11 Mayıs 2011 Çarşamba

Cehennemden Çıkıp Cennete Girecek İlk Kimseler:

Sahih-i Müslim’de… Ebû Hüreyre’den rivayet olundu ki; bazı kimseler Rasûlullah (s.a.v.)’e şöyle demişlerdir:

— Ey Allahın Rasülü! Kıyamet gününde Rabbimizi görür müyüz?

-— Dolunay olduğu gecede ayı görürken bir sıkışıklığa düşer misiniz?

— Hayır ya Rasulallah.

— Berisinde bir bulut olmadığında güneşi görmekte bir sıkışıklığa dü­şer misiniz?

— Hayır.

— Şüphesiz siz Allah’ı işte böyle göreceksiniz. Allah, kıyamet gününde insanları toplayacak ve: “Kim neye tapiyorduysa şimdi de ona tabi olsun” der. Bunun üzerine, güneşe tapanlar güneşe; aya tapanlar aya; tağutlara ta­panlar tağutlara tabi olurlar. Aralarında münafıkları da olmak üzere bu üm­met (haşir yerinde) kalır. Derken Cenab-ı Allah onlara, daha önceden tanı­madıkları bir surette gelir. “Ben sizin Rabbinizim” der. Onlar da: “Senden Allah’a sığınırız. Rabbimiz yanımıza gelinceye dek biz buradan ayrılmaya­cağız. Rabbimiz gelince biz O’nu tanırız.” derler. Cenab-ı Allah, tanıdıkları bir surette onlara gelir  ve “Ben Rabbinizim“der. Onlar da: “Evet, sen Rabbimizsin” der ve O’na tabi olurlar. Sırat köprüsü, cehennemin iki yaka­sının üzerine kurulur. Oradan ilk olarak ben ve ümmetim geçeriz. O gün pey-gamberlerden başkası konuşmaz. O gün peygamberler: “Allahım! Selâmet ver, selâmet ver.” diye duâ ederler. Cehennemde deve dikenini andıran kan­calar vardır. Siz deve dikenini gördünüz mü hiç?” Sahabiler: Evet, ya Rasu­lallah, diye cevap verince Rasûlullah (s.a.v.), sözünü şöyle sürdürdü: “İşte o kancalar deve dikeni gibidir. Yalnız ne kadar büyük olduklarını ancak Allah bilir. Amelleri sebebiyle insanlar kapılıp götürülürler. Kimi ameli sebebiyle heiâk olur; kimi ceza görür. Cenab-ı Allah kullar arasında yargılama işini tamamlayıpta cehennemliklerden bazılarını kendi rahmetiyle ateşten çıkarmak istediğinde; cehennemliklerden lâilahe diyenlerden, rahmetine mazhar kıl­mak istediklerinden ve Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmayanlardan bazı kim­seleri ateşten çıkarmaları için meleklere emir verir. Melekler cehennemde onları secde izlerinden tanırlar. Ateş, Âdemoğlunun her tarafını yakar, secde yaparken yere gelen organlarını yakmaz. Melekler onları yanmış vaziyette cehennemden çıkarırlar. Üzerlerine hayat suyu dökülür. Bu nedenle onlar sel artığı köpüklerde yeşeren bitkiler gibi bitip yeşerirler.

Cenab-ı Allah, kullar arasında yargılama işini tamamlar. Bir adam, yü­zü cehenneme yönelik olarak kalır. O, cehennemliklerin cennete en son gire­ni olacaktır. “Ya Rab! Yüzümü ateşten başka tarafa çevir. Kokusu beni ra­hatsız etti. Alevi beni yaktı.” der. Allah’ın dilediği şekilde Allah’a duâ eder. Sonra Allah ona: “Bu isteğini yerine getirirsem, benden başka bir istekte bu­lunmayacağından emin misin?” sorar. O da: “Senden başka bir istekte bulun­mayacağım.” der ve Rabbine, dilediği söz ve teminatları verir. Rabbi de onun yüzünü cehennemden başka tarafa çevirir. Cennet tarafına dönüp cenneti gö­rünce, Allahın dilediği kadar bir süre susar. Sonra “Ya Rab! Beni cennetin kapısına götür” der. Allah’ta ona şu karşılığı verir: “Sana verdiğimden başka bir şeyi benden istemeyeceğine dair bana söz ve teminatlar vermemiş miy­din? Yazıklar olsun sana ey Âdemoğlu! Sen ne kadar dönekmişsin!” Yine “Ey Rabbim! ” deyip duaya başlar. Nihayet Cenab-ı Allah ona: “Bunu sana verdiğim takdirde benden başka bir istekte bulunmayacağından emin misin?” diye sorar. O da: “Senin onur ve üstünlüğüne yemin ederim ki artık senden başka bir istekte bulunmayacağım.” der. Rabbine, dilediği söz ve teminatları verir. Rabbi de onu cennetin kapısına getirir. Cennetin kapısında durup ta cennet açılıp genişeyerek ona görünür ve o da cennetteki hayırları ve sevin­dirici şeyleri görünce, Allah’ın dilediği kadar bir süre susar. Sonra: “Ya Rab! Beni cennete koy.” der. Cenab-ı Allah ona: “Sana verdiğimden başka bir şe­yi benden istemeyeceğine dâir bana söz ve teminatlar vermemiş miydin?” di­ye sorar. O da: “Ey Rabbim! Senin en bahtsız kulun ben olmıyayım.” der ve Allah’a duâ etmeye devam eder. Nihayet Allah güler ve ona: “Cennete gir” der. O da cennete girer. Sonra Allah ona: “Dilekte bulun.“der. O da bazı di­lek ve isteklerde bulunur. Öyleki Allah ona “Şunu da, şunu da iste” der. Ar­tık dileyeceği bir şey kalmayınca Allah ona şöyle der: “Dileğin bir kat fazla­sıyla sana verildi.” Bu hadisin râvilerinden Ata b. Yezid dedi ki: Ebû Saîd el-Hudrî, bu hadisi bize nakletmekte olduğu esnada Ebû Hüreyre’nin yanında duruyordu. Ebû Hüreyre’nin söylediklerine itiraz etmiyordu. Ebû Hüreyre: “Allah o adama: ‘Dileğin bir kat fazlasıyla sana verildi’ der” deyince, Ebû Saîd: “Ey Ebû Hüreyre! O adama dileği on kat fazlasıyla verildi” dedi. Ebû Hüreyre ise: Ben “Dileğin bir kat fazlasıyla sana verildi” şeklinde ezberle­miştim bu hadisi, dedi. Ebû Saîd de: “Tanıklık ederim ki ben bu hadisi, Ra­sûlullah(s.a.v.)’den şu şekilde ezberlemişim: “Dileğin on kat fazlasıyla sana verildi.” Sözün sonunu Ebû Hüreyre şöyle bağladı: “İşte o adam, cennetlik­lerin, cennete en son girecek olanıdır.“

Bu hadisin bazı varyantlarında şu ifadelere rastlanmaktadır: “O adam cehennemden cennetin kapısına ancak üç aşamada ulaşabilir. Her aşamada bir ağacın altında oturur. O ağaçlardan her bir öncekinden daha güzeldir.”

Buharî… Abdullah b. Mes’ud’dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

“Doğrusu ben cehennemliklerin ateşten en son çıkacak olanını, cennetliklerin de cennete en son girecek olanını çok iyi biliyorum. Adamın biri sü­rünerek cehennemden çıkar, Cenab-ı Allah ona: “Git, cennete gir” der. Adam cennete gelir; oranın dolu olduğu hayalen kendisine görünür ve geri dönüp: “Ya Rab! Cennetin dolu olduğunu gördüm” der. Cenab-ı Allah ona: “Git, cennete gir. Sana dünya ve on kat fazlası kadar yer verildi.” der. Adam da şöyle der: “Sen bir hükümdar olduğun halde benimle alay mı ediyorsun (ve­ya bana gülüyor musun?!.” Ravi diyor ki: Böyle dediği esnada Rasûlullah (s.a.v.)’in, azı dişleri görünecek kadar güldüğünü gördüm.” İşte o adam, cen­netliklerin en düşük derecelisidir, deniyordu.”

Müslim… Ebû Zer’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

“Doğrusu ben, cennetliklerin cennete en son girecek olanını ve cehen­nemliklerin de cehennemden en son çıkacak olanım çok iyi biliyorum. Kıya­met gününde bir adam (hesap yerine) getirilir. Kendisine: “Falan günde fa­lan ve falanca işi yaptım. Falan günde şöyle ve şöyle bir şey yaptın mı?” di­ye sorulur. O da inkâr edemeyip “Evet…” der. O, büyük günahlarının kendi­sine gösterilmesinden korkar. Kendisine: “Her kötülüğünün yerine sana bir iyilik yazılmıştır” denir. O da: “Ya Rab! İşlediğim bazı fiilleri şurada (amel defterinde) göremiyorum! “der.” Râvi diyor ki: Böyle dediği esnada Rasûlul­lah (s.a.v.)’in, azı dişleri görününceye kadar güldüğünü gördüm.”

Taberanî… Ebû Ümame’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

“Cennete en son girecek olan adam, sırat köprüsü üzerinde babasından dayak yiyen çocuk gibi debelenen ve kaçmak isteyen ama kaçmasına ameli engel olan kimsedir. “Ya Rab! Beni cennete kavuştur ve cehennemden kur­tar” der. Cenab-ı Allah da ona şöyle der: “Ey kulum! Seni cehennemden kur­tarıp cennete koyarsam suçlarım ve günahlarını bana itiraf eder misin?” Kul: “Evet ey Rabbim. Senin izzetine yemin ederim ki; eğer beni cehennemden kurtarırsan, suçlarımı ve günahlarımı sana mutlaka itiraf ederim.” der. Köp­rüyü geçer. Kendi kendine: “Eğer suçlarımı ve günahlarımı itiraf edersem Allah beni mutlaka cehenneme geri gönderir” der. Allah’ta ona: “Suçlarını ve günahlarım itiraf etki senin için onları affedeyim ve seni cennete koya­yım” diye vahyeder. Kul: “Hayır, izzet ve üstünlüğüne yemin ederim ki; ben asla suç işlemedim ve hiç mi hiç günaha girmedim” der. Cenab-ı Allah, ona: “Ey kulum! Sana karşı benim ispatlayıcı kanıtım vardır.” diye vahyeder. Kul: “Ya Rab! Kanıtını bana göster” der. Cenab-ı Allah da cildini konuşturarak günahlarını itiraf ettirir. Kul bu durumu görünce: “Ya Rab! Senin onuruna yemin ederim ki; benim büyük günaharım vardır.” der. Cenab-ı Allah ona: “Ben bunu senden daha iyi biliyorum. Bu günahlarını itiraf et de seni affede­yim ve cennete koyayım.” diye vahyeder. Kul, günahlarını itiraf eder, Al­lah’ta onu cennete koyar.”

