7 Temmuz 2013 Pazar

HZ. MEVLÂNÂ’YA GÖRE RAMAZAN VE ORUÇ

HZ. MEVLÂNÂ’YA GÖRE RAMAZAN VE ORUÇ
HZ. MEVLÂNÂ"YA GÖRE RAMAZAN VE ORUÇ

Hz. Mevlânâ"nın Mesnevî-i Şerîf"ini ve Dîvân-ı Kebîr"ini incelendiğimizde onun Ramazan ayı ve oruç ibadeti hakkındaki görüşlerini şöylece özetleyebiliriz:
“Oruç sevdası bambaşka bir sevdadır” diyen Mevlânâ, orucu çok özlediğinden ve hasretle beklediğinden bahseder. Bazen ise orucu bir “ana” gibi görür.
Oruç ayı olan Ramazan"a neşeli olarak girilmeli; ona kavuşulduğu için Cenâb-ı Hakk"a şükredilip sevinilmelidir.
Oruç; kişide imanın, Allah"ı sevmenin, O"na bağlanmanın, O"ndan sakınmanın, haramdan kaçınmanın varlığına şahitlik eder.
Ramazan"da sadece yemek ve içmekten kaçınmak değil, kötü söz söylemek ve kötü iş işlemekten de kaçınmak, bunlara sabır göstermek gerekir.
Orucun bazı zorlukları varsa da, yüzlerce çeşit hüneri de vardır. Oruç; şeytanı ve nefsi güçsüz ve etkisiz hâle getirir, maddî ve manevî açıdan temizliği gerçekleştirir, gönlü bedenî isteklerin tahakkümünden kurtarır, nefsi kirlerinden arındırır, ruhu özgürleştirir, gönül gözünü açar, manevî görüşü artırır, sabrı öğretir, bedenî hastalıklardan korunmanın yollarını öğretir, insanın insanlığı olgunlaşır, manevî rızıklara ulaştırır, Allah"a yakınlaştırır.

Bu namaz, oruç, hacc ve cihad da inanışa tanıktır.
Bu zekât "hediye", bu hasedi bırakma da "kendi sırrından haber verme" dir.
İhsanda bulunmak, doyurmak, konuk davet etmek: “Ey ulular, biz sizinleyiz, size doğru bir özle inandık” demektir.
Hediyeler, armağanlar, sunulan şeyler: “Ben seninleyim; seni seviyorum” diye tanıklıktan ibarettir.
Kim, bir mal veya afsun için çalışır, uğraşırsa bu ne demektir? “İçimde bir cevherim var”, demektir.
Allah"tan çekinmemden yahut cömertliğimden bir cevherim var ki bu zekatla oruç ikisine de şahittir.
Oruç der ki: “Bu, helalden çekindi, bil ki harama ulaşmasına artık imkân yok.”
Zekât der ki: “Kendi malını bile veriyor, artık, kendisiyle aynı dinde, aynı yolda olandan nasıl çalar?”
Fakat bu işleri riya ve tezvirle yaparsa o iki tanık, Allah"ın adalet mahkemesine kabul edilmez.
Avcı tane saçar ama acımasından değil, avlanmak için.
Kedi de oruç ayında oruç tutar ama kendisini av avlamak için uyur gösterir.
Bu eğrilikten yüzlerce kavim, kötü sanılmıştır. Bu kötü kişi, cömert kişilerle oruç tutanların adını da kötüyü çıkarmıştır.
Fakat Allah"ın lütuf ve ihsanı, o eğri işlerde bulunmakla beraber nihayet onu hepsinden de arıtır.
Rahmeti, o kötülüğü aşmış, ayın on dördüne bile vermediği ışığı vermiştir.
Allah, onun çalışmasını bu kötülükle karışmadan yıkar; rahmeti onu bu hatadan arıtır.
Bu sûretle de Allah"ın yarlıgayıcılığı meydana çıkar, bu miğfer kulun kelliğini örter.
Yağmur, pis şeyleri arıtmak için gökten yağar.1
Sevgi (kulluk), düşünce ve mânâdan ibaret olsaydı, bize oruç ve namaz lüzumlu olmazdı.
Bağlılık ve sevgiden bir eser olsun diye dostlar birbirine armağan sunarlar.
O armağanlar, bağlılığın ve sevginin şahitleridir. Yani onlarda samimiyet ve beraberlik gizlidir.
O ihsanlar, gönülde meydana gelen sevginin görünen şahitleridir.2

Oruca sarıl, sabret; orucu terk etme, her an Hak"tan rızkını bekle!3


Cihad ve oruç güçtür, çetindir. Fakat bu güçlük ve çetinlik, Allah"ın, kulu kendinden uzaklaştırmasından daha iyidir.4


“İnsanın namaz kılmayı arzu edişi, oruç tutuşu, hep Hakk"ın kulunu kendine çekisindendir.”5


Oruç yüzünden bizim canımız dirilik elde edecektir!
Ramazan geldi; aşk ve iman padişahının sancağı erişti! Artık maddî yiyeceklerden elini çek! Çünkü göklerden manevî rızık geldi ve can sofrası kuruldu!
Can, bedenin hantallığından kurtuldu; tabiatımızın isteklerinin eli bağlandı! Aşk ve iman ordusu geldi, sapıklık ve imansızlık ordusunu kırdı geçirdi!
Bir bakıma oruç, bizim kurtuluşumuzun kurbanı sayılır; bizim canımız, onun yüzünden dirilik elde edecektir!
Mademki gönül evine misafir olarak can geldi, onun uğruna bedenimizi tamamıyla kurban edelim.
Sabır, hoş bir buluttur; ondan, hikmet, manevî lütuflar yağar! Bu sebeptendir ki, Kur"ân-ı Kerim de bu sabır ayında nâzil olmuştur!
Bizi kötü işler, günahlar işlemeye teşvik eden kirli nefsimiz, arınmaya, temizlenmeye muhtaçtı! Ramazan gelince, günah zindanının kapısı kırıldı; can, nefsin esaretinden kurtuldu, miraca çıktı, sevgiliye kavuştu!
Bu mübarek ayda gönül de boş durmadı; ümitsizlik perdesini yırttı, göklere uçtu! Can, zaten bu kirli dünyaya mensup değildi, meleklerdendi; onlara ulaştı!
Ramazan günlerinde sarkıtılan merhamet ipine sarıl da, şu beden kuyusundaki hapisten kendini kurtar! Yusuf aleyhisselam kuyunun ağzına geldi, seni çağırıyor; çabuk ol, vakit geçirme!
İsa aleyhisselam isteklerden, beden eşeğinin arzularından kurtulunca, duası kabul edildi! Sen de nefsanî isteklerden temizlen, elini yıka! Çünkü gökyüzünden manevî yemeklerle dolu sofra geldi!
Haydi, elini ağzını yıka; ne yemek ye, ne iç, ne de söyle! Hakikate erdikleri, Hakk"ı buldukları için susup duran ermişlere gelen mana sözlerini, mana lokmalarını ancak Şems-i Tebrîzî"nin himmeti ile bulabilirsin!6


İSLÂM"IN binası beş direk üzerine kurulmuştur. Allah"a yemin ederim ki, bu direklerin en büyüğü oruçtur.
Sen, orucu, şaşılacak acayip meziyetleri bulunan bir şey olarak bil! Oruç, insana can bağışlar. Gönül lütfeder. Sen, şaşılacak bir şey görmek istersen, oruca şaş!
Sen, göklere çıkmak, Mi"rac etmek sevdasındaysan, şunu bil ki, oruç, senin önüne getirilmiş bir Arap atıdır.
Oruç, can gözünün açılması için bedenleri kör eder. Senin gönül gözün kör de, o yüzden kıldığın namazlar, yaptığın ibadetler sana o aydınlığı vermiyor, hakikati göstermiyor.
Oruç, insan şeklindeki hayvanın hayvanlığını giderir. Bu yüzdendir ki oruç, insanın insanlığını olgunlaştırmaya mahsustur.
Âşıkların hayatı, beden matbahı yüzünden kararmıştı. İşte oruç, o matbahları aydınlatmak için çıktı geldi.
Dünyada şeytanın karnını deşen bir bıçağa benzeyen oruçtan daha fazla şeytan öldürücü, nefsin kanını dökücü bir şey var mı?
Padişahlar padişahının kapısında kendisine gizli, özel bir vazife verilmiş, çabucak faydalı olan, kâr bağışlayan kim var? Kim olacak? Oruç!
Oruç, özlem çekenlerin gönüllerini, canlarını öyle tazeleştirir ki, zavallı balığı bile su o kadar tazeleştirmez.
Nefis ile savaşa girişen mücahidin, gönül maksadına ulaşma yolunda oruç, yüz binlerce yardımcı canın yaşayışından daha da iyidir.
İslam"ın binası şu beş direk üstüne kurulmuştur: “Kelime-i şahadet, Zekât, Hac, Oruç, Namaz.” Allah"a yemin ederim ki, bu direklerin en kuvvetlisi, en büyüğü oruçtur!
Cenâb-ı Hak, bu beş direğin her birinde orucu, orucun kaderini gizlemiştir. Zaten oruç kadir gecesi gibi gizlidir.
Midesine düşkün olan, çok mide ağrısı çeker, sızlanır durur. Zaten midesine düşkün olanların talihlerinde oruç yoktur.
Oruç, Allah"ın has kullarına Hz. Süleyman"ın saltanatını bağışlayan bir yüzüktür yahut da taçtır. Onu ancak seçkin kullarının başlarına giydirir.
Oruçlunun gülüşü, oruçsuzun secdedeki halinden iyidir. Çünkü oruç, o Rahman"ın sofrasına oturtacaktır.
Sen farkında değilsin ama, yemek yediğin vakit, için pislikle dolar. Oruç hamama benzer. Seni maddî ve manevî kirliliklerden, bütün kötülüklerden temizler.
Sen, hiç bilgi nuruyla nurlanmış bir hayvan gördün mü? Beden de bir hayvandır. Hayvanın ardına düşüp de orucu bırakma!
Sen vahdet denizinden ayrı düşmüş bir damla gibisin. Sen aslına nasıl ulaşacaksın? İşte oruç, sel gibi, yağmur gibi seni alır, denize ulaştırır.
Nefsinle savaşa girişince; “Ben orucu öyle ucuza satmam!” diye kendini yere at, ellerini çırp, ayaklarını vur, diret!
Nefsin gönlüne musallat olmuş bir Rüstem"dir ama, oruç onu gül yaprağı gibi tir tir titretir.
İçinde ab-ı hayatın gizlendiği bir karanlıktan bahsederler. Aklı başında olanlara o karanlık, oruçtur.
Sen, canının içinde Kur"an nurunu istiyorsan, şunu bil ki, oruç bütün Kur"an"ın tertemiz nurunun sırrıdır.
Gök sofralarının, ruha mahsus sofraların başına tertemiz kişiler oturturlar. İşte oruç, sana, onlarla bir kaptan yemek yedirir.
Oruç seni gün gibi gönlü aydın, canı saf bir hale kor. Sonra da padişahla buluşma bayram gününde varlığını kurban eder, seni varlıktan ve benlikten kurtarır.
Oruç ayına girdiğin zaman, o aya kavuştuğun için Hakk"a şükrederek, sevinerek, neşeli olarak gir! Çünkü Ramazanın gelişinden üzülenlere, gamlılara oruç haramdır. Onlar, oruca layık değillerdir.7


ORUÇ AYI GELDİ
Oruç ayı geldi. Hepinize kutlu olsun. Ey oruca yol arkadaşı olan, dost olan kişi! Yolun uğurlu olsun, hoş olsun.
Ben ayı görmek için dama çıkmıştım. Çünkü candan, gönülden orucu özlemiştim, onu hasretle bekliyordum.
Aya bakayım derken başımdan külahım düştü. Mübarek oruç padişahı benim aklımı başımdan aldı. Beni mest etti.
Ey Müslümanlar! Ona gönül verdiğimden beri ben zaten mest olmuşum, aklım başımda değil. Ah, orucun ne de hoş bahtı varmış, ne de güzel devleti varmış, hali varmış.
Bu oruç ayında gizlenmiş eşsiz bir ay var. Hem de Türk gibi oruç çadırında gizlenmiş.
Bu mübarek ayda, oruç harman yerine sıkıntısız, neşeli gelen kişi, o güzeller güzeli aya yol bulur.
Sıhhatli, atlasa benzeyen yüzünü kim sarartırsa, o orucun ipekli elbisesini giyer.
Bu ayda dualar kabul olur. Oruçlunun âhı gökleri deler, geçer.
Oruç kuyusunda sabreden kişi, Yusuf gibi aşk Mısır"ında sultan olur.
Ey sahura kalkan, sahur yemeği yiyen kişi! Az konuş, hatta sus! Sus da orucu anlayanlar, oruçtan söz etsinler.
Gel ey Şemseddin, ey Tebriz şehrinin avunduğu büyük insan! Oruç askerinin başkumandanı sensin.8


