| . |
| . | |
5 Temmuz 2013 Cuma
ÖMER B. ABDÜLAZIZ (99-101/717-720)
HASAN-I BASRÎ
HASAN-I BASRÎ
Tâbiînin büyüklerinden. Zâhid, muhaddis, fakîh ve müfessir.
Adi, Ebû Sâid el-Hasan b. Ebi'l-Hasan Yesâr el-Basrîdir. Babasi Yesâr, Irak'in bir kasabasi olan Meysânlidir. Yesâr, Meysan'in fethedilmesi sirasinda esir düsmüs ve buradan efendisinin kendisini âzâd ettigi, daha sonra da Hasan-i Basrî'nin annesi Hayrâ ile evlendigi Medine'ye götürülmüstür. iste, Hasan-i Basrî, burada Hazreti Ömer'in halifeliginin son ikinci yili olan Hicrî 21 senesinde dogmustur (21/641).
Annesi Hayrâ, Peygamberimizin hanimi Ümmü Seleme'ye hizmette bulunmustur. Bu arada, Ümmü Seleme'nin Hasan'i emzirdigi ve ondaki hikmet ve belâgatin bundan dolayi oldugu söylenir. Ayrica, Ümmü Seleme'nin, kendisini Ömer'e götürdügü ve onun için söyle dua ettigi de rivâyetler arasindadir; "Yâ Rabbi, onu dinde fakîh kil ve insanlara sevdir (Ibn Sa'd, Tabakât, VII/I, 114).
Hasan, Vâdi'l-Kurâ'da büyümüs ve çocuklugu orada geçmistir. Gençliginde Dogu iran'in fethine (43/663) katilmis, bundan kisa bir müddet sonra, Horasan vâlisi Rebi' b. Ziyâd'in kâtipliginde bulunmustur. Bundan sonraki hayatinin geri kalanini çogunlukla Basra'da geçirmistir. En son vefât edenleriyle birlikte üç yüz sahâbe ile görüstügü rivâyet edilir. Bu bakimdan tâbiînin önde gelenlerinden olup ilim ve fazileti, zühd ve takvâsi ile meshurdur. Ebû Tâlib Mekkî, Hasani Basrî'nin tasavvuf yolunda imamlari oldugunu söylemistir. Enes b. Mâlik, kendisine bir mesele soruldugunda, onun Hasan-i Basrî'ye de sorulmasini, onun derin ilim sahibi oldugunu söylerdi (Ibni Sa'd, a.g.e., s. 128).
Insanda bir irade hürriyetinin mevcudiyetini, buna bagli olarak da hayir ve serrin islenmesinde kisinin tamamen hür oldugunu kabul eden zühd ve takvâ önderi Hasan-i Basrî, persembe aksami vefat etmis ve cuma günü defnedilmistir (110/728). Halkin cenazesine katilmasi muhtesem olmus ve rivâyete göre o gün camide ikindi namazi kilinamamistir (Osman Karadeniz, Hasan el-Basrî ve Kelâmî Görüsleri, D.E. Ü.ilâhiyet Fak. Dergisi, II, izmir- 1985).
Hasan-i Basrî'nin çesitli konulardaki görüslerini söylece özetleyebiliriz:
Hasan-i Basrî, "Allah, mahlûkati ve tabiati yaratti. Hersey yaratilisina uygun olarak hareket eder" demekle kadere inancini açiklayip, Kaderiyye gibi düsünmedigini belirtir ve günâhkâr mü'minin, münâfik oldugunu söyler.
Ibâdet hayatinda bütün kaide ve emirlerin siki sikiya tatbik edilmesini ister. Nifak ve riyâya siddetle düsman olup, amelde ihlâsin bulunmasi gerektigini söyler. "Biz insanin dindarligini sözleriyle degil, fiiliyatiyla anlariz" diyerek de uygulamaya önem verdigini belirtir.
O'nu da "eski"ye özlem içinde görmekteyiz. "Eskiden dünya ehli fânî mallarini, ilimleri için âlimlere sarfediyorlardi. Bugün âlimler, ilimlerini ehl-i dünyanin menfaati, onlarin fânî mallari için kullaniyorlar. Dünya ehli mallariyla, alimlerden yüz çevirdi ve onlarin ilimlerinden mahrum kaldi. Çünkü alimlerin verdigi hükümlerde talihsiz sonlarini gördüler" der.
Gerçek fakîhin, takvâ sahibi oldugunu, kimseden himmet beklemedigini, kimseye hakaret nazariyla bakmadigini, ilmine karsilik bir dal bile beklemedigini, çesitli sözlerinde belirtmektedir.
Hasan-i Basrî, sûf giyenleri tenkid eden bir sûfî olup, Basra'dakilerin ilki degildir. O'nun zühd anlayisi, tefekkür, nefs muhasebesi, dünyadan uzaklasma ve Allah askina dayanmaktadir. "Tefekkür, sana iyi ve kötü fiillerini gösteren bir aynadir";
"Mü'min, daima nefsinin hâkimidir. Onu Allah için inceler. Dünyada nefsini murâkabe edenlerin hesabi, âhirette kolay olacaktir. Kendilerini murâkabe ve muhâsebe etmeyenlerin hesabi da zor olacaktir" dedigi bilinmektedir.
O, karsisindakileri egitmek için sorular sorar, gerçekleri bizzat kendilerinin bulmasini isterdi. Çünkü kisilerin yalniz ölüp, yalniz gömüleceklerini, yalniz dirilip, yalniz baslarina hesap vereceklerini beyanla herkesin kendisine dönmesinin önemine isaret ederdi. Ona göre, düsüncesini âhiret üzerine yogunlastiranlarin, dünyadan ve fânî seylerden sevgisini kesmeleri ve her iste Hazret-i Peygamber'in yolunu izlemeleri sarttir.
Hasan-i Basrî, hüzünlü olmayi kendine siâr edinen bir sûfi olarak temayüz etmistir. Dünyadan kaçis, zâhidâne bir hayat, nefsinden hiçbir zaman emin olmama, iste bunlarin hepsi, O'ndan hükmün kaynagini teskil etmektedir. Hüznü savunan bir sözünde "uzun hüzün, iyi amellerin kaynagidir" demektedir" "Yaptiklarinin cezasi olarak, bundan böyle az gülsünler, çok aglasinlar" (et-Tevbe, 9/82) âyetinin isaret ettigi emir çerçevesinde fazla gülmemeyi ögütler, fazla gülmenin kalbi öldürdügünü söylerdi. Kisi bir bütün olarak Kur'ân-i Kerîm'e uygun hareket ederken, en küçük kötülükten çekinir, her konuda çok titiz olursa o, verâ sahibi olmus olur. Bunu, Hasan-i Basrî'de su ifadelerle billurlasmis görüyoruz.
"Amellerine bak, onlari incele. Çünkü birbirinden kesin sinirlarla ayrilan hayir ve ser tartilacak. En küçük bir hayiri degersiz bulma, âhirette o sana fayda verecek. En küçük bir kötülügü zararsiz sayma, ahirette aleyhinde olacaktir." Hasan-i Basrî'de Allah aski (muhabbettullah) zirvededir. Bunu, hadîsi kudsîden aldigi güçle saglamistir. "Bana, kendilerine farz kildigim seyleri edâ ettigi gibisi ile yaklasani yoktur. Eger kul, bana nâfile ibadetlerle yaklasirsa ben onu severim. Ben onu sevince de, onun kulagi, gözü, eli, dili ve ayagi olurum. Benimle duyar, benimle görür, benimle konusur, benimle tutar ve benimle yürür" (Buhârî, Rikak, 38). O'na göre Allah aski manevî hayatin en yüksek noktasidir. Çünkü bu ask, Allah'a dogru yükselisin meyvesidir.
Cennette Allah'in zâtinin ihatasiz olarak görülebilecegini kabul eder. iyiligi emir kötülügü nehyetmek kurali, O'nun hareket noktasini olusturmaktadir.
Tefsîr ve hadîste tenkid edici fakat gerçekçi bir görüse sahiptir. Müslümanlarin ibâdetlerinde mevcûd Israiliyyat'i biliyor ve onlari bu yanlis inançlardan kurtarmak için, korkusuzca mücâdelesini sürdürüyordu. Bunun yaninda isyan etmeden, halifelere bile açikça hatalarini söylemekle, cesaret örnegini göstermistir. Haccâc b. Yûsuf'un zulmüne karsi, ona kafa tutmustiir. Rûhu sâd olsun... (Hayranî Altintas, Tasavvuf Tarihi, Ankara Üniversitesi, ilâhiyet Fakültesi,1986, s. 61-65).
Hasan Fehmi KUMANLIOGLU
Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi
by Muhammed Faruk
Tasavvuf nedir?
