7 Mart 2012 Çarşamba

Sistemimde virüs olmasından şüpheleniyorum. Semptomlar ve korunma yolları nelerdir?



Son zamanlarda virüs vakaları bir hayli artmaya başladı. Bundaki en büyük etmen kuşkusuz "Benim bilgisayarıma virüs bulaşmaz" mantığıyla hareket edip hiç bir önlem almamaktan kaynaklanıyor. Sisteminize virüs bulaştığından şüpheleniyorsanız veya nasıl önlem alınacağı hakkında bilginiz yoksa, sizlere önemli bir kaç ipucu sunalım.

Muhtemel Virüs Belirtileri


  • Siz hiç bir işlem yapmadığınız halde, arka planda sürekli sistemin aktif bir şekilde çalışıyor olması.
  • Daha önce sorunsuz bir şekilde çalışan EXE ve sıkıştırılmış dosyaların CRC hatası vermesi.
  • Sistemi kesinlikle yormayacak 1 KB'lık bir metin dosyası açarken bile sistemin çok zorlanması.
  • Internet'e girdiğinizde sisteminizde baş gösterecek tuhaf hareketlilikler, sistemin kendi kendini yeniden başlatması ve Internet hızınızın olması gerekenden çok daha yavaş çalışması. Örneğin, daha önce 5 saniyede açılan sitenin 30-40 saniyede açılmaz halde olması.

Bunlar genel virüs belirtileri. Eğer sisteminizde, yukarıda belirttiğimiz sorunlardan herhangi birini veya birkçaını yaşıyorsanız, önlem almakta ve tarama yaptırmakta fayda var.

Korunma Yolları ve Önlemleri

Akıllarda bulundurulması gereken ilk nokta, virüsün sadece gelen emailler yoluyla bulaşmayacağı. Son zamanlarda "Tanımadığım kişilerden gelen dosya eklentili mailleri açmam, olur biter" gibi genel bir düşünce var. Yani, tanıdık birisinden gelse dosyaları açmaya meyilliyiz.


  • Tanımadığınız kişilerden gelen ve .exe, .pif gibi uzantılara sahip dosyalar "Ben virüsüm" diye bağırıyor. Bu tarz mailleri derhal imha edin.
  • Bazı virüsler, farklı kişilerin email adreslerini ve isimlerini kullanarak virüsü yaymaya çalışıyor. Örneğin, benden gitmemiş bile olsa, adres desfterine kayıtlı olduğum bir bilgisayara virüs bulaşmışsa ve bu virüs adres defterinden kurban olarak beni seçtiyse, size gelen mail adresi olarak benim adresim gözükecek. Yani, tanıdığınız ve güvendiğinizi isimlerden de virüslü emailler gelebilir; tedbiri elden bırakmamak gerekiyor. 

    Virüslü emaillerin belirli konuları var. Bunlardan bir kısmı şöyle: Your Application, Your Details, That Movie, Screensaver, Wicked ScreenSaver.

    Bu tarz konuları içeren maillerin virüslü olacağını kestirebilirsiniz.
  • Internet'ten indirdiğiniz bütün dosyaların sütten çıkmış ak kaşık olduğunu düşünmeyin.
  • Kazaa, E-Donkey gibi paylaşım (P2P) programlarında virüs riskinin çok daha fazla olacağını unutmayın. Çekeceğiniz her dosyaya şüphe ile bakmalısınız.

Yukarıda saydıklarımız, dikkatli olmanız gereken bazı durumları özetliyor. Şimdide, önlemlerimize ve korunma yollarımıza bakalım:


  • Linux, FreeBSD, OpenBSD gibi sistemlerde virüsler kullanıcıların baş ağrısı olmadığı için konumuz Microsoft işletim sistemleri. Son zamanlarda türeyen birçok virüs / solucan, Windows'un açıklarını kullanıyor. Siz önleminizi aldığınız vakit, çok da fazla endişelenmenize gerek yok. Microsoft'un buraya tıklayarakulaşabileceğiniz TechNet sitesindeki Güvenlik bölümünde, sistemlerdeki açıkları takip edebilir ve hemen sağlanan gerekli yamaları uygulayarak önlem alabilirsiniz. Daha da önemlisi, lisanslı bir kullanıcı olduğunuzu varsayarak, Microsoft'unWindowsUpdate sayfasını düzenli olarak ziyaret ederek gerekli güncellemeleri yapmanızı tavsiye ederiz.
  • Sisteminizde mutlaka bir firewall yazılımı bulundurun. Windows XP ve 2003 ile gelen etegre firewall çok etkili olmasa da iş görebiliyor. Biz yine de üçüncü parti bir yazılım yüklemenizi önereceğiz. Önerdiğimiz programlar şöyle: 