ORUÇ SEVDASI BAMBAŞKA BİR SEVDADIR
Artık, ekmeğe karsı ağzını kapa, tatlı oruç geldi. Şimdiye kadar, yemenin, içmenin hünerini gördün. Şimdi de orucun hünerini seyret!
Oruç, Meryem oğlu İsa"ya zemzem oldu. Oruç yolculuğuna çıktı da dördüncü kat göğe yükseldi.
Kuşların kanat çırpmaları nerede, meleklerin kanat çırpmaları nerede? Kuşlar yem için kanat çırparlar, melekler ise oruca doğru uçarlar.
Orucun bazı zorlukları varsa da, yüzlerce çeşit hüneri de vardır. Oruç sevdası bambaşka bir sevdadır.
Oruç, çarşafa girmiş, kendini gizlemiş bir güzeldir. Çarşafını aç da onu seyret; o ne kadar güzelmiş!
Boynunu inceltir ama, seni ölümden emin eder. Mide dolgunluğu, rahatsızlığı, fazla yiyip içmeden meydana gelir. Oruç ise seni manen mest eder.
Otuz gün ramazan denizinde bir baştan bir başa, bir uçtan bir uca yüzer durursun. Sonunda oruç incisi elde edersin.
Şeytanın bütün hileleri, tedbirleri, bütün okları, oruç kalkanına çarpar, kırılır.9


Oruç harmanından can BUĞDAYI satın al!
Oruç anası keremlerde bulundu, çocuklarına geldi, kavuştu. Çocuğum! Fırsatı kaçırma, oruç ananı sıkıca tut, bırakma!
Oruç anasının güzel yüzünü seyret! Onun lütuf sütünü em! Onun yurdunu yurt edin! Orucun kapısında otur!
Rıza çölüne bak, Allah"ın ilkbaharını seyret! Oruç nergisleri ile dolu olan can cennetini müşahede et!
Ey gonca! Sen çok güçsüzsün. Gelişmemişsin. İpte oynayan bahar cambazı gibi sıçra, oruç çemberinden geç!
Ey gül! Kanlara batmışsın, hal böyle iken, neden gönlün hoş, neden gülüp duruyorsun? Yoksa Halil"in İshak"ı mısın ki, oruç hançerinden hoşlanıyorsun?
Neden ekmeğe asıksın? Bahar mevsiminde gençleşen dünyayı seyret! Oruç harmanından can buğdayı satın al!10


Ey gönül; oruçlu iken Allah"a misafirsin!
Ey gönül! Oruçlu iken Allah"a misafirsin; sana gökyüzü sofrası yakışır!
Sen, bu mübarek ayda cehennemin kapısını kapadın! Böylece sen, cennetten binlerce kapı açarsın!
Topraktan, ateşten, sudan, rüzgârdan dikilmiş olan beden hırkasını çıkar, at!
Can, aşkın kapısına geldi de; “Beni affet; sen, özürlerin canısın!” diye yalvardı!
“Ey aşk!” diye sızlandı. “Bu ayda özrümüzü kabul et; hata ettik!”
Aşk da, gülerek cana dedi ki: “Senin elini tuttum! Biliyorum ki sen, elsizsin, ayaksızsın!
Hekimim; ben, sana perhize girmeni emrettim! Çünkü sen, bu korkunun ve ümidin hastasısın!
Perhize gir de, sana bir şerbet yapıp sunayım; onu içince sen, hiç kendine gelmeyesin!”
Sustum; artık bunu aşk anlatsın! Çünkü onun gözü, canlara can katar!11


Ramazan ayında gereği gibi oruç tutarsan, senin vücut toprağını altın ederler. Senin fani varlığını taş gibi ezerler de göğe sürme yaparlar. İftar vaktinde yediğin yemek lokmasının her biri, birer mânâ incisi olur. Ramazan"da yemekte, içmekte, kötü söz söylemekte, kötü iş işlemekte sabırlı olduğun için, bu sabır, senin manevî görüşünü artırır, gönlünün gözünü açar.12
Mesnevi, cilt: V, beyit no: 183-199
Mesnevî, cilt: I, beyit no: 2625-2628
Mesnevi, cilt: V, beyit no: 1749
Mesnevi, cilt: VI, beyit no: 1769
Divan-ı Kebir"den Seçmeler, trc. Şefik Can, cilt: I, gazel no: 375
Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: I, gazel no: 459
Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: II, gazel no: 803
8 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1119
Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1155
10 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1175
11 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1326
12 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: IV, rubai no: 368

 

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyuruyorlar: oruc

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyuruyorlar:
“Kim Ramazan orucunu, farz olduğuna inanarak ve sevabını Allah’tan isteyerek, gönül hoşluğu ve tam bir ihlâs ile tutarsa geçmiş küçük günahları bağışlanır.” (Buhârî, Kiiâbu’l- imân)

en güzel sözler

Cennet’in bir kapısı var, adına “Reyyan” derler, oradan ancak oruçlular girebilir.

Yönümüz kibleye, kalbimiz nereye?

Yönümüz kibleye, kalbimiz nereye?

KEMAL SÜLEYMANOĞLU  

Dua için ellerimizi açtığımızda, namaza kalktığımızda, evimizi düzenlerken, cenazemizi kabre koyarken dikkat ettiğimiz; otururken, kalkarken, yatarken her zaman ve her yerde yöneldiğimiz bir kıblemiz var. İçimizdeki yönle aynı olan kıblemiz. Mekke'deki Mescid-i Haram'daki Kâbe... Bunun ne büyük lütuf olduğunun farkında mıyız?

Namaza durduğumuzda Mekke'ye yöneliriz. Orada bulunan Kâbe'ye; yani yeryüzünün ilk mescidine, Beytullah'a, Allah'ın evine yöneliriz.

Yüce Mevlâ, kıbleyi Kudüs'deki Mescid-i Aksâ'dan Mekke'deki Mescid-i Haram'a, Kâbe'ye çevirdiğini Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz'e namaz esnasında bildirmişti. Hatta namazın iki rekâtını Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya doğru kılmış, tam o esnada vahiy gelmişti. Hemen Mekke'ye Mescid-i Haram'a yönelmiş, arkasında namaz kılan cemaat de onunla birlikte yönlerini Mekke'ye çevirmişlerdi.

Haber birkaç gün içinde her tarafa yayıldı. Bütün müslümanlar artık Mescid-i Haram'a yönelerek namazlarını kılıyorlardı. Rasulullah s.a.v. Efendimiz'e itaat etme konusunda en ufak bir tereddüt geçirmemişlerdi. Bunun yanında münafıklar başta olmak üzere, gayr-i müslimlerden bazı kişiler dedikoduya başlamışlardı. Kalplerinde gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilen Yüce Mevlâ, onların durumunu Rasulullah s.a.v. Efendimiz'e şöyle haber vermişti:

“İnsanlardan bir kısım sefihler şöyle diyecekler: ‘Onları yöneldikleri kıblelerinden çeviren ne ki?' (Rasulüm) de ki: Doğu da batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru olan yola hidayet eder. Böylece biz, sizi adaletli ve dengeli bir ümmet kıldık ki insanlara (hem dünyada hem de ahirette) şahitler olasınız, Peygamber de size şahit olsun. Daha önceden yönelmiş olduğun kıbleyi kıble tayin etmemiz, sadece Rasul'e tabi olanlar ile ökçeleri üzerine geriye dönenlerden ayırmamız içindir. Bu, Allah'ın hidayet ettiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir…” (Bakara, 142-143)

İbadetlerde bir noktaya yönelmenin hakikatini ise Yüce Rabbimiz şöyle ifade buyuruyordu:

“Yüzünüzü doğu ve batı yönüne çevirmeniz iyilik değildir. Hakiki iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve nebilere iman eden; malına olan sevgisine rağmen onu akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere veren; namazı hakkıyla kılan, zekâtı veren, verdiği söze sadık kalan; sıkıntı, hastalık ve savaşın şiddetli anında sabredenlerin iyiliğidir. Onlar sadık ve takva sahibi olanlardır.” (Bakara, 177)

“Doğu da batı da Allah'ındır. Hangi tarafa yönelirseniz, Allah'ın vechi (yani sizin yönelişinize muhatap olacak şekilde O'nun zatı) oradadır (yani O, her tarafta karşınızdadır). Allah vasidir (her şeyi rahmetiyle kapsar), alîmdir (her şeyi bilir).” (Bakara, 115)

Böylece Allahu Tealâ, hayatımız boyunca dikkat etmemiz gereken büyük bir ölçüyü bize bildirmektedir. O da ºudur: Sadece şekilde şartları yerine getirmek, sadece dış görünüşü düzeltmiş olmak yeterli değildir. İbadetlerimizde Kâbe'ye yönelmemiz hatta Kâbe'nin dibinde veya içinde bulunmamız yeterli değildir; kalplerimizdeki niyetlerimiz, Allah'a karşı hassasiyetimiz yani takvâmız önemlidir.

Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz'in şu mübarek sözleri bu hakikati özetler:

“Allah sizin şekillerinize ve mallarınıza bakmaz. O sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, İbn Mace)

“Ameller, niyetlere göre değer kazanır.” (Buharî)

Evet, ibadetlerimizde ve işlerimizde öncelikle dikkat etmemiz gereken, gönlümüz ve niyetimizdir. Fakat bu, şeklî şartların veya dış görünüşün hiçbir önemi olmadığı anlamına asla gelmez. İnsan olarak dış görünüşe kolayca mağlup oluruz, şeklî şartları yerine getirmeyi asıl gaye haline getirebiliriz. Yüce Mevlâ, böyle bir zaafa düşmememiz için ibadetlerimizde ve yaşayışımızda mananın önemli olduğunu bize bildiriyor. Bundan sonra şeklî şartlara da riayet etmemizi istiyor.

Cenab-ı Mevlâ, kıbleye yönelmekten maksadın ne olduğunu yukarıdaki ayetlerde ifade buyurduktan sonra, ibadetlerimizde Kâbe-i Muazzama'ya yönelmemizin farz olduğunu da şöyle ferman buyuruyor:

“Nereden yola çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu, Rabbinden gelen bir hakikattir. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. (Evet ey Rasulüm!) nereden yola çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Sizler de nerede bulunursanız bulunun yüzünüzü o tarafa çevirin ki, zulüm yapmaya şartlanmış olanların dışındaki insanların size karşı hiçbir delilleri kalmasın. Sakın onlardan korkmayın, yalnız benden korkun. Böylece size olan nimetimi tamamlayayım da doğru yolu bulasınız.” (Bakara, 149, 150)

Kıble, hem kalbimize hem kalıbımıza gerek…

Kaynak: Semerkand dergisi, 11/2004

Sigara içmek haram mi?