Böyle derken Rasûlullah (s.a.v.), azı dişleri görününceye kadar güldü ve şöyle buyurdu: “Bu adam, cennetliklerin en küçük mertebelisidir. Ondan üst dereceli olanların durumu nasıldır? (Varın siz düşünün).”

İmam Ahmed b. Hanbel. Enes b. Mâlik’ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Doğrusu cehennemde bir kul bin yıl müddetle ‘Ya Hannân, ya Men-nan!‘ (Ey şefkati bol, ey lutfu ve nimeti bol Allahım!..) diye seslenir, Yüce Allah, Cibril’e: “Git, şu kulumu bana getir” der. Cibril gider, cehennemlik­lerin yüzü üstü yere kapanıp ağlamakta olduklarını görür; Rabbine dönüp du­rumu O’na haber verir. Cenab-ı Allah: “Onu bana getir. O, şöyle ve şöyle bir yerdedir.” der. Cibril onu getirir. Rabbinin durdurmasını emrettiği yerde dur­durur. Cenab-ı Allah ona: “Ey kulum! Mekânını ve istirahatgâhmı nasıl bul­dun?” diye sorar. Kul da: “Mekânım çok fena bir mekân; istirahatgahım da çok kötü bir istirahatgahtır” der. Cenab-ı Allah: “Onu geri (cehenneme) gö­türün!” deyince kul: “Beni cehennemden çıkardığında tekrar cehenneme göndereceğini senden ummamıştım” der. Bunun üzerine Cenab-ı Allah: “Kulumu rahat bırakın” diye emir verir.”

İmam Ahmed b. Hanbel… Enes b. Mâlik’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.av.) şöyle buyurmuştur:

“Dört kişi (Sabit’in ifadesine göre iki kişi) cehennemden çıkarılıp Al­lah’ın huzuruna götürülürler. Sonra tekrar cehenneme gönderilmeleri emre­dilince onlardan biri dönüp: “Ya Rab! Beni cehennemden çıkardığında tek­rar geri göndereceğini ummamıştım” der. Böyle demesi üzerine Cenab-ı Al­lah onu cehennemden kurtarır.”

Abdullah b. Mübarek… Ebû Hüreyre’den rivayet etti ki; Rasûlulah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Cehenneme girenlerden iki kişinin çığlıkları şiddetlenir. Şanı yüce Rab: “Bunları cehennemden çıkarın” diye emreder. Çıkarılırar. Sânı yüce Rab, onlara: “Çığlığınız neden şiddetlendi?” diye sorar. Onlar: “Bize merha­met edesin diye böyle yaptık” deyince Aziz ve Celil olan Allah: “Rahmetim size şu şekilde tecelli edecektir: Cehenneme gideceksiniz!” der. Cehenneme gidince onlardan biri kendini cehenneme atar. Ama Cenab-ı Allah ateşi ona serin ve selâmet kılar. Diğeri ise kendini cehenneme atmaz. Cenab-ı Allah ona: “Seninde kendini arkadaşın gibi ateşe atmana engel olan nedir?” diye sorar. O da şu cevabı verir: “Ey Rabbim! Beni cehennemden çıkardıktan son­ra tekrar oraya göndermeyeceğini ummuştum.” Yüce Rab: “Umduğun sana verilecektir” der ve her ikisi de Aziz ve Celil olan Allah’ın rahmetiye cenne­te girerler.”

Bilâl b. Sa’d, hutbesinde bunun devamını şöyle getirir;

“… Doğrusu Cenab-ı Allah onlara, cehenneme geri dönmelerini emretti­ğinde onlardan biri, zincir ve prangalarına gidip onları açar. Diğeri duraksar. Cenab-ı Allah, ilkine: “Neden böyle yaptın?” diye sorunca şu cevabı verir: “Sana isyan edişimizin vebalinden korkarak kendimi acıklı azaba attım ki, senin gazabına ikinci maruz kalmıyayım.” Diğeri de şu cevâbı verir: “Beni cehennemden çıkardığında oraya tekrar göndermeyeceğine dair hüsnü zan-nım beni böyle davranmaya sevketti.” Cenab-ı Allah onlara merhamet eder ve ikisini de cennete koyar.”

Ölüm’ün ölmesi.

Günahkârlar cehennemden çıkarılıp da orada kâfirlerden başka kimse kalmadığında, kâfirler orada ne ölür ne de dirilirler. Nitekim yüce Allah bu­yurmuş ki: “O gün oradan çıkarılmazlar.” (Câsiye, 45/24)

Oradan çıkıp sapacakları başka bir yer yoktur. Aksine orada temelli ka­lıcıdırlar onlar. Kur’ân’ın cehennemde hapsettiği kimselerdir onlar. Orada te­melli kalmalarına hükmettiği kimselerdir onlar.

Nitekim Yüce Allah buyurmuş ki: “Allah’a ve peygamberine kim karşı gelirse ona, içinde sonsuz ve temelli kalınacak cehennem ateşi vardır. Sonun­da, kendilerine söz verileni gördükleri zaman, kimin yardımcısının daha güç­süz ve sayısının daha az olduğunu bileceklerdir.” (Cin, 72/23-24)

“Allah şüphesiz, inkarcılara lanet etmiş ve onlara – içinde sonsuz olarak temelli kalacakları- çılgın alevli cehennemi hazırlamışızdır. Onlar bir dost ve yardımcı bulamazlar.” (Ahzâb, 33/64-65)

“İnkâr edenleri ve zâlimleri Allah şüphesiz bağışlamaz. Onları içinde te­melli ve ebediyyen kalacakları cehennem yolundan başka bir yola eriştirmez. Bu, Allah’a kolaydır.” (Nisa, 4/168-169)

Bu üç ayetle, kâfirlerin cehennemde temelli kalacaklarına dâir hüküm vardır. Ama Kur’ân-ı Kerîm’de şu âyetler de vardır. Bunlara ne diyeceksiniz:

“Cehennem, Allah’ın dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız durağınızdır” der.” (En’âm, 6/128)

“Bedbaht olanlar cehennemdedirler. Onlar orada âh edip inlerler. Rabbinin dilemesi bir yana, gökler ve yer durdukça, orada temelli kalacaklardır. Rabbin, şüphesiz, her istediğini yapar.” (Hûd, il/106-107)

İbn Cerir ve diğer tefsirciler bu âyet üzerinde uzun uzadıya açıklamalar­da bulunmuşlardır. Bu hususta sahabilerden garip eserler ve tuhaf haberler de nakledimiştir. Burası bu hususta açıklama yapmanın yeri değildir. Başka bir yerde buna değineceğiz. Allah çok daha bilen ve hikmet sahibi olandır.

İmam Ahmed b. Hanbel… İbn Ömer’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Cennetikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girdiklerinde ölüm getirilip cennetle cehennem arasındaki bir yerde durdurulur; sonra da boğaz­lanır. Ardı sıra bir ünleyici: “Ey Cennetlikler! Ebedîlik var, ölüm yok. Ey ce­hennemlikler! Ebedîlik var, ölüm yok.” diye seslenir. Bunun üzerine cennet­liklerin sevincine sevinç; cehennemliklerin üzüntüsüne de üzüntü eklenir.“

Buharı… Ebû Hüreyre’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

“Ölüm, alaca bir koç suretinde getirilip cennetle cehennem arası bir yerde durdurulur. “Ey Cennetlikler!..” denilir. Cennettekiler, boyunlarını uzatıp bakarlar. Sonra “Ey Cehennemlikler!..” denilir. Onlar da boyunlarını uzatıp bakarlar ve düzlüğe kavuşma vaktinin geldiğini görürler. (Koç suretine bü­rünmüş olan) ölüm boğazlanır ve “Ebedilik var, ölüm yok” denir...”

İmam Ahmed b. Hanbel… Ebû Hüreyre’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Ölüm kıyamet gününde getirilip sırat köprüsünün üzerinde durdurulur ve “Ey Cennet halkı!..” diye seslenilir. Onlar da içinde bulundukları mekân­dan çıkarılacakları endişesiye korkarak boyunlarını uzatıp bakarlar. Onlara: “Şunu tanıyor musunuz?” denilir. Onlarda: “Evet ey Rabbimiz. Bu ölümdür” derler. Sonra “Ey Cehennem halkı!..” diye seslenilir. Onlar da içinde bulun­dukları mekândan çıkarılacakları ümidiyle sevinerek boyunlarını uzatıp ba­karlar. Onlara: “Şunu tanıyor musunuz?” denilir. Onlar da: “Evet, bu ölüm­dür” derler. Sonra emir? verilir ve ölüm, sırat köprüsü üzerinde boğazlanır. Sonra da her iki fırkaya: “İçinde bulunduğunuz yerde temelli kalacaksınız. Artık size ebediyyen ölüm yoktur.” denilir. Bu hadisin senedi kuvvetli olup Sahihin sıhhat şartına uygundur.

Hafız Ebubekir el-Bezzar… Enes’ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Ölüm, kıyamet gününde getirilip cennetle cehennem arası bir yerde durdurularak boğazlanır. Ardı sıra, “Ey Cennet halkı! Size ebedilik var, ölüm yok. Ey Cehennem halkı! Size de ebedilik var, ölüm yok” denir.“

Cennete Girecek İlk Üç Kişi İle Cehenneme Girecek İlk Üç Kişi

İmam Ahmed b. Hanbel… Ebû Hüreyre’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Cennete girecek ilk üç kişi ile cehenneme girecek ilk üç kişi bana arze-dildi. Cennete girecek ilk üç kişi şunlardır: Şehid. Dünya köleliği kendisini Rabbine taatte bulunmaktan alıkoymayan köle. Çoluk çocuk sahibi olan (di­lenmekten utanan) iffetli fakir. Cehenneme girecek ilk üç kişi de şunlardır: (Halkına)musallat olan emir. Malındaki Allah hakkını ödemeyen servet sa­hibi. Böbürlenen fakir.”