Sual: Tasavvuf nedir? CEVAPTasavvuf, kalbi saf yapmak, kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmak demektir. Tasavvuf hâl işi olduğu için, yaşayan bilir, tarif ile anlaşılmaz. Tasavvuf ilmi, kalb ile yapılması ve sakınılması gereken şeyleri ve kalbin, ruhun temizlenmesi yollarını öğretir. Buna (Ahlak ilmi) de denir. Tasavvuf ehli, kendi derecesine göre, tasavvufu tarif etmiştir. Birkaçı şöyle: Tasavvuf, dinin emirlerine uyup, yasaklarından kaçarak kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak demektir. Tasavvuf, sünnet-i seniyyeye yapışmak ve bid'atlerden kaçmaktır. Tasavvuf, nefsin iman ve itaat etmesi, bütün ibadetlerin ve bütün hayırlı işlerin hakiki ve kusursuz olmasıdır. Allahü teâlânın lütuf ve ihsanı ile daha yükseklere çıkanlar da olur. Tasavvuf, fâni olan her şeyden yüz çevirip, baki olana bağlanmaktır. Tasavvuf, İslam ahlakı ile süslenmektir. Tasavvuf, ölmeden önce ölmektir. Tasavvuf, baştan başa edeptir, tamamen edepten ibarettir. Tasavvuf, kadere rızadır. Tasavvuf, Hak teâlâya inkıyaddır, kayıtsız şartsız teslimiyettir. Tasavvuf, emeli bırakıp amele devam etmektir. Tasavvuf, kalbi kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmaktır. Tasavvuf, namaz, oruç ve geceleri ibadet etmek demek değildir. Bunları yapmak her insanın kulluk vazifesidir. Tasavvuf, insanları incitmemektir. Bunu yapan, vasıl olmuş, yani maksada kavuşmuştur. Tasavvuf, insanı, ibadetlerde gereken ihlasa ve insanlara karşı gereken güzel ahlaka kavuşturan yoldur. İnsana bu yolu mürşid-i kâmil öğretir. Tasavvuf, her sözünde, her işinde, dine yapışmaktır. Tasavvuf, ızdırap çekmektir. Sükun ve rahatlıkta, tasavvuf olmaz. Yani, aşıkın maşuku aramaya çalışması, maşuktan başkası ile rahat etmemesi gerekir. Tasavvuf, Resulullahın mübarek kalbinden çıkıp, evliyanın kalblerine gelen bilgilerdir. Tasavvuf, kendi nefsinin ayıplarını, kusurlarını anlamaktır ve dine uymakta kolaylık ve lezzet hasıl olmaktır ve gizli olan şirkten, küfürden kurtulmaktır. Tasavvuf, herkese merhametli olmak ve ruhsat olan ameli terk etmektir. Tasavvuf, Allahü teâlâyı, görür gibi ibadet etmektir. Hadis-i şerifde buyuruldu ki: (Allahü teâlâyı görür gibi ibadet et! Sen Onu görmüyorsan da, O seni görüyor.) [Buhari] Allahü teâlânın gördüğüne inanan, Onun beğenmediği bir şeyi yapabilir mi? Yanındaki iki meleğin, günah ve sevapları tespit etmekle görevli olduğunu yakînen bilen kimse, kötü işler yapabilir mi? Tasavvufun yediyüzden fazla tarifi yapılmıştır. Hepsinin özü ehemmi, mühimme tercihtir. Yani çok önemli işi, önemli işten önce yapmaktır. Ağlayan bir kimse görsek, hangi üzücü şeyin bu kimseyi ağlattığını bilemeyiz. Eğer ayağına diken battığı için ağlıyorsa, diken bize batmadığı için, ona verdiği ızdırabı anlayamayız. Bir delinin, ne için güldüğünü bilemeyiz. (Şunun için gülüyorum) dese bile, o hadise deliye tesir ettiği gibi bize tesir etmez. Aşığın hâli bir başkadır. Tasavvuf da böyle bir hâl işi olduğu için biz bilemeyiz. Tasavvufta makamlarTasavvuf erbabından Mevlana Abdurrahman Cami hazretleri buyuruyor ki: Tasavvufta, makamların sonuna varan mutasavvıflar iki çeşittir: Birincisi, Peygamber efendimiz aleyhisselamın izinden giderek, kemale erdikten sonra, insanları irşad için halk derecesine indirilmiş irşad ehli olanlardır. İkincisi, yükseldikleri derecelerde bırakılıp insanların yetişmesi ile vazifeli olmayanlardır. Bunlara evliya denir. Tasavvuf yolunda yürüyenler de iki kısımdır: Birincisi, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutup, yalnız Onu ister. [Yunus Emre’nin, "Bana seni gerek seni" demesi böyledir.] İkincisi de Cenneti isteyen taliblerdir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: (Tasavvuf ehlindeki haller ve marifetler, muhabbetin fazla olmasından hasıl oluyor. Allahü teâlânın sevgisi, bu büyükleri o kadar kaplıyor ki, başka şeylerin ismi ve cismi hatırlarına gelmiyor. Başka bir şey görmüyorlar. İster istemez, sevgi sarhoşluğu ile, üzerlerini bu halin kaplaması ile, başka şeyleri yok biliyorlar. Allahü teâlâdan başka bir şey görmüyorlar. [Hallac-ı Mansur’un "Enel-hak" demesi gibi.] Bu hallerin ve marifetlerin ötesinde başka kemaller ve üstünlükler vardır ki, o, kemalatın yanında bu haller ve marifetler, okyanus yanında bir damla gibidir.) Tasavvuf, Yahudi veya Yunan filozoflarının uydurması değildir. Tasavvuf bilgilerinin hepsi Resulullah efendimizden gelmektedir. Bunların isimleri sonradan konulmuştur. Resulullahın, Peygamber olduğu bildirilmeden önce, kalble zikrettiği muteber eserlerde yazılıdır. Zikir ve nefs muhasebesi, Resulullah ve Eshab-ı kiram zamanında da vardı. Hicri 2. asır sonlarında, Ehl-i sünnetten, kalblerini gafletten koruyanların ve nefslerini Allah’a itaate kavuşturanların bu hallerineTasavvuf ve kendilerine Sofi ismi verildi. Kendine ilk defa sofi denilen zat, Ebu Haşim Sofidir. Tasavvuf, İslam ahlakı ile ahlaklanmak için gereken bilgileri öğreten bir ilimdir. Tıp ilmi, beden sağlığına ait bilgileri öğrettiği gibi, tasavvuf da kalbin, ruhun, kötü huylardan kurtulmasını öğretir, kalb hastalıklarının alametleri olan kötü işlerden uzaklaştırır, Allah rızası için güzel iş ve ibadet yapmayı sağlar. Zaten dinimiz, önce ilim öğrenmeyi, sonra buna uygun iş ve ibadetin Allah rızası için yapılmasını emreder. Kısaca din, ilim, amel ve ihlastan ibarettir. İmam-ı Malik hazretleri buyurdu ki: Fıkhı öğrenmeden tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkhı öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid'at ehli, sapık olur. Her ikisini edinen hakikate kavuşur. (Merec-ül bahreyn) Kalbin, kötü huylardan temizlenmesi için, Allah için olmayan her şeyin sevgisini kalbden çıkarmak gerekir. Bu yolda ilerlemek Peygamberlerin ahlakındandır. Kötü sıfatlar, cahillik, öfke, riya, kin, haset, kibir, ucup cimrilik, mal ve makam sevgisi, övülmeyi sevmek, ayıplamaktan korkmak, suizan, övünmek gibi şeylerdir. Güzel huylar, ilim, tefekkür, rıza, hayâ, tevazu, merhamet, mürüvvet, cömertlik gibi güzel işlerdir. Kötü sıfatlardan kurtulmak ve güzel huylarla süslenmekle kalb temizlenmiş olur. Huzura kavuşmak içinDünya ve ahiret iyiliklerine, rahat ve huzura kavuşmak için birinciolarak doğru bir iman sahibi olmak gerekir. Doğru bir imana kavuşmak için, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmek ve inanmak gerekir. İkincisi, insanların saadeti için gereken şey, dinin emir ve yasaklarını öğrenmektir. Dinimizde bildirilen helali, haramı ve diğer hususları öğrenmek ve buna uygun hareket etmektir. Üçüncüsü, kalbin kötülüklerden temizlenmesi ve nefsin terbiye edilmesidir. Nefs hep kötülük yapmak ister. Onun bu isteklerinden kurtulmak ve Allah sevgisini kalbe yerleştirmek için, tasavvuf âlimlerinin eserlerini okuyup amel etmek gerekir. Bir kimse doğru imana kavuşur, dinin emirlerini seve seve yerine getirirse enbiyaya, evliyaya ve melaikeye benzer ve onlara yaklaşır. Aynı cinsten olan şeyler, birbirini çektiği gibi onlar tarafından yanlarına çekilir. Çok büyük bir mıknatısın bir iğneyi çekmesi gibi onu yüksekliklere çekip Cennete kavuşmasına sebep olurlar. Manen yükselmek dünya ve ahiret saadetine kavuşmak bir uçağın uçmasına benzetilirse, iman ile ibadet, bunun gövdesi ve motorları gibidir. Tasavvuf yolunda ilerlemek de, bunun enerji maddesi, yani benzinidir. Tasavvufun iki gayesi vardır: Birincisi, imanın yerleşmesi ve şüphe getiren tesirlerle sarsılmaması içindir. Akıl ile, delil ve ispat ile kuvvetlendirilen iman böyle sağlam olmaz. Allahü teâlâ buyurdu ki: (Kalblere imanın yerleşmesi ancak ve yalnız zikir ile olur.) [Rad 28] Zikir, her işte, her harekette Allahü teâlâyı hatırlamak, Onun rızasına uygun iş yapmak demektir. İkinci gayesi, ibadetlerde kolaylık, lezzet hasıl olması için, nefsten doğan sıkıntıların giderilmesidir. İbadetleri kolaylıkla, seve seve yapmak ve günah olan işlerden de nefret edip uzaklaşmak, ancak tasavvuf ilmini öğrenip, bu yolda ilerlemek ile mümkündür. Evliyalığa kavuşturan yol tasavvufturİmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: İslam dininin bir sureti, bir de hakikati, özü vardır. Sureti, önce iman etmek, sonra, Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymaktır. İslam dininin suretine kavuşanların nefsi emmareleri inkârda ve isyan etmektedir. Bunların imanı, imanın suretidir. Kıldıkları namaz, namazın suretidir. Oruç ve başka ibadetleri de böyledir. Çünkü, nefs-i emmare, insan varlığının temelidir. Herkes (Ben) deyince, nefsini göstermektedir. İşte, bunların nefsleri iman etmemiş, inanmamıştır. Böyle kimselerin imanları ve ibadetleri hakiki, doğru olabilir mi? Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için, yalnız surete kavuşmayı kabul buyurmuştur. Bunları, razı olduğu Cennetine sokacağını müjdelemiştir. Yalnız kalbin inanmasını kabul buyurması, nefsin inanmasını da şart koşmaması, Onun büyük ihsanıdır. Evet, Cennet nimetlerinin de, hem suretleri, hem hakikatleri vardır. İslam dininin suretine kavuşanlar, Cennetin suretinden pay alacaklardır. Dünyada, İslam dininin hakikatine kavuşanlar, Cennetin hakikatine kavuşacaklardır. Surete kavuşmuş olanlarla hakikate kavuşmuş olanlar, Cennetin aynı bir meyvesini yiyecek. Fakat, herbiri başka tat alacaktır. Resulullah efendimizin mübarek zevceleri Cennette, Resulullahın yanında olacak, fakat duydukları lezzet başka olacaktır. Eğer, başka olmasaydı, bu mübarek zevcelerin, bütün insanlardan [peygamberlerden] daha üstün olmaları lazım gelirdi. Her üstün olan kimsenin zevcesinin de, bunun gibi üstün olması gerekirdi. Çünkü zevceler, Cennette zevclerinin yanında olacaktır. İslam dininin suretine kavuşanlar, buna uydukları zaman, ahirette kurtulabileceklerdir. Buna uyanlar, umumi evliyalığa, yani Allahü teâlânın rızasına, sevgisine ermiş demektir. Bununla şereflenen, tasavvuf yoluna girebilecek, (Vilayet-i hassa) denilen özel evliyalığa kavuşabilecek kimse demektir. Bunlar, nefs-i emmarelerini itminana ulaştırabilirler. Şunu iyi bilmelidir ki, bu vilayette, yani İslam dininin hakikatinde ilerleyebilmek için, İslam dininin suretini elden bırakmamak lazımdır. Tasavvuf yolunda ilerlemek, Allahü teâlânın ismini çok zikretmekle olur. Bu zikir de, İslam dininin emrettiği bir ibadettir. Zikretmek, âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde övülmüş ve emredilmiştir. Tasavvuf yolunda ilerleyebilmek için, İslam dininin yasakladığı şeylerden sakınmak şarttır. Farzları yapmak, insanı bu yolda ilerletir. Tasavvuf yolunu bilen ve yolculara önderlik edebilen bir Rehber [Mürşid] aramak da, İslam dininin emrettiği bir şeydir. Maide suresinin 35. âyetinde,(Ona kavuşmak için vesile arayınız) buyuruldu. (Vesile, insan-ı kâmil demektir). Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için, İslam dininin sureti de, hakikati de lazımdır. Çünkü, evliyalık üstünlüklerinin hepsi, İslam dininin suretine uymakla ele geçer. Peygamberlik üstünlükleri de, İslam dininin hakikatinin meyveleridir. Her üstünlükte Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymak lazımdır. Evliyalığa kavuşturan yol tasavvuftur. Tasavvuf yolunda ilerleyebilmek için, Allah’tan başka her şeyin sevgisini kalbden çıkarmak lazımdır. Allahü teâlânın ihsanı ile, kalb hiçbir şeyi görmez olursa, (Fena) denilen şey hasıl olur. (Seyr-i ilallah) tamam olur. Bundan sonra, (Seyr-i fillah) denilen yolculuk başlar. Böylece, (Beka) denilen şey hasıl olur ki, aranılan da budur. İslam dininin hakikati buradadır. Buna kavuşan zata (Veli) denir ki, Allahü teâlânın razı olduğu, sevdiği kimse demektir. Burada (Nefs-i emmare) mutmainne olur. Nefs, küfürden kurtulup, Allahü teâlânın kaza ve kaderinden razı olur. Allahü teâlâ da, ondan razı olur. Kendini anlar. Büyüklük, kendini beğenmek hastalığından kurtulur. (2/50) Fena-fillah, beka-billah Sual: Evliyalığa, (Fena-fillah ve beka-billah) deniyor. Bunlar ne demektir? CEVAP Fena-fillah, kalbi Allahü teâlânın beğenmediği şeylerden temizlemek, boşaltmaktır. Beka-billah, Allahü teâlânın sevdiği şeylerle kalbi doldurmaktır. |
Mevlana'nin Güzel Sözleri
Mevlana'nin Güzel Sözleri
1) Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.
2) Aşk, davaya benzer, cefa çekmek de şahide: Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki..
3) Sen diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı hiç?
4) İsa’nın eşeğinden şeker esirgenmez ama eşek yaratılışı bakımından otu beğenir.
5) Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.
6) Ehil olmayanlara sabretmek ehil olanları parlatır.
7) Leş, bize göre rezildir ama, domuza, köpeğe şekerdir,helvadır.
8) Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?
9) Pisler, pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır.
10) Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir.
11) Nasıl olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir, nasıl olur da güneş üflemekle söner?
12) Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar
13) Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir.
14) O beden testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu beden testisi ise ölüm zehiri ile. İçindekine bakarsan padişahsın, kabına
bakarsan yolu yitirdin.
15) Genişlik, sabırdan doğar.
16) Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.
17) Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur. Kıskançlık ateşten meydana gelir.
18) Dünya tuzaktır. Yemi de istek. İstek tuzaklarından kaçının.
19) Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok ama susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok.
20) Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.
21) Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi. Sonunda sana da dikişsiz elbiseyi giydirecekler.
22) Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek, inciyle denizin varlığından da şüphe eder.
23) Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.
24) Oruç tutmak güçtür, çetindir ama Allah’ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından, bir derde uğratmasından daha iyidir.
25) Ayın, geceye sabretmesi, onu apaydın eder. Gülün, dikene sabretmesi, güle güzel bir koku verir. Arslanın, sabredip
pislik içinde beklemesi, onu deve yavrusu ile doyurur.
26) Zahidin kıblesi, lütuf, kerem sahibi Allah’tır. Tamahkarın kıblesi ise altın torbası.
27) Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur..
28) Sarhoş, cinayeti yapar da sonra “özrüm vardı, kendimde değildim”der. Kendinde olmayış, kendiliğinden gelmedi sana,
onu sen çağırdın.
29) İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır.
30) Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz. Suyu başına döksen, başı kırılmaz. Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan, toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.
31) Yoldaki bir tepecik seni bunaltmış,oysa önünde yüzlerce dağ var
32) Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.
33) Adalet nedir? Her şeyi yerine koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi yerine koymamak,başka yere koymak.
34) Hiçbir kafire hor gözle bakmayın. Müslüman olarak ölmesi umulur çünkü.
35) Şu deredeki su,kaç kere değişti,yıldızların akisleri hep yerinde.
36) Yol kesenler olmadıkça ,lanetlenmiş şeytan bulunmadıkça,sabırlılar ,gerçek erler,yoksulları doyuranlar nasıl belirir,anlaşılır?
37) Oyun ,görünüşte akla uymaz ama çocuk oyunla akıllanır.
38) Anlayış,edep şehirlilerdedir. Ziyafet,garip konaklamak da köylülerde.
39) Resimler ister haberleri olsun,ister olmasın,hepsi de ressamın elindedir,o elden çıkar.
40) Alışsan güvercin sallanan kamıştan kaçar mı hiç?O kamıştan göklere uçan yere alışmamış olan güvercin ürker,kaçar.
41) Mal, sadakalar vermekle hiç eksilmez. Hayırlarda bulunmak,malı yitmekten korur.
42) Çalınmış kumaş,devamlı kalmaz insanda. Hırsızı da darağacına götürür.
43) Ağlayışın,feryat edişin bir sesi,sureti vardır. Zararınsa sureti yoktur. Zararda insan elini dişler ama zararın eli yoktur.
44) Her korkuda binlerce eminlik vardır,göz karasında onca aydınlık mevcut.
45) Verdiğini geri alan kişi, köpek gibi kusmuğunu yemiş olur.
46) Şarap kadehtedir ama kadehten meydana gelmemiştir ki. Ağzını,şarabı verene aç.
47) Ekme günü gizlemek toprağa tohumu saçmak günüdür. Devşirme günüyse tohumun bittiği gündür,karşılığını bulma günüdür.
48) Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.
49) Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?
50) Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?
51) Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler
52) Çayırlıktan, çimenlikten esip gelen yel, külhandan gelen yelden ayırt edilir.
53) Dünya malı, bedene tapanlara helaldir.
54) Gerçek kokusuyla, ahmağı kandıran yalan sözün kokusu, miskle sarımsak kokusu gibi, söz söyleyenin soluğundan anlaşılır.
55) Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.
56) Ahlaksızların bağırışıyla, yürekli yiğitlerin naraları, tilkiyle arslanın sesi gibi meydandadır.
57) Kötü nefis, yırtıcı kuştur.
58) Hırsın yemdir, cehennemse tuzak.
59) Doğan, avdan av getirir, fakat kendi kanadıyla uçar da avlanır. Padişah da bu yüzden onu keklikle, çil kuşuyla besler.
60) Dil, tencerenin kapağına benzer. Kıpırdadı da kokusu duyuldu mu ne pişiyor anlarsın.
61) Yemekle dolu karın, şeytanın pazarıdır.
62) Sözle anlatılan şey, yalan bile olsa, kokusu, gerçek olduğunu da haber verir, yalan olduğunu da.
63) Canım bedenimde oldukça, kulum, köleyim, seçilmiş Muhammet’in yolunun toprağıyım. Birisi sözlerimden bundan başka söz
naklederse, o kişiden de bezmişim ben, o sözden de.
64) Sevgiden, tortulu bulanık sular arı-duru bir hale gelir. Sevgiden, dertler şifa bulur. Sevgiden, ölüler dirilir. Sevgiden, padişahlar
kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir.
65) Mumundur karanlık veren sana. Anlatırdım bunu ama, gönlünün beli kırılıverir. Gönül şişesini kırarsan artık, yaşamak fayda vermez.
66) Rüşvet alan para pul padişahı değiliz. Paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız biz.
67) Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.
68) İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir.
Görememek ayıbı, göstermemek kusuru, uğursuz nefsin parmağına ait işte.
69) İnsan, gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir. Göz ise ancak dostu görene denir. .
70) Bir gömlek derdine düşeceksin ama belki o gömlek kefen olacaktır sana.
71) Dün geçti gitti. Dün gibi, dünün sözü de geçti. Bugün yepyeni bir söz söylemek gerek.
72) Saman çöpü gibi her yelden titrersin. Dağ bile olsan, bir saman çöpüne değmezsin.
73) O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.
74) Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra
75) Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor, gama binlerce defa aferin.
76) Nefsin, üzüm ve hurma gibi tatlı şeylerin sarhoşu oldukça, ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?
77) Ağzını kapa ve altın dolu avucunu aç. Ceset cimriliğini bırak da cömertliği seç.
78) İnanmışsan, tatlı bir hale gelmişsen, ölüm de inanmıştır, tatlılaşmıştır. Kafirsen, acılaşmışsan, ölüm de kafirleşir, acılaşır sana.
79) Doğruluk, Musa’nın asası gibidir. Eğrilik ise sihirbazların sihrine benzer. Doğruluk ortaya çıkınca, bütün eğrilikleri yutar.
80) Bir kötülük yaptıktan sonra pişmanlık hissetmek Allah’ın inayet ve muhabbetine mazhar olmanın delilidir.
81) Sıkıntı ve huzursuzluk mutlaka bir günahın cezası, huzur ise bir ibadetin karşılığıdır.
82) Üzerinde pek çok meyveler bulunan bir dalı, meyvalar aşağı doğru çeker. Meyvasız bir dalın ucu ise, servi ağacı gibi
havada olur.
83) Topluluk bizim yanımıza geliyor. Susacak olsak, incinirler. Bir şey söyleyecek olsak, onlara göre söylemek lazım geldiğinden o zaman da biz inciniriz
84) Ümit, güvenlik yolunun başıdır.
85) Kuş seslerini öğrenen kimse, kuş olmadığı gibi aynı zamanda kuşların düşmanı ve avcısıdır.
86) Dert, insana yol gösterir.
87) İman, namazdan daha iyidir. Çünkü namaz beş vakitte, iman ise her zaman farzdır.
88) İki canlı kuşu birbirine bağlasan, dört kanatlı oldukları halde uçamazlar, çünkü ikilik mevcuttur.
89) Sokak köpeğine ister altın, ister yünden tasma tak, yine sokak köpeği olmaktan kurtulamaz.
90) Cübbe ve sarık ile alimlik olmaz. Alimlik, insanın zatında bulunan bir hünerdir.
91) Değil mi ki gönül mutfağında yemekler tabak tabak, peki ne diye aşağılık kişilerin mutfağına kase tutacakmışım?
92) Hangi tohum yere ekildi de bitmedi, ne diye insan tohumunda böyle bir şüpheye düşüyorsun?
93) Testi taştan korkar ama o taş çeşme oldu mu, testiler her an ona gelmeye can atar.
94) Sus artık yeter! Sır perdelerini pek o kadar yırtma. Çünkü bize, kırıkları sarıp onarmak, sırları örtmek yaraşır.
95) Altın aramıyorum, altın olmaya yeteneği olan bakır nerede?
96) Varlık peteğini ören arıdır. Arıyı vücuda getiren mum ve petek değildir. Arı biziz. Şekil sadece bizim imal ettiğimiz mumdur
97) Dünya köpüktür. Tanrı sıfatlarıysa denize benzer. Fakat şu cihan köpüğü, denizin arılığına, duruluğuna perdedir.
98) Sözün içini elde etmek için harf kabuğunu yar. Saçlar da sevgilinin yüzünü, gözünü örter.
99) Burnuna sarımsak tıkamışsın, gül kokusu arıyorsun.
100) Biz, tulumla, küple, testilerle tatmin olmayız. Bizi çekip ırmağınıza götürün.
1) Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.
2) Aşk, davaya benzer, cefa çekmek de şahide: Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki..
3) Sen diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı hiç?
4) İsa’nın eşeğinden şeker esirgenmez ama eşek yaratılışı bakımından otu beğenir.
5) Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.
6) Ehil olmayanlara sabretmek ehil olanları parlatır.
7) Leş, bize göre rezildir ama, domuza, köpeğe şekerdir,helvadır.
8) Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?
9) Pisler, pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır.
10) Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir.
11) Nasıl olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir, nasıl olur da güneş üflemekle söner?
12) Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar
13) Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir.
14) O beden testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu beden testisi ise ölüm zehiri ile. İçindekine bakarsan padişahsın, kabına
bakarsan yolu yitirdin.
15) Genişlik, sabırdan doğar.
16) Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.
17) Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur. Kıskançlık ateşten meydana gelir.
18) Dünya tuzaktır. Yemi de istek. İstek tuzaklarından kaçının.
19) Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok ama susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok.
20) Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.
21) Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi. Sonunda sana da dikişsiz elbiseyi giydirecekler.
22) Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek, inciyle denizin varlığından da şüphe eder.
23) Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.
24) Oruç tutmak güçtür, çetindir ama Allah’ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından, bir derde uğratmasından daha iyidir.
25) Ayın, geceye sabretmesi, onu apaydın eder. Gülün, dikene sabretmesi, güle güzel bir koku verir. Arslanın, sabredip
pislik içinde beklemesi, onu deve yavrusu ile doyurur.
26) Zahidin kıblesi, lütuf, kerem sahibi Allah’tır. Tamahkarın kıblesi ise altın torbası.
27) Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur..
28) Sarhoş, cinayeti yapar da sonra “özrüm vardı, kendimde değildim”der. Kendinde olmayış, kendiliğinden gelmedi sana,
onu sen çağırdın.
29) İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır.
30) Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz. Suyu başına döksen, başı kırılmaz. Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan, toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.
31) Yoldaki bir tepecik seni bunaltmış,oysa önünde yüzlerce dağ var
32) Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.
33) Adalet nedir? Her şeyi yerine koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi yerine koymamak,başka yere koymak.
34) Hiçbir kafire hor gözle bakmayın. Müslüman olarak ölmesi umulur çünkü.
35) Şu deredeki su,kaç kere değişti,yıldızların akisleri hep yerinde.
36) Yol kesenler olmadıkça ,lanetlenmiş şeytan bulunmadıkça,sabırlılar ,gerçek erler,yoksulları doyuranlar nasıl belirir,anlaşılır?
37) Oyun ,görünüşte akla uymaz ama çocuk oyunla akıllanır.
38) Anlayış,edep şehirlilerdedir. Ziyafet,garip konaklamak da köylülerde.
39) Resimler ister haberleri olsun,ister olmasın,hepsi de ressamın elindedir,o elden çıkar.
40) Alışsan güvercin sallanan kamıştan kaçar mı hiç?O kamıştan göklere uçan yere alışmamış olan güvercin ürker,kaçar.
41) Mal, sadakalar vermekle hiç eksilmez. Hayırlarda bulunmak,malı yitmekten korur.
42) Çalınmış kumaş,devamlı kalmaz insanda. Hırsızı da darağacına götürür.
43) Ağlayışın,feryat edişin bir sesi,sureti vardır. Zararınsa sureti yoktur. Zararda insan elini dişler ama zararın eli yoktur.
44) Her korkuda binlerce eminlik vardır,göz karasında onca aydınlık mevcut.
45) Verdiğini geri alan kişi, köpek gibi kusmuğunu yemiş olur.