Sigara içmek haram mi?  
Bu meselenin tamamen benzeri ne Kur'an'da vardir, ne de sünnette. Bu son devirlerde ortaya çikan bir durumdur. Bu konuda en hafif konusanlar mekruh demisler. Fakat bu durum islâm'in bu meseleye bakis açisini tam yansitmamaktadir. Çünkü insan sigara içmekle hem israf, hem vücuda zarar, hem de baskasina zarar vermektedir. Mekruh diyenler bir sigara içmekle bu üç zarar ayni anda olmadigi için diyorlar. Oysa insan tiryaki olunca bu üç zarar bir arada ve artarak olur ve mesele haram görünümü kazanir. Bu görüs fikihtan biraz anlayan kimselerinin kabul edecegi bir görüstür. Bu hükme nasil bir kiyas ile ulasiyoruz bir de ona bakalim. Bir seye haram hükmünü vermek için illa naslarda (Kur'an ve Sünnette) lafzen (kelime olarak) geçmesi sart degildir. Mesela eroin de naslarda lafzen geçmez ama eroinin zararlarini gerek tipçilar gerek se fikihçilar çok açik bir sekilde ortaya koyuyorlar. Nefse zarar veriyor, mala zarar veriyor ve baskalarina da zarari dokunuyorsa, bu üç zarari bir arada ve sürekli olarak veren her sey bütün fukahaya göre haramdir. Karsimiza çikan yeni meselelere de bu ölçüyle bakip hüküm vermeli. Bu sayilan unsurlar bir çok açik nasla haram olduguna göre, ayni zararlara götüren seylere deharam diyoruz. Ayni seyi sigaraya tatbik etmekle sigaranin da haram oldugu hükmüne variyoruz. Sigaranin mubah ve mekruh oldugu üzere fetva verenler - zamanlarinin sartlari içinde - sihhate ne ölçüde zarar verdigini bilemedikleri için böyle yapmis olabilirler.
Sigaraya mekruh diyenler
Bu gün sihhate zarari bilindigi halde hala mekruh diyen hocalarimizda malesef vardir. Bu insanlari aldatan zararin az az, uzun vadede ve birden olmamasidir . Eger her sigara içen bir hafta içinde ölseydi veya bir organi bir hafta içinde islemez hale gelip kesilseydi. Acaba ona hala kim mekruh diyebilirdi? Gelecek bu zararlarin geç gelmesi ve azar azar gelmesi, mekruh diyenlerin mekruh demesine, onlara muhalif olanlarin da olaya yumusak bakmasina neden oluyor. Ama bir gerçek hiç bir zaman unutulmamali. Eger zararin uzun zamanda ve geç gelmesi bir harama helal görünümü kazandiracaksa içki, kumar, hirsizlik, intihar, eroin ve daha kesin haram olan bir çok seyde -Allah muhafaza- helal veya mekruh olabilir. Yani bir kimse; zehir) kullanarak intihar edecegim dese acaba ona cevabimiz ne olurdu? Haram olan içkiyi her gün az az alan, zararini uzun vadede gören veya görmeyen, sarhos olmayacak kadar içen kimseye, içkide az zarar veriyor veya sarhos etmiyorsa, diye hangi hoca efendi "mekruhtur" diyebilir. Haydi içki ayet ve hadisle haram oldugu açik olan bir sey, ona mekruh diyemiyoruz. Ya eroine, biraya ne demeli? Bunlar ayet ve hadiste açik olarak geçmiyor. Bunlara ayette ve hadisde geçmiyor, zararida uzun vadede görülürse bunlari kullanmak haram degil mekruhtur diye kim fetva verirse o kisiler sigaraya da ayni fetvayi verebilirler.
Kimse darilmasin
Hala sigaraya mekruh diye fetva veren veya duydugu bu fetvalarla amele devam eden olacaksa veya sigaraya kadar daha neler var deyip olayi geçistirmeye çalisanlar bulunacaksa, onlar bilsinler ki, bu satirlarin yazari onlardan daha çok onlarin yüce divanda sorumlu olmamalarina "dua"cidir. Bu satilarida kimseyi rahatsiz etmek ve içtigi sigaranin zevkini burnundan getirmek amaciyla yazmiyorum. Hatta çok daha büyük yanlislar varken, onlara göre ufak bir yanlis ( ufak gibi görünen) olan sigara ile birinci derece ugrasmayi da gereksiz görüyorum. Bu satirlardan dolayi kendilerine cevap hakki dogan tiryakileride kendi vicdanlariyla bas basa birakiyorum, vicdanini tatmin eden ..... Bu konunun genis tahlilini gelecegini bildigim itirazlarla birlikte Fikih ölçülerinde tekrar ele alacagim insaallah. ( Sigara konusunda bugün bir çok islam alimi böyle düsünmektedir. Bu satirlar indi (sahsi) bir görüsten daha ziyade alimlerimizin bu konudaki degerlendirmelerinden ilham alinarak yazilmistir. Yukaridaki görüslerin benzerleri Günümüz islam Hukukçularindan Prof. Hayrettin Karaman ve digerleri tarafindan da dile getirilmektedir.)

Hile-i ser'iyye nedir ?



Hile-i ser'iyye nedir ?
'Mehâric' diye de isimlendirilen hilenin, Islâm hukukundaki tanimi söyledir:
"Ser'î (hukukî) bir kurtulus, hukukî bir tedbir veya hukukî bir çikis yolu" demektir.(1)
Hile-i ser'iyye, hukuka uygun olarak problemlerin çözümünde kullanilmistir. Bu, kolaylik, genislik getirdiginden çogu mezhepler tarafindan uygulanma sahasi olmustur. (2) Serahsi'ye göre "Kendisiyle ferdin, haramdan uzaklastigi, veya helali elde ettigi hile, dinen güzeldir. Mekruh olan hile ise, baskasinin hakkini almak, bâtili hak göstermek veya hak olan bir seye süphe etmesine vesile olacak, sekilde yapilan hileler (tahrimen) mekruhtur."(3)
Islâm tarihinde hukuka uygun olarak isletilen bir çok hile-i ser'iyye mevcuttur: Buna, su hadis-i serif misal gösterilebilir: Bilal (r.a.) Hz. Peygamber'e ikram etmek için iyi cins hurma getirdi. Allah'in elçisi bu hurmayi nereden aldigini sorunca, Bilal söyle dedi:
"Bizde âdi bir hurma vardi. Nebi (s.a.)'e yedirmek için, ben onun iki ölçegini bu iyi hurmanin bir ölçegine sattim."
Bunun üzerine Allah'in Resûlü (a.s.) söyle buyurdu:
"Bizde âdi bir hurma vardi. Nebi (s.a.)'e yedirmek için, ben onun iki ölçegini bu iyi hurmanin bir ölçegine sattim." Bunun üzerine Allah'in Resûlü (a.s.) söyle buyurdu:
"Eyvah, eyvah ribanin ta kendisi, ribanin ta kendisi. Bunu böyle yapma. Fakat hurma satin almak istersen, kendi hurmani baska bir satim akdi ile sat. Onun satis bedeli ile istedigin hurmayi satin al." (4)
Baska bir rivayette hadisin sonu söyledir: "Bu riba muamelesi olup, onu bozunuz. Sonra elinizdeki hurmanizi satip, bunun bedeli ile bize hurma satin aliniz.
Bu örneklerden anlasildigina göre, ayni cins mallar trampa edilecekse, esit olarak mübadele edilmeli, eger kalite farki gibi nedenlerle taraflardan birisi veya ikisi buna razi degillerse, mübadele edilecek mallarin kiymeti para ile takdir edilerek degisim yoluna gitmeli.
Bu örneklerden anlasildigina göre, ayni cins mallar trampa edilecekse, esit olarak mübadele edilmeli, eger kalite farki gibi nedenlerle taraflardan birisi veya ikisi buna razi degillerse, mübadele edilecek mallarin kiymeti para ile takdir edilerek degisim yoluna gitmeli.
Bu satista, faize düsmemek için trampa yerine "para ile satis yapma" yoluna gitmek, ser'i bir hile (çözüm) örnegidir. Kaynaklarda insanlari aldatmak ve sahtekârlik için yapilan hilelerin; kitap, sünnet ve icmaya göre haram oldugu belirtilmistir. (5)
Bu satista, faize düsmemek için trampa yerine "para ile satis yapma" yoluna gitmek, ser'i bir hile (çözüm) örnegidir. Kaynaklarda insanlari aldatmak ve sahtekârlik için yapilan hilelerin; kitap, sünnet ve icmaya göre haram oldugu belirtilmistir. (5)
Bir yolunu bularak, kitabina uydurarak veya ismini degistirerek harami islemek, sorumlulugu kaldirmaz; aksine bu yollar ve çareler de haramdir. Resûl-i Ekrem (s.a.s.): "Ümmetimden bir grup baska bir isim koyarak sarabi helâl sayacaktir" (6) buyrugu ile buna isaret etmistir. Müstehcen gösteri, eser ve hareketlere "san'at", faize "sermaye kâri" demek bunlari helâl kilmaz. (7)
Bosanmis bir kadini, onunla sürekli evli kalmak amaciyla degil de önceki kocasina helal ettirmek (tahlîl) maksadiyla anlasmali nikah yapmak, ulemânin çogunluguna göre caiz degildir (9). Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz (a.s.): "Allah, hulle yapana da, kendisi için hulle yapilana da lanet etsin" (10) buyurmaktadir.

Kaynak: Ali Riza Günes, Kadin ve aile, 07/97



DOMUZ ETI NIÇIN HARAM ?

DOMUZ ETI NIÇIN HARAM ?


