KASİDE-İ BÜRDE
18 Mayıs 2011 Çarşamba
17 Mayıs 2011 Salı
KURBAN KESMEK KİMLERE VACİPTİR?
KURBAN
KURBAN KESMEK KİMLERE VACİPTİR?
Yaklaşan Kurban Bayramı münasebetiyle mü’minler, vaziyetlerini mutlaka bir gözden geçirmeli… Kurban kesip kesemeyeceği hususunu netliğe kavuşturmalıdır. Elbette kurbanı zengin Müslümanlar kesecektir; ancak, bu zenginliğin ölçüsü nedir? Bunu bilmemiz lâzım.
Kurban kesmek; kurban bayramı günlerinde hür, mukim (seferî olmayan), akıllı ve büluğ çağına erişmiş, Müslüman ve aslî ihtiyaçları ile borçlarından başka –üreyen olsun olmasın– en az 200 dirhem (560 gr.) gümüş veya yaklaşık 85 gram altın ya da bunun değerinde paraya yahut mala sahip bulunan kimselere yani sadaka-i fıtır vermekle mükellef bulunanlara vaciptir. Zekâtta olduğu gibi bunun üzerinden belirli bir zaman geçmiş olması gerekmez. Bu miktarın sadece kurban günlerinde elde bulunması yeterli görülür. Bir başka ifadeyle; kurban için zenginin serveti üzerinden sene geçmesi şart değildir. Bayramın üç gününden birinde kurban kesecek maddî imkân eline geçen Müslümana, hemen o gün kurban kesmek vâcip olur. Zekâtla kurban arasındaki farklardan biri budur. Aslında bu mevzuda sözü uzatmaya gerek yok. Kısaca diyebiliriz ki; borcu olmayan bir mü’min, kurban kesmesi hâlinde geçimine bir sıkıntı gelmeyecek, normal ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmayacaksa, kurban kesmeli… Hem kendi âile fertlerine, hem de etraftaki konu-komşuya ikrâmda bulunmalıdır. Şayet elinde fazladan imkân yoksa, ya da borçlu ise zaten kurbanla mükellef olmaz. Ama buna rağmen kıt-kanaat biriktirmek suretiyle elde ettiği mütevâzi imkânlarıyla kurban kesmek isterse, elbette ki kesebilir. Böylece çevresine fedâkârlık ve cömertlik örneği sergilemiş, imkân sahibi olduğu halde kurban kesmekten kaçınanları teşvik etmiş olur.
Unutulmamalıdır ki; iktisadî vaziyeti müsait olduğu halde kurban almaktan imtina‘ edenleri Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, “Bir kimse mâli bakımdan imkân bulur da kurban kesmezse, sakın bizim namazgâhımıza yaklaşmasın!” (1) buyurarak îkaz ve irşad etmişlerdir.
Görüldüğü üzere bu hadîs-i şerifte;
1. Kurban kesmeye gücü yeten kimsenin bunu terk etmesi hâlinde cemaatin (topluluğun) içine çıkamayacağı uyarısı ile, bu kötü örnekliğin cezasını tek başına kalarak çekmesi ihtar edilmektedir.
2. Hâl böyle olduğuna göre kurbanınızı kesin, namazgâha çıkın, din kardeşlerinizle müşterek sevincinizi paylaşın, ayrı duruma düşmeyin, yoksulları gözetin îkazına kulak verin denilmektedir.
