesik olanlar, komşularını incitenlerdir. Pis kokulu olarak gelenler, içki içen ve zina eden ve zekat vermeyenlerdir. Katrandan elbise giyenler, insanlara karşı büyüklenip kibirlenenlerdir. Allahü teâlâ hepsinden korusun!) [Tibyan]
Daha başka şekillerde de hesap yerine gidileceği bildirilmiştir. Burada bildirilenler, günah işleyip de tevbe etmeden ölenler içindir. Tevbe edenler veya sevabı günahından daha fazla olan kimseler o şekilde haşredilmezler.
Akıllı kimse, hiçbir günahı küçük görmemeli, hepsinden kaçmalıdır.

PEYGAMBER EFENDiMiZ`iN (S.A.V.) TAiF`E GiDiSi





Peygamber Efendimizi himaye eden amcasi Ebu Talib`de vefaat edince Kureys musrikleri iyice azitmislardi.
Bunun uzerine Resulullah (s.a.v.),nubuvvetin onuncu yilinda, Saban ayinin bitmesine uc gece kala, Zeyd bin Harise`yi (r.a.) alip, Mekke`ye yaya yuruyusuyle bir gunluk mesafedeki  Taif`e gitti. Orada bir ay kadar Sakifilileri islam`a ve iman`a davet etti. Sakif kabilesi esrafindan, yanina varip konusmadigi  bir kimse birakmadi. Yanlarinda bulunan, Kureys`den bir adam : ” Biz, onu daha iyi biliriz. Onun dedikleri seyin hak ve gercek oldugunu bilseydik, kendisine tabi  olurduk.” dedi. Taifliler : ” Yurdunun halki, kavmin seni istememis, kabul etmemisler, sen de kalkmis, bize gelmissin ! Vallahi biz, senin gelisine razi degiliz.Senden urkuyor, seni reddediyoruz ! ”. Dediler.
Taiflilerden hicbiri iman etmedi.Genclerinin Musluman olmalarindan da korkarak Peygamberimiz`e (s.a.v.) : ” Hemen yurdumuzdan cik, git!” dediler. Aralarindan birtakim akilsiz ,beyinsiz ve køleleri kiskirtarak turlu hakaret ettiler. Bir takiminida Peygamberimizin  gidecegi  yolun iki tarafina oturttular. Peygamberimiz (s.a.v.) onlarin aralarindan gecerken, attiklari taslarla yaraladilar, Peygamber Efendimiz dayanamayarak yere oturdukca, zorla  ayaga kaldirip yarali ayaklarina yeniden tas atarlar ve yurekler dayanmayan bu hale gulup eglenirlerdi. Bu esnada yarali basindan devamli kanlar akan Zeyd bin Harise (r.a.), Peygamberimize kendi vucudunu siper ederdi. Taifliler, Peygamber Efendimizi (s.a.v.), akrabalarindan Utbe ve Seybe bin Rabia`nin bostanina kadar taslayarak takip ettiler.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bunca cefa ve køtuluklerden sonra yine ummetine karsi sefkati elden birakmadilar. Yaralardan cok muzdarip bir halde iken daglara me`mur olan melek; ” istersen Mekke ve Taif sehirlerinin her iki taraflarindaki daglari birbirine kavusturup onlari helak edeyim,” dedi. Resulullah (s.a.v.); ” Hayir, onlarin bøyle helak olmalarini istemem. Belki onlarin neslinden Allahu Teala`ya iman eden bir kavim cikar,” buyurmuslardir.
Fazilet takvimi : 28.08.2008
HADIS – i SERiFLER
1-  Her yedi gunde bir gusletmesi ve o gun basini ve ( butun vucudunu ) yikamasi, her Musluman uzerinde Allahu Teala`nin bir hakkidir,”  (Hadis-i serif, Sahih-i  Muslim )


2-  ” Kim kabristana ugrar ve orada on bir ihlas-i serif okuyup sevabini ølulere hediye ederse kendisine øluler adedince sevap verilir.” ( Hadis-i Serif, Kenzu`l-Ummal )

Peygamber’imizin son anları…



Peygamberimizin Vefatı (8 Haziran 632/12 Rebiülevvel 11)
Peygamberimiz günlerce hasta yatıyordu. Son anlarında hastalık tekrar alevlendi. Rivayete göre bir Pazartesi sabahıydı. Resulullah konuşamıyor ve hatta ağzını dahi açamıyordu. Ailesinden bazıları ağzına ilaç konulmasını arzu ettiler. Fakat Resulluh bunu yapmamalarını işaret etti. Fakat yine de verdiler. Kendine gelince bunu öğrendiğinde kızmıştı.

Sonra tekrar kendinden geçti. Bu sırada Ebubekir’in oğlu elinde bir misvakla içeri girdi. Resulullah misvak’a bakınca Hz. Ayşe durumu anladı ve ağzını misvakla temizledi. Bu sırada Resullah’ın başı onun kolları ve dizleri üzerindeydi. Bu son anını Hz. Ayşe’den dinleyelim:

Son olarak Resullah alçak sesle arasıra: -La ilahe illallah ruh teslimi ne zor şeymiş diyordu!...” Artık ölüm hali onu sarartmıştı. Yanındaki tasta bulunan suya ellerini batırıp yüzüne sürüyordu. Hz. Fatma; onu bu halde görünce; “Vah babamın çektiği ızdıraba!..” diye feryada başladı. Resullah ise; “Babanda bu günden sonra sıkıntı kalmayacak. Ben öldüğümde –inna lillahi ve inna ileyhi raciun!-de!” Diye cevap verdi.

Ölüm anını Hz. Ayşe’den dinlemeye devam edelim: “Güçlükle işitilebilen son sözü şu oldu: “Ölümün de acıları varmış. La ilahe İllallah, Refiki ala. (Ulu Rabbimle beraber)” sanki iki şık arasıdan bir seçim yapıyormuş gibi. Son sözleri bunlar oldu. O halde ruhunu verdi.” Hz. Ayşe devamla; Gençtim. Hiçbir şey anlamıyordum. Şaşkınlığım arasıda, Resullah kollarımda son nefesini verdi de benim haberim olmadı! Odadaki diğer hanımlar ağlamaya başlayınca, olayın ne olduğunu anladım. Resullah’ın başını yastığa koydum. Ayağa kalktım ve ben de diğerleri gibi yüzüme vuruyordum.

Peygamberimiz dünyalık namına hiçbir şey bırakmadı. Onun ne kölesi, ne de sürüleri vardı. Sadece beyaz bir katırı, silahları ve bir miktar da arazisi vardı. Arazilerinin gelirini ailesi için harcanmasını ve kalanın Devlet hazinesine devredilmesini emretti. Kılıcını damadı Hz. Ali’ye bıraktı. Hz. Ayşe’deki 7 dirhemlik bir parayı da “Mülkiyeti altındaki bu parayla Allah’ın huzuruna çıkmaktan utanacağını” söyleyerek fakirlere dağıtılmasını emretti. Kendisine ait bir zırh, şehirde bir Yahudi tüccarından 40 kilo arpa karşılığı rehindeydi. Bu zırh daha sonraki dönemlerde geri alınmıştır.


Resullah’ın Defni


Resullah’ın vefat haberi halk arasında hızla yayıldı. Hz. Ebubekir hemen yanına koştu. Resullah’ın üzerinde çizgili bir bez örtülmüştü. Üstünden örtüyü çekip yüzünü açtı. Eğilip onu öpüp ağladı. Hz. Ömer ise kılıcını çekmiş, onun ölmediğini ve Peygamberin öldüğünü söyleyeni öldüreceğini belirtiyordu. Hz. Ömer’i ancak Hz. Ebubekir sakinleştirebildi.

Peygamberimiz yıkandığında iki kürek kemiği arasındaki nübüvvet mührünün kaybolduğu görüldü. Böylece onun ölümüyle nübüvvet son bulmuş, mühür geri alınmıştı. Resulullah elbiseleriyle yıkandı. Peygamberimizi Hz. Ali yıkadı. Peygamberimiz, daha önceden bu konuda kendisine vasiyette bulunmuştu. Yıkandıktan sonra elbiseleri çıkartılarak üç parça bezle kefenlendi. Bir cenaze alayı tertiplenmedi. Cenaze namazı imamsız kılınmıştır. Herkes kendi başına veya grup olarak imamsız bir şekilde kılmıştır. Hz. Ali’nin dediği gibi “Resulullah sizin diri iken de, ölü iken de imamınızdır.” Sözüyle hareket edilmiştir. Öldüğü yerde halkın ziyaretine açıldı. Bütün Medine halkı onu son kez görmek için koştular. Peygamberimiz, öldüğü yer olan Hz. Ayşe’nin evinde yattığı döşeğin altında kazılan mezara gömüldü. Çünkü bir hadisinde “Peygamberler öldüğü yerde gömülürler.” Demiştir.

Peygamberimizin yıkanması ve gömülmesi yeni halifenin seçilmesinden sonra oldu. Müslümanların ileri gelenleri oluşabilecek boşluğun dağılma ve kargaşaya neden olacağını düşünerek Peygamberin gömülmesini iki gün erteleyerek Halife seçimi sorununu hallettiler.

SECDE AYETLERİ VE TİLAVET SECDESİ

Kuran-ı Kerim ayetlerinde 14 tane secde ayeti vardır. Bunlardan birini okuyan veya işiten her mükellefe secde vacib olur. Bu secdeye tilavet secdesi denir.

YAPILIŞI: “Niyet ettim ALLAH rızası için tilavet secdesi yapmaya” diye niyet edilerek eller kaldırılmaksızın “Allâhü Ekber” denilerek secdeye gidilir. Secdede üç kere “Sübhâne rabbiyel âlâ” denilir. Daha sonra “Allâhü Ekber” denilerek secdeden kalkılır. Kalktıktan sonra “Semi’nâ ve eta’nâ gufrâneke Rabbena ve ileykel masir” denir.

Kur’an-i Kerim’deki secde Ayet-i Kerimelerini okuyan ve dinleyen mü’minler, üzerlerine vacib olan secde hususunda titizlik göstermelidirler Çünkü bu amel; şeytani ve tağuti güçleri hüsrana uğratan bir olaydır

Sûre No Ayet No:1 - 7 Araf 206

2  – 13 Rad 15

3  – 16 Nahl 49

4 – 17 İsra 107

5 – 19 Meryem 58

6 –  22 Hacc 8

7 –  25 Furkan 60

8 –  27 Neml 25

9  – 32 Secde 15

10 –  38 Sad 24

11 –  41 Fussilet 37

12 –  53 Necm 62

13 –  84 İnşikak 21

14  – 96 Alak 19

NAMAZ

(Namâzlarınızı ihlâs üzerine kılınız! Çünkü yanınızda bulunan melekler, sizin amel, namâz ve tâatinizi alıp göklere giderler,göklere giderken, muhtelif melekler, bu ibâdetleri görürler:

1. kat gökteki melekler, yalancıların ibâdetini geçirmezler.