Prof. Dr. Selahattin Salimoglu
IMTIHANIN GEREGI
Bir seyin helal veya haram olmasi, Allah'in emrine tabidir. Allah bir seye "helal" derse helal, "haram" derse haram olur. Yani din bir imtihandir, insanlara yapilan bir tekliftir.
Cenab-i Hak, cennete layik bir duruma getirmek icin, insanlari imtihana tabi tutuyor. Bu sebeple, bazi emir ve yasaklar koymustur. Esas olan da bu emir ve yasaklara uymaktir.
Bu prensiplerin gerek insanin sahsi hayatina, gerekse cemiyet hayatina pek cok faydalari vardir. Dolayisiyle bunlar, emir ve yasaga daha suurlu olarak riayet etmemizi sagliyor.
Dinimizin yasakladigi hususlardan birisi de, domuz etidir. Bu yasaklamanin, pek cok hikmeti vardir. Biz, burada sadece birkacina isaret etmege calisacagiz.
ZEHIRLI MADDELER
Domuz eti cok yaglidir. Yenildigi takdirde, bu yag kana gecer. Böylece kan, yag tanecikleriyle dolmus olur. Kandaki bu fazla miktardaki yag; atar damarlarin sertlesmesine, tansiyon yükselmesine ve kalb infarktüsüne sebep olur.
Ayrica, domuz yagi icerisinde "sutoksin" denilen zehirli maddeler mevcuttur. Vücuda giren bu zehirli maddelerin disari atilmasi icin, lenf bezlerinin fazla calismalari icab eder. Bu durum, bilhassa cocuklarda lenf dügümlerinin iltihaplanmasi ve sismesi seklinde kendini gösterir. Hasta cocugun bogaz bölgesi anormal bir sekilde siserek, adeta domuza benzer. Bu sebeple, bu hastaliga "domuz hastaligi" (skrofuloz) adi verilir. Hastaligin ilerlemesi halinde, bütün lenf bezleri cerahatlanarak siser. Ates yükselir, agri baslar ve tehlikeli bir durum ortaya cikar.
FAZLA MIKTARDA KÜKÜRT
Domuz etinde bol miktarda bulunan sümüksü bag dokusu, kükürt yönünden cok zengindir. Bu sayede, vücuda fazla miktarda kükürt alinmis olur. Bu fazlaliksa; kikirdak, kas ve sinirlere oturarak eklemlerde iltihaplanma, kireclenme ve bel fitigi gibi cesitli hastaliklara yol acar.
Domuz eti devamli yenirse, vücuttaki sert kikirdak maddesinin yerini, domuzdan gecen sümüksü bag dokusu alir. Bunun sonucu olarak, kikirdak yumusar; vücut agirligina tahammül edemeyerek altinda ezilir. Böylece, eklemlerde bozulmalar meydana gelir. Domuz eti yiyenlerin elleri peltelesir, yag tabakalari tesekkül eder. Mesela yiyen kimse sporcuysa; yorgun, tembel ve hareketsiz olur. Bazi futbolcular bu sebeple mesleklerinden olmuslardir.
ASIRI BÜYÜME
Domuzda büyüme hormonu da cok fazladir. Dogdugu zaman birkacyüz gram olan domuz yavrusu, alti ayda yüz kiloya (!) erisir. Bu kadar süratli gelisme, büyüme hormonunun fazlaligi sebebiyledir.
Domuz etiyle fazla miktarda alinan büyüme hormonu, vücutta doku sisliklerine ve iltihaplanmalara yol acar. Burun, cene, el ve ayak kemiklerinin anormal bir sekilde büyümesine ve vücudun yaglanmasina sebep olur.
Büyüme hormonunun en etkili yönü, kanserin gelismesine zemin hazirlamasidir. Nitekim domuz kesim isiyle ugrasanlar, erkek domuzlarin belli bir yastan sonra kansere yakalandiklarini ifade ederler.
DERI HASTALIKLARI
Domuz etinin ihtiva ettigi histamin ve imtidazol denilen maddeler, deride kasinti hissi uyandirir. Ekzama, dermatit, nörodermatit gibi iltihabi deri hastaliklarina zemin hazirlar.
Bu maddeler ayrica; kan cibani, apandisit, safra yollari hastaliklari, toplar ve damar iltihaplari gibi hastaliklara yakalanma ihtimalini artirir. Bu sebeple doktorlar, kalb hastalarina domuz eti yememelerini tavsiye ederler.
BIR HATIRA
Alman hekimi Prof. Dr. Reckeweg "Domuz Eti ve Insan Sagligi" adli eserinde bir hatirasini söyle anlatir:
"Tedavi maksadiyla bir ciftci ailesinin biraz sapa yörede bulunan ciftligine gitmistim. Babada müzmin antroz (dejeneratif eklem hastaligi) ve kalca eklemi iltihabi vardi. Ayrica karacigerinden de rahatsizdi. Annenin bacaklarinda varis ve eziyet verici kasintisi olan ekzama vardi. Ailenin kizlari ise, kalp yetmezligi ve romatizmadan rahatsiz idi. En sagliklilari görünmesine ragmen ogullari da anjinsonrasi kalp yetmezliginden ve kan cibanindan müsteki idi. Evin öbür kizi ise müzmin bronsitten muzdarip idi. Ogullarindan bir digeri de, "domuz killanmasi" ve müzmin plörite yakalanmis olup, devamli tekrar eden fistül ifrazatindan rahatsiz idi.
Yukarida sakinlerinin hastaliklarindan uzun uzadiya bahsettigim ciftlik evinde muayene sirasinda garip bir olaya sahit oldum. Ailenin arasinda iri cüsseli bir domuz hic istifini bozmadan asagi dogru sarkan kalin bir agac dalina abanarak sirtini kasiyordu.
Hastalara "Oradaki domuzu görüyormusunuz? Onun kasinmasina ve iltihaplara yol acan maddeleri, etiyle beraber siz de yiyorsunuz. Iste bu maddeler, sizdeki hastaliklarin yegane sebebidir." dedim.
Yukarida kendilerinden bahsettigim, Kara Ormanlar havalisinde oturan benzeri ciftlik sahiplerinden verdigim nasihati dinleyenler, domuz eti yemekten vazgecerek hastaliklarinin cogundan kurtuldular. Simdi o ciftliklerin etrafindaki otlaklarda Islam ülkelerinde oldugu gibi kücük koyun sürüleri yayiliyor."
DOMUZ ETI VE TRISIN
Domuz eti ile insana bulasan tehlikeli hastaliklardan birisi de Trisin [oku: Trischin] hastaligidir. Domuzlar bu hastaligi trisinli fare yemek veya trisinli domuz eti ile beslenmekle alirlar. Fakat Trisin domuzlarda agir bir hastalik yapmaz. Halbuki insanlarda, cok tehlikeli ve öldürücü bir hastalik meydana getirir.
Domuz etiyle alinan Trisin kurtcuklar, mide ve bagirsak yoluyla kana gecer. Böylece de, bütün vücuda yayilirlar. Trisin kurtcuklari özellikle cene, dil, boyun, yutak ve gögüs bölgelerindeki kas dokularina yerlesirler. Cigneme, konusma ve yutma adelelerinde felcler meydana getirirler. Yine kan damarlarinda tikanikliga, menenjit ve beyin iltihabina sebep olurlar. Bazi agir vakalar, ölümle sonuclanir. Bu hastaligin en kötü tarafiysa, kesin bir tedavi seklinin olmamasidir.
Trisin hastaligi, bilhassa Avrupa ülkelerinde yaygindir. SIKI veteriner kontrolleri yapilmasina ragmen, Isvec, Ingiltere ve Polonya'da Trisin salginlari görülmektedir.
Yurdumuzdaysa, yerli hristiyanlarin disinda Trisin hastaligi görülmemistir.
GIDALAR VE INSAN MIZACI
Insan ve hayvanlar, yedikleri gidalarin az-cok tesirinde kalirlar. Mesela kedi, köpek, arslan gibi et yiyen hayvanlarin yirtici; koyun, keci, deve gibi ot ile beslenen hayvanlarsa daha uysal ve yumusak huylu olduklari malumdur.
Bu durumda, insanlar icin de gecerlidir. Nebati gidalarla beslenenlerin, genellikle halim-selim; et ve et ürünleriyle beslenen insanlarin ise daha sert mizacli olduklari tesbit edilmistir.
Domuz, disisini kiskanmayan bir hayvandir. Domuz eti ile beslenen insanlarda, kiskanclik hissinin zayifladigi veya dumura ugradigi gözlenmistir
Fransiz filozoflarindan Savorin de beslenmenin mizac üzerindeki bu tesirine cok önem vererek, "Bana ne yedigini söyle, senin ne oldugunu haber vereyim." demistir.
HELALLER IHTIYACA YETER
Yüce Rabbimiz, istifademiz icin pek cok gida yaratmistir. Bunun yaninda, bazi zararli seylerin yenip icilmesini yasaklamistir. Cünki O, sonsuz sefkat ve merhamet sahibidir. Kullarina, tasiyamayacaklari yükleri vermez. Emir ve yasaklari, insanlarin rahatlikla altindan kalkabilecekleri seylerdir. Acaba insan icki icmeyince, domuz eti yemeyince ne kaybeder?



(Bu yazi "Merak Ettiklerimiz 1" adli kitaptan (Prof. Dr. Adem Tatli) alinmistir ve Prof. Dr. Selahattin Salimoglu'na aittir. Cihan Yayinlari, ISTANBUL; ISBN 975 - 7486 - 13 - 2)




Tüp bebek ne zaman caiz olur?

Tüp bebek ne zaman caiz olur?
Insan yaratilisinda mutlaka cocuk sahibi olma arzusu mevcuttur. Bu yuzden cogu zaman esler ne olursa olsun cocuk sahibi olmayi ister, hayirli mi hayirsiz mi konusunu dusunmeye bile razi olmazlar. Halbuki bu konuda da insan gayet tedbirli ve temkinli olmali, hayirlisini ver Ya Rab, diyerek hakkinda pisman olmayacagi sonucu istemelidir.
Nitekim boyle dusunmeden ille de cocuk isteyenlerin bazilarini gormekteyiz:
-Keske, hayirlisini ver Ya Rab!.. deseydik diye pismanliklarini izhar etmekteler.
Belli arizalar sebebiyle cocuklari olmayanlar icin tibbi buluslar da soz konusudur. Bunlarin en basinda tup bebek olayi gelmektedir. Zaten bize cok sorulan sorulardan biri de bu mevzudadir:
-Tup bebek icin ne dersiniz? denmekte, dinen caiz olup olmayacagi hususu arastirilmaktadir.
Bu konunun bircok cihetleri vardir. Ancak ben ilk ana unsurunu ifade ederek gorusleri arz edeyim. Tup bebek caiz olabilir de olmayabilir de.
Olabilirin sarti sudur:
-Tup bebegin asli unsuru nikahli kari-kocadan olacaktir.
Bu, su demektir: Baska kadindan, yahut da erkekten alinan sperm veya yumurtadan elde edilen tup bebekler caiz olmazlar. Cunku bebegin kendisi baskasindan alinmadir. Birinin oglu, kizi otekine verilmek gibi bir sey olur bu. Eslerin sperm ve yumurtasini belli mekanik yerlerde gelistirip yine sahiplerinin rahminden dunyaya getirmek suretiyle elde edilen tup bebek caiz olabilir. Bu konuda Diyanet Isleri Baskanligi Din Isleri Yuksek Kurulu'nun gorunumu "Gunumuz Meselelerine Fetvalar" kitabinda okumak mumkundur. Mezkur kitapta soyle denmektedir. Sayfa (106)'dan aynen:
Tup bebek Islam'a gore caiz midir?
Kadin veya esindeki bir kusur sebebiyle, tabii iliski ile gebeligin gerceklesmesi mumkun olmadigi takdirde, dollendirilecek yumurta ve sperm, her ikisi de nikahli eslere ait olmak (yani bunlardan biri yabanciya ait olmamak), dollendirilmis olan yumurta, baska bir kadinin rahminde degil, yumurtanin sahibi olan kadinin rahminde gelismek ve yapilan islemin gerek anne ve babanin, gerekse dogacak cocugun maddi, ruhi ve akli sagligi uzerinde olumsuz bir etkisinin olmayacagi tibben sabit olmak sartiyla, normal yoldan gebe kalmasi ve anne olmasi mumkun olmayan evli hanimlarin, yukarida belirtilen sartlara uyarak, cesitli tibbi usullerle gebeliklerinin saglanmasinda, Islami hukumler acisindan bir sakinca yoktur.
Baska bir kadinin yumurtasi veya kocasi disinda yabanci bir erkekten alinan sperm ile bir kadinin gebeliginin saglanmasi ise, insanlik duygularini rencide etmesi ve zina unsurlari tasimasi sebebiyle (caiz) degildir.
Ahmet Sahin
Kaynak: Zaman, 14.09.1996

ISLAM'DA ZORLAMA YOK MUDUR?