Hanefî mezhebine göre kurban vâciptir. Kurban kesmekle mükellefiyet için İmâm-ı A‘zam ve İmam Ebû Yûsuf’a (rahımehümallâh) göre akıl ve bülüğ şart değildir. O bakımdan zengin olan çocuğun veya mecnunun malından velîsinin kurban kesmesi lâzımdır. Bu çocuk veya mecnun, o kurbanın etinden yer, geri kalanı da elbise gibi aynından istifade edecekleri bir şey ile değiştirilebilir. (2)
Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre ise sünnet-i müekkededir. Hanbelîler’e göre, ödeme imkânına sahip olan kimse, borç ederek de olsa, kurban parasını temin edebiliyorsa, kurban kesmeye muktedir sayılır. (3)
Hanefîler’e göre aile içinde bulunan fertlerden mâli vaziyeti müsait olan herkesin kendi adına kurbanını kesmesi veya kestirmesi îcap eder. Yoksa bir evden bir kişinin kurban kesmesiyle borçtan kurtulmuş olmazlar.
Velhâsıl kurban ibâdeti; mü’min için Hak yolunda fedakârlığın bir alâmeti, Allah Teâlâ’nın verdiği nimete karşılık bir şükür ifadesidir. Bunun neticesi de, âhirette sevâba ve rızâ-i İlâhi’ye nâiliyet, dünyada ise bir takım felâket ve belâlardan korunup muhâfaza olunmaktır. Bu dünyevî ve uhrevî mükâfatlara kavuşabilmek için, kurbanımızı ihmâl etmememiz gerekiyor.
***
KURBANIN RÜKNÜ
Kurbanın rüknü; yani bu ibâdetin tam ve sahih (geçerli) olması için yerine getirilmesi gereken şart, kurbanlık hayvanı boğazlayıp kanını akıtmaktır. Bu olmadıkça kurban vecîbesi yerine getirilmiş olmaz.
Bu sebeple kurbanlık hayvanın, kesilmeksizin yoksullara tasadduk edilmesi câiz değildir. Fakat alınan kurbanlık hayvan, herhangi bir sebeple kesilemeden bayramın üçüncü günü güneş batmış olsa, artık bunun diri olarak tasadduk edilmesi gerekir. Çünkü kan akıtma işi, tasadduka intikal etmiş (dönüşmüş) olur. Bunun etinden sahibi yiyemez. (4)
***
HANGİ HAYVANLARDAN KURBAN KESİLEBİLİR?
Kurbanlar yalnız koyun, keçi, deve ve sığır cinsi hayvanlardan kesilebilir. Mandalar da sığır nev‘inden sayılır. Bunların erkekleri ile dişileri eşittir. Bununla birlikte koyun cinsinin erkeğini kurban etmek daha faziletlidir. Keçinin erkeği ile dişisi kıymetçe müsâvi olsalar, dişisini kurban etmek daha faziletlidir. Yine devenin veya sığırın erkeği ile dişisi et yahut kıymet bakımından aynı olurlarsa, dişisinin kurban kesilmesi daha faziletlidir. (5)
Yaban sığırı, geyik gibi yabânî hayvanlar ile tavuk, horoz, kaz gibi evcil hayvanlar kurban edilemezler; tahrîmen mekruhtur. Yani bu hayvanlardan herhangi birini kurban niyetiyle kesen kişi, harama yakın bir çirkinlikte iş yapmış olur. Çünkü bunda, Mecûsîlere bir benzeyiş vardır. (6)
Diğer yandan ne Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’den ve ne ashâb-ı kiramdan bunların dışında bir hayvanı kurban ettiklerine dair bir haber de nakledilmemiş… Hele de balığın kurban edildiği garâbetine hiçbir devirde rastlanmamıştır.
Koyun ve keçi ya birer yaşını bitirmiş bulunmalı veya koyunlar altı aylık olduğu halde birer yaşında imiş gibi gösterişli olmalıdır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki, “Koyun cinsinden kurban olarak cezea yeterlidir.” (7)
“Cezea”, bir yaşını tamamlamış koyun mânâsına geldiği gibi, altı ayını doldurmuş, fakat bir yaşındaki koyunlar kadar gösterişli olan kuzuyu da ifade eder. Cezea; sığır nev‘inde üç, deve cinsinde beş yaşına basmış hayvan demektir. (8) Bu sebeple deve en az beş yaşını, sığır iki yaşını bitirmiş olunca kurban edilebilir.