Sahih-i Müslim’de İyaz b. Muharhmed el-Mücaşiî’den rivayet olundu­ğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Cennet ehli şu üç kişidir: Sadaka veren, adaletli, başarılı sultan. Tüm yakınlarına karşı kalbi merhametli olan adam. Çoluk çocuk sahibi, dilenme­yen, iffetli müslüman. Cehennem ehli de şu beş kişidir: Her hususta size uyan, mal ve aile talebinde bulunmayan, yakışıksız işlerde bulunmasını en­gel olucu aklı olmayan zayıf (iradeli) kimse. Tamahkârlığı gizli olmayan, az bir şey için dahi hıyanette bulunan hâin kimse. (Geceleyin) sabaha varma­dan, (gündüzleyin de) akşama ermeden ailende veya malında sana mutlaka tuzak kuran adam. Cimri (ya da yalancı) adam. Hayadan uzak olan çok utan­maz adam.”

Buharı ve Müslim’in sahihlerinde… Harise b. Vehb’den rivayet olundu ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Size cennetlikleri haber vereyim mi? (Onlar, şu kimselerdir): Horlanan her zayıf kimse ki, Allah’a yemin verse, Allah onun yemininin gereğini mut­laka yerine getirir. Cehennemlikleri size haber vereyim mi? (Onlar da şu kimselerdir): Her kaba tabiatlı, büyüklük taslayan mütekebbir kimse.”

İmam Ahmed b. Hanbel… Abdullah b. Amr’dan rivayet etti ki; Rasûlul-lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Cehennemlikler; kötü huylu, kaba tabiatlı, büyüklük taslayan, mal top­layan, iyiliği meneden kimselerdir. Cennetliklerse zayıf ve mağluplardır.”

Taberanî… İbn Abbas’tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

“Cennetlik kişi o kimsedir ki; Allah, kulağım hakkında halkın hayırlı övgüleriyle doldurmuştur. Kendisi de hayırla yâd edildiğini işitir. Cehen­nemlik olan da, kendi kulakları, halkın hakkındaki kötü anmalarıyla duyan ve bunu bizzat işiten kimsedir.”

Kadı Ebû Ubeyd Ali b. Hüseyin… İbn Abbas’tan rivayet etti ki; Peygam­ber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Cennete girecek adamlarınızı size haber vereyim: Peygamber cennette­dir. Sıddık cennettedir. Şehid cennettedir. Şehrin en uç noktasındaki kardeşi­ni sırf Allah rızası için ziyaret eden adam cennettedir. Cennetlik kadınlarınız da şunlardır: Şefkati doğurgan, kocası kendisine darıldığında gelip elini ko­casının üzerine koyan. Sonra da: ‘Sen benden hoşnud olmadıkça Allah’a ye­min ederim ki, uykuyu tadmayacağım’ diyen kadındır.“

Önceki kısımlarda geçen sahih hadislerden birinde Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu görmüştük:

“Cennete baktım. Oradakilerin çoğunun fakirler olduğunu gördüm. Ce­henneme baktım. Oradakilerin çoğunun zenginler olduğunu gördüm.”

Cennet Ehlinin Aziz Ve Celil Olan Rablerini görmeleri


Cennet Ehlinin Aziz Ve Celil Olan Rablerini görmeleri
Cennet Ehlinin Aziz Ve Celil Olan Rablerini görmeleri

Cennet Ehlinin Aziz Ve Celil Olan Rablerini , Cuma Günleri Gibi Bu İş İçin Hazırlanan Bir Toplantı Yerinde Görmeleri

Yüce Allah buyurdu ki:

“O gün bir takım yüzler, Rablerine bakıp parlayacaktır.” (Kıyamet, 75/22-23)

“İyiler, şüphesiz, nimet içinde ve tahtlar üzerinde etrafı seyrederler. On­ları, yüzlerindeki nimet pırıltısından tanırsın.” (Mutaffifm, 83/22-24)

Önceki kısımlarda geçen ve Ebû Musa el-Eş’arî tarafından rivayet edi­len bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur;

“İki cennetin bitkileri ve içindeki her şey altındandır. İki cennet daha var ki; bunların bitkileri ve içindeki her şey gümüştendir. Oradakilerin Rablerini görmelerini engelleyen şey, sadece O’nun mübarek yüzündeki ululuk örtüşü­dür. Onlar adn cennetlerindendirler.”

Bu hadisin bir varyantında şöyle denmektedir:

“Onların en üstünleri, günde iki kez Allah’a bakar.”

Buharî ve Müslim’in sahihlerinde, müminlerin kıyamet gününde Aziz ve “Celil olan Rablerini görmeleri bahsinde Cerir’den merfu olarak gelen bir rivayette bunu doğrulamaktadır:

“Güneşi ve Ay’ı gördükleri gibi müminler, Rablerini de görürler. Eğer güneşin doğuşundan ve batışından önce namazdan gafil kalmayabiliyorsanız, bunu yapın.” Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) şu âyeti okudu:

“Rabbini, güneşin doğmasından önce ve batışından önce Överek teşbih et.” (Raf.” 50/39)

Sahih-i Buharî’de de şöyle bir hadis vardır: “Doğrusu siz, Rabbinizi apaçık göreceksiniz.”

Bu ifadelerden anlaşılıyor ki; müminler cennette Cenab-ı Allah’ı, ibadet vakitleri gibi vakitlerde göreceklerdir. Bunu dileyen seçkin müminler, Aziz ve Celil olan Allah’ı gündüzün iki ucunda, sabahleyin ve akşamleyin göre­ceklerdir ki bu, yüksek bir makamdır. Hatta onlar koltuklarında ve kanepele­rinde oturmaktayken -dünyada bu gibi hallerde ay’ı gördükleri gibi- Cenab-ı Allah’ı da daha genel ve daha kapsamlı bir toplantıda göreceklerdir. Cuma gününün toplantısını andıran toplantılar düzenlenir. Cennet ehli, beyaz misk akan geniş bir vadide toplanırlar. Herkes orada menziline göre oturur. Kimi nurdan, kimi altından, kimi cevherden, kimi de başka madenlerden mamul minberler üzerinde oturur. Sonra üzerlerine hilaller giydirilir. Önlerine gözle­rin görmediği, kulakların işitmediği, hiç bir insanın kalbinden geçmemiş yi­yecek ve içeceklerle dolu safralar konulur. Sonra aynı şekilde onlara çeşitli kokular sürülür. Daha önce hiç kimsenin aklından dahi geçmemiş olan çeşit­li ikramlara mazhar olurlar. Sonra sânı yüce, noksanlıklardan münezzeh olan Hak Teâla onlara birer birer hitab eder. Nitekim hadisler de bunun böyle ola­cağına delâlet etmektedirler. Bu husus, inşaallah yakında da anlatılacaktır.

Bazı âlimler, kadınlar hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Şöyle ki: Erkek­ler gibi kadınlar da Allah’ı cennette görebilecekler mi? Kimi, onların çadır­larda kapalı kalmaları nedeniyle Allah’ı göremeyeceklerini söylerken; kimi çadırlardayken dahi Allah’ın görülmesine engel bulunmadığı gerekçesiyle kadınların da cennette Allah’ı görebileceklerini söylemişlerdir. Zira yüce Al­lah buyurmuş ki:

“İyiler, şüphesiz, nimet içinde ve tahtlar üzerinde etrafı seyrederler.” (MutaffiJîn, 22-23)

“Onlar ve eşleri gölgeliklerde, tahtlar üzerine yaslanmışlardır.” (Yasin;36/56)

Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki:

“Doğrusu sizler, Aziz ve Celil olan Rabbinizi, şu ay’r gördüğünüz gibi göreceksiniz. Ö’nu görebilmek için birbirinizle tartışmazsınız (yani rahatça görebilir, itişip kalkışmazsınız). Eğer yapabiliyorsanız güneşin doğuşundan önce, batışından önce namaz kılmaya devam edin.”

Bu hüküm genel olup kadınları da erkekleri de içine alır. Doğrusunu Al­lah bilir.

Bazı âlimler üçüncü bir görüş daha iler sürmüşlerdir. Şöyle ki: ‘Mümin­ler Cenab-ı Allah’ı bayram gibi günlerde görürler. Yüce Allah bayram gibi günlerde cennet ehline genel bir tecellide bulunur. O’nu başka değil, ancak bu gibi hallerde görürler. Ancak bu görüşü doğru kabul etmek için özel bir delile ihtiyaç vardır. Doğrusunu Allah bilir. Nitekim şöyle buyurmuştur:

“İyi davrananlara, daima daha iyisi ve fazlası verilir.” (Yunus, 10/26)

Bu âyette geçen “fazlası” kelimesini bir sahabe topluluğu, Aziz ve Celil olan Allah’ın mübarek yüzünü görmek şeklinde tefsir etmişlerdir. Bu sahabe cemaati arasında Ebubekir es-Sıddîk, Übey b. Kâ’b, Kâ’b b. Ucre, Huzeyfe b. Yeman, Ebû Mûsâ el-Eş’arî, Abdullah b. Abbas, Saîd b. Müseyyeb, Mü-cahid, İkrime, Abdurrahman b. Ebi Leylâ, Abdurrahman b. İshak da vardır. Ayrıca halef ve seleften bazı âlimler de bu kelimeyi böyle tefsir etmişlerdir. Allah onlara rahmet etsin. Hepsinin makamını da âlî kılsın.

Müminlerin âhiret yurdunda Aziz ve Celil olan Rablerini göreceklerini bildiren hadis, aralarında Ebubekir es-Sıddîk’ın da bulunduğu bir sahabe ce­maatından rivayet edilmiştir. Ebubekir es-Sıddîk’ın rivayet etmiş olduğu uzun hadis, önceki kısımlarda geçti.

Allah’ın görüleceğini bildiren /hadisi rivayet edenlerden biri de Hz. Ali’dir.

Onun bu hadisini Yakub b. Süfyân, şu senedle rivayet etmiştir: Muhammed b. Musaffa… Ali b. Ebi Talib’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Cennet ehli yüce Rabbi her cuma görür.” Yakub, hadisin tamamını nakletmiş olup o hadiste şu ifadeler de vardır: “Perde açıl(ip yüce Rab tekrar göründüğünde) daha önce sanki hiç gö­rülmemiş gibi olur.“

Yüce Allah buyurmuş ki: “Katımızda fazlası da vardır.” (Kaf, 50/35)

Rüyetullah hadisini rivayet eden sahabe topluluğu arasında şu zâtlar da vardır: Übey b. Kâ’b, Enes b. Mâlik, Büreyde b. Hasîb, Câbir b. Abdullah, Huzeyfe, Zeyd b. Sabit, Selmân-ı Farisî, Ebû Saîd Sa’d b. Mâlik b. Sinan el-Hudrî, Ebû Umame Südâ b. Aclân el-Bahilî, Suheyb b. Sinan er-Rûmî, Uba-de b. Sâmit, Abdullah b. Abbas, İbn Ömer, Abdullah b. Amr, Ebû Mûsâ Ab­dullah b, Kays, Abdullah b. Mes’ud, Adiyy b. Hatim, Ammar b. Yasir, Am-mare b. Rüveybe, Ebû Rezîn el-Ukaylî, Ebû Hüreyre, Sahabilerden (adı ha­tırlanmayan) bir adam ve müminlerin annesi Âişe. Allah hepsinden razı ol­sun.