ISLAM'DA ZORLAMA YOK MUDUR?
Fevzi ZÜLALOGLU 

Bildigimiz gibi Kur'an peyderpey, tertilen 23 yillik bir süreçte birtakim olaylara çözüm getirmek, ânin kalbine tevhidin oklarini batirarak bir büyük dönüsüm gerçeklestirmek üzere gelmistir.
Kur'an'in ayetleri yasanan hayattaki sorunlarla alakalidir. Sözkonusu ayetleri yasanilan vakiadan tam olarak bagimsiz düsünmek mümkün degildir. Çogu zaman inis gerekçesini de içinde barindiran ayetleri baglamindan kopararak anlamaya çalismak, yasadigimiz topraklarin kültürel tarihinde "Bektasi mantigi" diye nitelenmistir.
seytandan bahseden bir ayeti meleklerle alakalandirmak nasil abesse, emir kipindeki bir ayete de tavsiye demek, teferruat demek de ayni kabildendir.
Bu çalismamizin konusu "Dinde ikrah yoktur" ayeti çerçevesindedir. Hak olan bir sözü bazen, Allah'in disindaki herkesi, öncelikli olarak tagutu memnun ve razi etmek isteyen, dini ticaret malzemesi olarak kullanan samiriler asil baglamindan kopararak ayetlerin anlamini tahrif etmeye çalisabilmektedirler. Dogru bir anlayisa ulasabilmenin yolu, Kur'anî bir kavrayis çabasi ile mesaji bütünlügünden koparmadan algilamaktir.
A- Kur'an'da ikrah Kavraminin
Anlam Alani
Ke-re-he kök harflerinden türeyip, if'al kalibinda olan ikrah kavrami, hoslanmamak, çirkin karsilamak, kötü görmek, bir isi isteksiz yapmak ve kötü bir eyleme zorlanmak anlamlarina gelmektedir. Kur'an-i Kerim'de bes ayette bu kalipla geçmektedir. Mekruh da ayni kökten olup "kötü görülen" demektir.
ikrah terimi, Nahl sûresi 106. ayette küfre mecbur birakilmak, inkara zorlanmak baglami içinde kullanilmistir: "Kim iman ettikten sonra Allah'i inkar ederse, kalbi imanla dolu oldugu halde inkara zorlanan (ükrihe) baska, fakat kim kalbini kafirlige açarsa, iste Allah'in gazabi bunlaradir. Onlar için büyük bir azap vardir"
Nur sûresi 33. ayette ise ikrah, kötü bir fiil olan zina konusunda cariyelerin zorlanmasi baglaminda kullanilmistir:
"Dünya hayatinin geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhsa zorlamayin; kim onlari buna zorlarsa (ikrah), bilsin ki, maruz kaldiklari bu zorlamadan dolayi Allah onlara aciyip esirgeyecek ve bagislayacaktir".
ikrah fiili Taha sûresi 73. ayette de, Firavun tarafindan kötü bir fiil olan sihir yapmaya zorlanan sihirbazlarin durumunu anlatmak için kullanilmistir:
"Bize gelince, açikçasi biz, hatalarimizi ve bize sihir alaninda zorla yaptirdigin (ikrah) seyi bagislamasi umuduyla Rabbimize inandik. Çünkü Allah (umut baglananlarin) en hayirlisi ve en kalicisidir"
Özetle ikrah kavrami yukaridaki ayetlerde insanlari inanmak istemedikleri bir düsünce sistemine ve kötü isler yapmaya zorlamak anlaminda kullanilmistir. Diger iki ayete ilerideki konularda deginecegiz.
B- islam'da Zorlama Yoktur,
Yaptirim Mekanizmasi Vardir
ikrah'in insanlari kötü bir ise zorlamak anlamina geldigini söylemistik. Ayrica yeryüzünü bir sinav alani olarak düzenleyen Rabbimiz iman konusunda da insanlarin zorlanamayacagini, dogru olanin bireysel ve kollektif iradeyi harekete geçirmek oldugunu birçok ayette bize ögütlemektedir.
Dinde ikrah yoktur. Ancak iyiligi emretmek, kötülügü engellemek mü'minlerin hem ferdi hem de toplumsal-siyasal görevleridir. Çünkü mü'minler Allah'in hükümlerini kendi nefslerinde yasamakla, adaleti ikâme etmekle, zulmü engellemekle yükümlüdürler.
Emretmekte de ikrah olmamalidir. Dinde zorlama yok demek, hiçbir denetim ve yaptirim yok demek degildir. Birçok ayet ve Rasulullah'in örnek uygulamalari islam'da denetim mekanizmasi oldugunu göstermektedir. "Emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker" görevimizden söz eden asagidaki ayetler dikkatle incelenmelidir:
"Sizden, iyiye çagiran, uygun olani emreden ve kötülügü yasaklayan bir topluluk olsun. iste onlar basariya ulasanlardir" (3/Al-i imran, 104, Ayrica bkz. 3/Al-i imran, 110).
Ortada eger bir emir ve yasak var ise yaptirimdan söz etmemek mümkün degildir. ilahi olsun, beseri olsun her otorite özünde siyasi olsun veya olmasin bir yaptirim barindirir. Ancak yaptirim, kontrol ve denetleme araçlari karsi tarafa haksizlik doguracak sekilde kullanilmamalidir.
Günlük hayatta bile verdigi sözü yerine getirmeyen birini taahhüdünde durmasi için çesitli denetim mekanizmalari gelistirilmistir. Söz verdigi günde borç vb. taahhüdlerini yerine getirmeyene, haksizlik yapmadan akitlerine bagli kalma konusunda yaptirim uygulamak nasil dogalsa, ayni sekilde Allah Teala ile iman akdi imzalayan birini, akitlerine bagli kalma konusunda belli yaptirimlara tâbi tutmak da bir denetlemedir. Çünkü iman tezahürleri ile anlamlidir. Dinin gerektirdigi ritüelleri yerine getirmeyen kisiye mü'minlerin olusturdugu otoritenin yaptirim uygulamamasi onu kendi haline birakmasi mümkün degildir:
"Biz onlari yeryüzüne yerlestirsek namaz kilarlar, zekati verirler, uygun olani emrederler, fenaligi yasak ederler. islerin sonucu Allah'a aittir" (22/Hacc, 41).
Kur'an'daki farziyet ifade eden bütün emirler bir tür ilahi iradenin insan hayatina müdahale istegidir. Nitekim dinin temel ibadetleri, Allah Teala'nin tesekkül ettirilmesini istedigi toplumsal, siyasal yapiyi ilgilendiren konular Kur'an'da çogu zaman emir kipi ile ifade edilen ilahi buyruklar seklinde geçmektedir:
"Namazi bitirdiginizde Allah'i anin, ayakta iken, otururken ve uzanmis halde ve yeniden güvenliginizi sagladinizda namazlarinizi (eksiksiz) eda edin. Namaz bütün mü'minler için (günün) belli zamanlari ile kayitli kutsal bir yükümlülüktür" (4/Nisa, 103).
En zor sartlarda, savas aninda bile namazin tümden terkine izin vermeyen Rabbimiz kisaltmaya ruhsat tanimaktadir. Mü'min oldugu iddiasinda olan bir kimsenin temel bir ibadeti yapip yapmamasi onun vicdani sorumluluguna terkedilemeyecek kadar ciddi bir konudur.
Anlasilacagi gibi emir ve yasak, bir seyin nasil yapilmasi gerektigini belirleyen bir normdur. Normlara uymayanlara yaptirim uygulamak da yerine göre siyasal otoritenin, yerine göre toplumsal otoritenin kontrolündedir.
Özetle ikrah, bir iste kisiyi tercihte bulunmaya icbar etmek, kötü bir fiil islemeye zorlamaktir. Ancak bir kimsenin üstlendigi bir taahhüdü yerine getirmesini istemek, ikrah degildir. Mesela, borç akdini yerine getirmeyene uygulanan yaptirim mesrudur. Bu, bazen sosyal kontrol mekanizmalari araciligi ile olurken, bazen de hukuki denetimlerle olur. Fakat birisini borçlanmaya ya da borçlu olmadigi halde borçluymus gibi ödeme yapmaya zorlamak ikrahtir.
C- Bir Ma'rufu Yayginlastirma Kurumu: Hisbe
islam dünyasinda Hz. Peygamber döneminden itibaren varligi bilinen Hisbe teskilati topluma "emr-i bil'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker" hizmeti vermek için Hz. Ömer zamaninda müessese haline getirilmistir*.
iyilikleri emretmek ve kötülüklerden vazgeçirmek gayesiyle kurulan bu kurumun basinda bulunana "muhtesib" denilir. Muhtesib, dinin hos karsilamayip çirkin gördügü münker denilen tezahürleri ortadan kaldirmaya çalisir. Tarihteki uygulamalarda muhtesib toplumun ve kurumlarin seriata uygunlugunu denetler, okullari teftis eder, ögrencileri döven ögretmenleri cezalandirir, çarsilarin nizamini kontrol eder, zimmilere ait binalarin müslümanlarinkinden daha yüksek yapilmamasina dikkat etmeye kadar varan birçok yetkiye sahip kilinmistir.
Muhtesib'in Görevlerini Kaynaklar Sekiz Baslikta Özetlemislerdir:
a- Bilmek: Tecessüs yapmadan münkerin islenisine ya sahit olmak ya da sikayetle, sahitlerle dogru bilgiyi hasil etmek.
b- Bildirmek: islam'i teblig ederek neyin ma'ruf neyin münker oldugunu anlatmak.
c- Ögüt Vermek: Hakki hatirlatmak ve münkeri isleyenlere ögüt vermek suretiyle kötülügü önlemek.
d- Tekdir Etmek: Sözden anlamayan, alay edeni çesitli sözlerle ma'ruf bir sekilde azarlamak.
e- El ile Müdahale Edip Düzeltmek: Örnegin, topluma emsal olacak sekilde içki içenin içkisini dökmek.
f- Tehdit: Bir daha ayni yanlisi tekrar etmemesi için tehdit edip uyarmak.
g- Celde: Eger kisi ögüt ve uyarilara aldirmayip günah islemeye devam ediyorsa, adli mercilere sevkederek, hukuki cezasini tahakkuk ettirmek.
h- Kisas: Kasitli ve aleni bir sekilde suç isleyene muadil bir ceza verilmesini saglamak.
D- Bireysel ve Toplumsal iradeyi  Harekete Geçirmek Esastir
Bireysel ve toplumsal degisim için iradenin harekete geçirilmesi gerektigini bize Allah Teala birçok ayet-i kerimede belirtmistir. Degisimin öznesi insandir. O halde insanlarin marufa sevkedilebilmeleri için içten gelen bir arzu ile hareket etmeleri gerekir. Toplum ister iyi isterse kötüye sevkedilmek istensin, aslolan bireysel ve kollektif iradeyi harekete geçirmektir.
Allah'in rizasi dogrultusunda islami mücadeleyi tarih boyunca üstlenen önderler bu yasayi hiçbir zaman gözardi etmemislerdir:
"Rabbin isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanirdi. O halde sen mi insanlari inanmalari için zorlayacaksin?" (10/Yunus, 99).
"Ögüt ver, çünkü sen anca ögüt verensin" (88/Gasiye, 21).
"... Bir toplum kendi durumlarini degistirmedikçe Allah onlarin durumlarini degistirmez..." (13/Ra'd, 11).
Hür bir irade ile karar veren fert, kendisini isteyerek yükümlülük altina soktuysa, verdigi sözlerden, imzaladigi anlasmalardan dolayi sorumludur. Bu yüzden müslüman olmayan toplumsal gruplar anlasmalarina sadik kalmaya zorlanabilirler. Aksine bir tutum içine girdiklerinde de cezai müeyyide ile karsilasmalari kaçinilmazdir:
"Haram aylari çikinca müsrikleri nerede bulursaniz öldürün; onlari yakalayin, hapsedin ve her gözetleme yerinde oturup onlari bekleyin. Eger tevbe eder (iman eder)ler, namazi kilarlar, zekati verirlerse yollarini serbest birakin. Çünkü Allah bagislayan, esirgeyendir" (9/Tevbe, 5).
süphesiz islam, insanin diledigi inanç ve düsünce sistemini seçmesi anlaminda fikir özgürlügünü kabul eder. Bu baglamda Kehf sûresi 29. ayet konuyu özlü bir sekilde açiklamaktadir:
"De ki: Bu gerçek, Rabbimizdendir. Artik dileyen inansin, dileyen inkar etsin" (Ayrica bkz. 13/Ra'd, 7; 18/Kehf, 29).
E- Dinde ikrah Yoktur
Allah'in emir ve buyruklarinin toplami olan din, yeryüzünde adaleti saglamak, insanlarin varolus gayelerini hatirlatmak ve göstermek için çerçevesi Kitap'la belirlenmis olarak indirilmistir.
Herseyin sahibi otoritesinde, iktidarinda bosluk olmayan Allah'tir. Allah, kendi iradesi ile dünyada insanlar için belirli bir özgür iradi alan yaratmistir. insanlarin hür iradeleriyle, imani veya küfrü seçmelerini isteyen Rabbimiz, din tercihi konusunda özgür istem alaninin korunmasini istemektedir. Bu alanin yok edilmesi ilahi hükümlere aykiridir ve adaletli degildir.
Din tercihi konusunda insanlarin fiili yaptirima tâbi tutulmalari Allah Teala'nin bizden istemedigi bir tutumdur. Ancak özgür istem yetenegi ile imandan yana tercihini kullanan kisi seçimini yaptigi seylerden sorumludur. iki yoldan biri olan tevhidi seçmek demek, tanimlanmis hak ve ödev ahlaki ile kayitli bir dünyanin içine girmek demektir.
Belirli bir tercihte bulunana kadar insan ile Allah arasina girmek, set olusturmak, özgür iradeyi olumsuz etkilemek dogru degildir. Bu konu ile ilgili onlarca ayet, hadis ve bindörtyüz yillik örnek uygulamalardan söz edilebilir. Fakat müslümanlarin global dünya sistemindeki etkinliklerini kaybettikleri yüzyillarda gelisen savunmaci, kendine güvenlerini kaybetmis kisilerin tutumlari bazen bazi ayetleri asil baglamlarindan kopararak, yanlis anlamalarina yol açabilmektedir. iste "ikrah"la ilgili Bakara sûresi 256. ayet de bunlardan biridir: "Din'de ikrah yoktur. Artik dogrulukla egrilik birbirinden ayrilmistir. O halde kim tagutu reddedip Allah'a inanirsa kopmayan saglam bir kulpa yapismistir. Allah isitir bilir".