46) Şarap kadehtedir ama kadehten meydana gelmemiştir ki. Ağzını,şarabı verene aç.
47) Ekme günü gizlemek toprağa tohumu saçmak günüdür. Devşirme günüyse tohumun bittiği gündür,karşılığını bulma günüdür.
48) Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.
49) Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?
50) Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?
51) Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler
52) Çayırlıktan, çimenlikten esip gelen yel, külhandan gelen yelden ayırt edilir.
53) Dünya malı, bedene tapanlara helaldir.
54) Gerçek kokusuyla, ahmağı kandıran yalan sözün kokusu, miskle sarımsak kokusu gibi, söz söyleyenin soluğundan anlaşılır.
55) Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.
56) Ahlaksızların bağırışıyla, yürekli yiğitlerin naraları, tilkiyle arslanın sesi gibi meydandadır.
57) Kötü nefis, yırtıcı kuştur.
58) Hırsın yemdir, cehennemse tuzak.
59) Doğan, avdan av getirir, fakat kendi kanadıyla uçar da avlanır. Padişah da bu yüzden onu keklikle, çil kuşuyla besler.
60) Dil, tencerenin kapağına benzer. Kıpırdadı da kokusu duyuldu mu ne pişiyor anlarsın.
61) Yemekle dolu karın, şeytanın pazarıdır.
62) Sözle anlatılan şey, yalan bile olsa, kokusu, gerçek olduğunu da haber verir, yalan olduğunu da.
63) Canım bedenimde oldukça, kulum, köleyim, seçilmiş Muhammet’in yolunun toprağıyım. Birisi sözlerimden bundan başka söz
naklederse, o kişiden de bezmişim ben, o sözden de.
64) Sevgiden, tortulu bulanık sular arı-duru bir hale gelir. Sevgiden, dertler şifa bulur. Sevgiden, ölüler dirilir. Sevgiden, padişahlar
kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir.
65) Mumundur karanlık veren sana. Anlatırdım bunu ama, gönlünün beli kırılıverir. Gönül şişesini kırarsan artık, yaşamak fayda vermez.
66) Rüşvet alan para pul padişahı değiliz. Paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız biz.
67) Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.
68) İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir.
Görememek ayıbı, göstermemek kusuru, uğursuz nefsin parmağına ait işte.
69) İnsan, gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir. Göz ise ancak dostu görene denir. .
70) Bir gömlek derdine düşeceksin ama belki o gömlek kefen olacaktır sana.
71) Dün geçti gitti. Dün gibi, dünün sözü de geçti. Bugün yepyeni bir söz söylemek gerek.
72) Saman çöpü gibi her yelden titrersin. Dağ bile olsan, bir saman çöpüne değmezsin.
73) O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.
74) Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra
75) Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor, gama binlerce defa aferin.
76) Nefsin, üzüm ve hurma gibi tatlı şeylerin sarhoşu oldukça, ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?
77) Ağzını kapa ve altın dolu avucunu aç. Ceset cimriliğini bırak da cömertliği seç.
78) İnanmışsan, tatlı bir hale gelmişsen, ölüm de inanmıştır, tatlılaşmıştır. Kafirsen, acılaşmışsan, ölüm de kafirleşir, acılaşır sana.
79) Doğruluk, Musa’nın asası gibidir. Eğrilik ise sihirbazların sihrine benzer. Doğruluk ortaya çıkınca, bütün eğrilikleri yutar.
80) Bir kötülük yaptıktan sonra pişmanlık hissetmek Allah’ın inayet ve muhabbetine mazhar olmanın delilidir.
81) Sıkıntı ve huzursuzluk mutlaka bir günahın cezası, huzur ise bir ibadetin karşılığıdır.
82) Üzerinde pek çok meyveler bulunan bir dalı, meyvalar aşağı doğru çeker. Meyvasız bir dalın ucu ise, servi ağacı gibi
havada olur.
83) Topluluk bizim yanımıza geliyor. Susacak olsak, incinirler. Bir şey söyleyecek olsak, onlara göre söylemek lazım geldiğinden o zaman da biz inciniriz
84) Ümit, güvenlik yolunun başıdır.
85) Kuş seslerini öğrenen kimse, kuş olmadığı gibi aynı zamanda kuşların düşmanı ve avcısıdır.
86) Dert, insana yol gösterir.
87) İman, namazdan daha iyidir. Çünkü namaz beş vakitte, iman ise her zaman farzdır.
88) İki canlı kuşu birbirine bağlasan, dört kanatlı oldukları halde uçamazlar, çünkü ikilik mevcuttur.
89) Sokak köpeğine ister altın, ister yünden tasma tak, yine sokak köpeği olmaktan kurtulamaz.
90) Cübbe ve sarık ile alimlik olmaz. Alimlik, insanın zatında bulunan bir hünerdir.
91) Değil mi ki gönül mutfağında yemekler tabak tabak, peki ne diye aşağılık kişilerin mutfağına kase tutacakmışım?
92) Hangi tohum yere ekildi de bitmedi, ne diye insan tohumunda böyle bir şüpheye düşüyorsun?
93) Testi taştan korkar ama o taş çeşme oldu mu, testiler her an ona gelmeye can atar.
94) Sus artık yeter! Sır perdelerini pek o kadar yırtma. Çünkü bize, kırıkları sarıp onarmak, sırları örtmek yaraşır.
95) Altın aramıyorum, altın olmaya yeteneği olan bakır nerede?
96) Varlık peteğini ören arıdır. Arıyı vücuda getiren mum ve petek değildir. Arı biziz. Şekil sadece bizim imal ettiğimiz mumdur
97) Dünya köpüktür. Tanrı sıfatlarıysa denize benzer. Fakat şu cihan köpüğü, denizin arılığına, duruluğuna perdedir.
98) Sözün içini elde etmek için harf kabuğunu yar. Saçlar da sevgilinin yüzünü, gözünü örter.
99) Burnuna sarımsak tıkamışsın, gül kokusu arıyorsun.
100) Biz, tulumla, küple, testilerle tatmin olmayız. Bizi çekip ırmağınıza götürün.
Ağıt Mevlana Celaleddin Rumi
|
Mevlana Celaleddin Rumi Allahım Bu Vuslatı Hicran Etme
|
Mevlana Celaleddin Rumi Dünya Bir Av Evi
Dünya Bir Av Evi Dünya Bir Av Evi Bu öyle tuhaf bir ateş ki bir an bile sabrı,kararı yok.Nasıl olabilir ki hem sevgilinin yanında alevlenmiş,hem sevgilinin yanında değil. Şekil nasıl ayak direyebilir ki sebatı yok.Öz nasıl elden tutabilir,nasıl yardım ader ki görünmez. Dünya bir av yeri,yaratıkların hepsi de bir av.Fakat avlananların beyinden,bir eserden başka hiçbirşey belirmiyor. Her yanda yükler var,denkler var,her yanda biz beyiz,uluyuz diyenler var; fakat asıl beyin konağında ne yük var,ne denk. Ey can,elini çek de yüzünün rengi görünsün.Çünkü şu görünenlerin hepsi de ancak köpük,ancak şekil,ancak resim. Nerde toz koparsa orda bir ordu vardır.Çünkü izsiz,dumansız ateş olmaz. Sen eri tozdan anla,ne biçim erdir,tozundan anla; toz içinde insanı aramaya bak,tozda iş yok. A bahtı kutlu,sen arar istersen,rahmetine sayı olmayan arayacı da seni arar ister. Seni sel alıp götürürse anlarsın ki onun yolunda halkın ihtiyarı var gibi görünür amma gerçekte ihtiyar denen şey yoktur. Yokluk aleminde az söz söylemeye ahdettim amma dikensiz gülü kim görmüş? Kardeş,tanık ol,biz bu gülün dikeniyiz; bu çeşit diken olmakla da övünülür,arlanılmaz bundan. MEVLANA CELALEDDİN |
Mevlana Celaleddin Rumi |
Mevlana Celaleddin Rumi Aşk Nedir?
|
Şems-i Tebrizi
1244'te Konya'nın ünlü Şeker Tacirleri Hanı'na (Şeker Furuşan) baştan ayağa karalar giymiş bir gezgin indi. Adı Şemsettin Muhammed Tebrizi (Tebrizli Şems) idi. Yaygın inanca göre Ebubekir Selebaf adlı Ümmî bir şeyhin müridi idi. Gezici bir tüccar olduğunu söylüyordu. SonradanHacı Bektaş Veli’nin "Makalat" (Sözler) adlı kitabında da anlattığına göre, bir aradığı vardı. Aradığını Konya'da bulacaktı, gönlü böyle diyordu. Yolculuk ve arayış bitmişti. Ders saatinin bitiminde İplikçi Medresesi'ne doğru yola çıktı ve Mevlânâ'yı atının üstünde danişmentleriyle birlikte gelirken buldu. Atın dizginlerini tutarak sordu ona:
- - Ey bilginler bilgini, söyle bana, Muhammed mi büyüktür, yoksa Beyâzîd Bistâmî mi?"
Mevlânâ, yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş, sorduğu sorudan ötürü şaşırmıştı:
- - Bu nasıl sorudur?" diye kükredi. "O ki peygamberlerin sonuncusudur; O'nun yanında Beyâzîd Bistâmî'in sözü mü olur?"