2. kattaki melekler, namâz kılarken dünya işi ile kalbi meşgûl olan kimsenin namâzını geçirmezler.

3. kattaki melekler, namâzını beğenenlerin namâzını geçirmezler.

4. kattaki melekler, kibredenlerin, yâni kendini beğenenlerin namâzını geçirmezler.

5. kattaki melekler, hasûdlük edenlerin namâzını geçirmezler.

6. kattaki melekler, kalbinde şefkat ve merhameti olmıyanın namâzını geçirmezler.

7. kattaki melekler ise, hırs ve tama’ı olanların namâzını geçirmeyip geri döndürürler.) [İslâm Ahlâkı s.420]

(Yâ Ebâ Hüreyre! Kuşluk namâzını terk etme! Cennetin bir kapısı vardır ki, onaDuhâ kapısıderler. Bu kapıdan yalnız kuşluk namâzı kılanlar girer.) [İslâm Ahlâkı s.422]

Her kim kuşluk namâzını iki veya dört rekât kılarsa, zâkirler zümresine yazılır. Altı veya sekiz rekât kılsa, sıddîklar zümresine yazılır. Kaza namâzı kılan, hem borcundan kurtulur, hem de bu sevaplara kavuşur.

(Namâz mü’minlerin mîracıdır.) [Mektûbât-ı Rabbânî c.1 m.261; Müjdeci Mektûblar s.390]

İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh” buyuruyor ki, (Bilmelidir ki, namâz, islâmın beş şartından, dînin beş esasından ikincisidir. Bütün ibâdetleri kendisinde toplamıştır. İslâmın beşte bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı, yalnız başına, müslümanlık demek olmuştur. İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işlerin birincisi olmuştur. Âlemlerin efendisi ve Peygamberlerin en üstünü olana mîraç gecesi, Cennette nasip olan rü’yet şerefi, dünyaya indikten sonra, dünyanın hâline uygun olarak kendisine yalnız namâzda müyesser olmuştur.)

(İnsanın Allahü teâlâya en yakın olması namâzdadır.) [Mektûbât-ı Rabbânî c.1 m.261; Müjdeci Mektûblar s.390]

İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh” buyuruyor ki, (Onun yolunda, tâm izinde giden büyüklere, o rü’yet devletinden, bu dünyada büyük pay, namâzda olmaktadır. Evet, bu dünyada Allahü teâlâyı görmek mümkün değildir. Dünya buna elverişli değildir. Fakat, Ona tâbi olan büyüklere, namâz kılarken rü’yetten birşeyler nasip olmaktadır. Namâz kılmağı emr buyurmasaydı, maksadın, gayenin güzel yüzünden perdeyi kim kaldırırdı? Âşıklar, mâşuku nasıl bulurdu? Namâz, üzüntülü ruhlara lezzet vericidir. Namâz, hastaların, rahat vericisidir. Ruhun gıdâsı namâzdır. Kalbin şifâsı namâzdır.)

(Namâz, kalbimin neşesi, gözümün bebeğidir.) [Mektûbât-ı Rabbânî c.1 m.261; Müjdeci Mektûblar s.390]

İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh” buyuruyor ki, (Zevkler, vecdler, bilgiler, marifetler ve makamlar, nûrlar ve renkler, kalbdeki telvînler ve temkînler, anlaşılan ve anlaşılamıyan tecellîler, sıfatlı ve sıfatsız zuhûrlardan hangisi, namâz dışında hâsıl olursa ve namâzın hakîkatinden birşey anlaşılamazsa, bu hâsıl olanlar, hep zılden, aksden ve sûretten meydana gelmiştir. Belki de, vehm ve hayâlden başka birşey değildir. Namâzın hakîkatini anlamış olan bir kâmil, namâza durunca, sanki, bu dünyadan çıkıp âhıret hayatına girer ve âhırete mahsûs olan nîmetlerden birşeylere kavuşur. Araya aks, hayâl karışmaksızın, asldan haz ve pay alır. Çünki, dünyadaki bütün kemâlât, nîmetler zılden, sûret ve görünüşten hâsıl olmaktadır. Zıl, görünüş arada olmadan, doğruca asldan hâsıl olmak, âhırete mahsûsdur. Dünyada asldan alabilmek için, mîraç lâzımdır. Bu mîraç, müminin namâzıdır. Bu nîmet, yalnız bu ümmete mahsûsdur. Peygamberlerine tâbi olmak sâyesinde, buna kavuşurlar. Çünki, bunların Peygamberi “sallallahü aleyhi ve sellem” mîraç gecesi [Receb-i şerifin yirmiyedinci kandil gecesi] dünyadan çıkıp âhırete gitti. Cennete girdi ve rü’yet devleti ile şereflendi. Yâ Rabbî! Sen o büyük Peygambere bizim tarafımızdan, Onun büyüklüğüne yakışan iyilikleri ihsân eyle! Bütün Peygamberlere de hayrlar, iyilikler ver ki, onlar insanları, seni tanımaya ve rızana kavuşmaya çağırmış ve beğendiğin yolu göstermişlerdir.)

(Beş vakt namâza devâm eden, sırât köprüsünden şimşek çakar gibi geçecek ve sâbık denilen Evliyâ ile haşr olacakdır.) [Mektûbât-ı Ma’sûmiyye c.2 m.11; Kıymetsiz Yazılar s.404]

(Amellerin en hayrlısı namâzdır. Abdeste devâm edenler, ancak mü’minlerdir. Mü’min gündüz abdestli olmalı, gece de abdestli yatmalıdır. Böyle yapınca, Allahü teâlânın korumasında olur. Abdestli iken yiyip, içenin karnındaki yemek ve su zikreder. Karnında kaldıkları müddetçe, onun için istigfâr ederler.) [Namâz Kitabı s. 47]

Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretlerine mi’râc müyesser oldu. O gecenin sabâhında, mi’râc kıssasını anlatıp, buyurdu ki, (Bu gece, Mekkeden Beyt-i Mukaddese gitdim. Orada, Enbiyânın rûhlarına imâm olup, iki rek’at namâz kıldım. Oradan Arşın üzerine yükseldim. Allahü teâlâ ile konuşdum. Allahü teâlâ, ümmetime, bir gün bir gecede elli vakt namâz farz etdi. Geri döndüm. Âsûmânda, hazret-i Mûsâ “aleyhissalâtü vesselâm” ile karşılaşdım. Beni geri gönderdi ki, elli vakt namâza ümmetin tâkat getiremez. Allahü teâlâya teveccüh etdim. On vakt namâz bağışladı. Geri Mûsâ aleyhisselâmın yanına geldim. Henüz çokdur, diye beni geri döndürdü. Tekrâr Allahü teâlâya teveccüh etdim. On vakt dahâ bağışladı. Velhâsıl, beş nöbetde, kırkbeş vakt namâz bağışladı. Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm yine dön, dedikde, dedim ki, Rabbimden hayâ ederim. Ben bu beş vaktden râzıyım, dedim. Allahü teâlâdan nidâ geldi ki, bu beş vakt, elli vakte bedeldir. Sonra, Beyt-ül-mukaddese gelip, gece içinde, Mekkeye geri döndüm.) [Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn s.8]

Bu gidip-gelmek, gâyet kısa zamânda oldu. Rivâyet edilir ki, geldikde, mubârek yatakları henüz sıcak idi. Kâfirler bu kıssayı işitince, inkâr edip, akla uygun değildir, dediler. İnkâr eden o grub, şimdi bununla Ebû Bekri susdurmak iyi olur, diyerek, yanına geldiler. Dediler; yâ Ebâ Bekr! Efendinin, nasıl bir konuyu da’vâ edindiğini işitdin mi? Efendin der ki, bu gece arşa gitdim, geldim. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” o durumda, duraklama ve tereddüd etmeksizin, tasdîk ve kabûl edip, böyle söyledi ise, gerçek söyler. Ondan yalan sâdır olmaz, buyurdular. Ondan dolayı Hazret-i Ebû Bekre, (Sıddîk) denildi.

(Yâ Alî, insanlar fedâil ile meşgûl oldukları zamân, sen farzları tamâmlamağa çalış!) [Miftâh-un-necât; Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye s.18]

(Hak teâlâ rahmetini imâma indirir, imâmın arka, sağ ve sol tarafına da indirir.) [İslâm Ahlâkı s.404] İmâmın arkasına, sağ veya soluna durmaya gayret etmelidir.

(Câmide dünya kelâmı söyleyen kimsenin ağzından fena bir koku çıkar. Melekler derler ki, yâ Rabbî, bu kulun câmide dünya kelâmı söylemesinden dolayı, ağzından çıkan koku bizleri rahatsız ediyor. Hak teâlâ hazretleri buyurur ki, “İzzetim, celâlim hakkı için, onlara yakında büyük bir belâ veririm.”) [İslâm Ahlâkı s.420]

(Bir ümmetim câmi temizlese, benimle berâber dörtyüz gazâ, dörtyüz kere hac etmiş gibi, benimle dörtyüz rekât nemâz kılmış gibi, dörtyüz kere oruc tutmuş gibi ve dörtyüz kul âzâd etmiş gibi, Hak teâlâ hazretleri o kula sevap ihsân eder.) [İslâm Ahlâkı s.421]

(MüezzinMuhammeden resûlullahdeyince, bir kimse, iki baş parmağını öper, sonra gözlerine sürer ve Eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resûlüh, Radıytü billâhi rabben ve bil-islâmi dînen ve bi-Muhammedin sallallahü aleyhi ve selleme nebiyyenderse, şefaatim ona helâl olur.) [Deylemî; Kıyâmet ve Âhıret s.264]

Mahşer Meydanı ve Hesap



Mahşer Meydanı ve Hesap
Mahşer Meydanı ve Hesap

Mahşer Meydanı ve Hesap

يَوۡمَٮِٕذٍ۬ تُعۡرَضُونَ لَا تَخۡفَىٰ مِنكُمۡ خَافِيَةٌ۬=“ O gün huzura arz olunursunuz. Size ait hiçbir şey gizli kalmayacak.