Öncesi ve sonrasi ile ayet-i kerime mü'minlerin mücadele eksenlerinin "Allah'a iman, tagutu inkar" ilkesine göre kurulmasi mesajini islemektedir. Bilindigi gibi, insanlari taskinliga, kötülüge iten her otorite taguttur. Tagut; bozuk, çürük, pis düzenini zorbaca, zalimce dayatir. Bu tutum Allah'a imana çagiranlara yakismaz bir tutumdur.
Allah'a iman edenlere ise inandiklari gibi yasamamak yakismaz. Bu ayeti gündeme getirenler, mü'min olsalar dahi insanlarin namaz kilmaya, zekat vermeye vb. salih amellere zorlanamayacaklarini iddia etmektedirler. Oysa ayetin baglami mü'minlerin salih amel islemeye zorlanip zorlanamayacaklari ile ilgili degildir. Ayetin siyak-sibak iliskisi, bütünlügü insanlari kötülük islemeye icbar eden tagutun tutumunun elestirisi seklindedir.
"Dinde ikrah yoktur" demek salt "dinde zorlama yoktur" seklinde anlasilamaz. Bu kismen dogru, ama eksik anlayistir. Dogru tercüme söyle olmalidir: "Din seçiminde ikrah (icbar) yoktur".
Bu ayeti fetvalarina malzeme olarak kullanan din bezirganlari bir tür anlam tahrifi yapmaktadirlar. Allah'i razi etmekten çok sosyeteyi, lionslari memnun etmeye çalisan Samiriler, mevcut düzenin iyi oldugunu, cari sistemi korumak gerektigini ayetlerde örtülü tahrif yapip bir tavir olarak sürdürmektedirler. Bu tür kimseler daha çok kendi içinde bulunduklari asagilik psikolojisi ile dini savunma rolü üstlendiklerinden, karsi tarafi memnun etmek istediklerinden dolayi mevcut duruma kutsiyet atfetme telasina düsmektedirler. Buna göre dindar olmak için namaz kilmaya, tesettüre riayete, yoksulu kollamaya hacet yoktur. Kalbiniz temiz olsun yeter. Sözkonusu konularda insanlarin birbirlerini zorlamalari da dogru degildir!
Oysa yoksulu itip kakani, namaz kilmayani hirsizlik, zina vb. fiileri irtikap edenleri Rabbimiz hem tenkit etmekte hem de yaptirim gücü yüksek cezalar getirmektedir: Hirsizin elinin kesilmesi, zina edenin yüz celde ile cezalandirilmasi vb.
O halde islam dinine mensup olanlara hukuka uygun yasama konusunda bir zorlama vardir. Zorlama olmasa yaptirim ve ceza da olmazdi.
F- Örnek iki Olay
a- Hz. Ebubekir, dinin bir çok emrini yerine getiren, ama zekat vermeyenlerle savasmistir. Onun içtihadina, Kur'an'dan-sünnetten anladigina göre zekat vb. islam'in kesinlesmis yükümlülüklerini israrli bir tavir olarak yerine getirmeyenlerle savas bile yapilabilir. Ancak bu tavir bireysel ihmalkârliklar için degil, fitne amaçli kollektif hareketler için geçerlidir (Buhari, Kitâbu'z-Zekat, c.II, sh.109-110).
b- Yine Peygamberimizin (s) Tebük Seferi'ne katilmayanlarla ilgili Kur'an'in direktifine dayali uygulamalari bizim için ikrah ayetini anlama konusunda da örnektir.
Olayi kisaca hatirlayalim:
Mekke'nin Fethi'nden bir yil sonra Mûte'nin öcünü almak isteyen kafirlerin sam bölgesinde hazirlik yaptiklarini ögrenen Peygamberimiz büyük ve donanimli bir ordu kurmaya karar verdi. Mute olayindan sonra yenilgiyi hazmedemeyen Bizans muhibbi kafirler, müslümanlarin kervanlarina saldirmaya baslamislardi.
sam uzak bir yerdi. Mevsimin yaz olmasi pek çok kimseyi isteksizlige itmisti. Bazi müslümanlar mazeretsiz olarak sefere katilmamislardi. Rivayetlere göre bunlardan üç kisi özellikle önem arzetmekteydi: Ka'b, Hilal, Mürâre. Peygamberimizin seferinden bölge kabilelerinin tamamina yakini müslüman oldu. Yahut egemenlik altina alindi. Adi geçen üç kisi geçerli bir özre sahip olmadiklari için durumlari Allah'a havale edildi. Sefere katilmamak disinda bütün islami sorumluluklarini yerine getiren bu kisilerle tüm insani iliskiler kesildi. Uzun ve zorlu bir genel boykot uygulandi. Selam verilmedi, komsuluk yapilmadi, konusulmadi, eslerinden ayrilmalari saglandi. Onlar sabrettiler münafiklarin ayartmalarina aldirmadilar, yeniden imanlarinin tezahürlerini ispat ettiler. imtihani kazandilar. Bu olay bize islam'da belli ölçülerde bir yaptirimi da barindiran kontrol ve denetleme mekanizmasinin salih amele tesvik etmek, sevketmek anlaminda varoldugunu göstermektedir. Konuya isaret eden Kur'an ayetleri sunlardir:
"Hafifiyle, agiriyla hepiniz yola koyulun ve Allah yolunda mallarinizla, canlarinizla cihad edin. Eger bilirseniz, bu sizin iyiliginizedir" (9/Tevbe, 41).
"Eger kolay bir kazanç ve siradan bir yolculuk olsaydi sana uyarlardi. Fakat mesakkatli bir hedef onlara uzak göründü..." (9/Tevbe, 42)
"Allah'a ve ahiret gününe inananlar, canlari ve mallari ile savasmaktan geri kalmak için izin istemezler. Allah saygili olanlari bilir" (9/Tevbe, 46).
"Kendilerini binege bindirmen için sana geldikleri zaman, sizi bindirecek binek bulamiyorum, dediginde, sarfedecek bir sey bulamadiklari için üzüntüden gözyasi dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur. Sorumluluk ancak zengin olduklari halde senden izin isteyenleredir. Onlar geride kalan kadinlarla bulunmasina razi oldular. Allah da onlarin kalplerini mühürledi. Fakat onlar bunu bilmiyorlar" (9/Tevbe, 92-93, Ayrica bkz. 9/Tevbe, 47-106).
Ayet-i kerimelerden de izledigimiz gibi Allah Teala salih ameller islemek konusunda, bireysel, toplumsal, askeri ya da siyasi olsun eger ilahi bir hükümle, ya da sûranin istisaresi ile karar kesinlesmisse itaat etmek herkesin keyfî tutumuna birakilmiyor. Yani bir yaptirim sözkonusudur.
Kisaca "Dinde ikrah yoktur" demek, "Din tercihinde zorlama yoktur" demektir. Kendi istegi ile ilahi hukukun egemenligi altina giren birinden bu hukuka uygun davranmasini beklemek, hatta maruf çerçevede zorlamak mümkündür.
G- Yeryüzünü ifsad Eden  Taguti Güçlerle Mücadelede  Zor Kullanmak
Tagutu inkar ederek iman eden müslüman sahis, "evrendeki bütün azgin güçlerle mücadele etmeyi" kimlik olarak benimsemis demektir. Bu baglamda savunmaci yaklasimlara kaçmadan belirtmeliyiz ki, islam, Rasulullah'in Bedir, Uhud vb. örneklerinde de görüldügü gibi, azginliga karsi güç kullanmayi esas alan bir hareket çizgisi öngörür.
Rabbimiz bütün müslümanlari toplumsal sapmalari tespit etmek, izlemek ve durdurmakla yükümlü kilmistir. Yerinde söz ile yerinde el ile (güç kullanarak) yerinde tavir alarak siyasal, toplumsal, ekonomik, ideolojik sapmalarin önüne geçmek, mü'minlerin hepsini baglayan "emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker" görevidir.
islam ümmeti adaletin sâhidi ve teminati olarak hem nüvelerinde, hem de çevrelerinde toplumsal, itikadi sapkinliklara, fitnelere karsi cihad etmek, karsi durmakla mükelleftir. Nefsi manevi kuvvetlerle donatayim derken, insanlardan ve hayattan el-etek çekmek bir iç cihad faaliyeti degil, sorumluluktan kaçmanin bahanesi, taguta teslimiyetin kilifidir.
"Savas için atlar beslemek" vurgusu, güçlü taguti otoritelere karsi adil olani ayakta tutabilme konusunda mü'minleri içe kapanmamaya, hazirlikli olmaya sevketmektedir. Çünkü insanlarla Allah arasinda dikilip duran putlara karsi cihad etmek, önemli bir hazirlik devresi gerektirir. Hadid sûresi 25. ayet ile Rabbimiz bize mizan (adalet) için, Kitab'a (saglam inanca) ve Hadid'e (güce) ihtiyacimiz oldugunu ifade etmektedir.
Kafirlere, özellikle onlarin önderleri, liderleri olan tagutlara karsi siddet kullanmak (cihad etmek), sirf mü'minlere saldirdiklarinda degil, tevhidin toplumda yanki bulan tezahürlerini zayiflatma girisimlerinde de geçerlidir:
"Ey Nebi, kafirlerle ve münafiklarla cihad et, onlara sert davran! Onlarin barinaklari cehennemdir. Orasi ne kötü dönüs yeridir" (9/Tevbe, 73).
serre davet edenler yeryüzünde yasadigi sürece, hayra davet eden mü'minlerin gerektiginde güç kullanmaya hazir olmasi, Allah'in sünnetine uygun bir hareket için sarttir.
islam dini fiili savasa temelde refahtan simaran önde gelenlere (mele-mütref), tefrikaci tahrifçi, yardakçi, ayetleri az bir bedele satan din adamlarina (Samiri), fitneci siyasetçilere karsi izin verir.
Cihad küfrü ve sapikligi zayiflatmayi amaçlayan tugyan hareketini dondurmayi amaçlayan bir çok yönteme sahiptir. En son çare olarak kullanilacak olan, güçtür. Kötülük ve sömürgeciligi önlemeye çalisan, insanlari putlardan özgürlestirmeyi amaçlayan tevhidi hareketlerin karsisina örgütlü güçleriyle çikan tagutlara karsi zor kullanmaksizin basarili olabilmek, çogu zaman mümkün olmamaktadir. (Bkz. 23/Mü'minun, 33-38; 34/Sebe, 34-36).
Taguta karsi güç kullanmak, insanlarin fikir özgürlügünü kisitlamak degildir. Tarih boyunca insanlarin düsünce ve inanç özgürlügünü tagutlar sinirlandirmistir. Örnegin Firavun söyle demektedir: "Benden izin almadan mi inandiniz?" (A'raf, 7/123) kaldi ki islam'da, ifsadi yayginlastirmak anlaminda sinirsiz özgürlük de yoktur. Sorumlu, sinirli özgürlük vardir. Hz. Lut, toplumun sapiklik etkenleri karsisinda söyle demistir: "Keske size karsi koyacak gücüm olsaydi..." (11/Hud, 80). Bunu söyledikten sonra ilahi helak Lut toplumunun devam eden hayatina son noktayi koymustur. O halde Allah Teala tevhidi hareketlerin mücadele etmekten yoksun oldugu durumlarda belli bir süre dolduktan sonra sapkinliga müdahale ederek yeryüzü yasamindaki anarsizme / bozgunculuga sinir koymaktadir.
Allah ile insan arasira giren küfrün tahrif eden, yikan hayra engel olan liderlerini altetmenin tek yolu güç kullanmaksa bundan kaçinmak vahye aykiridir:
"inkar edenlere (savasta) karsilastiginiz zaman hemen boyunlarini vurur. Nihayet onlari iyice vurup sindirince bagi sikica baglayin" (47/Muhammed, 4).
I- Dinde Zorlama Yoktur , Ancak Salih Amele Tesvik Vardir
insanlarin özgür iradeleri ile seçimde bulunmalari tesvik edilmeli, içten gelen, samimi duygular harekete geçirilmelidir. Hiçbir insan bir dine veya ideolojiye girme konusunda icbar edilmemelidir. Böyle bir icbar münafikligi yayginlastiracaktir. Kendi arzusu ile zorlama olmadan dine giren birinden taahhütlerine bagli kalmasini, iman akdine sahip çikmasini beklemek dogal bir haktir. Ancak baskalarinin alanina girmedigi sürece ne toplum ne de devlet bireye müdahale etmemelidir.
Bireyin özgür alani bir baskasinin haklarinin basladigi yerde biter. Öyleyse alenen yapilan kötü bir fiil, baskalarinin haklarina tecavüz sayilacagindan psikolojik, hukuki, cezai müeyyideleri hak eder. Müeyyide ve zorlama gerektiren ameller sosyal içerikli olan ve toplumu ifsada yolaçan amellerdir. Örnegin namaz kilmayan bir insan hakkinda Kur'an'da belirlenmis bir cezai müeyyideden bahsedilmezken, hirsizlik, zina vb. ikinci, üçüncü sahislari ve toplumu ilgilendiren fiillere açikça sinirlari çizilmis karsiliklar vardir. Ancak namaz vb. ibadetlerini aksatan fertlere mü'minler kendi iç mekanizmalarinda psikolojik yaptirim uygulamalidirlar.
Toplumsal ifsada yol açan her türlü eylem ve davranisin sahibi hangi dinden olduguna bakilmaksizin müeyyideye tâbi tutulmalidir.
islam'in ideal dünya tasavvuru fitnesiz bir dünya kurmaktir: "Fitne kalmayincaya ve egemenlik de yalniz Allah'in oluncaya kadar onlarla savasin, eger savasa son verirlerse zalimlerden baskasina düsmanlik yoktur" (2/Bakara, 193).
* Bkz. Yrd. Doç. Dr. Ziya Kazici, Osmanlilarda ihtisab Müessesesi, Kültür Basin Yayin Birligi Yay. 1987, ist.
 