      – ZoneAlarm Pro
      – Kerio Personal Firewall (Freeware)
      – Tiny Personal Firewall
      – Norton Personal Firewall
  • Sisteminizde mutlaka antivirüs yazılımı bulundurun. Kullandığınız/kullanacağınız antivirüs yazılımının virüs tanımlamalarının güncel olmasına dikkat edin ve sık sık virüs tanımlama güncelleştirmesi yapın.

Son uyarımız da şöyle olsun: " Bana virüs bulaşmaz demeyin; günü birinde solucan / virüs kafanıza balyoz gibi inebilir."

Bir CRT monitörde hareketlerin göze yumuşak gelmesi için görüntüler kaç FPS`de gösterilmelidir?


Bildiğiniz gibi hareketli görüntülerde hız FPS (Frames Per Second, Saniyede Gösterilen Kare Sayısı) cinsinden ifade edilir ve özellikle de oyun oynayanların çok sık tartıştıkları bir konu da bu hızın en az ne kadar olması gerektiğidir.

Genel olarak kabul gören fikir kabul edilebilecek en düşük hızın 30 FPS olduğudur. Bu değer ortalama değil, minimumdur. Bunun yanında, filmlerde ve çoğu TV standartlarında daha düşük hızlar kullanılır.

Bu konunun oyun oynayanlar için hayati önemi vardır. Çoğu oyun için minimum 30 FPS ve ortalama 60 FPS hemen her oyuncuyu tatmin edebilecek değerlerdir. Ama özellikle Doom türü oyunlarda hızın sınırı olmaz, hız ne kadar fazlaysa o kadar iyidir.

İnsan gözünün görüntüleri tam olarak nasıl algıladığı hala bütün detaylarıyla çözülememiş olsa da askeri araştırmalar için yapılan deneylerde jet pilotlarının bir 1/200 saniyeden  daha az bir süre görüntülenen bir jeti sadece algılamakla kalmayıp ne tür bir jet olduğunu da anladıkları görülmüş. Bu bize göz için olmasa da algılama için bir üst limit belirlemede bir fikir verebilir. 

Bu tabi ki 200 FPS üzeri hızların tamamen işe yaramadığı anlamına gelmez. Fare ile bir hareket yaptığınızda o hareketiniz o an ekranda görüntülenen kareden bir sonraki kare ekrana gelene kadar oyuna yansımaz. Ekran kartınızın double ya da tripple buffered modda çalışması da durumu etkiler. Ekran kartları bu modlarda çalışırken belirli bir karede hesaplanan görüntüyü çalışma moduna göre sonraki iki ya da üç kare için tekrar hesaplamazlar. Bunu da hesaba katarsak algılama için üst limitimiz double buffering için 400, tripple buffering için 600 FPS`ye çıkar.

Herkesin gözü ve algılama hızı birbirinden farklı olacağı için size yumuşak gelen bir görüntüde başka bir arkadaşınıza göre atlamalar olabilir. Ama yine de 60 FPS`nin üstündeki farkı sıradan bir insan kolay kolay farkedemeyecektir.

ECC, Registered ve Buffered SDRAM ne anlama geliyor?