فَأَمَّا مَنۡ أُوتِىَ كِتَـٰبَهُ ۥ بِيَمِينِهِۦ فَيَقُولُ هَآؤُمُ ٱقۡرَءُواْ كِتَـٰبِيَهۡ=Artık kitabı sağ eline verilmiş olana gelince der ki; “-Alın okuyun kitabımı! Çünkü ben hakikaten hesabıma kavuşacağımı biliyorum

فَهُوَ فِى عِيشَةٍ۬ رَّاضِيَةٍ۬ =İşte o hoşnut bir hayat içindedir.)

فِى جَنَّةٍ عَالِيَةٍ۬ = yüksek bir cennette)

(قُطُوفُهَا دَانِيَةٌ۬ -=meyveleri de yakındır)

(كُلُواْ وَٱشۡرَبُواْ هَنِيٓـَٔۢا بِمَآ أَسۡلَفۡتُمۡ فِى ٱلۡأَيَّامِ ٱلۡخَالِيَة = {dünyada} Geçmiş günlerde takdim ettiğiniz {iyi amellerin} karşılığı olarak afiyetle yiyin, için. )

َ فَأَمَّا مَنۡ أُوتِىَ كِتَـٰبَهُ ۥ بِيَمِينِهِۦ فَيَقُولُ هَآؤُمُ ٱقۡرَءُواْ كِتَـٰبِيَهۡ Amma kitabı sol eline verilmiş olan kimseye gelince, oda der ki; “ – Ah keşke benim kitabım verilmeseydi!)

وَلَمۡ أَدۡرِ مَا حِسَابِيَهۡ = Hesabımın da ne olduğunu bilmeseydim” (Hakka suresi 18-26)

-   İnsanlar mahşer meydanında, onun dehşet ve azamet terleri içinde kıvranıp dururken gök tarafından büyük yapılı, korkunç suretli şiddet saçan melekler gelir. Nitekim Rasülullah Efendimiz; “-Allah-ü Teala’ nın öyle acayip melekleri vardır ki göz kapaklarının arası 100 yıllık mesafedir.” buyurmuştur. İşte bu melekler halka dönerek, teker teker bütün insanları çağıracak “ Ey falan oğlu filan hesaba gel” diyecekler.

İşte bu anda kalpler çarpmaya, vücutlar terlemeye başlayacak, akıllar yerinden oynayacak. Hesaba çekilmektense cehenneme gitmeyi  tercih edecekler. Suale başlamadan önce  arşın nuru gözükecek ve yeryüzü bu nur ile parlayacak.  O zaman herkes Allah-ü Teala’nın hesap görmeye başlayacağını anlayacak ve yine herkes Allah-ü Teala’nın yalnız kendisini  hesaba çekeceğini zan edecektir.

Azamet sahibi  Hz Allah o anda Cebrail’e cehennemi getir buyuracak, o da cehennemi getirecek. Gerekli emri alan cehennem  kükreyerek, insanlar üzerine kıvılcımlar saçmaya başlayacak. Herkes onun uğultusunu duyacak ve herkes feryadu figan ederek vay halimize diyecekler…

بِسۡمِ ٱللهِ ٱلرَّحۡمَـٰنِ ٱلرَّحِيمِ

وَعُرِضُواْ عَلَىٰ رَبِّكَ صَفًّ۬ا لَّقَدۡ جِئۡتُمُونَا كَمَا خَلَقۡنَـٰكُمۡ أَوَّلَ مَرَّةِۭ‌ۚ بَلۡ زَعَمۡتُمۡ أَلَّن نَّجۡعَلَ لَكُم مَّوۡعِدً۬ا (٤٨)

Meali: “ Ve hepsi saf saf olarak Rablerine arz edilmişlerdir. İşte buyurur; “-Celalim hakkı için ilk defa yarattığımız gibi bize geldiniz.Size hiç  bir mevıde yapmayacağız, hesap sormayacağız zan etmiştiniz. Sure-i Kehf = 48

Beş saf olarak geleceklerdir, bir saf Peygamberlerdenbir saf   evliyaullahtan ,bir saf mü’minlerden bir safta münafıklardan oluşacaktır.

Bu yazıyı gönderen degerli  ŞERİFE ŞEVVAL KARDELEN hocamizdan Allah razı olsun,Sizlerinde dualarını bekleriz.

Mi’rac Gecesi



Receb-i şerîfin 27′nci gecesi „Mi’rac gecesi“dir. Yatsı namazından sonra 12 rek’at „Hacet namazı“ kılınır. Beher rek’atte Fâtiha-i şerîfeden sonra 10 İhlâs-ı şerîf okunur.

Namaza niyet: „Yâ Rabbî, rızâ-i şerîfin için niyet eyledim namaza. Bu gece yedi kat gökleri ve bütün esrârını göstererek muhabbetin ile müşerref kıldığın sevgili habîbin Resûl-i Zîşan Efendimiz hürmetine ben âciz kulunu afv-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne ve rızâ-i ilâhîne mazhar eyle, Allâhü Ekber.“

Namazdan sonra:

4 Fâtiha-i şerîfe,

100 defa:

سُبْحَانَ اللهِ وَالْحَمْدُ ِللهِ وَلاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ وَاللهُ اَكْبَرُ وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ الْعَلِىِّ الْعَظِيمِ

„Sübhânallâhi vel-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azıym“

100 İstiğfâr-ı şerîf,

100 Salevât- şerîfe

okunup duâ yapılır.

Bu namazda, İhlâs-ı şerîfeler 100′er adet okunursa veya bu namaz 100 rek’at olarak kılınırsa; bunu yerine getiren mü’min huzûr-i ilâhîye namaz borçlusu olarak çıkmaz.

Mi’rac gecesinden sonraki gün, mutlaka oruçlu olmalıdır. O gün öğle ile ikindi arasında 4 rek’at namaz kılınır. Her rek’atte Fâtiha-i şerîfeden sonra

5 Âyetü’l-Kürsî,

5 „Kul yâ eyyühel-kâfirûn…“,

5 İhlâs-ı şerîf,

5 „Kul eûzu birabbil-felak…“,

5 „Kul eûzu birabbin-nâs…“

okunur

<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<>>>>>>>>>>>>>>>>>

Soru:

Peygamber Efendimiz Allah Teâlâ’yı miracda gördü mü, gördü ise bu nasıl bir görmedir, Peygamber efendimiz ile Allah Teâla arasında bir perde olduğu bu perde aradan kalkınca Peygamberimizin Allah Teâlayı gördüğü ve dayanamayıp bayıldığı, Allah Teâla ile konuştuğu, hatta Allah Teâla’nn Peygamber Efendimize Hazreti Ebubekir’in sesi ile hitab ettiği, Peygamber efendimize namazın farz olanı elli rekat olarak bildirildikten sonra Hazreti Musa (aleyhisselâm) ile olan konuşması ve namazın beş vakte indirilmesi hususunda Peygamberimizin Hazreti Musa (aleyhisselâm) ile Allah Teâla arasında gidip gelmeler sonunda namazın beş vakte indirildiği anlatılmakta. Biz Mirac bahsinde Allah Teâla’yı nasıl tenzih etmemiz lazım ve bu anlatılanları nasıl anlamalı ve nasıl iman etmeliyiz?

Cevap:

Rahmet Peygamberi’nin (s.a.) miracı eşsiz bir mucizedir; mucize olduğu için de insanların bilgi araçları ile bilmeleri, tecrübe etmeleri mümkün olmayan tarafları vardır. Miracın ruh ve beden beraberliği içinde mi yoksa yalnızca ruh ile mi, rüyada mı uyanık iken mi, bir kere mi birden fazla mı olduğu, miracda Resûlullah’ın Rabbini görüp görmediği gibi konular eskiden tartışıldığı gibi bugün de zaman zaman tartışma konusu olmaktadır. Bu sebeple yukarıdaki soruya, üç arkadaşımla beraber hazırladığımız ve yakında Diyanet İşleri tarafından basılacak olan Kur’an Yolu isimli tefsirimizden de geniş alıntılar yaparak uzunca bir cevap vermek istiyorum.

Hz. Peygamber’in Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya götürülmesi şeklinde gerçekleşen olağanüstü olay İslâm kaynaklarında, âyet metnindeki ilgili fiilin mastarı olan ve “geceleyin yürüme, gece yolculuğu” anlamına gelen isrâ kelimesiyle anılır. Bu yolculuğun, hadislerde anlatılan göklere yükseltilme safhasının da dahil olduğu tamamı ise “yükselme, yukarı tırmanma” anlamındaki “urûc” kökünden türetilmiş olan ve “yükselme vasıtası, âleti” manasına gelen mi’râc kelimesiyle ifade edilmektedir. İsrâ suresinin ilk âyetinin meali şöyledir:

“Bir gece, kendisine bazı âyetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten işitendir, görendir.”

Hz. Muhammed’in peygamber oluşuyla başlayan, putperestlerin müslümanlar üzerindeki baskıları, Peygamber ailesiyle az sayıdaki müslümanlara karşı muhtemelen risâletin altıncı yılında başlayıp üç yıl süren ve büyük acılar getiren ekonomik ve sosyal boykota dönüştü. Bu boykotun ardından Resûlullah, kısa aralıklarla sevgili eşi Hz. Hatice ile amcası ve hamisi Ebû Talib’i kaybetti. Resûlullah’ın bu kayıplardan duyduğu büyük üzüntü sebebiyle bu yıla “hüzün yılı” denildi. İşte bu acılı olayların ardından Yüce Allah, bir bakıma sevgili Resûlünü, sabır ve tahammülü dolayısıyla hem teselli etmek hem de ödüllendirmek istedi ve bunun için genellikle mirac diye anılan büyük mucizevî olayı gerçekleştirdi.