Kaynak: Haksöz dergisi, Mayis 1998

Seferilik (yolculuk) hakkindaki hükümler nelerdir ?

Seferilik (yolculuk) hakkindaki hükümler nelerdir ?

Dinimiz sefer (yolculuk) durumunda müslümanlara birtakim kolayliklar getirmistir.
Söyle ki:

  1. Yolcu olan kimse gidecegi yerden 15 günden az kalacaksa, 4 rek'atli farz namazlari 2 rek'at kilar (Hanefi mezhebine göre bunlari 4 rek'at kilmak mekruhtur). Yalniz Aksam'in üç rek'at farzi ile Vitir namazi yine aynen üç rek'at olarak kilinir. Imam uyan yolcu, imam gibi dört rek'at olarak kilar.
  2. Cuma ve bayram namazlari yolcu için zorunlu degildir. Kilarsa da geçerlidir. Ancak, Cuma namazini kilmadiginda, ögle namazi kilmasi gerekir.
  3. Yolcu, ayagindaki mestlere 72 saat meshedebilir.
  4. Yolcu, Ramazan'da dilerse orucunu tutar, dilerse de sonraya birakip memleketine dönünce tutar. Ancak bir zorluk yoksa, orucunu tutmasi daha hayirlidir.
  5. Yolcuya kurban kesmesi de vacip olmaz. Keserse sahihtir, sevaba da nâil olur.
  6. Yolcu, fazlarin kazasini ister seferilik halinde yapsin, ister memleketine dönüste yapsin iki rek'at olarak kilar. (Yani, seferi iken namazi kazaya kalmissa, seferilikten çiktiktan sonra kazasini seferi'ymis gibi kilar, M.K.)
Kaynak: Diyanet namaz vakitleri takvimi, 13.09.1998

Esmâ-i Hüsna En Çok Nerelerde Görülür?

calig50.jpg (13545 Byte)
Dr. Senai DEMIRCI
Esmâ-i Hüsna En Çok Nerelerde Görülür?
        Tip fakültesi yillarimizda, hasta viziti yaptigimiz sirada, bir arkadasimiz hocamiza biraz ukalaca bir soru sormustu. Klasik hekimlerin tarif ettigi, ismi ilginç oldugu için akilda kalan ama çok nadir görülen, simdi pek de ise yaramayan bir belirtinin en çok kimlerde görüldügünü merak ediyordu arkadasimiz. Hoca bir an düsündü, hepimizi süzdü ve tek cümlelik bir cevap verdi: “En çok kitaplarda görülür.”
        Hafizamin bir kenarina çentik açmis bu espriyi tersinden yasadigimizi hatirlatmak istiyorum. Bir çogumuz, nadir bulunmak bir yana, bollugundan geçilmeyen, ise yaramamak söyle dursun, su ve hava gibi ihtiyacimiz olan bir (çok) seyi en çok kitaplarda ariyoruz, en çok kitaplarda görüyoruz: Esmâ-i Hüsna. Ehl-i dinden kime “Allah’in Güzel Isimleri”ni sorsaniz, ekseriya eski baskili bir kitaptan bahis açilacak ya da bir duvarda asili liste salik verilecektir. Yani, “Esmâ-i Hüsna en çok kitaplarda görülür.”
Öyle mi?

        Kendi fitratimizin vadilerinde ve kâinat sayfalarinda bulunmaz görülmez birsey midir Esmâ-i Hüsna? Hirsizliktan, kazadan, depremden korunmak için ezberleyip de dilimize yapistirmakla kalacagimiz kuru bir etiket midir Hafîz ismi? Bir sicaktan kavrulan bir çöl ortasinda bir agacin gölgesi altina girmek kadar ruh serinligi vermez mi Rahîm? Duvardaki camekânin arkasindan inip, bir çakiltasi gibi avucumuzu oksayip, yagmur damlasi gibi yanagimizi islatan bir yasayis olamaz mi Rezzak ve Kerîm? Kristal seffafligindaki suyun arkasindan su markasi kadar olsun gözümüze ilismez mi Rahmân? Tenimize açik bir yaranin sizisi kadar da olsun dokunmaz mi Kahhar-i Zülcelâl? Bülbül sesi, gül kokusu kadar olsun cennet tadi eristirmez mi yüregimize Vedûd? Bir aspirin kadar da olsun somutlasmaz mi bedenimizde sâfi-i Kerîm?
        Dilimize canli bir esmâ dersi aliskanligi kazandirmaliyiz. Nasil çocuklar her yeni kelimeyi ille de cümlede kullanmadan ögrenemiyorsa, her ismi bir örnekle anmak, bir yasayis içinde zikretmek gerek. Meselâ, küfrün en sedidine muhatap olup, güzeller güzeli “seriat”i karalayanlar karsisinda bir Sübhanallah. Mitch kasirgasinin televizyondaki celâlli görüntülerini seyrederken, Rabbimizin dilese tufani da getirecek kudreti için dilimize bir “Yâ Celil” de geliverse. Pamuktan da yumusak, dokununca eriyecek kar taneleriyle her yeri saf beyazliga boyamasinin güzelligi yaninda, ayni kar taneleriyle yollar kesen, günlük hayati “felç eden” çiglarla gümbürdeyen celâl tecellilerine bir de “cemal” ve “celâl”i, “kahr” ve “lûtf”u ahenkle ve çeliskisizce bize sergileyen Rabbimizi anlamak için bir talim firsati bilsek. Ayni denizin yüzünde bakani dehsete düsüren dev dalgalarla celâlini sergilerken, daha derinlerde, sessiz ve isiksiz köselerde sayisiz deniz canlisini yasatan, gözeten, besleyen, tasvir eden Rabb-i Rahîmimiz, denizi bizi bir taraftan cehennemle korkutmasini bir taraftan cennetle ümitlendirmesini anlatmak için ayagimiza sermis olmasin? Ancak sokup zehirlemeyi bilen bir ari ile bize tatlilar tatlisi balin gönderilmesi, “bali veren”in “bali tatli kilan”in Rezzâk-i Hakiki oldugunu hatirlatmak için olmasin? Kimsenin dokuyamayacagi kadar güzel, kimsenin dokunmadan edemedigi ipege, “elsiz” bir böcegin sebep kilinmasi bizi giydirenin Kadir-i Rahim oldugunu anlatmak için degil mi?
        Kâinat da bir kitaptir aslinda. Bu kitabin sayfalarinda öyle çok esma zikrediliyor ki. Ama liste halinde degil. Tipki ögrencilere yeni bir kelime belletilirken yapildigi gibi, Esmâ-i Hüsna “cümle içinde” sunuluyor. Esmâ hayatin içinde canlandiriliyor; insan duygulari üzerinde insa ediliyor; kâinat sergilerinde temasa ediliyor.

        Dilimize yerlesmis “Allah (c.c)”, “Allahü Teâlâ”, “Cenab-i Hak” gibi ünvanlar çogunlukla takliden kullaniliyor. Oysa, lafza-i celâl olan “Allah” bütün esmanin zikrinden ve taliminden sonra hasil olan bir anlayistir. Diger tabirle, “Güzel Isimleri” üzerinde toplayan, “Esma-i Hüsna’yi içinde kristallestiren bir sifre lafizdir, bir çerçeve ünvandir.
        Sadece dis alemde degil, kendi iç dünyamizda da esma talimine ihtiyacimiz vardir. Iste, bu yönünün pek farkina varilmayan bir eserden, Risale-i Nur’dan bir egzersiz örnegini paylasalim.
        Birinci Söz’den:
        “ste ey magrur nefsim, sen o seyyahsin. su dünya ise bir çöldür. Aczin, fakrin hadsizdir. Düsmanin, hâcâtin nihayetsizdir.         Madem öyledir, su sahrânin Mâlik-i ebedîsinin ve Hâkim-i ezelîsinin ismini al. Tâ bütün kâinatin dilenciliginden ve her hadisatin karsisinda titremeden kurtulasin.”
        Bu metinde iki esmâ zikrediliyor: Mâlik-i Ebedi ve Hâkim-i Ezelî. simdi onlarin yukaridaki cümleler içinde kullanilirken, nasil talim edildiklerini inceleyelim. En görünür tarafimizdan, yani insan yanimizdan baslayarak ilerleyelim.

        Her insan kendi nefsinde bir malikiyet/sahiplenme duygusu yasar. Insan çok seye sahip olmak ister, her sey elinin altinda olsun ister. Oysa, hava ve su gibi en basit gördügü ihtiyaçlarina bile kendi eliyle erisemez. O halde, insan malik olmak istediklerinin sonsuzlugu kadar bir Mâlik’e muhtaçtir. Sonra, insan elinin altindakilerin hiçbir zaman bitmemesini ister, ebediyen kendinde kalmasini arzular. Buna göre aradigi Malik’in “Ebedî” de olmasi gerekir. Öyleyse, her insan, ihtiyaç duydugu seylerin sayisinca fakr içinde, sonsuzca yasamak istedigi ölçüde nihayetsiz ihtiyaç içindedir. Hadsiz fakrini, nihayetsiz hâcâtini hisseden her insan, Mâlik-i ebediye nefsinden bir pencere açar. Fitratinda, fakr ve ihtiyaç yarasinin derinligince bir gedik açilir, Mâlik-i Ebedi ismi kitaptan çikar, tenine dokunur, ruhunu doyurur; “her hadisatin karsisinda titremeden” kurtulur.
        Hâkim-i Ezelî ismi de, yine insanin nefsinden ve duygularindan baslayarak insa edilir metin içinde: “Aczin hadsizdir. Düsmanin nihayetsizdir. Madem öyledir, su sahranin Hâkim-i Ezelîsinin ismini al. Tâ bütün kâinatin dilenciliginden kurtulasin.” En siradan arzusunun önündeki en küçük engeli bile kendi kudretiyle kaldiramayacak her insan, aczinin hadsizligini hisseder ve yasar. Kendine, herseye hükmeden, herseyi kendi emrine boyun egdiren bir “Hâkim” arar. Sonra, kendini bu günden yarina, hatta bir andan bir sonraki âna tasimaya muktedir olamayan insan, bütün güzel zamanlari hiç daralmadan solumak için illâ da “Ezelî” bir Hâkim arar. Pürüzsüz nefesler sayisinca, ebedî yasamak istiyakinin derinligince bir gedik açilir nefsinde. Hâkim-i Ezelî olmadan yasayamaz, derin acz yarasi her zaman, herseye hükmü geçen Birinin Hâkim-i ezelî ismiyle sifa bulur. Nefsinde esmâlar görür ve yasar.
        Eger talim etmesini bilirsek, en çok fitratimizin vadilerinde ve kâinat sayfalarinda görülür Allah’in Güzel Isimleri.

Kaynak: Altinoluk dergisi, 02/99
Hazirlayan: Muhammed Faruk

 

Dua nedir?

Dua nedir?