Bir koyun veya keçi yalnız bir kişi için kurban kesilebilir. Bir deve veya sığır ise birden yedi kişi adına kadar kesilebilir. Nitekim Hz. Câbir’den (r.a.) şöyle rivâyet edilmiştir: “Hudeybiye’de Resûlüllah (s.a.v.) ile birlikte kurban kestik. Deveyi de sığırı da yedi kişi için kestik.” (9) Ancak ortaklardan her birinin Müslüman olup, bu hayvanın yedide birine mâlik bulunması ve kendi hissesini Allah rızâsı için kesecek olması şarttır.
***
KURBANIN HÜKMÜ
Kurban bayramında, Allâh’a yaklaşmak niyetiyle kurban kesmek, Hanefîler’e göre hür, mukim, Müslüman ve zengin olan kimselere vâciptir. Zenginden maksat; temel ihtiyaçları dışında üreyici olsun veya olmasın, nisap miktarı mal yahut paraya sahip olmaktır. Bu da fitre nisâbıyla aynı olup, üzerinden bir yıl geçmesi şartı da aranmaz. Yani bayram sabahı 200 dirhem (560 gram) gümüş veya bunun karşılığı olan para yahut ticaret malına sahip bulunan kimseye kurban kesmek vâcip olur.
Hanefîler’in, kurbanın vâcip oluşu hususunda dayandıkları deliller şunlardır: Kur’ân-ı Kerim’de, “Rabbin için namaz kıl, kurban kes”(10) emri, amel bakımından “vücub” ifade eder. Çünkü sadece Resûlüllah (s.a.v.)’a mahsus olduğu belirtilmeyen emir, ümmetini de içine alır. Ancak âyette cemi‘ sîgasının bulunmayışı, delâlette zan meydana getirdiği için kurbanın hükmü farz değil, vâcip derecesindedir. Bu âyet-i kerimenin yanında diğer bazı hadîs-i şerifler de kurbanın bu hükmünü kuvvetlendirmektedir. Resûlüllah (s.a.v.), “Kurban kesiniz. Şüphesiz bu, babanız İbrâhim’in (a.s.) sünnetidir” (11) buyurmuştur. Burada Peygamber Efendimiz, kurban kesmeyi emretmiştir. Mutlak emir sîgası ise, amel bakımından vâcibi ifade eder. Keza şu hadîs-i şerif de kurbanın vâcip olduğu hükmünü teyit eder: “Kim genişlik ve imkân bulur da kurban kesmezse, bizim namazgâhımıza yaklaşmasın.” (12) Böyle bir tehdit, ancak vâcibin terki hâlinde bahis mevzuu olur. Diğer taraftan bazı hadîs-i şeriflerde, kurbanın ümmet için sünnet olduğunun belirtilmesi, vâcip oluşuna mâni teşkil etmez. Çünkü sünnet; yol, gidiş mânâlarına da gelir.
Kurban kesmek, Hanefîler’in dışındaki üç mezhebe göre müekked sünnettir. Gücü yetenin onu terketmesi mekruhtur. Şâfiîler’e göre, kurban kesmek, tek başına olan kimse hakkında aynî sünnettir. Eğer âile fertleri birden fazla ise kifâî sünnet olur. Dolayısıyla âile fertlerinden herhangi birisi bunu yerine getirecek olursa, hepsi için yeterli olur. (13)
Şevkânî Muhammed bin Ali rahımehüllah (v. 1250/1834), kurbanın sünnet olduğunu kabul edenlerin dayandığı hadîs-i şeriflerin tenkidini yaptıktan sonra şöyle demektedir: Bu hadislerden hiç biri delil olarak ileriye sürülecek kuvvette değildir. (14)
***
SEVÂBINI ÖLÜYE BAĞIŞLAMAK ÜZERE KESİLEN KURBAN
Hanefîlere göre bir kimse, kendi parasıyla alıp sevâbını ölmüş bir yakınına veya herhangi bir mü’min kardeşine bağışlamak üzere bayram günlerinde veya sair günlerde kurban kesebilir. Kişi, kestiği bu kurbanın etinden kendisi yiyebildiği gibi, başkalarına da verebilir. Zira kendi kurbanı gibi hüküm alır, sevabı da bağışlanana gider.