Yukarıda mealini verdiğimiz, İsrâ sûresinin 1. âyeti ile Necm sûresinin ilk âyetleri mirac olayına işaret etmektedir; aynı konuda hadis mecmualarında da 45 kadar sahâbî vasıtasıyla bizzat Hz. Peygamber’den bilgiler nakledilmiştir. Ancak özellikle bu hadislerdeki ayrıntılı malumat değişik yorumlara yol açacak nitelikte olduğu için miracın tarihi ve nasıl cereyan ettiği hakkında farklı bilgiler verilmiştir. Yaygın kabule göre mirac, peygamberliğin 12. veya 13. yılında (Muhammed Hamîdullah’a göre hicretin 9. yılında; bk. İslâm Peygamberi, İstanbul 1972, I, 92) vuku bulmuştur. Konuyla ilgili çok sayıda hadis bulunmakta olup özellikle Buhârî’nin el-Câmiu’s-sahîh’inde (“Salât”, 8; “Bed’ü’l-halk”, 6; “Mi’râc”, 42; “Tevhid”, 37) yer alan hadislere göre bir gece Hz. Peygamber Kâbe’nin avlusunda (diğer bazı rivayetlerde amcasının kızı Ümmühânî’nin evinde) “uyku ile uyanıklık arasında bir durumdayken” Cebrâil yanına geldi, göğsünü açarak kalbini zemzemle yıkadı, sonra Burak denilen bir binek üzerinde onu göklere yükseltti (Başka bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber önce Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya götürüldü). Semanın birinci katında Hz. Âdem, ikinci katında Hz. İsa ve Hz. Yahya, üçüncü katında Hz. Yusuf, dördüncü katında Hz. İdris, beşinci katında Hz. Harun, altıncı katında Hz. Musa, yedinci katında ise Hz. İbrahim ile görüştü. Kur’an’da “sidretü’l-müntehâ” (hudut ağacı) denilen ve bir görüşe göre (bk. Şevkânî, V, 124) yaratılmışlarca bilinebilirlerin son sınırını işaretlediği kabul edilen hudut noktasının ötesine Cebrâil’in geçme imkanı olmadığı için Hz. Peygamber, Refref denilen bir araçla tek başına yükselmesini sürdürdü. Bu sırada kendisine evrenin sırları, varlığın kaderiyle hükümlerin tesbiti için görevli meleklerin çalışmaları gösterildi. Nihayet bir yoruma göre (bk. Şevkânî, V, 123) bir beşerin beşer olma özelliğini koruyarak Allah’a yaklaşabileceği son noktaya kadar O’na yaklaştı (Ancak -aşağıda açıklanacak- ağırlıklı yoruma göre buradaki birbirine yaklaşma Cebrail ile Hz. Peygamber arasında olmuştur; geniş bilgi için bk. Necm 53/8-9).

Kulun Rabbine selâm ve ihtiramını arzettiği, Allah’ın da Peygamber’ine selâmla hitap ettiği ve inananlara esenliklerin dile getirildiği “et-Tahiyyât” duasındaki diyalogun mirac olayı sırasında gerçekleştiği kabul edilir. Mekandan münezzeh olan Allah Teâlâ ile Kur’an’ın “âlemlere rahmet” olarak gönderildiğini bildirdiği Hz. Muhammed arasında insan idrakinin kavramaktan âciz olduğu bir şekilde gerçekleşen bu buluşma sırasında Resûlullah’a, içlerinden günahkâr olanlar -eğer affedilmezlerse- bir süre cehennemde cezalandırıldıktan sonra bütün ümmetinin cennete kabul buyurulacağı müjdelendi; ayrıca kendisine bir hediye olarak Bakara sûresinin “Âmene’r-resûlü…” diye başlayan son iki âyeti verildi; İslâm’ın en temel ibadetlerinden beş vakit namaz emredildi. Bazı rivayetlere göre miracdan dönüş sırasında kendisine cennet ve cehennem ile buralarda bulunacak insanların durumları gösterildi. Nihayet semâdan Kudüs’e indirildi, kendisini burada önceki peygamberler karşıladılar ve onu kendilerine imam yaparak arkasında topluca namaz kıldılar. En sonunda Hz. Peygamber Mekke’den ayrıldığı noktaya getirildi. Yine Buhârî’deki rivayetlerin birinin sonunda (“Tevhid”, 37; Taberî, XV, 5) “Peygamber uyandı ki Mescid’i Haram’dadır” denilmektedir.

Söz konusu hadislerin baş kısmında miracın Hz. Peygamber “uyku ile uyanıklık arasında” bir durumdayken başladığı, uyandığında kendisini Mescid-i Haram’da bulduğu şeklindeki ifadeler dolayısıyla bu olayın bedenle gerçekleşen bir yolculuk mu olduğu, yoksa bunun bir tür rüyada vuku bulan ruhanî bir durum mu olduğu hususunda erken dönemden itibaren tartışmalar yapılmıştır (meselâ bk. Taberî, XV, 5; İbn Kesîr, V, 40-41). Biri uykuda diğeri uyanıkken olmak üzere iki miracdan bahsedildiği de olmuştur. Müfessirlerin çoğunluğu miracı Hz. Peygamber’in hem bedeni hem de ruhuyla uyanıkken yaşadığı bir olay olarak düşünmüşlerse de onun uykudayken veya uyanık olarak fakat sadece ruhen yaşanmış bir hadise olması da değerini ve önemini azaltmaz. Çünkü genel bir ilke olarak vahiy yollarından birinin de rüya olduğu kabul edilir. Nitekim bu sûrenin 60. âyetinde mirac olayı kastedilerek “sana gösterdiğimiz rüya…” şeklinde bir ifade yer almaktadır. Buradaki rüya kelimesinin uyanıkken görme anlamına gelebileceği gibi bundan uykuda görülen rüyanın kastedilmiş olabileceği de belirtilmektedir (meselâ bk. Taberî, XV, 110; İbn Âşûr, XV, 146). Ayrıca Hz. İbrahim de oğlu İsmail’i kurban etme emrini rüyasında almıştı (Sâffât 37/102). Ancak, mirac Hz. Peygamber’in tamamen mucizevî bir tecrübesi olduğundan onu illâ da aklın kalıpları içinde açıklamanın gerekli olmadığı muhakkaktır. Taberî’ye göre Allah, kulunun ruhunu değil, mutlak bir ifadeyle kulunu geceleyin götürdüğünü ifade buyurduğuna göre “Peygamber sadece ruhuyla miraca çıkmıştır” diyerek âyetin anlamını sınırlamaya hakkımız yoktur (XV, 26).

“1-2- İndiği sırada yıldıza andolsun ki bu arkadaşınız ne sapıtmış ne de eğri yola gitmiştir. 3- Kişisel arzularına göre de konuşmamaktadır. 4- O, kendisine indirilmiş vahiyden başka bir şey değildir. 5-7- Onu, çok güçlü, üstün niteliklerle donatılmış biri öğretti. O, ufkun en yüce noktasındayken asıl şekliyle göründü. 8- Sonra yaklaştıkça yaklaştı. 9- O kadar ki iki yay kadar hatta daha yakın oldu. 10- (Allah) kuluna ne vahyettiyse vahyetti. 11- Gözün gördüğünü kalp yalanlamadı. 12- Şimdi siz şüpheye düşüp gördükleri hakkında onunla tartışmaya mı kalkışıyorsunuz! 13-14- Andolsun ki onu bir başka iniş esnasında da Sidre-i Müntehâ’nın yanında gördü. 15- Ki onun yanında huzur içinde kalınacak cennet vardır. 16- O an Sidre’yi bürüyen bürümüştü. 17- Göz ne kaydı ne de hedefinden şaştı. 18- Hiç kuşkusuz o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü görmüştü” (Necm: 1-18).

18. âyetteki “Hiç kuşkusuz o,… görmüştü” anlamındaki cümlede öznenin Hz. Peygamber olduğu açıktır; fakat onun neyi gördüğünü şu mânalardan biriyle açıklamak mümkündür: a) Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü, b) Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını, c) Rabbinin en büyük âyetlerini gördü. Bunlardan ilk mânayı tercih eden müfessirlerden bazıları bunu Cebrâil’i görmesi şeklinde açıklamışlar, bazıları da Hz. Peygamber’in Rabbini görmüş olması ihtimali üzerinde durarak bu konuyu geniş biçimde tartışmışlardır. İbn Abbas’tan meşhur olarak nakledilen rivayette Peygamber’in Rabbini gözüyle gördüğü belirtilirken, kendisine bu konuda soru sorulan Hz. Âişe bu ihtimali reddetmiştir. İbn Mes’ud ve Ebû Hüreyre’den meşhur olarak nakledilen rivayet de bu yöndedir. İslâm âlimleri de bu rivayetleri Allah’ın zâtı, sıfatları ve görülmesine ilişkin âyet ve hadislerle birlikte değerlendirerek iki eğilimi de savunan açıklamalar yapmışlardır. Bazı âlimler de Peygamber’in Allah’ı gözüyle değil kalbiyle gördüğü, Allah’ın zâtının değil sıfatının tecelli ettiği gibi telifçi yorumlar ortaya koymuşlardır. Bu noktada unutulmaması gereken bir husus da, anlatılan oluş ve tecellilerin cennet gibi farklı bir âlemde, farklı varlık boyutunda, farklı şartlar içinde gerçekleştiğidir; cennette ise her müminin Rabbini göreceği bilinmektedir.