Registered (RAM söz konusu olunca buffered ile aynı anlama geliyor) SDRAM'ler iş istasyonları ve sunucular için çok önemlidir. Veri ve saat hızıyla ilgili pinler dışındaki bütün pinler buffer (tampon) olarak bir register (kayıt diyebiliriz) kullanırlar ve bu sayede bellekteki adreslere ulaşmak daha az zaman alır, bu da çok sayıda bellek modülünün aynı anda sorunsuz olarak kullanılabilmesi için bir zorunluluktur. Bu sayede sunucu anakartlarında çoğu zaman 8 taneye kadar modül kullanılabilir. Bu pinlerde birer kaydın adreslerin tamponlaması için kullanılması veri aktarımında bir gecikmeye sebep olsa da bu gecikme bazı durumlarda maskelenebilir.
ECC (Error Correction Code) kavramıysa biraz daha farklıdır. ECC, veri aktarımı sırasında bellekteki hataları algılayıp düzeltmek için kullanılan bir hata tanıma/düzeltme kodudur. Bir bellek bitinde Alfa ve Beta tanecikleri iyonlaşmaya sebep olarak o bitin değerini değiştirebilir (0->1 veya 1->0) ve buna da bit flip denir. Eskiden ECC bellekler yerine kullanılan pariteli belleklerde de sistem, belleğin okunması sırasında değeri bit flip olayı yüzünden değişen bir biti algılayabilirdi ama bu durumda “Parity Error” hata mesajını verip kilitlenirdi. Sonuçta da bozuk verinin yazılması engellenmesine rağmen bütün veriler silinirdi. ECC, 64 bitin içinden bit flip yüzünden değişime uğrayan bir tanesini bulup düzeltebilir ve bu hata iki bit olarak algılanıp o şekilde kullanılabilir. Bu sayede sistemin çalışması sekteye uğramaz.
2GB üstü bellek kullanımında modüllerin "buffered" olması çoğu zaman bir zorunluluktur. ECC kavramı ise klasik masaüstü kullanıcıları için çok da önemli değildir. ECC bellek kullanabilmek için kullanılan anakarttaki yonga setinin de mutlaka ECC desteği olmalıdır. Bu konuda en doğru bilgiyi anakartınızın kitapçığında bulabilirsiniz.

Yeni aldığım sistemde Win98 Türkçe kurulumunu başlatamıyorum. Neden?


Özellikle i810 yonga setli anakartlar başta olmak üzere, tam listesini veremeyeceğimiz ve içerisinde güncel Intel i865 ve i875 yonga setinin de bulunduğu anakartların kullanıldığı sistemlerde Windows 98 Türkçe işletim sistemi kurulumunu başlatamama sorununu yaşıyor olabilirsiniz.

Kurulumu başlatmak için kullandığınız "Kur" parametresi yerine "Setupcor" parametresini kullanmanız, bu sorunu çözecektir.

"Setupcor" ile "Kur" aynı işlevi görüyor ama işletim sistemi kurulumunu başlatırken kullandığı parametreleri birbirinden farklı.

AGP ve AGP Pro arasındaki fark nedir?


AGP Pro, AGP4X tabanlı bir teknolojidir ve asıl amacı ekran kartlarına ek akım sağlamaktır. Fiziksel ve elektriksel özellikleri daha farklıdır ve 3DLabs`in Wildcat serisindeki bazı kartlar gibi profesyonel ekran kartlarının elektriksel ihtiyaçlarını karşılamak için tasarlanmıştır.

AGP Pro slotu AGP slotundan iki uca doğru da daha uzundur (başında 20 ve sonunda da 28 tane fazladan pin vardır) ve bu ek bağlantıları kullanarak 12V ve 3.3V kanallarından ek akımla beslenir. AGP Pro AGP`nin sadece bir uzantısıdır, onun yerine geçmek için tasarlanmamıştır.

Bir AGP Pro slotu standart AGP kartlarla da uyumludur (Intel`in 845 ve 850 serisi chipsetlerindeki 1.5V sınırlaması aklınıza gelebilir, bu anakartlarda da 1.5 voltta çalışan kartlar AGP Pro slotlarında kullanıldığında yine sorunsuz olarak çalışırlar) ama AGP Pro kartlar standart AGP slotlarında çalışamazlar.  

Standart AGP slotu ekran kartına 25 watt güç sağlayabilir. AGP Pro ile birlikte 25 wattan fazla güce ihtiyacı olan iki tip kart daha tanımlandı. Low Power AGP Pro kartlar 25 – 50 watt arası güce ihtiyaç duyarlar ve AGP Pro50 kartlar olarak adlandırılırlar. Bu kartlar kullanılırken sağlıklı bir soğutma için AGP slotunun hemen altındaki PCI slotunun boş bırakılması gerekir. Bir de 50 – 110 watt arası güç harcayan High Power (AGP Pro110) AGP Pro kartlar vardır ve bu kartlar için de sağlıklı bir soğutma için AGP slotundan itibaren 2 tane PCI slotu boş bırakılmalıdır.