Konuyla ilgili rivayetlerin çoğu önceki kısımlarda geçti. Bu makama uy­gun bazı rivayetler de inşaallah müteakip kısımlarda gelecektir. Güvencimiz ve dayanağımız Allah’tır.

Cennetin Çarşısı:

Hafız Ebubekir b. Ebi Asım… Ebû Hüreyre’nin kendisiyle karşılaşan Saîd b. Müseyyeb’e şöyle dediğini rivayet etmişti: “Allah’tan dilerim ki; se­ninle beni cennet çarşısında bir araya getirsin.” Saîd: “Orada çarşı var mı ki?” diye sorunca, Ebû Hüreyre dedi ki: “Evet vardır. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) bana şu haberi vermişti:

“Cennetlikler, amellerinin üstünlüğü sayesinde cennete girdiklerinde, dünyâ günlerinden cuma günü kadar olan bir zaman süresince kendilerine izin verilir. Cennet bahçelerinden birinde Cenab-ı Allah’ı ziyaret ederler. Onlar için nurdan, inciden, zebercedden, yakuttan, altundan, gümüşten, min­berler kurulur. Onların en aşağı mertebelisi – gerçi onların aşağı mertebelisi yoktur- misk ve kâfur tepeleri üzerinde oturur. Kürsülerde oturanların yerle­rinin kendilerinkinden üstün olmadığını görürler.“

Ebû Hüreyre dedi ki:

— Ya Rasûlallah (cennette) Rabbimizi görür müyüz?

— Evet göreceksiniz. Güneşi ve dolunay gecesinde ay’ı görme hususun­dan birbirinizle hiç tartışır mısınız?

— Hayır.

— Aynı şekilde Rabbinizi görme hususunda da tartışmazsınız. O mec­liste hazır bulunan herkesle, Rabbi muhakkak konuşur. Dünyadayken onun yapmış olduğu bazı haksızlıkları hatırlatarak der ki:

— Ey falan oğlu falan! Şöyle ve şöyle yaptığın günü hatırlıyor musun?

— Evet, ama beni affetmedin mi?

— Affettiğin için bu mertebeye ulaştın.

Onlar bu haldeyken üzerlerini bir bulut kaplar, üzerlerine bir koku yağ­dırır. Onun kadar güzel bir kokuyu asla görmemişlerdir. Sonra Aziz ve Celil olan Rabbimiz: “Sizin için hazırladığım ikramların başına gelin ve arzuladık­larınızı alın” der. Bir çarşı görürler ki, orada bulunan eşyaları melekler koru­ma altına alıp çevrelemişlerdir. O eşyaların benzerini daha önce gözler gör­memiş, kulaklar duymamış ve onlar hiç bir beşer kalbinden de geçmemiştir. Arzuladığımız eşyalar bize getirilir. O çarşı da alış veriş olmaz. Orada cen­netlikler birbirleriyle karşılaşırlar. Üzerinde kıymetli elbiseler bulunan biri gelir. Kendisinden aşağı derecede olan -gerçi orada aşağı dereceli kimse yoktur- biri onun karşısına çıkar. Üzerindeki kıymetli elbiseler onu çok etkiler. Karşısındaki adam sözünü daha tamamlamadan, diğerini kendisininkin­den daha güzel bir elbiseye karşısına dikilmiş olarak görür. Çünkü cennette hiç bir kimsenin hüzünlenmemesi gerekir.

Sonra konaklarımıza döneriz. Zevcelerimiz bizi karşılar, bize: “Hoşgeldiniz, safâlar getirdiniz. Sizi seviyoruz. Gidişinden daha güzel kokulu ve alımlı bir halde yanımıza döndün” derler. Biz de onlara deriz ki: “Her dile­diğini yaptıran, Aziz ve Celil olan rabbimizle oturduk. Elbette ki böyle güzel bir halde yanınıza dönmemiz gerekir. Bu, tabiîdir.”

İbn Mâce bunu böyle rivayet etmiş ve bunun garib olduğunu söylemiştir.

Müslim… Enes b. Mâlik’ten rivayet etti ki; RasûluIIah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

“Cennette bir çarşı vardır. Cennetlikler her cuma oraya gelirler. Şimal rüzgarı eser, yüzlerine ve elbiselerine savurulur. Daha bir güzelleşip hoş olurlar. Sonra ailelerinin yanına dönerler. Aileleri onlara: “Vallahi bizim ya­nımızdan gittikten sonra daha bir güzelleşip hoş olmuşsunuz” derler. Onlar da kendilerine: “Yanınızdan ayrıldıktan sonra Vallahi siz de daha bir güzel ve hoş olmuşsunuz.” cevabını verirler.”

Bu hadisin İmam Ahmed b. Hanbel tarafından nakledilen varyantında ise şöyle denilmektedir:

“Doğrusu cennette -içinde misk tepeleri bulunan- bir çarşı vardır. Cen­netlikler o çarşıya vardıklarında rüzgâr eser (ve o kokular üzerlerine savrulur).”

Cennetteki Mahallerin Sayısı, Yükseklik Ve Genişliği

Yüce Allah buyurdu ki:

Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapıları* açıldığında, bekçileri onlara: “Selâm size, hoş geldi­niz! Temelli olarak buraya girin” derler. Onlar: “Bize verdiği sözde duran ve bizi bu yere vâris kılan Allah’a hamdolsun. Cennette istediğimiz yerde otura­biliriz. Yararlı iş işleyenlerin ecri ne güzelmiş!” derler.” (Zümer, 39/73-74)

Kapıları onlara açılmış Adn cennetleri vardır.” (Sâd, 38/50)

Melekler her kapıdan yanlarına girip: “Sabretmenize karşılık size se­lâm olsun. Burası dünyanın ne güzel bir sonucudur” derler.” (Ra’d, 13/23-24)

Önceki kısımlarda geçen hadislerden birinde şöyle denmekteydi:

Müminler cennetin kapısına vardıklarında kilitli olduğunu görürler.‘  Kapının açılmasını sağlamak için Aziz ve Celil olan Allah’tan, aracılık yap­masını dilerler.

Sûr hadisinde ise şöyle denilmektedir:

İnsanlar Âdem’e, sonra Nuh’a, sonra İbrahim’e, sonra Musa’ya, sonra İsa’ya gelirler. Hepsi onların şefaat isteminden yüz çevirir. Sonra o insanlar Rasûlullah (s.a.v.)’e gelirler. O, gidip cennetin kapısının halkasını şiddetle vurur. Bekçi: Kim O?” der. O da: “Ben Muhammed’im” der. Bunun üzeri­ne bekçi: “Bu kapıyı senden önce kimseye açmama emrini aldım.” der. (Ka­pı açılır. Rasûlullah) cennete girer. Allah katında, müminlerin keramet yur­duna girmeleri için şefatte bulunur. Allah onun şefaatini kabul eder. Böylece Rasûlullah (s.a-.v.), cennete ilk giren peygamber olur. Onun ümmeti de cen­nete ilk giren ümmet olur.

Sahih’de rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Cennette ilk şefaat edecek olan ve cennetin kapısına şiddetle ilk vura­cak olan benim.”

Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmaktadır efendimiz:

Cennetin anahtarı lâ ilahe illâllah’tır.”

İmam Ahmed b. Hanbel… Müminlerin emiri Ömer b. Hattab’dan riva­yet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Abdestini güzelce aldıktan sonra gözlerini semâya dikip ‘eşhedü en la ilahe illallahü vahdehu la şerike leh. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Rasûlüh’ derse, ona cennetin sekiz kapısı açılır. Dilediği kapıdan içeri gi­rer.

İmam Ahmed b. Hanbel… Sehl b. Sa’d'dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Doğrusu cennette bir kapı vardır. Ona Reyyan denir. Oruçlular kıyamet gününde o kapıdan cennete davet edilirler. “Oruçlular nerede?” denilir. Oruçlular içeri girince de kapı kilitlenir. Artık onlardan başkası o kapıdan içeri giremez.

Taberanî… Sehl b. Sa’d'dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

Cennette sekiz kapı vardır. Onlardan birine Reyyan kapısı denir. Ora­dan ancak oruç tutanlar içeri girebilirler.

İmam Ahmed b. Hanbel… Ebû Hüreyre’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse Allah yolunda kendi malından bir çift (şeyi) infak ederse, Cennet’in(bütün) kapılarından çağırılır. Cennetin sekiz kapısı vardır. Namaz kılanlardan olan kişi, sadaka kapısından çağırılır. Oruç tutanlardan olan kişi, Reyyan kapısından çağırılır. Ebubekir (r.a.): “Vallahi ey Allah’ın Rasûlü! Bir kimse bu kapıların her hangi birinden çağırılırsa ona zarar yoktur. Bir kimse bu kapıların tümünden çağırılabilir mi ya Rasûlallah?” diye sordu. Ra­sûlullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi: “Evet… Senin de onlardan biri olacağını umarım.

İmam Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah… Utbe b. Abdullah es-Süle-mî’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Bir müslümanın buluğa ermemiş üç çocuğu vefat ederse, onun bu ço­cukları kendisini cennetin sekiz kapısında karşılarlar. Dilediği kapıdan içeri girer.

Beyhakî… ihlaslının, günahkârın ve münafıkın savaşımıyla ilgili olarak Utbe b. Abdullah es-Sülemî’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

Cennetin sekiz kapısı vardır. Doğrusu kılıç, günahları silendir, ama münafıklığı Silmez.”

Buharî ve Müslim’in sahihliğinde ittifak ettikleri şefaat hadisinde… Ebû Hüreyre, Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Allah der ki: ‘Ya Muhammed! Ümmetinden üzerinde hesab bulunma­yan kimseleri sağ kapıdan cennete koy. Onlar diğer kapılarda da insanlara or­taktırlar.’ Muhammed’in canı elinde bulunan zâta yemin ederim ki; cennet kapısının iki kanadı arasındaki mesafe, Mekke ile Hecer (ya da Mekke ile Busrâ) arasındaki mesafe kadardır.”