Büyük Tefsir alimi Elmalılı’nın, Necm suresinin tefsirinde miracla ilgili yorumları verirken ara ara kaydettiği ve önemli bulduğumuz kendi tercihiyle ilgili düşüncelerini şöyle toparlamak mümkündür: Resûlullah, Cebrâil’i Kur’an’ın her inen parçası esnasında, hangi sûrete girmişse öyle görüyordu. Gerçek sûretinde ise bir defa Miraç’tan önce gördü, o vakit Cebrâil Resûlullah’a inmişti. Bir kere de Miraç’tan inerken gördü, bunda Resûlullah Cebrâil’e doğru iniyordu ve Cebrâil Sidre-i Müntehâ’nın yanında onu karşılıyordu. Hz. Peygamber namaz konusunda birkaç defa inip çıkmış olduğundan 13. âyetteki “nezleten uhrâ” tamlamasını “son bir iniş” şeklinde düşünmek daha mânidar olur. Dolayısıyla ufukta istivâ etmeyi (doğrulmayı) Hz. Peygamber’in kendisine yapılan talim (öğretme) üzerine nübüvvet ilminde yükselip istikametini alması (en yüksek ufukta istivâ etmesi) şeklinde anlamak uygun olur. Cebrâil’in talimi üzerine Resûlullah en yüksek ufukta istivâ ile kalmamış, ondan sonra Allah Teâlâ’ya doğru yaklaşmıştır. Bu durumda 8. âyetteki yaklaşmanın Resûlullah hakkında olduğu, cezbe (çekme) mânası içeren “tedellâ” fiiliyle de onun cezbedilmesinin yani aşağıdan yukarı doğru çekilip çıkarılmasının kastedildiğini, dolayısıyla burada Mirac’a işaret bulunduğunu söyleyebiliriz. 9 ve 10. âyetlerden de şu mâna çıkmaktadır: Mirac’ta Allah’ın has kulu olan arkadaşınız Hz. Muhammed o istivâdan sonra Rabbine öyle yaklaştı ki, her vâsıta ortadan kalktı yani Mirac’da Cebrâil dahi vâsıta olmaksızın Allah Teâlâ kuluna her ne vahyetti ise vahyetti. 18. âyetten, Resûlullah’ın, Cenab-ı Allah’ın rububiyetini gösteren, mutlak egemenliği altındakilere ait hayretler uyandırıcı ve söz kalıpları içine sığmayacak nice delilleri veya en büyük delili gördüğü anlaşılmaktadır; şu halde bunun mahiyetini açıklamaya kalkmak bizim haddimiz değildir. Âyette “Rabbini gördü” denmeyip “Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü” buyurulduğuna göre bu ifadenin zâhirinden O’nun zâtını gördüğü anlamı çıkmaz. Bu konuyu açıklarken Râzî’nin kullandığı bir ifade bize başka bir mânayı düşündürdü: Rü’yet (görme) en büyük âyet olunca burada “kübrâ”yı (“en büyük”ü) rü’yet ile tefsir edebiliriz. Bunu da iki yönlü düşünmek mümkündür: a) Rabbinin âyetlerinden yani mucizelerinden en büyüğü olan rü’yet mucizesini gördü; âhirette ümmetinin göreceği gibi beni gördü demek olabilir. b) En büyük âyet olan rü’yetin hakikatini gördü demek olabilir. Çünkü En’âm 6/103 âyetinde geçtiği üzere “basar”ın (görmenin) künhünü ve dolayısıyla rü’yetin hakikatini Allah bilir. O halde rü’yetin hakikatini görmek, -bir kudsî hadiste yer alan “… artık onun kulağı, gözü ve kalbi ben olurum” ifadesiyle Enfâl 8/17 âyetinin mazmunu üzere- Allah Teâlâ’nın Resûlullah’ta tecelli eden en büyük yakınlık âyet ve delillerinden olmuş olur. Bu yoruma göre âyet-i kübrâ (en büyük delil) hakikat-i Muhammediyye demektir. Biz de [Elmalılı], sözün akışı makam-ı Muhammedî’nin açıklanmasıyla ilgili olduğundan, en büyük âyetin hakikat-i Muhammediyye olduğu kanaatini taşıdığımızı belirtmek istiyoruz. Çünkü maksat hangisi olursa olsun, âyetlerin en büyüğü veya âyetlerden en büyüğünün onda tecelli etmiş bulunduğunda şüphe yoktur (VII, 4570, 4574, 4576, 4577, 4579-4580, 4582-4583,4586, 4588-4589).

Mirac olayını en sağlam kaynaklara dayanarak anlatan Hamîdullah Hoca’nın dediği (geniş açıklamasını kitabından okumak gerekir) şudur: “Benim acizane görüşüme göre miracın açıklanıp anlatılması, Allah’ın kullandığı aynı şekil tavsif ve anlatımlarla yapılması gerekir. Kur’an ve hadislerle verilen açıklamalara inanmak ve bunlarda, ahiret aleminin ele alındığı ve insan hayal gücünün hissedebileceği ve fakat ifade edemeyeceği konulardan bahsedildiği daima hatırlarda tutulmalıdır. Mühim olan bir insanın Allah’a doğru yücelişi, yükselişidir… bunun nasıllığı ve nerede cereyan ettiği değildir. Bu mucize tamamen ruhî-manevî alanda cereyan etmiş bir olaydır ve bu olayın da tasavvufî mânada olmak üzere açıklanıp ortaya konması icab eder, asla coğrafi ve turistik bir seyahat olarak değil.” (s.133, par. 249). “Miracı maddeten ve fiilen bir yerden diğer bir yere gidiş, bir yolculuk olarak düşünmede ısrar eden evvelki ilim adamlarına hürmetimiz bakidir…” (s. 143, par.259).

Büyük mutasavvıf İmâm-ı Rabbânî miracı şöyle anlatıyor: “O’nun (s.a.) mirac gecesinde Rabbini görmesi, dünyada değil, âhirette vaki olmuştur. Çünkü O (s.a.), mirac gecesi mekan-zaman dairelerinin dışına çıkınca ve imkân âleminin darlığından kurtulunca ezel ve ebedi bir an olarak buldu, başlangıç ve sonu bir nokta olarak gördü…” (C. I, 283. mektup).

Süleyman Çelebi’nin eşsiz eseri Mevlid’inde okuyup dinlediğimiz mirac olayı, buraya kadar anlattıklarımızın, taklit edilemez güzellikte yapılmış bir özeti gibidir:

Bir fezâ oldu o demde rû-nümâ

Ne mekan var anda ne arz ü semâ (öyle bir âlem ki, orada yer, gök ve mekan yok)

Kim ne hâlîdir ne mâlî ol mahal (O yer ne dolu, ne de boş)

Akl u fikr emez o hali fehm ü hall… (Akıl bu hali anlayamaz ve çözemez)

Şeş cihetten ol münezzeh Zü’l-celal

Bî-kem ü keyf ana gösterdi cemal

(Altı yönden münezzeh celal sıfatlı Allah ona, nicelik ve nitelikten öte bir lutufla cemalini gösterdi).



Âşikâre gördü Rabbü’l-izzeti

Âhirette öyle görür ümmeti

Bî-hurûf ü lafz u savt ol Padişâh

Mustafâ’ya söyledi bî-iştibâh

(Harf ve ses olmaksızın Allah, Mustafâ’ya, şüphesiz olarak konuştu, söz söyledi).

Âhirette (cennette) Muhammed ümmeti de Allah’ı görecek, Allah miracda Peygamberi ile, bizim bilmediğimiz, madde ve maddi araçların arada olmadığı bir mahiyyete konuştu, işte bunun gibi yine bizim bildiğimiz ve anladığımız “görme”ye benzemeyen ve mahiyeti ondan farklı olan bir görme ile, dünyadan başka bir âlemde Rabbini de gördü. Allah ona bu kabiliyeti lütfettiği için bayılma filan da olmadı.

Mi’rac Hz. Peygamber’e büyük bir ihsan, eşsiz bir armağandır; ümmetinin de bundan büyük bir nasibi vardır. Mi’rac gecesi Hz. Peygamber’i, başta mirac olmak üzere genellikle mucizeleri, o gece armağan edilen namaz ibadetinin önemini, İsra sûresini ve orada geçen dini, ahlaki hükümleri anmak, anlatmak, temsil etmek elbette yararlıdır ve yapılmalıdır. Ancak gerek bunları ve gerekse başka meşru şeyleri yapmak “miraç gecesine mahsus” bir sünnet, Hz. Peygamber’in örnek olarak yaptığı bir ibadet değildir; böyle anlaşılırsa dine ekleme (bid’at) yapılmış olur.



<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>



MİRAC GECESİ



Miraç mucizesi Hicret’ten bir buçuk sene kadar evvel, Receb-i şerif’in 27. gecesinde Mekke-i mükerreme’de vukua gelmiştir.



Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Harem-i şerif’te Kâbe’nin Hatîm kısmında yatarken Cebrâil Aleyhisselâm geldi ve göğsünü yardı. Kalbini zemzem suyu ile yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurdu.



Bu arada “Burak” adında, katırdan küçükçe, uzun ve beyaz renkli bir binek getirildi. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- üzerine bindi, Cebrâil Aleyhisselâm’ın refâkatinde yola çıktılar. Burak her adımını gözünün erişebileceği yerin ilerisine atıyordu. İlk anda Kudüs-ü şerif’e vardılar. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Mescid-i Aksâ’da (Beyt-i Makdis’te) bütün Peygamberân-ı izam hazerâtının ervâhına imam olup namaz kıldırdı.



Bu hâdise Kur’an-ı kerim’de şöyle anlatılmaktadır:



“Kulu Muhammed’i gecenin bir anında Mescid-i Haram’dan alıp, civarını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Ona âyetlerimizden nicelerini gösterelim diye böyle yaptık. O, işiten ve görendir.” (İsrâ: 1)



Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise bu mübarek yolculuğu bizzat kendileri naklediyorlar. Devamla buyuruyorlar ki:



“Daha sonra gök yüzüne bir “Miraç” uzatıldı. Ben Miraç’tan daha güzel bir şey görmüş değilim. Ölüleriniz ölümleri sırasında gözlerini ona diker. Cibril ile ona binerek yükseldik. Dünya semasının kapısına geldiğimizde Cibril kapıyı çaldı. “Kim o?” denildi. “Cibril’im” dedi. “Yanındaki kimdir?” denildi. “Muhammed’dir.” deyince “Göğe çıkmak için izin verildi mi?” diye soruldu. Cibril “Evet verildi.” dedi. O zaman bekçi melek kapıyı açarak “Merhaba, hoş geldin!… Bu gelen yolcu ne güzel yolcu.” dedi. Birinci semâya girdiğimde vazifeli bir melek gördüm. Maiyetinde yetmiş bin melek ve her birinin emrinde yüz bin melek vardı. Bunlar semâyı muhafaza ediyorlardı. Derken heybetli bir kimse gördüm. Sağında ve solunda karartılar vardı. Sağına bakıp gülüyor, soluna bakıp ağlıyordu. Selâm verdim, selâmımı aldı. “Hoş geldin sâlih evlat sâlih peygamber!” dedi. Cebrail’e; “Bu kimdir?” diye sordum. “Baban Âdem’dir!” dedi, “O karaltılar da zürriyetinin ruhlarıdır. Sağındakiler cennetlik, solundakiler ise cehennemliktir. Sağına bakınca güler, soluna bakınca ağlar.”



Sonra bir kavim gördüm. Dudakları deve dudağı gibi idi. Melekler onların dudaklarını kesiyorlar, ağızlarına ateşten taşlar koyuyorlardı. Ağızlarından giren taşlar aşağılarından çıkıyordu. Cebrâil’e “Bunlar kimlerdir?” diye sordum. “Yetim malını zulmen yiyenlerdir.” dedi.



Diğer bir kavmin derilerinden sırımlar dilinip, ağızlarına veriliyordu. Bunların da koğuculuk edenler, dedikodu yapanlar, insanlar arasında söz getirip-götürerek birbirine düşman edenler olduğunu söyledi. Bir kavim de vardı ki, önlerine güzel bir sofra kurulmuş, üzerine en güzel yemekler ve kebaplar konmuş. Onlar o güzel kebapları bırakıp etrafındaki cifeleri yiyorlardı. “Bunlar kimlerdir?” dedim, “Nikâhlı eşlerini bırakıp da harama giden zinakârlardır.” dedi.



Baktım ki Firavun ve arkadaşlarının yolu üzerinde karınları evler kadar şişmiş insanlar var. Firavun ve arkadaşları sabah-akşam bunları çiğneyerek geçiyorlar. “Bunlar kimlerdir yâ Cebrâil?” dedim, fâiz yiyenler olduğunu söyledi.