Bunun üstüne Tebrizli Şems şöyle dedi:
- - Neden Muhammed "Kalbim paslanır da bu yüzden Rabb'ime günde yetmiş kez istiğfar ederim" diyor da, Beyâzîd, "kendimi noksan sıfatlardan uzak tutarım, cüppemin içindeAllah'tan başka varlık yok' diyor; buna ne dersin?"
Bu soruyu Mevlânâ şöyle karşıladı:
- - Muhammed her gün yetmiş mâkam aşıyordu. Her mâkamın yüceliğine vardığında önceki mâkam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden istiğfar ediyordu. Oysa Beyâzîdulaştığı mâkamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve kendinden geçti, gücü sınırlıydı.; onun için böyle konuştu".
Tebrizli Şems bu yorum karşısında "Allah, Allah" diye haykırarak onu kucakladı. Evet, aradığı O'ydu. Kaynaklar, bu buluşmanın olduğu yeri Merec-el Bahreyn (iki denizin buluştuğu nokta) diye adlandırdı.
Oradan birlikte Mevlânâ'nın seçkin müritlerinden Selahaddin Zerkub'un hücresine (medresedeki odası) gittiler ve halvet (iki kişilik kesin bir yalnızlık) oldular. Bu halvet süresi hayli uzun oldu ki kaynaklar 40 gün ile 6 aydan söz eder. Süre ne olursa olsun, Mevlânâ'nın yaşamında bu sırada büyük bir değişme oldu ve yepyeni bir kişilik, yepyeni bir görünüm ortaya çıktı. Mevlânâ artık vaazlarını, derslerini, görevlerini, zorunluluklarını, kısaca her davranışı, her eylemi terk etmişti. Her gün okuduğu kitapları bir yana bırakmış, dostlarını, müritlerini aramaz olmuştu. Konya'nın hemen her kesiminde, bu yeni duruma karşı bir itiraz, bir isyan havası esiyordu. Kimdi bu gelen derviş? Ne istiyordu? Mevlânâ ile hayranları arasına nasıl girmiş, ona bütün görevlerini nasıl unutturmuştu. Şikayetler, ayıplamalar o dereceye vardı ki, bazıları Tebrizli Şems'i ölümle bile tehtit ettiler. Olaylar böyle üzücü bir görünüm kazanınca, bir gün canı çok sıkılan Tebrizli Şems, Mevlânâ'ya Kur'an'dan bir ayet okudu. Ayet,
- İşte bu, sen ile ben'in arasındaki ayrılıktır. (Kehf Suresi, 78. ayet)
anlamına geliyordu. Bu ayrılık gerçekleşti ve Tebrizli Şems bir gece habersizce Konya'yı terk etti (1245). Tebrizli Şems'in gidişinden son derece etkilenen Mevlânâ kimseyi görmek istememiş, kimseyi kabul etmemiş, yemeden içmeden kesilmiş, sema meclislerinden, dost toplantılarından büsbütün ayağını çekmişti. Özlem ve aşk dolu gazeller söylüyor, gidebileceği her yere gönderdiği ulaklar aracılığıyla Tebrizli Şems'i aratıyordu. Müritlerin bazıları pişmanlık duyup Mevlânâ'dan özür dilerken, bazıları da Tebrizli Şems'e büsbütün kızıp kinlenmekteydiler. Sonunda onun Şam'da olduğu öğrenildi. Sultan Veled ve yirmi kadar arkadaşı Tebrizli Şems'i alıp getirmek üzere acele Şam'a gittiler. Mevlânâ'nın geri dönmesi için yanıp yakardığı gazelleri ona sundular. Tebrizli Şems, Sultan Veled'in ricalarını kırmadı. Konya'ya dönünce kısa süreli bir barış yaşandı; aleyhinde olanlar gelip özür dilediler. Ama Mevlânâ ile Tebrizli Şems gene eski düzenlerini sürdürdüler. Ancak bu durum pek fazla uzun sürmedi. Dervişler, Mevlânâ 'yı Tebrizli Şems'ten uzak tutmaya çalışıyorlardı. Halk da Mevlânâ'ya Tebrizli Şems geldikten sonra ders ve vaaz vermeyi bıraktığı, sema ve raksa[kaynak belirtilmeli] başladığı, fıkıh bilginlerine özgü kıyafetini değiştiripHint alacası renginde bir hırka ve bal rengi bir küllah giydiği için kızıyordu. Tebrizli Şems'e karşı birleşenler arasında bu kez Mevlânâ'nın ikinci oğlu Alaeddin Çelebi'de vardı.
Sonunda sabrı tükenen Tebrizli Şems "bu sefer öyle bir gideceğim ki, nerde olduğumu kimse bilmeyecek" deyip, 1247 yılında bir gün ortadan kayboldu (ama Eflaki onun kaybolmadığını, aralarında Mevlânâ'nın oğlu Alaeddin'in de bulunduğu bir grup tarafından öldürüldüğünü ileri sürer). Sultan Veled'in deyişine göre Mevlânâ adeta deliye dönmüştü; ama sonunda onun gene geleceğinden umudunu keserek yeniden derslerine, dostlarına, işlerine döndü. Tebrizli Şems'in türbesi Hacı Bektaş Dergahı'nda diğer Horasan Alperenleri'nin yanındadır.
Hz.Mevlana Celaleddin-i Rumi
Hz.Mevlana Celaleddin-i Rumi
Mevlana'nin asıl adı Muhammed Celaleddin'dir. Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasına gelen Mevlana ismi O'na daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya basladığı tarihlerde verilir. Bu ismi, Semseddin-i Tebrizi ve Sultan Veled'den itibaren Mevlana'yi sevenler kullanmış, adeta adi yerine sembol olmuştur. Rumi, Anadolu demektir. Mevlana'nin, Rumi diye taninmasi, geçmis yüzyillarda Diyar-i Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da uzun müddet oturmasi, ömrünün büyük bir kisminin orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasindandir.
Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur. Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrıldı.
Sultânü'l-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'te "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.
Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadrettin Konevi kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırdı.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.
"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir"
2007 Mevlana Yılı
Hz. Mevlana'nın doğum yılı olan 30 Eylül 1207 tarihi oluşuna dolayısıyla, Türkiye,Afganistan ve Mısır'ın teklifi üzerine, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO), 800'üncü doğum yılı olan 2007 yılının "Mevlana Yılı" olarak anılmasını kararlaştırdı.
Mevlana'nın Yedi Öğüdü
1. Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
2. Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
3. Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
4. Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
5. Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
6. Hoşgörülülükte deniz gibi ol.
7. YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL.
Hz.Mevlana'dan birkaç söz:
Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim
Ben Hz.Muhammed'in ayağının tozuyum
Biri benden bundan başkasını naklederse
Ondan da bizarım, o sözden de bizarım, şikayetçiyim...
Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
Yüz rüzgarı olmak isterdim...
Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap...
Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz
Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz...
Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir
Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır...
Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze kendini
Bizim huyumuzla huylan, bize alış başkalarına değil...
Bir katre olma, kendini deniz haline getir
Madem ki denizi özlüyorsun, katreliği yok et gitsin...
Beri gel, beri ! Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk ?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...
Mevlana'nin asıl adı Muhammed Celaleddin'dir. Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasına gelen Mevlana ismi O'na daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya basladığı tarihlerde verilir. Bu ismi, Semseddin-i Tebrizi ve Sultan Veled'den itibaren Mevlana'yi sevenler kullanmış, adeta adi yerine sembol olmuştur. Rumi, Anadolu demektir. Mevlana'nin, Rumi diye taninmasi, geçmis yüzyillarda Diyar-i Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da uzun müddet oturmasi, ömrünün büyük bir kisminin orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasindandir.
Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur. Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrıldı.
Sultânü'l-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'te "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.
Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadrettin Konevi kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırdı.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.
"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir"
2007 Mevlana Yılı
Hz. Mevlana'nın doğum yılı olan 30 Eylül 1207 tarihi oluşuna dolayısıyla, Türkiye,Afganistan ve Mısır'ın teklifi üzerine, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO), 800'üncü doğum yılı olan 2007 yılının "Mevlana Yılı" olarak anılmasını kararlaştırdı.
Mevlana'nın Yedi Öğüdü
1. Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
2. Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
3. Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
4. Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
5. Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
6. Hoşgörülülükte deniz gibi ol.
7. YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL.
Hz.Mevlana'dan birkaç söz:
Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim
Ben Hz.Muhammed'in ayağının tozuyum
Biri benden bundan başkasını naklederse
Ondan da bizarım, o sözden de bizarım, şikayetçiyim...
Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
Yüz rüzgarı olmak isterdim...
Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap...
Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz
Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz...
Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir
Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır...
Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze kendini
Bizim huyumuzla huylan, bize alış başkalarına değil...
Bir katre olma, kendini deniz haline getir
Madem ki denizi özlüyorsun, katreliği yok et gitsin...
Beri gel, beri ! Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk ?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...
Sorularla Hz.Mevlana'nın Hayatı
Mevlana’nın Asıl Adı Nedir?
Asıl adı, Muhammed olan Celaleddin’in daha yaygın unvanı Mevlana Celaleddin-i Rumi’dir. Ona Rumi denilişi, sanat ve düşünce hayatının o asırlarda diyarı Rum diye anılan Anadolu’da geçmiş ve bu yurtta ebedileşmiş olmasındandır. Horasan’ın (Afganistan Türkistan’ı) Belh şehrinde doğmuştur.