Müslim, Halid b, Umeyr el-Adevî’den rivayet etti ki; Utbe b. Gazvan, kendilerine bir hutbe irâd etmiş, Allah’a hamd-ü senada bulunduktan sonra şöyle demiştir:

İmdi, dünyâ, sonu geldiğini ilân etmiş olup arkasını dönüp kaçmakta­dır. Onda, kabın dibinde kan ve kabın sahibi tarafından (yere) boşaltılan (su)birikinti(si) kadar az bir (zaman) birikinti(si) kalmıştır. Siz dünyadayken ebedi bir diyara intikal edeceksiniz. (Bari) hayırlı amelinizle birlikte oraya intikal edin. Bize anlatıldığına göre cennetin kapısının iki kanadı arasında kırk senelik bir yol vardır. Orası öyle bir gün görecek ki, sıkışıklıktan adeta cızırdayacaktır.

Bu hadisin Saîd el-Harirî b. Muaviye tarafından gelen bir varyantında ise şöyle denilmektedir:

Doğrusu cennetin kapısının iki kanadı arasında yetmiş senelik yol vardır.”

Yakub b. Süfyân… Salim’in babası Abdullah’tan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Ümmetimin, içinden geçerek cennete gireceği kapının genişliği, rahvan ata binmiş bir süvarinin üç günde katedeceği yol mesafesi kadardır. Sonra onlar o kapıda öyle bir sıkışıklık meydana getirirler ki, neredeyse omuzları yerinden çıkar.

Utbe b. Gazvan’ın rivayet ettiği hadiste anlatıldığına göre o kapının iki kanadı arasındaki mesafe, “kırk senelik yol kadardır.” Bu, esahh bir rivayet­tir.

Müsned adlı eserinde Abd b. Humeyd… Ebû Saîd’den rivayet etti ki; Ra­sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Şüphesiz, cehennemin yedi kapısı vardır. O kapılardan her birinin ge­nişliği, bir süvarinin ancak yetmiş senede alabileceği yol kadardır.”

Bu meşhur bir hadistir. Bazı alimler bu mesafenin bir kapının iki kana­dı arasındaki genişliği değil de her iki kapı arasındaki genişilği ifade ettiğini söylemişlerdir ki, bununla önceki hadis arasında bir çelişki meydana gelme­sin. Doğrusunu Allah bilir.

Kurtubî, cennetin on üç kapısı olduğunu iddia etmiş ancak bunu ispatla­ma sadedinde kuvvetli bir delil ibraz edememiş, en fazla şöyle demiştir: Cen­netin kapılarının sekizden fazla olduğunu gösteren delillerden biri, Hz. Ömer’in Tirmizî ve diğerleri tarafından rivayet edilen şu hadisidir:

Abdest alıp ‘Eşhedü en lailâhe illallah’ diyen kimseye cennetin kapıla­rından sekiz tanesi açılır. Bunlardan dilediği birinden cennete girer.

Kitabu’n-Nasîha adlı eserinde Acurî… merfu olarak Ebû Hüreyre’den şöyle bir rivayette bulunmuştur:

Doğrusu cennette duhâ (kuşluk) kapısı denen bir kapı vardır. Bir ünle-yici şöyle seslenir: Nerede kuşluk namazı kılmaya devam edenler? Bu, sizin kapınızdır!.. (Buradan) cennete girin.

Cennetliklerin Yiyecek Ve İçecekleri

Yüce Allah’ın lutfundan bize de o yiyecek ve içeceklerden ihsan etmesini diliyoruz.

Kur’ân-i Kerîm’de bu hususta şöyle buyurulmuştur: “Onlara şöyle denir:Geçmiş günlerde, peşinen işlediklerinize karşılık afiyetle yeyiniz, içiniz.” (Hakka, 69/24)

Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazlar. Sadece selâma karşı­lık selâm sözü işitirler.” (Vakıa, 56/25-26)

Orada azıklarını sabah akşam hazır bulurlar.” (Meryem, 19/62)

“(Cennetlikler) seçecekleri meyveler ve arzulayacakları kuş eti ile dola­şırlar.” (Vakıa, 56/20)

Onlar için altın kadeh ve tepsiler dolaştırılır. Canlarının istediği ve göz­lerinin hoşlandığı her şey oradadır. Siz orada temellisiniz.” (Zuhraf, 43/71)

Şüphesiz iyiler kâfur katılmış bir tastan içerler. Bu, ancak Allahın kul­larının taşıra taşıra içebileceği bir pınardır.” (İnsan, 76/5-6)

Çevrelerinde gümüş kaplar ve billur kâseler dolaştırılır. Billurları gü­müş gibi parlaktır. Onları ölçüp ölçüp dağıtırlar.” (insan, 76/15-16)

Çevrelerinde dolaştırılan kaseler, parlaklık ve saflıkta gümüş gibi olup dünyada benzerleri yoktur. O kâselerin hacmi, Allah’ın velisine yetecek mik­tarda içeceği içine alır. Ne fazla ne de eksik. Bu da onlara ne kadar özen gös­terildiği ve ne kadar şerefli olduğunu gösteriyor.

Orada, zencefil karışık bir tasla içirilirler. O pınara selsebil (tatlı su) de­nir.” (İnsan, 76/17-18)

Onlara buranın bir ürünü rızık olarak verildiğinde: “Bu daha önce de n-zıklandırdığımızdır” derler. Bunlar söylediklerinin benzerleri olarak sunul­muştur.” (Bakara, 2/25)

Hizmetçileri cennetliklere öncekinden değişik bir meyve getirdiğinde onlar, hakikatte değişik olmakla birlikte görünürde benzer oluşundan dolayı bunu, önceki meyvenin aynısı sanırlar. Şekil bakımından birbirlerine benzer­ler, ama hakikat, tad ve koku bakımından birbirlerine benzemezler.

İmam Ahmed b. Hanbel… Ebû Hüreyre’den rivayet etti ki; Rasûlulah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Doğrusu cennetliklerin mertebece en düşük olanının yedi katlı binası ve üç yüz hizmetçisi vardır. Bunlar sabah akşam ona üç yüz tabak (öyle sa­nıyorum ki, altın tabak dedi) içinde her birinde ayrı turdan yemekler sunar­lar. O, evvelkinden lezzet aldığı gibi ondakinden de lezzet alır. Ona, her bi­rinde ayrı türden olmak üzere üç kap içinde de içecek sunarlar. Öncekinden lezzet aldığı gibi sondakinden de lezzet alır ve şöyle der: Ya Rab! İzin ver­sen de bunlardan cennetliklere de yedirip içirsem. Onların yeyip içmesiyle yanımdaki erzaktan bir şey eksilmez.” O cennetlik adama, dünyadaki zevce­lerinden ayrı olarak iri gözlü yetmiş iki huri verilir. Onlardan birinin oturağı, bir millik yeri kaplar.

Bunu İmam Ahmed b. Hanbel, münferid olarak rivayet etmiştir. Bunda gariplik ve inkıta vardır.

İmam Ahmed b. Hanbel… Stimame b. Ukbe’den rivayet etti ki; Zeyd b. Erkam şöyle demiştir: Yahudilerden biri Peygamber (s.a.v.)’e gelip şöyle de­di: “Ey Ebu’l-Kasım! Sen cennetliklerin (cennette) yeyip içtiklerini İddia ediyorsun, değil mi?” Bu adam, Rasûlullah (s.a.v.)’m yanına gelirken arka­daşlarına: “Muhammed eğer bu soruma evet diye cevap verirse ben onu tar­tışmada yenerim” demişti. Onun bu sorusuna Rasûlullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi: “Evet. Canım kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki, onlardan bi­rine; yeme, içme ve cinsel iktidar bakımından yüz erkeğin gücü verilir.” Yahudi: “Yeyip içen kimsenin def-i hacette bulunması gerekmez mi?” diye sorunca Rasûlullah (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: “Onların def-i hacetleri ter halinde derilerinin dışına çıkar ve misk gibi bir koku saçar. Bir de bakarsınız ki karınları zayıftır.

Bu hadisin Ebû Cafer er~Razî kanalıya A’meş’ten nakledilen bir varyan­tında şöyle denmektedir: Yahudi: “Yeyip içen kimsenin def-i hacette bulun­ması gerekir. Peki cennette def-i hacette bulunmak yok mudur?” diye sorun­ca, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi: “Onların def-i hacetleri derilerinden çıkan ter şeklinde olur. Misk gibi koku saçar ve karınları zayıf kalır.

İmam Ahmed b. Hanbel… Câbir’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Cennet ehli kimseler cennette yeyip içerler ama büyük-küçük def-i ha­cette bulunmaz, sümkürmez ve tükürmezler. Yiyecekleri de misk gibi bir ter­leme ve geğirmeyle (sindirilir ve) dışarı çıkar.”

Müslim de… Câbir’den böyle bir rivayette bulunmuştur. Bu rivayette Câbir’in anlattığına göre sahabiler: Ya yemek nasıl hazmedilecek ve artığı nasıl dışarı atılacak? diye sormuşlar; Rasûlullah (s.a.v.) de onlara şöyle ce­vap vermiş:

Geğirme ve misk gibi kokan bir terle dışarı atılır. Teşbih ve hamd ge­tirmeleri, kendilerine ilham edilir.

Bu hadisin bir varyantında da şöyle denmektedir:

Onların bu yedikleri misk gibi kokan bir geğirmeyle sindirilir. Nefes alıp vermeleri kendilerine ilham edildiği gibi, teşbih ve tekbir getirmeleri de kendilerine ilham edilir.”

İmam Ahmed b. Hanbel… Câbir b. Abdullah’tan rivayet etti ki; Peygam­ber (s.a.v.) kendisine “Cennetlikler bir şeyler yerler mi?” diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir:

Evet… Yerler ve içerler. Ama büyük-küçük abdest bozmazlar ve süm-kürmezler. Ancak gerek akacak şekilde çok gerek zerrecikler halinde terle­yerek misk gibi koku saçan bir ter ciltlerinden çıkar. Kendilerine nefes alıp vermeleri ilham edildiği gibi, teşbih ve tahmidde bulunmaları ilham edilir.

Müsned adlı eserinde Hafız Ebubekir el-Bezzâr… Câbir b. Abdullah’tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Cennetlikler yerler, içerler ama dışkı yapmaz ve sümkürmezler. Nefes alıp vermeleri kendilerine ilham edildiği gibi, teşbih ve hamdde bulunmaları da kendilerine ilham edilir.