Yine orada bir takım kadınlar gördüm. Kimisi göğüslerinden, kimisi ayaklarından başaşağı asılmıştı. Cebrâil bunların da, zina eden ve çocuklarını öldüren kadınlar olduğunu haber verdi.



Daha sonra; ikinci kat semada Yahya ve İsâ Aleyhisselâm’la, üçüncü kat semada Yusuf Aleyhisselâm’la, dördüncü kat semada İdris Aleyhisselâm’la görüştüler. Beşinci kat semada Hârun Aleyhisselâm’la karşılaştılar. Altıncı kat semada Musâ Aleyhisselâm’la, yedinci kat semada İbrahim Aleyhisselâm’la karşılaşıp görüştüler.



Bundan sonra Cebrâil Aleyhisselâm yedinci kat semâdan Hazret-i Allah’ın biricik Habibi’ni alıp öyle yükseklere çıkardı ki, Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz mukadderâtı yazan kalemlerin cızırtılarını duyuyordu. Daha sonra karşılarına Sidre-i Müntehâ sahası açıldı. Müntehâ denilmesine sebep ise, oradan öteye ne peygamber ne de melek, hiç kimseye yol verilmemiştir.



Sidre-i Müntehâ’dan cennete götürüldü, inciden yapılmış köşkleri temâşa etti. O gece cehennemi, Kürsîyi, Arş-ı Rahmân’ı da gördü. Buradan öteye Kaabe kavseyn makamına yolculuk Refref ile oldu. Cenâb-ı Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz oradan ayrılacağı sırada Cebrâil Aleyhisselâm’ın, kendisi ile beraber gelmesini rica etmişti. O da: “Burası Sidre-i Müntehâ’dır, şâyet ben buradan bir parmak ucu kadar ileri geçersem yanarım!” buyurdu ve orada durakladı.



Çünkü o onun nurundan halkolunmuştu. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Allah-u Teâlâ’nın nurundan yaratılmıştı. Nur Nur’a kavuştuğu için yanmadı.



Allah öyle bir Allah’tır ki, bütün şekillerden münezzeh ve müstağnidir. O’nu baş gözü ile Miraç gecesinde yalnız ve yalnız Habib-i Ekrem’i gördü. Habibini kendi nûrundan halkettiği için, o nûr Nûr’u görmeye takat getirebildi.



Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:



“Kuluna iki yay kadar, yahut daha da yakın oldu. O anda kuluna vahyedeceğini vahyetti. Gözünün gördüğünü kalbi yalanlamadı.” (Necm: 9-10-11)



Allah-u Teâlâ bütün kâinattaki güzelliklerinin hepsini ona gösterdi. Bu nimetlerine karşı Rabb’ine şükrünü arttırdı. Azamet-i ilâhî’ye karşı hayran kaldı. “Güzel yaratıcı ne güzel şeyler yaratmış!” deyip onlara yaratıcının nazarı ile bakıyordu. Böylece Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hâlik-i Azîmüşan’ın emir ve nehiylerini vasıtasız olarak aldı. Nice nice sırlara, ilâhî tecellî ve iltifatlara mazhar oldu.



Namazın elli vakit olarak farzedilmesi üzerine, ümmetinin buna takat getiremeyeceğini düşünerek Cenâb-ı Hakk’tan azaltılmasını istirham etti. Beş vakte ininceye kadar naz ve niyazda bulundu. Müminin miracı mesâbesinde olan beş vakit namaz o gece farz kılındı. O mübârek gece ayrıca, ümmetinden Hazret-i Allah’a hiçbir şeyi şerik koşmayanların affedilecekleri müjdelendi. Sûre-i Bakara’nın son iki Âyet-i kerîme’si de Miraç hediyelerindendir.



Kendisinden evvel hiçbir peygamberin nâil olamadığı şerefe nâil olan Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz yine aynı vasıtalarla, aynı gece içinde Mekke-i mükerreme’ye avdet buyurdu. Kendisini, yolculuğa başladığı ilk yer olan Kâbe-i muazzama’nın Hatim kısmında buldu. Sabah olunca, bu mucizeyi mümin-kâfir herkese haber verdi. Bir çok müminin imanları daha da kuvvetlendiği gibi, bazıları da dinden döndüler.

Nefis ve Nefsin Kısımları

YARATILIŞ GÂYEMİZ VE NEFSİMİZ

Hani bir fıkra vardır, anlatırlar; babası oğluna bir bağ bağışlamış, ama oğlu ona bir salkım üzümü çok görüp vermemiş… İşte nankör insanın hâli de fıkradaki bu oğula benzer. Oysa insanın yaratılış gâyesi, Yaratanına kullak etmektir. Kulluk ise şükrü gerektirir, nankörlüğü değil.

Hâlıkımız, bize bir ömür ve bu ömür içinde sayısız nîmetler bahşetmiştir. Yirmidört saatlik bir günümüzü nerelerde kulandığımıza baktığımız zaman, ne kadarını Allah için ayırdığımızı gözden uzak tutmamalıyız.

Üzerinde yaşadığımız, bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün mülk Allâh’ındır. Onun nîmetleriyle yaşıyoruz. Ama her şeyin kendi arzumuza uygun olmasını istiyoruz… Uymadığı zaman isyan ediyoruz.

Nedense nefsimizin kırılmasına, gücenmesine aslâ tahammül edemiyoruz. Halbuki Nemrud’a ilahlık iddiasında bulundurup İbrahim aleyhisselâmı ateşe attıran şey, işte bu nefistir.

Kendi saltanatına zarar veren hiçbir varlığı tanımak istemeyen nefis de, bu nefs-i emmâredir. İşte insan, bu nefsi ıslah ve tezkiye etmekle mükelleftir.

Her türlü nimet, nefsin arzularına karşı gelmek ve Allah’a kulluk etmek için verilmiştir. Nefsin gâyesi ise cehenneme bilet kesmektir.

Yüce Rabbimiz buyuruyor ki:

Şimdi bana haber ver: Hevâ (ve hevesi)ni ilâh edinmiş; kendini, bir ilim üzerine, Allah şaşırtmış; kulağını, kalbini mühürlemiş; gözüne de perde çekmiş bir adama Allah’tan başka kim hidâyet edebilir (doğru yola getirebilir)? Hâlâ iyi düşünmeyecek misiniz?”(1)

Evet, hâlâ kendimize gelmeyecek miyiz? Bu şaşkınlık, dizginlerin nefsin elinde olması durumu daha ne kadar devam edecek?

Bir harpten dönerken ashâb-ı kirâma şöyle buyurmuştur İki Cihan Güneşi Efendimiz (s.a.v.):

En küçük harpten en büyük harbe döndük.”(2)

Ashâb-ı Güzîn, çetin bir harpten dönerken bunun ne demek olduğunu sordukları zaman aldıkları cevap:

Nefisle mücâhede ve mücâdele etmek, en büyük cihaddırmeâlinde olmuştur.

Demek ki en büyük düşman, nefistir ve en büyük mücâdele de nefs-i emmâre ile yapılan cihaddır. Onunla mücâdele son nefese kadar devam edecektir.

O bakımdan, kalblerimizdeki mühürleri silip göz ve kulaklarımızdaki perdeleri yırtmasını, kaldırmasını Yüce Mevlâmız’dan dileyelim. Böylece enginlere açılabilelim, her türlü ibâdet ve tâate, kulluk vazîfelerimize ve hizmet alanlarına kanatlanabilelim. Şaşkınlıktan kurtulup isyankâr nefsimizin tehlikeli uçurumlarında perişan olmayalım. Onun için de geliniz Rabbimize Resûlüllah Efendimizi’in ve vârislerinin niyâzı ile yalvaralım:

Allah’ım, bizi, göz açıp yumucaya kadar, hatta ondan daha az bir zaman bile nefsimizin eline bırakma!” (Âmin)

***

NEFİS VE HEVÂ

İnsanoğlunun hem üstün meziyetleri, hem garip zaafları vardır. Bu cümleden olarak bâtın âlemimizi ifade eden mefhumlardan birisi de nefistir.

Kelime olarak, bir şeyin zâtı ve kendisi demek olan nefis, tasavvuf ıstılâhında değişik keyfiyetleri ifade için kullanılmıştır.

Meselâ Kur’ân-ı Kerim’de İsrâiloğulları’na hitâben, “Hemen Hâlik’ınıza (Yaradanınız’a) tevbe edip, nefislerinizi öldürünüz(3) buyurulmuştur.

Buradaki
Faktülû enfüseküm (nefislerinizi öldürünüz)” emri, intihar ediniz mânâsına değildir. Bununla, hiçbir meşru‘ hudut tanımayan ve daima hayvanî şehvetlere meyyâl olan nefs-i emmâre ile mücâdele emredilmiştir.

Hevâ meselesine gelince…

Kelime olarak arzu ve istek mânâlarına olan hevâ, tasavvuf lisânında nefsin, süflî cihete yönelip ulvî cihetten yüz çevirmesi… Hakk’ı inkâr veya ihmâl edip, nefs-i emmârenin şehvetlerine tâbi olmasıdır.

Şöyle de diyebiliriz:

Hevâ, kişinin dînî ölçülere bakmaksızın nefsinin hoşuna giden şeylere yönelmesidir.

Hevâya tâbi olmak; insanın İslâm’dan uzaklaşmasına, ahlâken bozulmasına, amellerinde, tavır ve hareketlerinde zulüm ve azgınlığına sebep olur.

O bakımdan mü’minlerin, gerek nefs-i emmâre ile gerekse hevâlarını ilah edinenlerle mücâdeleleri kıyâmete kadar devam edecektir.

Bu mücâdelenin, bir takım zorlukları, sıkıntı ve meşakkatleri beraberinde getirmesi de muhakkaktır. Nitekim Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz buyurmuşlardır ki:

İnsanların en çok sıkıntıya uğrayanları peygamberler, sonra sâlih amel sahibi olan kimselerdir. Kişi dinine göre belâlarla imtihan edilir. Eğer dini(ne bağlılığı kuvvetli ve) sağlamsa, belâsı daha da artırılır. Şayet dininde (imânında) zayıflık varsa, ona göre belâsı da azalır.”(4)

Binâenaleyh bu uğurda muhtelif belâ ve musîbetlere mâruz kalan Müslümanların, sabır ve sebat üzere olup vazifelerini, mes‘ûliyet ve mükellefiyetlerini hiçbir şart ve ahvâlde ihmâl etmemeleri gerekir. Gerçek sabır ve sebat ise, “Musîbetlerin ve zorlukların ortaya çıktığı hallerde kendini tutmak ve İslâm ahkâmına tâbi olmakta sebât etmek” yani hududu tecâvüz etmemektir.