Fakat bir kimse vefât eden kişinin, irtihâlinden önceki emri ile, onun adına keseceği kurbanın etinden yiyemez. Zira bu, adak hükmündedir, kesen ve yakını yiyemez. Bunu tam olarak tasadduk etmesi gerekir. (15)
Hâsılı, ebedî âleme göç etmiş mü’minler adına da kurban kesilebilir, sevâbı onlara bağışlanabilir. Bunun da bayram günü, yahut da öncesinde kesilmesi hususunda bir ayrı hüküm yoktur. Her zaman kesilebilir. Nitekim Hunneş (r.a.)’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Hz. Ali’yi (r.a.) iki koç keserken gördüm ve ona, ‘Bunlar nedir?’ diye sordum. Hz. Ali, ‘Resûlüllah (s.a.v.)bana, kendisi için kurban kesmemi vasiyet etmişti; işte ben onları kesiyorum’ dedi.”(16)
Şâfiîlere göre, izni olmaksızın başkası adına kurban kesilemez. Vasiyet etmemişse, ölü adına da kurban kesilemez.
Halis Ece – www.bilgicagi.net
KAYNAKLAR
(1) İbn Mâce, Sünen, Edâhî, 2; Ebû Dâvud ve Nesâî’nin Sünenleri.
(2) Ö. N. Bilmen, B. İslâm İlm. İst. 1985, s. 410
(3) el-Cezerî, el-Fıkhu ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa, ilgili bahis.
(4) Ö. N. Bilmen, a.g.e., s. 414, md. 35.
(5) el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanayi‘, 5/69,80; el-Meydanî, el-Lübâb, 3/235; İbn-i Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 5/226 vd.; Zeylâî, et-Tebyîn, 6/7; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 8/76; Ö. N. Bilmen, B. İslâm İlm. s. 410.
(6) Ö. N. Bilmen, a.g.e., s. 411.
(7) İbn Mâce, a.g.e., Edâhî, 7; İ. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6, 368.
(8) eş-Şevkanî, Neylü’l-Evtâr, 4, 350.
(9) Müslim, Sahih, Hacc, 352.
(10) Kevser suresi, 3.
(11) İbn Mâce, a.g.e., Edâhî, 3.
(12) İbn Mâce, a.g.e., Edâhî, 2.
(13) İbn Kudâme, el-Muğnî, 8, 617.
(14) Neylü’l-Evtâr, 4, 341 vd.
(15) İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, V, 229.
(16) Ebû Dâvud, Sünen, Edâhî, 2.
(1) İbn Mâce, Sünen, Edâhî, 2; Ebû Dâvud ve Nesâî’nin Sünenleri.
(2) Ö. N. Bilmen, B. İslâm İlm. İst. 1985, s. 410
(3) el-Cezerî, el-Fıkhu ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa, ilgili bahis.
(4) Ö. N. Bilmen, a.g.e., s. 414, md. 35.
(5) el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanayi‘, 5/69,80; el-Meydanî, el-Lübâb, 3/235; İbn-i Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 5/226 vd.; Zeylâî, et-Tebyîn, 6/7; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 8/76; Ö. N. Bilmen, B. İslâm İlm. s. 410.
(6) Ö. N. Bilmen, a.g.e., s. 411.
(7) İbn Mâce, a.g.e., Edâhî, 7; İ. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6, 368.
(8) eş-Şevkanî, Neylü’l-Evtâr, 4, 350.
(9) Müslim, Sahih, Hacc, 352.