Mevlana’nın Ana ve Babası Kimdir?
Babası Sultanu’l ulama (Bilginlerin sultanı) diye tanınan Bahattin Velet’tir. Annesi ise Mümine Hatun’dur.
Babası, çağının en büyük bilginlerindendi. Annesi Mümine Hatun ise Harzemşahlar İmp. hanedanından gelme bir prensestir.
Mevlananın Eş ve Çocukları Kimlerdir?
Mevlana, daha 18 yaşında iken Karaman’da babası tarafından Semerkandlı Hace Şerafettin’in kızı Gevher Hatun’la evlendirilmiş ve bu evlilikten iki erkek evladı olmuştu. Bunlardan ilk oğlu Sultan Veled, ikinci oğlu ise Alaeddin’dir. Ancak Alaeddin, daha Mevlana hayatta iken 1262 yılında vefat etti. Mevlana birinci karısının vefatından sonra Konya’da Kerra Hatun’la evlendi. Bu evlilikten ise Muzafferüddin Alim Çelebi ile Melike Hatun dünyaya geldi.
Mevlana Kimlerden Ders Aldı?
Mevlana, ilk eğitimini babasından aldı. Babası, çağının en büyük bilginlerindendi. 12 Ocak 1231’de babasının ölümü üzerine, eğitimini Seyyit Burhanettin Tirmizi’nin yanında sürdürdü. Mevlana babasından Fen ve Din ilimleri, Tirmizi’den de Tasavvuf ilmini öğrendi. Onun hayatında dönüm noktası olan diğer bir alimse Şemsi Tebziri’dir.
Mevlana’nın Babası, Horasan’dan Anadolu’ya Niçin Göç Etmiştir?
Harzemşahlar, Bahattin Velet’in manevi nüfuzundan çekinirlerdi. Bir süre sonra bu yüzden araları açıldı. Bunun üzerine Bahattin Velet, Belh’ten ayrılmak zorunda kaldı. O sıralarda Mevlana, daha küçük bir çocuktu. Babası ile birlikte, İran’dan, Bağdat’tan geçerek Hicaz’a geldi. Hac ibadetinden sonra da, Şam yoluyla, Anadolu’ya geçtiler. Anadolu’daki Selçuklu İmparatorluğunun ihtişamlı bir çağıydı. Bahattin Velet, Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezi Konya’da çok büyük bir saygıyla karşılandı. Mevlana yirmi dört yaşlarındaydı.
Mevlanna’nın Ana ve Babası Nerede Öldü?
Mevlana’nın annesi Mümine Hatun Karaman(Larende) şehrinde, babası Bahattin Velet ise 1231 tarihinde Konya’da vefat etti.
Mevlana’nın Hayatındaki En Önemli Kişi Kimdi?
1244 yılında Konya’ya Tebrizli Mehmet Şemsettin adında bir derviş geldi. Bu esrarlı kişinin Pek yüksek duyguları ve görüşleri vardı. Tebrizli Şems’in Konya’ya gelişi Mevlana’nın hayatını büsbütün değişik bir yöne yöneltti. Mevlana o sıralarda 37 yaşlarındaydı. O güne kadar Mevlana; ciddi, ağır başlı büyük bir bilgin olarak tanınmıştı. Büyük bir fikir adamıydı. Tevrizli Şems’in gelişi ise Mevlana’nın duygu dünyasını alt üst etti ve onu bir gönül adamı haline getirdi.
Şems-i Tebrizi, Konya’dan Neden Kaçtı?
Şems-i Tebrizi, Mevlana’nın duygu dünyasını alt üst etmiş ve onu bir gönül adamı yapmıştır. Şems, Mevlana’daki deha ateşini büsbütün tutuşturdu. Mevlana, Şems’ten başka herkesi ihmal etmeye başlamıştı. Bu durum, kendisini sevenleri de, çömezlerini de son derece üzüyordu. hatta Şems’i ölümle bile tehdit etmekten geri kalmadılar. Bu durumdan sıkılan Şems de, 1246 yılında, Konya’dan gizlice Şam’a kaçtı.
Şems-i Tebrizi Konya’ya Geri Döndü mü?
Mevlana, Şems-i 15 ay süren sohbetine dayanamamıştı. Onun gitmesiyle perişan oldu. Bu sonucu beklemeyen çömezleri ise, yaptıklarına pişman oldular. Şems’in Şam’da olduğunu biliyorlardı. Mevlana, dönmesi için ona birçok mektup yazdı. Sonra da, oğlu Sultan Velet’i 20 kişilik bir kafileyle Şam’a gönderdi. Mevlana’nın mektuplarıyla Şems, yumuşayarak, ayrılmasından 9 ay sonra 1246 yılında Konya’ya dönmeye razı oldu.
Daha Sonra Şems Nereye Gitti?
Mevlana, Konya’nın en yüksek, en aydın tabakası ile birlikte Şems’in meclisine devama başladı. Mevlana artık ne ders ne de vaaz veriyordu. Kendi iç dünyasına dalmıştı. Öğrencileriyle çömezleri bu durumdan da hoşnut olmadılar. Bu kuvvetli hoşnutsuzluk karşısında Şems, 1247 yılında ansızın ortadan kayboldu. Bu esrarengiz gidiş, hiçbir zaman aydınlanamadı.
Mevlana Nerede ve Ne Zaman Öldü?
Mevlana, 17 Aralık 1273 tarihinde 66 yaşındayken Konya’da öldü. Hastalığı, yüksek ateş yapan bir karaciğer rahatsızlığıydı. Cenazesinde, bütün Konyalılarla birlikte Hıristiyanlar ve Yahudiler de vardı. Türbesini Selçuklu veziri Alemettin Kaysar yaptırdı. Mevlana’nın ölüm anına, Şeb-i arus (Düğün gecesi) denir. Bu gece, aşığın maşuğa (Allah’a) kavuştuğu gecedir.
Mevlana Nasıl Bir Kişiliğe Sahipti?
Mevlana, islam ve gayri islam bütün insanlıkça beğenilmiş bir sanat adamıdır. Fikir ve kişi özgürlüğüne olağanüstü değer vermiş, insanı adeta kutsal bir varlık derecesine yükseltmiştir. Sonsuz derecede hoşgörülüdür. Büyük bir Türk şairi ve mutasavvıfı, bilgin ve fikir adamıdır. En kötü insanı bile, bağışlanmaya, sevilmeye laik görür. Pakistan’ın dev şairi Muhammed İkbal’e ilham kaynağı olmuştur. Alman şairi Goethe’yi ve ünlü ressam Rembrant’ı derinden etkilemiştir.
Mevlana Şiirlerini Niçin Farsça Yazmıştır?
Mevlana’da Türklük sevgisi çok güçlüdür. O yüzyılda Türkçe, Anadolu’da ileri bir şiir dili olarak daha gelişmemiş bulunuyodu. Mevlana da bu yüzden şiirlerini Farsça yazıyordu. Hatta buna üzülerek söylediği şu mısra pek ünlüdür: "Aslem Türk-est egerci hinduguyem" (Her ne kadar Farsça söylüyorsam da, aslım Türk’tür.)
Mevlevi Tarikatı Nedir?
Mevlana Celaleddin Rumi tarafından kurulan, oğlu Sultan Velet tarafından tanzim edilen bir tarikattır. Şems-i Tebrizi Mevlana’nın hayatında bir dönüm noktasıdır. Şems, Mevlana’yı kitapların dışında ki sırlara ermek yolunda, ileri bir iman ve heyecan alemine götürür, Ona sema zevkini tattırır, onu Ney’in büyülü dünyasına sokar.
Çelebi: Tarikatın başına denir. Mevlana’nın torunlarından seçilir. Konya’da Mevlana’nın türbesi olan dergahta otururdu.
Şeyh: Mevlevi hanenin başına şeyh denirdi. Şeyh, dedeler arasından seçilirdi; yalnız şeyhliği Çelebinin tastik etmesi gerekirdi.
Dede: 1001 günlük çileyi tamamlayan dervişe denirdi.
Sema: Mevlevi dervişlerinin ney, nısfiye gibi çalgılar eşliğinde, kollarını iki yana açıp, sağ avucunu gökyüzüne, sol avucunu yeryüzüne döndürerek Hakk’tan alıp halka dağıtarak yaptıkları ayin.
Ayin: Mevlevi dervişlerinin katıldığı müzikli raks töreni. Aynı zamanda tören esnasında okunan şiirlerede ayin denirdi. Ayinde, "Mutrip" denilen saz heyetiyle "Ayinhan" denilen okuyucular bir "Ayin-i Şerif" çalıp okurlar. Dervişler de bu nağmeye uyarak, "Sema" raksı yaparlar, kendilerinden geçercesine dönerler.
Ney: Türk müziğinde ve özellikle tasavvuf müziğinde yer alan kaval biçiminde, yanık sesli, kamıştan bir üfleme çalgısıdır.
Nısfiye: Bir çeşit kısa ney.
Mevlana’nın Asıl Adı Nedir?