Hasan b. Arefe… Abdullah b. Mes’ud’un şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) bana buyurdu ki:

“(Cennetteyken) sen kuşa bakarsın. İştahın onu çeker. O da pişmiş ola­rak senin Önüne düşer.

Cennet kimler için süsleniyor !

Hadis-i Şerif:

Allahü Teâlâ, ümmetime, diğer ümmetlere vermediği beş şeyi ihsan buyurdu:

1- Ramazanda birinci gecesi, Allahü Teâlâ iman sâhiplerine rahmetle nazar eder ve bu kullarına hiç azap etmez.

2- İftar vakti oruçlunun ağız kokusu, Allahü Teâlâ yanında her kokudan sevimlidir.

3- Melekler Ramazanın her gece ve gündüzünde oruç tutanların affı için duâ ve niyaz ederler.

4- Allahü Teâlâ, oruç tutanlara Ramazan-ı Şerif içinde cennetten yer tâyin eder ve cennete: «Yakında dünya sıkıntılarından kurtarıp ikram edeceğim kullar için süslen, hazır ol!» buyurur.

5- Ramazan-ı Şerifin son gününde, o ayda oruç tutanların tamamını affeder ve iş yapanlara işi bitirince ücretleri verilir.”

Cennetlik kimselerin vas­fı.

Yüce Allah buyurdu ki:

Sakınanları o gün Rahmân’ın huzurunda O’na gelmiş konuklar olarak toplarız. Suçluları suya götürür gibi cehenneme süreriz. Rahmân’ın huzurun­da bir ahd almamış olandan başkası asla şefaatte bulunamıyacaktır.” (Meryem, 19/85-87)

Sûr hadisinde de şöyle denilmişti: “Sıratı geçtikten sonra müminler için havuzlar kurulur. Cennetin kapısına vardıklarında önce Âdem’den, sonra Nuh’tan, sonra İbrahim’den, sonra Musa’dan, sonra İsa’dan, en sonunda da Muhammed’den (s.a.v.) Allah’ın salât-ü selâmı hepsinin üzerine olsun- şefaat di­lenirler. Ama onlara şefaat eden zât, Rasûlullah (s.a.v.) olacaktır.

Sahih-i Müslim’de… Enes b. Mâlik’ten rivayet olunduğuna göre Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Cennetin kapısına gelir, açmalarını söylerim. Cennetin bekçisi: Sen kimsin?” diye sorar. Ben, “Muhammed” derim. O, der ki: “Senden önce bu kapıyı başkasına açmamakla emrolundum.”

Müslim… Enes b. Mâlik’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

Kıyamet gününde peygamberler arasında tabileri en çok olan peygamber ben olacağım. Ve Cennetin kapısını ilk çalan da ben olacağım.

Sahih-i Müslim’deki bir hadiste şöyle denmektedir:

Cenab-ı Allah kıyamet gününde insanları toplayacak; cennet kendileri­ne yakın geldiğinde mü’minler kalkıp Âdem (a.s.)’a gelecek ve ona: Ey ba­bamız! Bize şefaatçi ol” diyecekler, o da onlara şöyle cevap verecektir: “Siz­leri cennetten çıkaran sebep, babanız Âdem’in günahından başka bir şey mi­dir ki? Ben bu istediğinizi yapacak durumda değilim…

Bu hadis, sûr hadisinde anlatılanları teyid etmektedir. Orada anlatıldığı­na göre müminler ikinci kez peygamber ere uğrayarak onlardan, Allah katın­da kendilerine şefaatçi olmalarını ve cennete girmelerine ilişkin ilâhi bir izin sağlamalarını isteyecekler; nihayet ilk ve büyük şefaatte olduğu gibi bu defa da Rasûlullah (s.a.v.) şefaatçi olarak ortaya çıkacaktır. Nitekim bu husus ön­ceki bölümlerde de anlatılmıştı. Doğrusunu Allah bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah, Süveyd b, Saîd’in şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

Ali (r.a.)’nin yanında oturmaktaydık. Biz şu ayet-i kerimeyi okudu: “Sa­kınanları o gün Rahmân’ın huzurunda O’na gelmiş konuklar olarak toplarız. Suçluları suya götürür gibi cehenneme süreriz.” (meryem, 19/85-86) Âyeti oku­duktan sonra Ali (r.a.) dedi ki: “Vallahi onlar ayakları üzerine yaya olarak mahşere gelmezler. Çünkü konuklar yaya olarak getirilmezler. Aksine, hal­kın benzerini görmediği develer üzerinde gelirler ki; o develerin üzerinde, binmeleri için altın semerler vardır. İşte gelip cennetin kapısını çalıncaya ka­dar deve üzerinde olacaklardır.

Abdurahman b. İshak tarafından nakledilen başka varyantda ise şu ifa­deler yer almaktadır: “O develerin üzerinde, zebercedi geride bırakacak al­tından mamul semerler vardır.”

İbn Ebi Hatim… Mesleme b. Cafer el-Becelî’deı rivayet etti ki; Ebû Mu-az el-Mısrî şöyle demiştir:

Bir gün Ali (r.a.), Rasulullah (s.a.v.)‘in yanında idi. Şu âyeti okudu:Sakınanları o gün Rahrnân’ın huzurunda O’na gelmiş konuklar olarak top­larız.” (Meryem, 19/85) Bu âyeti okuduktan sonra Ali (r.a.) şöyle dedi: “Ey Al­lah’ın Rasûlü! Ben Öyle sanıyorum ki, konuklar mutlaka binek üzerinde olur­lar. Öyle değil mi?” Rasülullah (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: “Canım kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki; onlar mezarlarından çıktıklarında kar­şılanırlar veya altın semerli, kanatlı, beyaz develere bindirilerek getirilirler. Kendilerinin ayakkabılarının bağlanysa nurdandır, ışık saçar.  Develerin adımlan, göz alabildiğince uzaklara kadar ulaşır. Nihayet dibinden iki pınar kaynamakta olan bir ağacın yanına varırlar. Pınarlardan birinin suyunu içer­ler; içlerindeki pislikten aranırlar. Diğer pınarın suyuyla da yıkanırlar. Artık gözlerini hiç toz bürümez. Parlak nimetler üzerlerine akar. Nihayet cennetin kapısına varırlar. Kapının altın levhaları üzerinde kızıl yakuttan bir halka gö­rürler. Halkayı levhaya vururlar. Yüksek dozda bir tangırtı tungurtu duyulur. Huri kadınlar eşlerinin gelmekte olduğunu duyarlar. Kayyumlarını gönderip kapıyı açtırırlar. İçeri giren mümin, onu görür görmez secdeye kapanır. Kay-yum ona: “Başını kaldır. Ben senin kayyumunum. Emrine verildim” der. Adam onun peşine düşer, onu takib eder. Huri, hafif davranıp acele eder. İn­ci ve yakuttan yapılmış olan çadırından çıkar. Adamını kucaklar. Sonra ona şöyle der: “Sen benim sevgilimsin. Ben de senin sevgilimin. Ben, ölümsüz ve ebediyim. Ben yumuşağım, zarar vermem. Ben hoşnudum, kızmam. Ben burada kalıcıyım, göçmem.” Böyle dedikten sonra temelden tavana yüksek­liği yüz zira olan bir eve girerler. O ev, mercan kayaları üzerine inşâ edilmiş­tir. Yollan kızıl, yeşil ve sarı renkli (taşlarla döşenmiş)dir. Hiç bir yolu diğe­rine benzemez. Evin içinde yetmiş divan, her divânın üzerinde yetmiş min­der, her minderin üzerinde yetmiş zevce, her zevcenin üzerinde yetmiş elbi­se vardır. Bacaklarının ilikleri elbiselerinin üzerinden görülür. Onunla yapı­lan cinsel ilişki, sizin şu gecelerinizden bir gece kadar süren bir zamanda ta­mamlanır. Köşklerinin altlarından ırmaklar akar, o ırmakların suları saf ve te­mizdir. Bulanıklık yoktur onlarda. Orada tadı bozulmamış sütten ırmaklar vardır. O sütler davar memelerinden çıkmış değildir. Orada, içenlere lezzet verici şarap ırmakları vardır. O şarapları adamlar ayaklarıyla (üzüm) ezerek elde etmiş değildirler. Orada saf bal ırmakları vardır. O ballar, arılardan elde edilmiş değildir. Cennete girenler, hoş ve tatlı buldukları meyveleri dilerler­se ayakta yer, dilerlerse bir yere yaslanarak yerler.” Böyle dedikten sonra Ra-sûlullah (s.a.v.) şu âyet-i kerimeyi okudu: “Meyve ağaçlarının gölgeleri üzer­lerine sarkmış ve onların koparılması kolaylaştırılmıştır.”   Yukarı­daki hadisin devamında şöyle deniyor:

Cennete giren müminin canı yemek ister. Ona beyaz (bazı rivayetler-deyse yeşil) bir kuş gelir, kanadını kaldırır, adam onun dilediği renkteki kısmını” yer, sonra kuş uçup gider. Melek gelip selâm verir ve şöyle der: “işle­diklerinize karşılık, size miras verilen işte bu cennettir.” (Zuhruf, 43/72) Eğer hurilerin saçlarından bir tel yeryüzüne düşse, güneş onun aydınlığı karşısın­da kararıp kalır.