(10) Kevser suresi, 3.
(11) İbn Mâce, a.g.e., Edâhî, 3.
(12) İbn Mâce, a.g.e., Edâhî, 2.
(13) İbn Kudâme, el-Muğnî, 8, 617.
(14) Neylü’l-Evtâr, 4, 341 vd.
(15) İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, V, 229.
(16) Ebû Dâvud, Sünen, Edâhî, 2.
Ramazan kelimesi harflerinin ifâde ettiği mânâlar.
Ramazan lafzı, beş harften ibârettir: Ra, Mim, Dad, Elif, Nun.. (Yâni, Arapça aslına göre..)
Bu harflerin ifâde ettiği mânâlar, sırası ile şöyledir:
Ra: Allah’ın rızâsına delâlet eder.
Mim: Allah sevgisine delâlet eder..
Dad: Allah’ın kuluna kefîl olduğunu anlatır..
Elif: Allah’ın kulu ile olan ülfetini belirtir.
Nun: Allah’ın nûrunu anlatır..
Üstte anlatılan mânâya göre bu ay: Rızâ, sevgi, kefâlet, ülfet, nûr, eriş, ikrâm ayıdır.. Ama Allah’ın sevdiği iyi kulları için..
Denilmiştir ki:
- Aylar arasında Ramazan ayı, vücûd içinde kalb gibidir.
İnsanlar arasında peygamberler gibidir.
Beldeler arasında Harem-i Şerîf gibidir.
Harem öyle bir yerdir ki: Oraya lâin deccâlin girmesi men edilmiştir.
Ramazan ayı, öyle bir aydır ki: Azgın şeytanlar o ayda bağlanır; peygamberler günahkâr kullara şefâat eder.
Ramazan ayı, oruç tutanlara şefâatçıdır. O ayda, kalb îmân ve mârifet nûru ile bezenir.
Ramazan ayı dâhi, Kur’ân okumakla bezenir.
Bir kimse, Ramazan ayında bağışlanmaz ise, acaba hangi ayda bağışlanır!
Kul, tevbe kapıları kapanmadan Allah’a tevbe etmelidir.
Allah’a dönüş zamanı geçip gitmeden, O’na dönmelidir.
Ağlama zamanı ve rahmet vakti geçip gitmeden kul Allah’a yalvarıp ağlamalıdır; merhamet dilemelidir.
Resûlallah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
- Ümmetim, Ramazan ayında oruç tutup namaz kılarak onun hakkını edâ ederlerse, ziyân etmezler..
Ashâbtan biri şöyle sordu:
- Yâ Nebiyyellâh, onların ziyânı ne olabilir?..
Resûlallah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
- Bir kimse, Ramazan ayında haram bir işe girerse, kötü bir amel işleyip şarab (alkollü içki) içerse, o kimsenin Ramazan orucu makbûl olmaz. Gelecek seneye kadar Allah’ın, meleklerinin, semâ halkının lâneti onun üzerinde kalır. İki Ramazan arasında ölür ise, onun için Allah katında hiçbir iyilik yoktur.