Cenâb-ı Mevlâ-yi Müteâl ve’l-Kemâl hazretleri cümlemizi, sabreden, sabrında sebat gösterebilen, râbıta ve zikir ehli mü’minlerden eylesin. Âmîn…



***


NEFSİN MERTEBELERİ


Nefsin mertebeleri, yani basamak ve dereceleri yedidir:

1) Nefs-i Emmâre:

Nefs, kulun kötü ahlâk ve çirkin vasıfları, kötü his ve huyların mahalli olan lâtîfe, yani cism-i lâtîftir. Üzeri, yoğun ve kalın perdelerle örtülüdür. Bu mertebedeki nefs, kişinin en büyük düşmanıdır. Ona durmadan kötülüğü emreder. Zararlarından korunmak için, onu ezmek-kırmak ve zararsız hâle getirmek gerekir. Bunun da iki yolu vardır:

Ya riyâzatlar yapılarak, çile çıkarılarak güçten kuvvetten düşürülüp zayıf hâle getirilir…

Veya melekî rûh râbıtayla takviye edilerek o hayvanî rûha üstünlük sağlanır.

Birinci yol zor ve meşakkatli olduğu kadar, tehlikelerle de doludur.

İkinci yol ise daha emin, daha kolay ve çok daha kestirme bir yoldur.

Nefs-i emmâre kâfirdir, her şeyi inkâr eder. Asla kendinden üstün bir şey kabul etmez. Bu nefis, hakîkati bulamayanların nefsidir.

Tasavvuf kitaplarında, Ve hiye nefsü’l-kâfirîn ve’l-fâsikîn diye anlatılır. Yani bu nefis, kâfirlerin ve fâsıkların nefsidir.

Kısacası, inkârcıların ve İlâhî emirlerin dışına çıkan, büyük günah işleyen veya küçük günahları sürekli biçimde yapan kimselerin nefisleri emmâre mertebesindedir.

Yûsuf aleyhisselâm bir peygamber olduğu halde nefsiyle alâkalı olarak diyor ki: Ben nefsimi tebriye etmem (temize çıkarmam). Muhakkak ki nefis, Rabbimin rahm’ettikleri (rahmetiyle korudukları) hâriç, elbette mubâlağa ile kötülüğü emredicidir!”(5)

Evet, o bir peygamber iken böyle söylüyorsa, ya bizim gibi sıradan insanların nefisleriyle olan durumu ne olabilir! Çok çok iyi düşünmek ve ona göre değerlendirip tedbirini almak gerekir.

***

2) Nefs-i Levvâme:

Ve hiye nefsü’s-sâlihîn mine’l-mü’minîn.” Yani bu nefis, sâlih mü’minlerin nefsidir.

Kabahatini anlayıp da pişman olanların ve daha iyisini yapamadığından dolayı kendini kınayanların nefsidir. Üzeri, hafif ve ince perdelerle kaplıdır.

Bu nefis, süflî arzulara karşı gelir ve kötülük yaptığı zaman sahibini kınar, onu hesaba çeker.

Nefs-i levvâme, emmârenin bir üst derecesidir. Rabb’imiz bunu, “… nefs-i levvâmeye yemîn ederim”(6) buyurarak, ehemmiyetine binâen yeminle bildirmiştir.

***

3) Nefs-i Mülheme:

Cenâb-ı Hakk’ın, takvâ ile fücûru kendisine ilhâm ettiği, isyan ile ibâdet arasındaki farkı idrâk ettirdiği nefistir. Üzeri, nûr ve zulmet karışımı perdelerle kaplıdır.

Tarîk-ı rûhânîde olanların nefsi, nefs-i mülheme’dir.

(Bazı kitaplarda “mülhime” olarak zikredilir ki yanlıştır; doğrusu, yukarıda geçtiği gibi “mülheme”dir. Yani ilhâm eden nefis değil, ilhâm alan, kendisine ilhâm olunan nefistir.)

Allah Teâlâ’nın ilhâmına kavuşan bu nefisle alâkalı olarak Kur’ân-ı Kerim’de, Nefse ve onu tesviye buyurup, fücûrunu ve takvâsını kendisine ilhâm edene yemîn olsun”(7) buyurulmaktadır.

***

4) Nefs-i mutmainne:

Râbıta” ve “zikrullah” ile mutmain olan (sükûn ve istikrâra kavuşan) kimselerin nefsidir. Üzerinde nûrlu perdelerin ağırlıkta olduğu bir makamdır.

Füyûzât-ı İlâhiyenin nüzûlü ile meydana gelen sükûn ve istikrâr makamı ki, buna ehlüllâhın hepsi dâhildir.

Cenâb-ı Hak bu nefse Kur’ân-ı Kerim’de, Ey mutmainne olan nefis!..”(8) kelâmıyla hitap etmektedir.

***

5) Nefs-i Râzıye:



Burası, Nefs-i Mutmainne’nin en a‘lâ mertebesidir. Hazret-i Mevlâ’nın lûtuf ve ikrâmından meydana gelen rızâ makâmıdır.

Cenâb-ı Mevlâ-yi zû’l-Celâl ve’l-Kemâl hazretleri, Kur’ân-ı Kerim’de bu nefse,
Rabbine dön, râzı olarak...”(9) kelâmiyle hitap etmektedir.

***

6) Nefs-i Merzıyye:

Bu, Hazret-i Allâh’a bağlıdır. Ve rıdvânün minallâh (Allah’tan büyük bir rızâ)”(10) makâmı ki, kulun nâil olabileceği en yüksek rütbedir. Radıyallâhü anhüm ve raduu anh (Allah onlardan râzı, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır)(11) mertebesidir.

***

7) Nefs-i Sâfiye: Diğer bir tâbirle, Nefs-i Zekiye.

Nefs-i Sâfiye mertebesine, enbiyâ ve mürselînin dışında hiçbir kimse çıkamaz… O, peygamberlere mahsus bir makamdır.(12

Erkeklerin İpek Giyinmesi

İpek giyme meselesinde asıl olan Rasûlullah’tan (sas) rivayet edilen şu hadistir: Bir gün, Rasûlullah (sas) sağ elinde altın, sol elinde ipek olduğu halde çıktı ve buyurdu ki: “Bu ikisi ümmetin erkeklerine haram, kadınlarına ise helâl kıhnmıştır.”320 Harb halinin haricinde ipek giyinmek (tahrimen) mekruhtur. Ebû Hanife’ye göre harb halinde de haramdır. İmameyne göre ise, şayet sert ve sık olur da silâhı defedecek durumda olursa, harb halinde onu giyinmekte bir beis yoktur. Şayet çözgüsü veya dokuntusun`dan birisi ipek olmazsa, harb halinin haricinde de giyinmede bir beis yoktur. Bu hususla ilgili tafsilâtlı bilgi kitablarda vardır.

Bir erkeğin kendi evinde üzerinde ipekten sergi bulunan altın veya gümüşten sedir veya koltuk edinmesinde bir beis yoktur. Bunun üzerinde oturmaz veya uyumaz. Böylece evini güzelleştirmiş olur. Bunun cevazi, sahabe ve tabiîn gibi selef-i salihînden bize nakledilmiştir. Rivayet edildiğine göre, Hz. Hasan (ra) veya Hz. Hüseyin (ra) de rivayetler farklı olmakla birlikte, onlardan birisi Şah Bânû isminde bir kadınla evlenmişti evini ipekten yapılmış örtüler, altın ve gümüşten yapılmış kaplar ile süslüyordu. Rasûlullah’ın (sas) en son kalan sahabelerinden bazıları, onun evine girdiler ve dediler: “Ey Allah Rasûlünün torunu, evindeki bu eşyalar nedir?” Dedi ki: “Bu eşyaları evlendiğim kadın getirdi. Ben de onu menetmeyi güzel görmedim.” Muhammed b. Haniften rivayet edildiğine göre, o evini böyle şeylerle süslüyordu. Bundan dolayı bazı sahabeler onu ayıpladılar. Onlara şöyle cevab verdi: “Böylece evime gelenler için evimi güzelleştiriyorum. Onları kullanmıyorum ki. Bunu hiç kimsenin kalbinin benimle meşgul olmaması ve bana kötü bir gözle bakmaması için yapıyorum.

Bir kimsenin bu niyetle yapmasında bir beis olmadığını böylece öğrenmiş olduk. Bunun daha azı ile yetinmek ise, daha faziletlidir. Bu mesele, şu âyetin manası içerisine giriyor: “De ki: Allah’ın kulları için yarattığı ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir?…321 Yukarıda “üzerinde oturulmaz ve uyunmaz” denildi. Bu İmam Muhammed’in görüşüdür. Ebû Hanife’nin görüşüne göre ise, üzerinde oturmada ve uyumada bir beis yoktur. Şüphesiz mekruh olan giyinmektir. Giyilen şeylerde, elbise giyene tabi olur ve ona göre hüküm alır. Amma üzerine oturulan ve uyunulan şey ise, oturana ve uyuyana tabi olmaz. Dolayısıyle bir beis de yoktur.

Karşı Taraf Müstahak Değilse, Lanet Sahibine Döner

 

Sonra bilki, eğer kendisine lanet okunan kişi, lanete ehil değilse, yani laneti hakketmemiş ise o lanet, muhakkak ki, laneti okuyan kişiye döner. İsmiyle bir mü’mine lanet okumak, onu öldürmek gibidir. Kişi malından herhangi bir şeye lanet okursa, Allah o malın bereketini kaldırır. Allahü Teâlâ’nın mahlûkâtından hiçbir şeye lanet okunmaz. Ne câmidât, ne hayvan ve ne de insana hiçbir şeye lanet okunmaz. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri şöyle buyurdular: Allah dünyaya lanet etsin, dediği zaman, dünya, Allah, Rabbine âsî olanlara lanet etsin,[1] der. Kişiye gereken lanet okuma yerine, Allah’ın zikri ve tesbih ile meşgul olmaktır. Çünkü zikir ve tesbihte sevap vardır. Lanete müstehak olsa bile birine lanette sevap yoktur. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri buyurdular:

Cehennem ateşini gördüm. Buradakilerin çoğu kadınlardı. Çünkü kadınlar, fazlaca küfürde bulunurlar, Denildi ki:

-Allah’a mı küfrederler. Resülüllah buyurdu:

-Hayır! kocalarının iyiliğine nankörlük ederek küfranı nimette bulunurlar. Eğer sen bir ömür boyu bunlardan birine iyilikte bulunsan, sonra da senden bir şey görse,  ‘senden hiçbir şey görmedim‘, der.”[2]

Hazreti Ali (r.a.) buyurdular: ” Kim ilmi olmadan fetva verirse, yer ve gök melekleri ona lanet etsin.