Ebü’l-Kasım el-Beğavî… Asım’dan rivayet etti ki; Hz. Ali cehennemden bahsederek onun ne denli korkunç olduğunu, ezberimde tutamadığı bazı ke­limelerle anlattı; sonra da şu âyet-i kerimeyi okudu: “Rablerine karşı gelmek­ten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler.” (Zümer, 39/83) Nihayet cen­netin kapılarından birinin yanına varırlar. Orada bir ağaçla karşılaşırlar. Ağa­cın gövdesinin altından iki pınarın kaynayıp akmakta olduğunu görürler. Birine yönelirler. Emrolunmuşlar gibi oradan su içerler. O suyla, içlerindeki pislikler veya eza yahut hastalık verici şeyler giderilir, içleri temizlenir. Son­ra diğer pınara yönelirler. Onun suyuyla (yıkanıp) temizlenirler. Üzerlerine nimetin parlaklığı akar. Artık saçları hiç değişmez; yağ sürünmüş gibi artık başlan hiç tozlanıp kirlenmez. Sonra cennete vardıklarında cennetin bekçi­leri onlara şöyle derler: “Selâm size, hoş geldiniz! Temeli olarak buraya gi­rin.” (Zümer, 39/73) Sonra çocuklar onları karşılarlar. Dünyadakilerin çocukla­rı gibi, ellerinde buhurdandıklan tüttürerek etraflarında dolanırlar. Yanlarına gelir ve: “Allah’ın sizin için hazırladığı konuklukları size müjdeiyoruz!” der­ler. Sonra bu çocuklardan biri kaçıp bu adamın iri gözlü huri eşlerinden biri­nin yanına gider ve -dünyadayken çağırıldığı adını vererek- “Falan adam geldi!” der. Huri: “Sen onu gördün mü?” diye sorunca çocuk: “Ben onu gör­düm ama o beni görmedi” der. Bu cevab alan huri, sevinçten (uçacak gibi) hafifler ve kendini kapının eşiğinde bulur. (Kocasını karşılayıp evine götü­rür. Kocası) evine vardığında binasının temellerine bakar. Binanın mercan kayası üzerine sarı, kırmızı, yeşil mücevher taşlarıyla inşâ edilmiş olduğunu görür. Sonra başım kaldırıp evin tavanına bakar. Şimşek gibi (parlamakta) olduğunu görür. Eğer Cenab-ı Allah (sağlam kalmasını) takdir etmiş olma­saydı, gözü kör olurdu o zaman. Sonra başını indirir. Eşlerini, yerleştirilmiş kâseleri, sıra sıra yastıkları ve serilmiş yumuşak tüylü halıları görür; sonra bir yastığa yaslanıp şöyle der: “Biri buraya eriştiren Allah’a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola iletmeseydi, biz doğru yolu bulamazdık. Andolsun ki Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmiştir.” derler. Onlara, “İşledi­ğinize karşılak işte mirasçısı olduğunuz cennet” diye seslenilir.” (A’râf, 7/43)

Sonra bir çağıncı şöyle seslenir: “Yaşayacaksınız; artık ebediyyen öl­meyeceksiniz. Burada ikamet edeceksiniz; artık ebediyyen göçmeyeceksiniz. Sağlıklı olacaksınız; artık ebediyyen Hastalanmayacaksınız.

Bu, insanların dünyadayken içinde bulunmuş oldukları durumun değişmesini, örneğin kişinin altmış zira’lık bir boya ve altı zîrahk bir ene sahib kı­lınmasını gerektirmemektedir. Nitekim bir hadiste cennetlik kimselerin evsa­fı böyle anlatılmaktadır. Bu durum o iki pınarın yanında tahakkuk edecektir. Bu pınarlardan birinin suyunu içince, içlerindeki pislikler yok olur ve içleri temizlenir. Diğer pınarın suyu ile yıkanırlar. Yıkanınca da üzerlerine nimette   pırıltısı akar.”

Burada anlatılanların hepsi, önceki hadiste anlatılanlara uygun düşmek­tedir. Yine orada anlatıldığına göre bu durum, mahşer meydanında gerçekle­şecektir. Ama bu durumun, insanların mezarlarından çıkışları esnasında gerçekleştiğini söyleyenlerin sözleri, haki­katten çok uzaktır. Çünkü bunun zıddını ispatlayan deliller vardır. Doğrusu­nu yüce Allah daha iyi bilir.

Abdullah b. Mübarek.., Hamid b. Hilal’ın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Bize anlatıldı ki; bir adam cennete girip, cennetliklerin suretine büründü-rüldüğünde, onların elbiseleri kendisine giydirildiğinde, onların kılığına so­kulduğunda, eşleri ve hizmetçileri kendisine gösterildiğinde öyle bir coşku­ya kapılır ki; o anda ölmesi gerekse bile, şiddetli sevinç ve coşkusundan do­layı ölmez. Kendisine, “Ne kadar sevinip coştuğunu gördün mü? İşte bu se­vinç ve coşkun, sende ebedi kalsın.” denir.

İbn Mübarek… Ebû Abdirrahman el-Hîlî’nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: “Kul, cennete ilk girdiğinde kendisini mercanları andıran yetmiş bin hizmetçi karşılar.

İbn Mübarek… Ebû Abdirrahman el-Meafirî’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Cennetiklerden bir adamı için iki sıra hizmetçi dizilir. Bu sıraların uçları, onun hizmetçi delikanlıların çokluğundan dolayı görülmez. Kendisi geçip gittiğinde onlar da peşinden giderler.

Ebû Nuaym… Dahhâk b. Müzahim’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Mümin kişi cennete girdiğinde onun Önü sıra bir melekte içeri girer; onu cennettin sokaklarında doıaştırır ve ona şöyle der:

— Ne görüyorsun?

— Karşılaştığın köşklerin çoğunun altın ve gümüşten yapılmış olduğu­nu görüyorum.

—  Bunlar senindir!..

Köşklerin içindekiler dışarı çıkınca o adamı, “Biz seniniz” diyerek her kapıda ve her mekânda karşılarlar. Sonra melek, o adama şöyle der:

— Yürümene devam et. Söyle bakalım, ne görüyorsun?

— Çadırlar görüyorum. Gördüğüm çadırların çoğunda askerler görüyo­rum ve bu askerlerin çoğuda tanıdık yüzlerdir.

 Bütün bunlar senindir!..

Çadırlardakiler dışarı çıkınca o adamı, “Biz seniniz” diyerek karşılarlar.” “Oranın neresine baksan, nimet ve büyük bir saltanat görürsün.” Ayet-i kerimesinin tefsiriyle ilgili olarak Ahmed b. Ebi’l-Havarî, Ebû Süleyman ed-Darânî’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir;

Melek, Aziz ve Celil olan Allah’ın dostuna armağan getirir, ama izin almaksızın ona ulaşması mümkün değildir. Allah dostunun kapıcısına “Allah dostunun yanına girmem için gerekli izni sağla” der. O kapıcı bu dileği bir üstüne, o üstü de kendi üstüne iletir. Onun evinden dârüsselâma (cennete) açılan bir kapı vardır. Kendisi dilediği takdirde izinsiz olarak Rabbinin huzu­runa varır. Ama yüce Rabbin elçisinin yanına izinsiz girilemez.

İbn Ebi’d-Dünyâ… Bişr b. Saaf’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ab­dullah h- Selâm’in yanında oturuyorduk. Bize dedi ki: Noksanlıklardan mü-zzeh olan yüce Allah katında yaratıkların en kıymetlisi Ebü’l-Kasım (Mu-hanımed) sallallahü aleyhi ve sellemdir. Cennet gökte, cehennem ise yerde­dir Kıyamet günü olduğunda Cenab-ı Allah, yaratıkları ümmet ümmet peş-pese ve peygamberleri de sırasıyla bir bir diriltir. Sonra cehennem üzerine köprü kurulur. Bunun ardısıra bir çağına, “Ahmed ve ümmeti nerede?” di­ye sorar. Ahmed (s.a.v.) kalkar, iyisiye kötüsüyle ümmeti O’nun ardına dü­şer; köprüyü tutarlar. Cenab-ı Allah, düşmanlarının gözlerini kör eder. Ora­da şaşkına döner, sağa sola çarpılırlar. Peygamber (s.a.v.) ve beraberindeki salih insanlar kurtulurlar. Melekler onları karşılarlar. Cennetteki evleri ve ko­naklan sağ ve sol taraflarınıza düşer. Nihayet peygamber (s.a.v.), Rabbinin huzuruna varır. Diğer taraftan onun için bir kürsü kurulur. Sonra diğer pey­gamberlerle ümmetler onun ardısıra gelirler. En sonda Nuh (a.s.) gelir.”

Bu, Abdullah b. SeMm’dan mevkuf olarak rivayet edilmiştir. (Yani bu, onun sözüdür.) Allah ondan razı olsun,

İbn Ebi’d-Dünyâ… Ebû Osman en-Nehdî’den rivayet etti ki; Selmân-ı Farisî şöyle demiştir:

Kıyamet günü olduğunda sırat köprüsü kurulur. Ustura gibi bir keskinli­ği vardır. Melekler, “Rabbimiz! Bunun üzerinden kim geçecek?” diye soracak­lar. Yüce Rab: “Yaratıklarımdan dilediklerim geçecektir“‘ deyince Melekler: “Rabbimiz! Biz sana hakkıyla ibadet edemedik.” karşılığını vereceklerdir.”

Çocukları Yaşamayan Kadın

Bir kadın vardı. Her yıl doğurur, çocukları ise, altı aydan fazla yaşamazdı. Kadın yirmi çocuk doğurmuş yirmisi de ölmüştü. Her çocuğun ardında feryat ederdi.

Sonunda, ”Ey Allahım! Bu çocuklar bana dokuz ay yük olur, bense onlar altı aydan fazla sevemem. Altı ay geçmeden elimden alırsın” diyerek canını yakan ıstıraptan şikâyet etti.

O gece rüyasında cenneti gördü. Cennetteki sayısız nimetlerin arasında kendi adının yazılı olduğu bir köşk vardı. Kadına, ”Bu köşk acılara katlanan, ıstıraplara tahammül eden, Allah sevgisiyle her şeyini feda edenindir. İbadetlerinde gevşeklik gösteren kullarını, Allah musibetleriyle sınar” dediler.

Cennet nimetlerini görmenin sarhoşluğuyla kadın, ”Allah’tan gelen başım gözüm üstüne” dedi. Yavaş yavaş cennet bahçesinde ilerleyip köşküne girdiğinde, bütün çocuklarının orada olduğunu gördü.

***

Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

Bir annenin çocuğu ölünce Allah (c.c) meleklerine,

Kulumun çocuğunun ruhunu aldınız mı?” der. Melekler,

Evet” derler.

Cenâb-ı Hak, ”Onun kalbinin yemişini, hayatının meyvesini kopardınız mı?” der.

Melekler, ”Evet” derler.

Allah Teâlâ, ”Kulum ne dedi?” diye sorar.

Melekler, ”Sana hamdetti. ‘Biz Allah’a teslim olmuşuz, ancak ona döneriz’ dedi” derler.

O zaman Allah Teâlâ, ”Kulum için cennette bir ev yapın, o evin adını da, hamd evi diye koyun” buyurur.

Cennet nimetlerinin çeşitleri ve Cennetlerde bulunan huri ve gılmanlar.