TEMİZLİĞİN ÖNEMİ
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Müslümanlık temizlik dinidir. Temiz olun! Cennete ancak temiz olan girer.)[Deylemi] (Mümin pis olmaz.) [Buhari](Her şeyi iyi temizleyin! Temizlik imana, iman da Cennete götürür.)[Taberani]
(Temizlik imanın yarısıdır.) [Müslim](Namazın anahtarı temizliktir.) [Tirmizi]
(Ağzınızı temizleyin, ağzınız Kur’an-ı kerim yoludur.) [Ebu Nuaym]
(Cuma günü yıkanın, misvak kullanın ve güzel koku sürünün.) [Buhari](Yemekten önce ve sonra el yıkamak, zenginliğe yol açar, fakirliği giderir.)[Ebuşşeyh]
(Evinin hayrını isteyen, yemekten önce ve sonra, elini ve ağzını yıkasın!) [İbni Ebi Şeybe]
(Ağzınızı temizleyin! Kiramen katibin melekleri için, ağızdaki yemek artıklarının kokusundan daha kötü bir şey yoktur.) [Deylemi]
(Sarmısak yiyen, kokusu gitmeden mescidimize yaklaşmasın, insanın rahatsız olduğu şeylerden melekler de rahatsız olur.) [Taberani]
(Gece namaz kılmak için kalkan kimse, ağzını misvakla temizlesin! Çünkü bir melek namazda Kur’an okuyanın ağzına yaklaşarak dinler.) [Deylemi](Elbiselerinizi yıkayın, fazla kıllarınızı temizleyin, dişlerinizi misvakla temizleyin, temiz, güzel giyinin! Nezafet sahibi olun!) [İbni Asakir]
(Tırnaklarınızı kesip gömün! Ağzınızdaki yemek kırıntılarını temizleyin ve misvak kullanın! Yanıma, dişleri sarı, ağzı kokar vaziyette gelmeyin!)[Taberani]
(Kap kacak yıkamak, evi temiz tutmak, zenginliğe sebep olur.) [Hatib]Peygamber efendimiz, yanına gelen birisine, (Tırnakların kuş tırnağı gibi uzamış, içi pislik doludur) buyurarak, temiz olmasını emretmiştir. (Taberani)
(Temizlik imanın yarısıdır.) [Müslim]
(Ağzınızı temizleyin, ağzınız Kur’an-ı kerim yoludur.) [Ebu Nuaym]
(Cuma günü yıkanın, misvak kullanın ve güzel koku sürünün.) [Buhari]
(Evinin hayrını isteyen, yemekten önce ve sonra, elini ve ağzını yıkasın!) [İbni Ebi Şeybe]
(Ağzınızı temizleyin! Kiramen katibin melekleri için, ağızdaki yemek artıklarının kokusundan daha kötü bir şey yoktur.) [Deylemi]
(Sarmısak yiyen, kokusu gitmeden mescidimize yaklaşmasın, insanın rahatsız olduğu şeylerden melekler de rahatsız olur.) [Taberani]
(Gece namaz kılmak için kalkan kimse, ağzını misvakla temizlesin! Çünkü bir melek namazda Kur’an okuyanın ağzına yaklaşarak dinler.) [Deylemi]
(Tırnaklarınızı kesip gömün! Ağzınızdaki yemek kırıntılarını temizleyin ve misvak kullanın! Yanıma, dişleri sarı, ağzı kokar vaziyette gelmeyin!)[Taberani]
(Kap kacak yıkamak, evi temiz tutmak, zenginliğe sebep olur.) [Hatib]
..
REGÂİB GECESİ
Receb ayının ilk Cum’a gecesine “Regâib gecesi” denir. Receb ayının her gecesi kıymetlidir. Her Cum’a gecesi de kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince, dahâ kıymetli olmakdadır. Regâib gecesinin kıymeti, çeşidli hadîs-i şerîfler ile bildirilmişdir.
Allahü teâlâ, bu gecede mü’min kullarına ragîbetler ya’nî ihsânlar, ikrâmlar yapar. O gece yapılan duâ reddolmaz ve namaz, oruç, sadaka gibi ibâdetlere kat kat sevâb verilir. O geceye hürmet edenleri affeder.
Regâib kandilinin, Resûlullah efendimizin babası Hz. Abdullah’ın evlendiği gece ile hiçbir ilgisi yoktur. Memleketimizde ve birçok İslâm memleketlerinde, bir asırdan beri, Abdullah’ın evlendiği geceye, Regâib kandili ismini veriyorlar. Regâib gecesine böyle ma’nâ vermek doğru değildir.