AGP ve AGP Pro arasında performans farkı olmadığı gibi şu an piyasada klasik son kullanıcıya hitap eden AGP Pro kartlar da bulunmamaktadır.

İşletim Sistemi Kurarken


Özellikle yeni kullanıcılar ve yeni sistem alanlar PC'lerine genellikle Microsoft Windows işletim sistemlerini kuruyor. Eski kullanıcılarda, zaman zaman işletim sistemlerini yeniden kurmak zorunda kalabiliyorlar. Stabil bir işletim sistemi için, işletim sistemini kurduktan sonra yüklenen sürücü, servis paketlerinin kurulum sırası önm taşıyor. Bu kurulum sırası, özellikle Forum'larda çok sık sorulan sorular arasında bulunuyor. Konuyu uzatmadan sizlere bizim önerdiğimiz kurulum sırasını önerelim:


  1. İşletim sistemi
  2. Servis paketi / yamalar
  3. Yonga seti sürücüleri
  4. DirectX
  5. Ekran kartı sürücüleri
  6. Diğer donanımların sürücüleri
  7. Programlar (ve varsa programların yamaları)

Tüm programlarınızı kurduktan sonra, defrag işlemini yapmayı unutmayın.

OEM İfadesi Tam Olarak Nedir?


Fiyat listelerinde veya bir bilgisayarcının sitesine baktığınızda OEM RAM, OEM VGA gibi ifadeler görürsünüz. OEM kelimesinin anlamı kullanıcılara öyle empoze edilmiştir ki, büyük bir kesim OEM deyince aklına hemen markasız ve kalitesiz ürün gelir.

Halbuki işin aslı farklı. Birincisi, OEM RAM, OEM VGA gibi ifadelerin yanlış olduğunu belirtelim. İkincisi, bir ürün kalitesiz veya markasız denecekse No-Name ifadesi kullanılmalı.

OEM, Original Equipment Manufacturer, yani "orjinal ürün üreticisi" anlamındadır. Bilgisayar ürünleri kutulu satılır. Bu ürünlere BOX (Kutulu) ürün denir. Toplu halde parça alımı yapan sistem entegratörleri, ürünleri kutulu almazlar. Çünkü kutu, hacmi artırıp sevkiyat masraflarını yükseltir ve sistem entegratörleri için bu kutular manasızdır. Dolayısı ile kutusuz halde alırlar. Genelde yanında ufak bir kitapçık ile verilir ürün. Bu ürünün kutulu versiyonunda hiçbir farkı yoktur. İşte bu kutusuz ürünlere OEM ürün adı verilir. Hiç bir şekilde kalite göstergesi değildir.

Örneğin, CD yazıcılarda OEM ifadfesine çok rastlarız. LG BOX CD-RW ve LG OEM CD-RW gibi. Peki fark nedir? Kalite olarak ürünlerin farkı yoktur. BOX olan versiyonda hoş bir kutu içerisinde ekstra boş CD'ler, kitapçıklar verilirken, OEM versiyondaki ürünü jelatin içinde ve bir CD ile verilir.

CRT ve LCD Monitörlerin Ömürleri Ne Kadardır?


Bu, yeni monitör olan birçok kullanıcının sorduğu bir soru. Her elektronik parçanın bir ömrü olduğu gibi, aldığınız monitörün de ortalama bir ömrü var. Fakat bu ömür, kullanımdan kullanıma değiştiği gibi, öngörülen bazı değerler vardır.

CRT monitörler için ortalama 10,000 ile 20,000 saat arasında çalışma ömrü, LCD monitörler için ise 20,000 – 30,000 saat arasında “arka ışık” ömrü ön görülür.

Bunlar ortalama değerler. Aylarca sürekli aynı görüntüyü vermekle görevli CRT monitörlerin ömürleri dramatik bir şekilde azalır. Üstelik CRT monitörlerin tamiri ve bozulan parçalarının değiştirilmesi LCD monitörlere göre daha masraflıdır.

CRT ve LCD monitörlerinin ömürlerini ayrıca ele alalım.