Cennet nimetlerinin çeşitleri ve cennetlerde bulunan huri ve gılmanlar
Cennet nimetlerinin çeşitleri ve cennetlerde bulunan huri ve gılmanlar
Cennet nimetlerinin çeşitlerini ve cennetlerde bulunan huri ve gılmanları, Rahman’a kavuşmayı ve görmeyi bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak üzere beyan etmişlerdir ki: Cennetlikler için olan nimetler, her durumda hazır olup, arzu ettiklerinde önlerine gelir. Yüksek ağaçların sarkan meyveleri, işaretleriyle ellerine gelir ve her anca çeşitli meyvelerle lezzetlenirler. Her ne yiyecek ve içecek isterlerse hazır bulurlar. Kazanmaya ve pişirmeye hacet yoktur. Zira cennette zahmet ve ateş olmaz.

Cennet ağaçlarının en büyüğü tuba ağacıdır ki, kökü sidrede, dalları ve meyveleri cennet saraylarının içindedir. Tıpkı dünyada güneşin yukarıda bulunup, ışığı bütün evlere girdiği gibi. Tubanın aslı, cennetin yukarısında olan sidrede bulunup, sayısız dalları cennet saraylarına inmiştir. Cennetlikler, onun çeşitli meyvelerinden meyvelenip, her demde nice lezzet bulmuşlardır.

Müminler için renkli döşeklerle süslü saraylarda ve şatolarda, yastıklar üzerinde aner saçlı, hilal kaşlı, kara gölü, güneş yüzlü, şirin sözlü, işveli ve nazlı, inci dişli, mercan dudaklı, gül yanaklı, selvi boylu, güzel huylu, gülden taze ve taravetli huri kızları vardır. Bunlar cennetliklerin temiz eşleridir. Her birisi yetmiş kat elbise giymiştir. Renkleri çeşitli, ölçüleri hafiftir. Her hurinin taravetli teni cam gibi şeffaftır. Başlarına nur renkleriyle ışıldayan taçlar koymuşlardır. Çeşitli cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde oturup, müminlere bakarlar. Karşılarında hizmet için nice bin çocuk ve gılman saf saf dizilmişlerdir.

Cennetlere giren müminler ebedî orada kalırlar asla çıkmazlar. Selamla şirin sohbetler edip, boş sözle asla hatır yıkmazlar. Cennetlikler için asla ihtiyarlama yoktur. Elbiseleri eskimez. Gönülleri zengin, gözleri toktur. Yerler, içerler fakat ayak yoluna gitmezler. Yiyip içtikleri latif bir buhar gibi olup, gül suyu gibi bedenlerinden sızar, asla küçük su dökmezler. Oradaki huriler ve kadınlar, hayızdan, nifasdan ve buna benzer şeylerden uzak ve pak olmuşlardır. Cennetlikler her an ve her zaman emniyet içindedirler. Üzüntüden, gamdan, bir şeyler tedarik etmekten kurtulmuşlardır. Hastalıklardan ve sakatlıklardan selamet bulmuşlardır. Sıhhat ve âfiyette ebedî sevinçlidirler. Saadetleri sonsuzdur. Müminler için Rahman’ın melekleri, her hafta bir kere mücevherle donatılmış buraklar getirip, Hak Taalanın selam ve davetini tebliğ ederler, müjdelerler. Onlar da, buraklara binip, adn cennetine yükselip giderler. Hak Taalanın misafirhanesine varıp, ikram ve izzetlerini görüp, çeşitli nimetlerini yiyip, selam ve kelamını işitip, Hak’kın cemalini gözleriyle müşahede ederler. Görüntüsünün lezzetinden mest olup, cennet nimetlerini unutup giderler. Oradan Hak’kın izniyle yine kendi makamlarına dönerler.

Bütün cennetleri bekçisi ve hâkimi, sevimli ve büyük bir melektir. Şekli insan, ismi Rıdvan’dır. Cennetler içinde gece ve gündüz olmaz. Bütün cennetler bir an ışıksız kalmazlar. Çünkü cennetlerin gökyüzü Rahman’ın arşıdır. Her an arşın nurları onları ışıklandırır.

10 Mayıs 2011 Salı

BÜYÜ YAPMAK !

İslamiyet sihri inkar etmemiş, ancak Tevhid itikatına zarar verdiği, İslam ahlak ve prensiplerini bozduğu, kötüye kullanıldığı için kesinlikle haram kılınmıştır. Bir müslümanın bunlarla meşgul olması katiyetle doğru değildir, bu gibi şeyler küfür basamaklarıdır.

Allah-u Teala sihri öğrenenler hakkında Ayet-i kerime’de şöyle buyurmaktadır:
“Onlar kendilerine faydalı olacak şeyler değil de zarar verecek şeyler öğreniyorlardı.” (Bakara:102)
Bir Ayet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:
“Nerede olursa olsun, sihirbaz asla iflah olmaz.” (Taha:69)
Resul-i Ekrem -sallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz sihri “Helak edici yedi büyük günahtan birisi saymıştır, bir Hadis-i şerif’lerinde de şöyle buyurmuştur:
“Muhabbet vesaire için efsun yapmak, iplik okumak veya muska yazmak suretiyle sihir yapmak şirktir.” (Ebu Davud)
Sihir yapmak haram olduğu gibi sihire inanmak da haramdır.
Karı-koca arasındaki aile bağlarını koparmaktan başlayarak, insanlar arasında fesatlıklar çıkaran sihirbazlar asr-ı saadette Resulullah -sallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e de sihir yapmaya cüret etmişlerdi.
Aişe -radiyallahu anha- Validemiz’den rivayete göre, şöyle demiştir:
Bir keresinde Peygamber -sallahu aleyhi ve sellem-e sihir yapılmıştı. Bu hadiseden sonra işlemediği bazı şeyleri işlediğini sanırdı. Nihayet günün birinde tekrar tekrar dua etti ve bana dedi ki:
Ya Aişe! Allah bana şifamı bildirdi. İki melek gelip biri başucumda diğeri ayak ucumda durdu. Birbirleri ile şöyle konuşuyorlardı:
-Bu zatın hastalığı nedir?
-Sihirlenmiştir.
-Kim sihir yaptı?
-A’sam oğlu Lebid.
-Ne ile yaptı?
-Tarak, saç ve sakal tarantısı, erkek hurma çiçeği ile.
-Nerede yapıldı?
-Zervan kuyusunda.
Peygamber -sallahu aleyhi ve sellem- oraya doğru gitti. Sonra geldi ve bana “Büyü yapılan hurmanın uçları şeytanın başı gibidir.” buyurdu. Bunun üzerine ‘Ya Resulullah! Onu çıkardınız mı?’ diye sordum. Şöyle cevap verdi:
Hayır çıkarmadım. Çünkü Allah bana şifa verdi. İnsanların görüp de nasıl yapıldığını öğreneceklerinden endişe ettim ve kuyuyu kapattırdım.” (Buhari. Tecrid-i sarih:1352)

SİHİR VE KEHANETLE İLGİLİ HADİSLER .


Ebu Hüreyre (r.a.) buyuruyor ki:
 
 
Resulullah (sav) buyurdular ki: “Kim (sihir maksadıyla) bir düğüm vurur sonra da onu üflerse sihir yapmış olur. Kim sihir yaparsa sirke düşer. Kim birşey asarsa, o astığı şeye havale edilir.”  (1)

Safiyye Bintu Ebi Ubeyd (r.a.) buyuruyor ki:
Resulullah (sav)’ın zevce-i paklerinden naklen anlatıyor: “Resululah (sav) buyurdular ki: “Kim bir arrafa (kahine) gelir, birşeyler sorar ve söylediklerine de (inanıp) onu tasdik ederse, kırk gün namazı kabul edilmez.” (2)

Hz. Aişe (r.a.) bildiriyor.
Hz. Peygamber (sav)’e (yahudiler tarafından) sihir yapıldı, öyle ki, Resulullah (sav) yapmadığı bir şeyi yaptım vehmine düşüyordu. Bir gün benim yanımda iken Allah’a dua etti, sonra tekrar dua etti. Ve dedi ki: “Ey Aişe, hissettin mi, sorduğum hususta Allah bana fetva verdi?” “Hangi hususta Ey Allah’ın Resulü?” dedim. “İki kişi bana gelip, biri başucumda, diğeri de ayak tarafımda oturdu. Biri diğerine: “Bu zatın rahatsızlığı nedir?” dedi. öbürü: “Büyüdür!” dedi. Önceki tekrar sordu: “Kim büyüledi?” Diğeri: “Lebid İbnu’l'A’sam adındaki Beni Züreykli bir yahudi” diye cevap verdi. Öbürü: “Büyüyü neye yaptı?” dedi. Arkadaşı: “Bir tarakla saç döküntüsüne ve bir de erkek hurma tomurcuğunun içine” cevabını verdi. Diğeri: “Pekala, şimdi nerede?” diye sordu. Arkadaşı: “Zervan kuyusunda!” cevabını verdi.” Bunun üzerine Resulullah (sav) Ashabından bir grupla birlikte (ra) kuyuya gitti, ona baktı, kuyunun üzerinde bir hurma vardı. Sonra benim yanıma dönüp: “Ey Aişe! Allah’a yemin olsun, kuyunun suyu sanki kına ıslatılmış gibi(bulanık) ve (o kuyu ile sulanan) hurma ağaçlarının başları da sanki Şeytanların başları gibiydi!” dedi. Ben: “Ey Allah’ın Resulü! Onu(kuyudan) çıkardın mı?” diye sordum. “Hayır!” dedi ve ilave etti:“Bana gelince, Allah bana afiyet lütfetti ve şifa verdi. Ben ondan halka bir şer gelmesine sebep olmaktan korktum!” Resulullah onun gömülmesini emretti ve yere gömüldü.” (3)

Zeyd İbnu Erkam (r.a.) buyuruyor ki :
 Resulullah (sav)’a sihir yapıldı. Bu yüzden günlerce hasta düştü. Sonunda Cebrail aleyhisselam gelerek: “Seni yahudilerden bir adam sihirledi. Yaptığı sihir düğümünü falanca kuyuya attı” dedi. Resulullah (sav) Hz. Ali (ra)’yi (bu maksadla oraya) gönderdi. Ali (ra) düğümü oradan çıkarıp çözdü. (Sihir çözülünce) Aleyhissalatu vesselam, bağdan kurtulmuş gibi kendine geldi. Resulullah (sav) bunu, o yahudiye zikretmedi ve onun yüzünü de hiç görmedi.” (4)

Kaynak :
1)Nesai,Tahrim 19, (7,112)
2)Muslim ,Selam 125, (2230)
3)Buhari,Tibb 47,49,50, Cizye 14,Edeb 56; Muslim Selam 43,(2189)
4)Nesai, Tahrim 20, (7,112,113)