Ali El-Belhî’nin kızı kendisine, boğazdan çıktığı zamanki kusmadan sordu. 0 da Abdestin yenilenmesinin gerekli olduğuna dair fetva verdi. Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerini rüyâ’da gördü. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri ona:

-”Hayır! Ya Ali, ağız dolusu kusarsa abdest alması gerekir?” buyurdu. Bunun üzerine Ali EI-Belhî Hazretleri:

-”Ben anladım ki, fetvaları, Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerine arzetmek gerekir. Bundan sonra ebediyyen nefsimi, fetva vermekten alıkoydum,” buyurdular. Ravza’da da böyle buyurdu.

Rûhu’l-Beyan Tefsiri Tercümesi- İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri

Su icmenin sunnetleri:



1- Suyu hizli degil, yavas icmek

Hazret-i Ali (ra) bildirmistir: Peygamber Efendimiz (asm): “Su ictiginizde emerek (yudum yudum) icin, agziniza dokercesine icmeyin” buyurmustur.

2- Suyu bir defada degil, iki veya uc defada icmek ve icerken icine nefes vermemek.

Ebu Katade (ra) bildirmistir: Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) buyurdu ki:Sizden biriniz su ictiginde su kabina uflemesin.” (Solunum sistemindeki bakteri ve mikroplarin sindirim sistemine karismamasi icin)

Ebu Said (ra) anlatmistir: Resulullah Efendimiz (asm) buyurdu ki: Su bardagini agzindan uzaklastir, sonra nefes al.”

3- Suyu mumkunse oturarak icmek, mumkun degilse ayakta icmek

Ebu Said el-Hudri, Resulullah’in (asm) suyu ayakta dikilerek icmeyi yasakladigini bildirmistir. Fakat Hazret-i Ali’den (ra) gelen bir rivayet de soyledir: Hazret-i Ali (ra) Kufe mescidinin kapisinda ayakta su icti ve soyle dedi: “Bazi kimseler birisinin ayakta su ictigini fena gorurler. Halbuki ben Peygamber Efendimiz’in (asm) benim ictigimi gordugunuz gibi su ictigini gordum.”

4- Suyu sag eliyle icmek.

Ibn-i Omer (ra) bildirmistir: Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) buyurdu ki:Biriniz yemek yedigi zaman sag eli ile yesin. Ictigi zaman da sag eliyle icsin. Cunku seytan sol eli ile yer, sol eli ile icer.”

5- Suyu icerken “Bismillahirrahmanirrahim” demek. Ictikten sonra Allah’a hamd etmek, yani “Elhamdulillah” demek.

Ebu Hureyre (ra) uzunca bir hadisin sonunda bildirmistir: “Resulullah (asm) sut kadehini aldi, Besmele cekti, icti ve Allah’a hamd etti.”

Omer ibn-i Seleme (ra) bildirmistir: Ben Resulullah’in (asm) terbiyesinde bulunuyordum. Yemek yerken elim yemek kabinin her tarafinda dolasirdi. Resulullah (asm) bana: “Cocugum! Allah’in adini an. Sag elinle ye ve sana yakin olan taraftan ye” buyurdu.

6- Suyu aile icinde de olsa ikram etmek

Irbad bin Sariye (ra) bildirmistir: Allah Resulu (asm) soyle buyurdu:

Erkek hanimina su dahi icirse ondan sevap kazanir.”.

Aile ve arkadas ortaminda eger herkes susamis ise, uygun olan once baskalarina suyu ikram etmektir.

MİMAR SİNAN

 

Mimar Sinan veya Koca Mîmâr Sinân Ağa ( Sinaneddin Yusuf Abdulmennan oğlu Sinan (Osmanlı Türkçesi: (d. 29 Mayıs 1489 Ağırnas Kayseri – ö. 9 Nisan 1588, İstanbul) Osmanlı mimarıdır.

KÖKENİ

Sinaneddin Yusuf , Kayseri’nin Agrianosbugün Ağırnas) köyünde hristiyan ( Ermeni veya Rum olarak doğmuştur.1511′de Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak İstanbul’a gelmiş yeniçeri ocağına alınmıştır.

Bu değersiz kul , Sultan Selim Hanın saltanat bahçesinin devşirmesi olup , Kayseri sancağından oğlan devşirilmesine ilk defa o zaman başlanmıştı. Acemi oğlanlar arasından sağlam karakterlilere uygulanan kurallara bağlı olarak kendi isteğimle dülgerliğe seçildim. Ustamın eli altında , tıpkı bir pergel gibi ayağım sabit olarak merkez ve çevreyi gözledim. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek , görgümü artırmak için diyarlar gezmeye istek duydum.

Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezip tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak bilgi, görgümü artırdım. İstanbula dönerek zamanın ileri gelenlerinin hizmetinde çalıştım ve yeniçeri olarak kapıya çıktım ”

YENİÇERİLİK DÖNEMİ

Abdulmennan oğlu Sinan , Mimar olarak Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine katıldı. 1521 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Belgrad

Seferine Yeniçeri olarak katıldı. 1522’de Rodos Seferine ve Belgrad Seferine Atlı Sekban olarak katılıp, 1526 Mohaç Meydan Muharebesi’nden sonra, gösterdiği yararlıklar sebebiyle takdir edilerek Acemi Oğlanlar Yayabaşılığına (Bölük Komutanı) terfi ettirildi.Sonraları Zemberekçibaşı ve Başteknisyen oldu.

1533 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın İran Seferi sırasında Van Gölü’nde karşı sahile gitmek için Mimar Sinan iki haftada üç adet kadırga yapıp donatarak büyük itibar kazandı. İran Seferinden dönüşte, Yeniçeri Ocağında itibarı yüksek olan Hasekilik rütbesi verildi. Bu rütbeyle, 1537 Korfu, Pulya ve 1538 Moldavya seferlerine katıldı. 1538 yılındaki Karaboğdan Seferinde ordunun Prut Nehri’ni geçmesi için köprü gerekmiş bataklık alanda günlerce uğraşılmasına karşın köprü kurulamamış görev Kanuni’nin veziri Damat Çelebi Lütfi Paşa’nın emriyle Abdulmennan oğlu Sinan’a verilmiştir.

Başmimarlık Dönemi [değiştir]1538 yılında Hassa başmimarı olan Sinan , baş mimarlık görevini I. Süleyman,II. Selim ve III. Murat zamanında 40 yıl süre ile yapmıştır.

Mimar Sinan’ın, Mimarbaşılığa getirilmeden evvel yaptığı üç eser dikkat çekicidir. Bunlar: Halep’te Husreviye Külliyesi, Gebze’de Çoban Mustafa Külliyesi ve İstanbul’da Hürrem Sultan için yapılan Haseki Külliyesidir. Halep’teki Hüsreviye Külliyesinde, tek kubbeli cami tarzı ile, bu kubbenin köşelerine birer kubbe ilave edilerek yan mekanlı cami tarzı birleştirilmiş ve böylece Osmanlı mimarlarının İznik ve Bursa’daki eserlerine uyulmuştur. Külliyede ayrıca, avlu, medrese, hamam, imaret ve misafirhane gibi kısımlar bulunmaktadır. Gebze’deki Çoban Mustafa Paşa Külliyesinde renkli taş kakmalar ve süslemeler görülür. Külliyede cami, türbe ve diğer unsurlar ahenkli bir tarzda yerleştirilmiştir. Mimar Sinan’ın İstanbul’daki ilk eseri olan Haseki Külliyesi, devrindeki bütün mimari unsurları taşımaktadır. Cami, medrese, sübyan mektebi, imaret, darüşşifa ve çeşmeden oluşan külliyede cami, diğer kısımlardan tamamen ayrıdır.

Mimar Sinan’ın Mimarbaşı olduktan sonra verdiği üç büyük eser, onun sanatının gelişmesini gösteren basamaklardır. Bunların ilki İstanbul’daki Şehzade Camii ve külliyesidir. Dört yarım kubbenin ortasında merkezi bir kubbe tarzında inşa edilen Şehzade Camii, daha sonra yapılan bütün camilere örnek teşkil etmiştir.

BAŞ MİMARLIĞI

Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en muhteşem eseridir. Kendi tabiriyle kalfalık döneminde, 1550-1557 yılları arasında yapılmıştır.

Mimar Sinan’ın en büyük eseri ise, seksen yaşında yaptığı ve “ustalık eserim” diye takdim ettiği, Edirne’deki Selimiye Camii’dir (1575).

Mimar Sinan, Mimarbaşı olduğu sürece birbirinden çok değişik konularla uğraştı. Zaman zaman eskileri restore etti. Bu konudaki en büyük çabalarını Ayasofya için harcadı. 1573’te Ayasofya’nın kubbesini onararak çevresine, takviyeli duvarlar yaptı ve eserin bu günlere sağlam olarak gelmesini sağladı. Eski eserlerle abidelerin yakınına yapılan ve onların görünümlerini bozan yapıların yıkılması da onun görevleri arasındaydı. Bu sebeplerle Zeyrek Camii ve Rumeli Hisarı civarına yapılan bazı ev ve dükkânların yıkımını sağladı.

İstanbul caddelerinin genişliği, evlerin yapımı ve lağımların bağlanmasıyla uğraştı. Sokakların darlığı sebebiyle ortaya çıkan yangın tehlikesine dikkat çekip bu hususta ferman yayınlattı. Günümüzde bile bir problem olan İstanbul’un kaldırımlarıyla bizzat ilgilenmesi çok ilgi çekicidir.

Büyükçekmece Köprüsü üzerinde kazılı olan mührü, onun aynı zamanda mütevazı kişiliğini de yansıtmaktadır. Mühür şöyledir:

El-fakiru l-Hakir Ser Mimaranı Hassa

Değersiz ve muhtac kul, Saray özel mimarlarının başkanı

TÜRBESİ

Eserlerinin bir kısmı İstanbul’dadır. 1588′de İstanbul’da vefat eden Mimar Sinan, Süleymaniye Camii’nin yanında kendi yaptığı sade türbeye gömüldü.

Giçdi bu demde cihandan pir-i mimaran Sinan Mimar Sinan Türbesi, İstanbul Müftülüğü’nün sütunlu kapısından çıkınca hemen solda, iki caddenin kesiştiği noktada Fetva Yokuşu sonunda solda, Süleymaniye Camii’nin Haliç duvarının önünde, beyaz taşlı sade bir türbedir