CRT Monitörler


CRT monitörlerin ömürleri genellikle sunulan parlaklık değerinin monitör ilk üretildiğindeki parlaklık(brightness) değerine göre %50 oranına göre azalmasına kadar geçen süre olarak nitlendirilir. Bu rakam genellikle %50 civarındandır. Yani bir monitör, ilk kullanımdan bu yana parlaklık oranını %50 oranında kaybettiyse, monitörün ömrünün dolduğu kabul edilir. Gündelik yaşantımızda bu olay “Monitörün tüpü bitmiş” şeklinde de dile getirilir.

Parlaklık değerlerinin zaman içerisinde düşmesi farklı sebeplerden kaynaklanır. Ortam sıcaklığı ve çalışma esnasındaki parlaklık değerleri, monitörün zamanla parlaklık değerinin kaybetmesindeki ana etmenlerdir. Çok yüksek parlaklık değerlerinde kullanılan bir monitörün ömrü, ortalama bir parlaklık değerinde kullanılan monitörün ömründen çok daha kısa olacaktır.

Bu iki önemli faktör, monitördeki fosforların ve katotun yaşlanmasına neden olur. Fosfor ve katot yaşlanması, sadece parlaklık sorununu beraberinde getirmez. Netliğin (focus) ve renk balansının bozulmasına neden olur. Monitörünüz eğer belli bir süreden sonra netlik sorunu oluşturduysa, monitörün ömrünün neredeyse dolmak üzere olduğunu, hatta ömrünün dolduğunu ima eder. Her rengin balansı, 3 farklı elektron tabancası olduğundan farklı değerlerde olacaktır.

Kaliteli monitörlerde gelişmiş katotlar kullanıldığından, monitör ömürleri oldukça uzamaktadır. Bu monitörlerin fiyatları aynı görüntü alanına sahip monitörlere göre çok daha fazladır.

Yani, CRT monitörlerin ömürleri katotlarının ömürleri ile ölçülür. Sürekli aynı ekranı görüntülemek zorunda olan monitörlerin ömürleri çok daha kısalır.

LCD Monitörler


LCD monitörlerin çalışma prensibi, ışı yaymak üzerine değil, ışığı bloke etmek üzerine kuruludur. Her piksel bir transistör tarafından kontrol edilir. transistor ler açılıp kapanarak arka planda sürekli yanan ışık serbest bırakılır ve transistördeki renk bilgileri eşliğinde filtre edilerek renkler oluşur. İşin özü, arka tarafta sürekli akitf olarak beyaz ışık vardır. Beyaz ışık ise, floranslar tarafından sağlanır. Bu floransların bir ömürü vardır.

CRT ve LCD Monitörlerde Tamirat

LCD monitörlerin yapısı ufaktır, arka planda bulunan ışıklar, yenisiyle herhangibir test ekipmanı olmadan rahatça değiştirilebilir. Üstelik, LCD’lerin arka ışıklarının ömürleri CRT’lerin hemen hemen iki katı kadardır.

CRT monitörler ise bu konuda sınıfta kalıyor. Ömrü dolan monitörler mutlaka teknik serviste veya üretim merkezinde gerekli test ekipmanları ile tamir edilebilir. Fakat boyutları nedeniyle maliyeti fazla olmaktadır. LCD monitörlerin bu tarz tamirat işlemleri CRT monitörlere göre çok daha az tutar.

Bir monitör alırken genelde ilk maliyet fiyatına bakarız. Eğer bu monitörü uzun süre kullanmayacaksak, ilk maliyet bizim için önemlidir ama uzun süre kullanımlarda, toplam maliyet CRT monitörlerde oldukça artar. LCD’ler ise hem kullanım ömrünün uzun olması, hem de bu tarz problemlerin giderilmesi nispeten kolay olması nedeniyle toplam maliyeti düşürüyor.

Belki bu yazı ile birlikte monitör alırken bir kez daha düşünmeye sevkedebiliriz sizleri :)

LCD Monitör Alırken


LCD monitörlerin fiyatlarının ucuzlaması, fiyatlarından dolayı düşünmeyenleri LCD monitör almayı düşündürür hale geldi. LCD monitör çoğu kullanıcı için yeni bir teknoloji olduğu için, neyin ne olduğunu tam olarak bilemeyebiliyor.


Sizlere, LCD monitör alırken dikkat etmeniz gereken önemli iki konu hakkında bahsetmek istiyoruz: LCD panellerin kalitesi ve ölü pikseller.