  • Dua ibadetin özü, inanan insanin her an hakka yönelen sözüdür, yakarisidir.
  • Dua ibadetin beynidir ya da iligidir
  • Özlü ibadet istiyorsan duaya yönel ve duanin kabul olmasi için en yakin
    yer secdedir.
  • "Duaniz olmasaydi Allah size neden deger verseydi" (Ayet)
  • "Allahim, beni sana fakir olmakla zengin kil ve senden müstagni olmakla
    fakirlestirme ya Rabbi.
    " (Hadis)
  • "Kullarin sana beni sorarlarsa bilsinler ki ben onlara yakinim.Isteyenin istedigini kabul ederim. Artik bana yönelsinler, benden istesinler." (Bakara 186)
  • "Kul, kötü bir istekte bulunmadigi, istegi aile bagini koparmaya yönelik
    olmadigi ve acele olmadigi sürece duasi kabul olur.
    " (Hadis)
  • "Dua ederken ümidi kesmeden sürekli istemek.
    Kim israrli olarak kapiyi çalarsa içeri girer.
    " (Hadis)
  • Duada kararli ve israrli olmak gerekir.
  • "Rabbimiz, biz ve bizden önce imanla göçenleri de bagisla." (Ayet-i Kerime)
  • Itikadin dogru olmasi, haramdan sakinmak ve ihlasli olmak.
Duanin kabul olmasi için:
1. Duadan önce iyi is yapmak.
2. Temiz olmak.
3. Abdestli olmak.
4. Kibleye yönelmek.
5. Dua basinda Allah'a hamdetmek, Resullullah'a salavat getirmek.
6. Elleri açip yalvarmak.
7. Azalari hareketsiz sükun içinde ve boynu bükük, mütevazi,kalbi korku içinde       olmali.
8. Alçak sesle ve gizlice dua etmek.
9. Resulullahtan intikal eden, Kuran'da geçen dualarla niyaz etmek.
10. Resulu ve salih kullari vesile etmek.
11. Dua ederken kalbinden ne geliyorsa o sekilde dua etmek.
12. Kalbi baska düsünceden temizlemek.
13. Herkese dua etmek ve üç defa tekrarlamak.
14. Duanin kabulünün ümidi içinde olmak.
15. Kötü dilekte bulunmamak.
16. Salavat getirmek.


"Ey Rabbimiz, bizi dogru yola ilettikten sonra kalplerimizi (Haktan)
saptirma. Bize kendi cânibinden bir rahmet ver. Süphesiz bagisi en çok
olan Sensin Sen."


"Ey Rabbimiz muhakkak ki Sen, hiçbir süphe olmayan bir günde insanlari
toplayacak olansin. Süphesiz Allah sözünden caymaz.
"




Sünnet-i hüda ve Sünnet-i zevaid nedir ?


Sünnet-i hüda ve Sünnet-i zevaid nedir ?

IZMIR'den Ismail GÜZEL / Mektubunuzda: " Bazi kaynaklarda sünnet-i hüda ve sünnet-i zevaid tasnifine yer verilmektedir. Bunun mahiyeti nedir? Rasid halifelerin tatbikatini, sünnet olarak nitelendiren alimler vardir. (..) Rasid halifelerin tatbikati sünnet midir? Eger sünnet ise bunun delili nedir?" diyorsunuz.
CEVAP: Mektubunuzu özetlemeye gayret ettim. Hanefi fukahasina göre; amel açisindan, sünnet iki çesittir. Birincisi: Uyulmasi hidayet, terki dalalet olan sünnet (Sünnet-i Hüda) Ikincisi: Uyulmasi güzel, terki mübah olan sünnettir. Buna sünnet-i zevaid denilir. Mesela: Bayram namazi, ezan, ve kamet gibi sünnetler; "Sünnet-i Hüda" olarak nitelendirilmistir. Sünnet-i Zevaid ise fer'i meseleleri içine alir. Mesela: Resul-i Ekrem (sav) savasa giderken deveye binmistir. Hayatinda hiç deveye binmeyen kimse, sünnete muhalefet etmis sayilmaz. Zira deve, o zamana ait bir ulasim vasitasidir. Diger sualinize gelince: Imam-i Serahsi; Resul-i Ekrem (sav)'in "-Benim ve rasid halifelerimin sünnetine sariliniz" hadisini zikretmis ve Rasid halifelerin tatbikatinin da delil oldugunu belirtmistir. Bahsin devaminda : "-Bize (hanefilere) göre sünnetten murad; Resul-i Ekrem (sav)'in ve ondan sonra gelen rasid halifelerin icraatidir. Imam-i Safii demistir ki; mutlak olarak sünnet denildigi zaman, sadece Resulullah (sav)'in sünneti anlasilir. Bize göre; sünnet lafzinin, sadece bununla sinirlandirilmasi sart degildir. Zira selef; Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer'in (ra) tuttugu yola dahi sünnet diyorlardi" (1) diyerek, konuyu izah etmistir. Meselenin özü budur. Allahu Teala (cc) cümlemizi; sadik ve muttaki kullarindan eylesin. Birbirimize dua edelim.
(1) Imam-i Serahsi- Temhidu'l Füsul fi Ilmi'l Usul- Beyrut: 1393 C: 1 Sh: 113
Kaynak: Akit, 01.10.1998

Teravih namazi ile Ramazan ayinin münasebeti

Teravih namazi ile Ramazan ayinin münasebeti
Yusuf Kerimoglu

iSTANBUL’dan Hayati ÇAVUSOGLU/ Mektubunuzda; “Teravih namazi ile oruç ibadetinin münasebeti nedir? Seker hastasi oldugu için oruç tutamayan bir kimsenin teravih namazini kilmasi gerekir mi? (...) Bazi eserlerde; sünnet ve nafile namazlarin camide degil, evde kilinmasinin daha efdal oldugu belirtilmektedir. Teravih namazi da sünnet olan bir namazdir. Gece bekçiligi yapan bir kimsenin teravih namazini evinde kilmasi caiz midir? (...) Bazi fikih kitaplarinda; teravih namazinin Hz. Ömer’in hilâfeti döneminde cemaatle kilinmaya basladigi belirtilmektedir. Cemaatle kilinan teravih namazi için; Hz. Ömer’in ‘Bu ne güzel bidat’ dedigi dogru mudur? Eger dogru ise, bunu nasil anlamamiz gerekir? Bu bidatten maksat nedir? (...) Teravih namazina baslarken yapilan niyet, tamami için geçerli olan bir niyet midir? Her dört rekati için, ayri ayri niyet edilmesi gerekir mi?” diyorsunuz.
CEVAP: Mektubunuzu özetlemeye gayret ettim. Teravih namazi; oruç ibadetinin degil, vaktin (yani Ramazan ayinin) sünnetidir. Dolayisiyle mesrû bir özürden dolayi oruç tutamayan bir mükellefin, teravih namazini kilmasi sünnettir. Nafile namazlarin mescidde degil, evde edâ edilmesi daha efdaldir. Resûl-i Ekrem (sav)’in, “Farz namazlar müstesna; bir kimsenin en efdal namazi, evinde kildigi namazdir”(1) buyurdugu malûmdur. Bu hadis-i serifi esas alan fakihler, su hükümde ittifak etmislerdir: Sünnet ve nafile namazlari evde kilmak daha efdaldir. Imam-i Hulvani, “Teravih namazi müstesna; bütün sünnet ve nafile namazlari evde kilmak, mescidde kilmaktan daha efdaldir” demistir. Gece bekçiligi yapan bir kimsenin, teravih namazini evinde kilmasi caizdir. Resûl-i Ekrem (sav)’in teravih namazini hem cemaatle, hem ferdi olarak evinde edâ ettigi sabittir. Bazi kaynaklarda, “Ferdi olarak evinde edâ etmesinin sebebi”, farz haline getirilmesi endisesiyle izah edilmistir. Hz. Peygamber (sav)’in vefatindan sonra, bu endise ortadan kalkmistir. Hz. Ömer (ra)’in ictihadi ve sahabe-i kiramin muvafakatiyla bu ibadet, diger nafile namazlardan farkli olarak, cemaatle edâ edilmeye baslanmistir. Rasid halifelerin tatbikati, müminler için bir hüccettir. Zira Resûl-i Ekrem (sav)’in, “Benim ve Rasid halifelerimin sünnetine sariliniz”(2) emrini verdigi malûmdur. Imam Ebû Yusuf (rha), hocasi Imam-i Azam Ebû Hanife (rha)’ye teravihin hükmünü ve Hz. Ömer (ra)’in cemaatle kilinmasiyla ilgili ictihadini sormus, o da su cevabi vermistir: “Teravih, sünnet-i müekkede’dir. Hz. Ömer (ra), onu (cemaatle kilinmasini) kendiliginden ortaya çikarmamistir. Bidat da islemis degildir. Onu ancak elindeki bir esasa ve Resûl-i Ekrem (sav)’den belledigi bir ilme istinaden emretmistir.”(3) Dolayisiyle teravih namazinin cemaatle edâ edilmesi, bazilarinin zannettigi gibi mezmun bir bid’at degildir. Lügat manasi açisindan, bu kelime kullanilmistir. Teravih namazinin cemaatle kilinmasi, Hz. Ömer (ra)’in ictihadi ve sahabe-i kiramin icmasiyla sabit olan bir tatbikattir.
Bir mükellefin, teravih namazini evinde ferdi olarak edâ etmesi veya kadinlarin yalniz baslarina kilmalari caizdir. Ancak bir belde halkinin tamami, teravih namazi için cemaati terk ederlerse, günah islemis olurlar. Serahsi’nin Muhiyt’inde de böyledir.(4) Imam-i Yusuf (rha)’dan rivayet edilmistir ki; bir mükellef, teravihi (imamla edâ ettigi gibi) cemaat halinde evinde edâ etse, bu daha efdaldir. Sahih olan sudur ki; süphesiz evde olan cemaat için fazilet vardir. Mescidde kilan cemaat için de baska bir fazilet vardir. Gerek cemaatle, gerekse münferiden teravih namazini kaçiran kimse, onu kaza edemez.(5)
Hz. Abdullah Ibn-i Abbas (ra)’dan rivayet edilen bir eserde, “Resûl-i Ekrem (sav)’in her dört rekatta, biraz istirahat buyurdugu” haber verilmistir. Dolayisiyle iki terviha arasinda bir terviha miktari oturmak (istirahat etmek) müstehabtir. Esasen terviha “biraz oturmak ve istirahat etmek” manasinadir. Bu oturma ve istirahat esnasinda cemaat serbesttir; dileyen tesbih çeker, dileyen zikirle mesgul olur. Teravih namazini Kâbe-i Muazzama’da edâ eden bir mükellef; terviha esnasinda yedi savt ile tavaf eder ve tavaf namazi kilar. Medineliler ise; ayri ayri dörder rekat namaz kilarlar.
Teravih namazinda, bes selâmdan sonra istirahat etmek mekruhtur.(6) Hanefi fukahâsi, “Teravihin her dört rekati için niyet etmek gerekir mi?” sualinin cevabinda ihtilaf etmistir.
Ibn-i Abidin bu meseleyle ilgili ihtilafi ve müftâbih kavli söyle izah etmistir: “Hülâsa’da ‘Sahih olan kavle göre, her dört rekatta niyet etmek sarttir. Çünkü her dört rekat baslibasina bir namazdir’ cevabi verilmistir. Haniye’de ise, ‘Esah kavle göre sart degildir.
Zira bütün teravih bir namaz mesabesindedir. Tatarhaniye’de de böyledir’ denilmektedir. Zahirine bakilirsa, hilaf niyetin asliyla ilgilidir. Bana kalirsa, sahih olan kavil birincidir.
Çünkü, teravih kilan kimse selâm vermekle hakikaten namazdan çikmistir. Binaenaleyh yeniden namaza girmek için mutlaka niyet lazimdir.”(7) Meselenin özü budur. Birbirimize dua edelim.
p
(1) Seyh Nizamüddin ve Heyet- Feteva-i Hindiyye- Beyrut: 1400, C: 1, Sh: 113.
(2) Sünen-i Ibn-i Mace- Ist: 1401, C: 1, Sh: 16, Had. No: 42; ayrica Sünen-i Darimi- Ist: 1401, Mukaddeme: 16, C: 1, Sh: 35.
(3) Ibn-i Abidin- Reddü’l Muhtar- Ist: 1983, C: 3, Sh: 89.
(4) Seyh Nizamüddin- a.g.e., C: 1, Sh: 116.
(5) Molla Hüsrev- Düreru’l Hükkam- Ist: 1307, C: 1, Sh: 119.
(6) Seyh Nizamüddin ve Heyet- a.g.e., C: 1, Sh: 115.
(7) Ibn-i Abidin- a.g.e., C: 3, Sh: 90 vd.
Kaynak: Akit Gazetesi