Asıl adı, Muhammed olan Celaleddin’in daha yaygın unvanı Mevlana Celaleddin-i Rumi’dir. Ona Rumi denilişi, sanat ve düşünce hayatının o asırlarda diyarı Rum diye anılan Anadolu’da geçmiş ve bu yurtta ebedileşmiş olmasındandır. Horasan’ın (Afganistan Türkistan’ı) Belh şehrinde doğmuştur.
Mevlana’nın Ana ve Babası Kimdir?
Babası Sultanu’l ulama (Bilginlerin sultanı) diye tanınan Bahattin Velet’tir. Annesi ise Mümine Hatun’dur.
Babası, çağının en büyük bilginlerindendi. Annesi Mümine Hatun ise Harzemşahlar İmp. hanedanından gelme bir prensestir.
Mevlananın Eş ve Çocukları Kimlerdir?
Mevlana, daha 18 yaşında iken Karaman’da babası tarafından Semerkandlı Hace Şerafettin’in kızı Gevher Hatun’la evlendirilmiş ve bu evlilikten iki erkek evladı olmuştu. Bunlardan ilk oğlu Sultan Veled, ikinci oğlu ise Alaeddin’dir. Ancak Alaeddin, daha Mevlana hayatta iken 1262 yılında vefat etti. Mevlana birinci karısının vefatından sonra Konya’da Kerra Hatun’la evlendi. Bu evlilikten ise Muzafferüddin Alim Çelebi ile Melike Hatun dünyaya geldi.
Mevlana Kimlerden Ders Aldı?
Mevlana, ilk eğitimini babasından aldı. Babası, çağının en büyük bilginlerindendi. 12 Ocak 1231’de babasının ölümü üzerine, eğitimini Seyyit Burhanettin Tirmizi’nin yanında sürdürdü. Mevlana babasından Fen ve Din ilimleri, Tirmizi’den de Tasavvuf ilmini öğrendi. Onun hayatında dönüm noktası olan diğer bir alimse Şemsi Tebziri’dir.
Mevlana’nın Babası, Horasan’dan Anadolu’ya Niçin Göç Etmiştir?
Harzemşahlar, Bahattin Velet’in manevi nüfuzundan çekinirlerdi. Bir süre sonra bu yüzden araları açıldı. Bunun üzerine Bahattin Velet, Belh’ten ayrılmak zorunda kaldı. O sıralarda Mevlana, daha küçük bir çocuktu. Babası ile birlikte, İran’dan, Bağdat’tan geçerek Hicaz’a geldi. Hac ibadetinden sonra da, Şam yoluyla, Anadolu’ya geçtiler. Anadolu’daki Selçuklu İmparatorluğunun ihtişamlı bir çağıydı. Bahattin Velet, Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezi Konya’da çok büyük bir saygıyla karşılandı. Mevlana yirmi dört yaşlarındaydı.
Mevlanna’nın Ana ve Babası Nerede Öldü?
Mevlana’nın annesi Mümine Hatun Karaman(Larende) şehrinde, babası Bahattin Velet ise 1231 tarihinde Konya’da vefat etti.
Mevlana’nın Hayatındaki En Önemli Kişi Kimdi?
1244 yılında Konya’ya Tebrizli Mehmet Şemsettin adında bir derviş geldi. Bu esrarlı kişinin Pek yüksek duyguları ve görüşleri vardı. Tebrizli Şems’in Konya’ya gelişi Mevlana’nın hayatını büsbütün değişik bir yöne yöneltti. Mevlana o sıralarda 37 yaşlarındaydı. O güne kadar Mevlana; ciddi, ağır başlı büyük bir bilgin olarak tanınmıştı. Büyük bir fikir adamıydı. Tevrizli Şems’in gelişi ise Mevlana’nın duygu dünyasını alt üst etti ve onu bir gönül adamı haline getirdi.
Şems-i Tebrizi, Konya’dan Neden Kaçtı?
Şems-i Tebrizi, Mevlana’nın duygu dünyasını alt üst etmiş ve onu bir gönül adamı yapmıştır. Şems, Mevlana’daki deha ateşini büsbütün tutuşturdu. Mevlana, Şems’ten başka herkesi ihmal etmeye başlamıştı. Bu durum, kendisini sevenleri de, çömezlerini de son derece üzüyordu. hatta Şems’i ölümle bile tehdit etmekten geri kalmadılar. Bu durumdan sıkılan Şems de, 1246 yılında, Konya’dan gizlice Şam’a kaçtı.
Şems-i Tebrizi Konya’ya Geri Döndü mü?
Mevlana, Şems-i 15 ay süren sohbetine dayanamamıştı. Onun gitmesiyle perişan oldu. Bu sonucu beklemeyen çömezleri ise, yaptıklarına pişman oldular. Şems’in Şam’da olduğunu biliyorlardı. Mevlana, dönmesi için ona birçok mektup yazdı. Sonra da, oğlu Sultan Velet’i 20 kişilik bir kafileyle Şam’a gönderdi. Mevlana’nın mektuplarıyla Şems, yumuşayarak, ayrılmasından 9 ay sonra 1246 yılında Konya’ya dönmeye razı oldu.
Daha Sonra Şems Nereye Gitti?
Mevlana, Konya’nın en yüksek, en aydın tabakası ile birlikte Şems’in meclisine devama başladı. Mevlana artık ne ders ne de vaaz veriyordu. Kendi iç dünyasına dalmıştı. Öğrencileriyle çömezleri bu durumdan da hoşnut olmadılar. Bu kuvvetli hoşnutsuzluk karşısında Şems, 1247 yılında ansızın ortadan kayboldu. Bu esrarengiz gidiş, hiçbir zaman aydınlanamadı.
Mevlana Nerede ve Ne Zaman Öldü?
Mevlana, 17 Aralık 1273 tarihinde 66 yaşındayken Konya’da öldü. Hastalığı, yüksek ateş yapan bir karaciğer rahatsızlığıydı. Cenazesinde, bütün Konyalılarla birlikte Hıristiyanlar ve Yahudiler de vardı. Türbesini Selçuklu veziri Alemettin Kaysar yaptırdı. Mevlana’nın ölüm anına, Şeb-i arus (Düğün gecesi) denir. Bu gece, aşığın maşuğa (Allah’a) kavuştuğu gecedir.
Mevlana Nasıl Bir Kişiliğe Sahipti?
Mevlana, islam ve gayri islam bütün insanlıkça beğenilmiş bir sanat adamıdır. Fikir ve kişi özgürlüğüne olağanüstü değer vermiş, insanı adeta kutsal bir varlık derecesine yükseltmiştir. Sonsuz derecede hoşgörülüdür. Büyük bir Türk şairi ve mutasavvıfı, bilgin ve fikir adamıdır. En kötü insanı bile, bağışlanmaya, sevilmeye laik görür. Pakistan’ın dev şairi Muhammed İkbal’e ilham kaynağı olmuştur. Alman şairi Goethe’yi ve ünlü ressam Rembrant’ı derinden etkilemiştir.
Mevlana Şiirlerini Niçin Farsça Yazmıştır?
Mevlana’da Türklük sevgisi çok güçlüdür. O yüzyılda Türkçe, Anadolu’da ileri bir şiir dili olarak daha gelişmemiş bulunuyodu. Mevlana da bu yüzden şiirlerini Farsça yazıyordu. Hatta buna üzülerek söylediği şu mısra pek ünlüdür: "Aslem Türk-est egerci hinduguyem" (Her ne kadar Farsça söylüyorsam da, aslım Türk’tür.)
Mevlevi Tarikatı Nedir?
Mevlana Celaleddin Rumi tarafından kurulan, oğlu Sultan Velet tarafından tanzim edilen bir tarikattır. Şems-i Tebrizi Mevlana’nın hayatında bir dönüm noktasıdır. Şems, Mevlana’yı kitapların dışında ki sırlara ermek yolunda, ileri bir iman ve heyecan alemine götürür, Ona sema zevkini tattırır, onu Ney’in büyülü dünyasına sokar.
Çelebi: Tarikatın başına denir. Mevlana’nın torunlarından seçilir. Konya’da Mevlana’nın türbesi olan dergahta otururdu.
Şeyh: Mevlevi hanenin başına şeyh denirdi. Şeyh, dedeler arasından seçilirdi; yalnız şeyhliği Çelebinin tastik etmesi gerekirdi.
Dede: 1001 günlük çileyi tamamlayan dervişe denirdi.
Sema: Mevlevi dervişlerinin ney, nısfiye gibi çalgılar eşliğinde, kollarını iki yana açıp, sağ avucunu gökyüzüne, sol avucunu yeryüzüne döndürerek Hakk’tan alıp halka dağıtarak yaptıkları ayin.
Ayin: Mevlevi dervişlerinin katıldığı müzikli raks töreni. Aynı zamanda tören esnasında okunan şiirlerede ayin denirdi. Ayinde, "Mutrip" denilen saz heyetiyle "Ayinhan" denilen okuyucular bir "Ayin-i Şerif" çalıp okurlar. Dervişler de bu nağmeye uyarak, "Sema" raksı yaparlar, kendilerinden geçercesine dönerler.
Ney: Türk müziğinde ve özellikle tasavvuf müziğinde yer alan kaval biçiminde, yanık sesli, kamıştan bir üfleme çalgısıdır.
Nısfiye: Bir çeşit kısa ney.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)