LCD monitörleri mükemmel bir şekilde sıfır hata ile üretilmiyor. Üretilirken bir takım ufak hatalarla birlikte gelebiliyorlar ve hatalar büyük olmadığı sürece bu monitörler piyasaya veriliyor. LCD monitörlernin görüntüsü oluşturan milyonlarca transitörden bir tanesinin bozuk olması, "ölü piksel" olarak tabir ettiğimiz, sürekli karanlık veya sürekli beyaz duran piksel(ler)i oluşturabiliyor. Bu ölü piksellerin sayısı fazla olursa, rahatsız edici olur.

Her firma, high-end ve pahalı ürünleri haricindeki ürünlerini ciddi anlamda teste sokmaz ve piyasaya monitörün belirli noktalarında ölü pikseli olan ürünleri de verebilirler. Belirli sayıdan sonraki ölü piksele sahip olan monitörler garanti kapsamına alınıyor fakat, bu garanti sistemi üreticiden üreticiye değişiyor. Genel olarak izlenen politika, ölü piksellerin monitörün neresinde, kaç mm^2 alan içerisinde olduğu ve aydınlık/karanlık ölü piksel olup olmamasına göre değişiyor.


Monitörler genel olarak, şekilde gördüğünüz gibi bölümlere ayrılarak değerlendiriliyor. CTX'in izlediği politika hakkında bilgi verirsek, sanırım bir fikriniz olabilir.

- A noktasında, yani monitörün ortasında bir tane bile aydınlık ölü piksel varsa monitör değişiyor. Ancak bu bölgede en fazla iki tane karanlık nokta varsa bu normal kabul ediliyor. Yani monitör değiştirilmiyor.

- 15" ve 17" LCD'lerde B bölgelerinde eğer 3 aydınlık nokta varsa monitör değiştirilmiyor. Ama örneğin 3 aydınlık nokta varsa ve 3 de karanlık nokta varsa, değiştiriliyor. Çünkü sınır 5.

- Eğer iki ölü piksel arasında 10mm'den az bir mesafe varsa monitör değişiyor.

- 18" LCD'lerde ise 5 aydınlık nokta normal. Ancak karanlık ve aydınlık ölü noktalar 8'den fazla ise monitör değiştiriliyor. 10mm kuralı burada da geçerli.

Bazı yerler fark alıp size ölü piksel garantili monitör satabiliyor. Yani önceden kontrol ediliyor monitör.

Her ihtimale karşı, alacağınız LCD monitörde ölü piksel(ler)le karşılaşmak istemiyorsanız, monitörü almadan önce çalışır vaziyette detaylı ve dikkatli bir şekilde incelemenizi öneriyoruz.

Bir diğer önemli konu ise, alacağınız LCD monitörün görüntü kalitesi. Mesela, 15" olarak üretilen LCD panellerin hepsinni görüntü kalitesi %100 aynı olmuyor. LCD monitörlerin görüntü kalitesi A+, A, B ve C gibi sınıflandırılıyor. Pahalı, profesyonel ve yüksek fiyatlı ürünlerin hepsi özenle seçilmiş olduğu için A+ sınıfında, yani en iyi kaliteye sahip sınıfta oluyor. LCD monitörler üretilirken, ürünlerin sınıflara dağılma oranı vardır. Örneğin, 15" LCD üretilen bir üretim bandında, %82 A sınıfı, %10 A+, %6 B sınıfı, %2 C sınıfı olma ihtimali var. Bu rakamlar değişebilir. Yani alacağınız LCD monitör, A+ sınıfından da olabilir, C sınıfından da. C sınıfında olan monitörler kendini hemen belli ediyor; görüntüler çok kötü oluyor. A+ ve A arasında farkedilebilir bir fark yok. B sınıfı ile A sınıfı arasındaki farkı anlamak için LCD monitörlere çok vakıf olmak gerekiyor. Ama C sınıfı olursa, bunu rahatlıkla anlayabilmek mümkün.

Alacağınız LCD monitörden hoşnut kalmak istiyorsanız mutlaka görerek, mümkünse aynı modelde iki monitöre bakıp karşılaştırmanızı önereceğiz. LCD monitörlere az para verilmiyor; nereden baksanız en az 400$ gidiyor. Bu kadar para verip almışken, en düzgününü almalısınız.