Böyle söylemek, Resûlullah efendimizin dokuz aydan önce dünyayı teşrîf etmiş olduğunu bildirmek olur ki, bu da, noksanlık ve kusûrdur. Her bakımdan, her insanın üstünde ve her bakımdan kusûrsuz olduğu gibi, Amine vâlidemizi nûrlandırdığı zaman da, noksan ve kusûrlu değildi. Bu zamanın noksan olması, tıp ilminde ayıp ve kusûr sayılmaktadır.
Receb ayı, kıymetli aylardan olduğu için her gecesi kıymetlidir. Her cum’a gecesi de kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince daha kıymetli olmaktadır. Regaib Gecesi’nin kıymeti, çeşitli hadîs-i şerîfler ile bildirilmiştir. İşte bu gece, bu kıymetli gecedir.
Peygamber efendimiz, “Receb-i şerefin ilk cum’a gecesinden gafil olmayın!” buyurdu.
“Regâib gecesinden gâfil olma!”
Bir defasında, Peygamber efendimiz, Receb ayında tutulacak oruçların fazîletini anlatıyordu. Orada bulunanlardan, yaşı ve pîr-i fânî bir zât ayağa kalkıp:
- Yâ Resûlallah, ben Receb ayının hepsini oruç tutamam, dediğinde; Peygamber efendimiz:
- Sen Receb ayının birinci, onbeşinci, sonuncu günleri oruç tut, hepsini tutmuş sevâbına kavuşursun. Çünkü sevaplar on misli yazılır. Fakat sen Receb-i şerîfin ilk cum’a gecesinden gafil olma ki, melekler o geceye Regâib gecesi
demişlerdir. Zîra o gece, gecenin üçte biri geçtikten sonra göklerde ve yerde bir melek kalmaz, hepsi Kâ’be-i muazzama etrafında toplanırlar. Allahü teâlâ onlara hitâben:
“Ey meleklerim dilediğinizi benden isteyiniz.” buyurur. Onlar:
“Yâ Rabbî, istediğimiz, Receb ayında oruç tutanları mağfiret etmendir.” deyip, isteklerini arzederler. Allahü teâlâ:
“Ben, Receb ayında oruç tutanları mağfiret ettim buyurur.”
Recebin ilk Cum’a gecesini ihyâ edene (saygı gösterene), Allahü teâlâ kabr azâbı yapmaz. Duâlarını kabûl eder. Yalnız, yedi kimseyi afv etmez ve duâlarını kabûl etmez: Fâiz alan veya veren, müslümanları aşağı gören, anasına, babasına eziyyet eden, karşı gelen çocuk, müslüman olan ve islâmiyyete uyan kocasını dinlemiyen kadın, şarkı ve çalgıcılığı san’at edinenler, livâta ve zinâ edenler, beş vakt nemâzı kılmıyanlar.
Bunlar, bu günâhlardan vaz geçmedikce, tevbe etmedikce, duâları kabûl olmaz. Ananın, babanın, kocanın, hiç kimsenin, islâmiyyete uymıyan emri dinlenilmez, yapılmaz. Fakat, anaya, babaya, yine tatlı söylemek, onları incitmemek lâzımdır. Ana baba kâfir ise, onları kiliseden, meyhâneden, sırtda taşıyarak bile, geri getirmek lâzımdır. Fakat, oralara götürmek lâzım değildir.
Mübârek geceler, İslâm dîninin kıymet verdiği gecelerdir. Allahü teâlâ kullarına çok acıdığı için ba’zı gecelere, ba’zı günlere kıymet vermiş, bu gecelerdeki, günlerdeki duâ ve tevbeleri kabûl edeceğini bildirmiştir.
Bu geceleri ihyâ etmeli, ya’nî kazâ namazı kılmalı, Kur’ân-ı kerîm okumalı, duâ ve tevbe etmeli, sadaka vermeli, Müslümanları sevindirmeli, bunların sevâblarını ölmüşlere de hediye etmelidir. Gündüzleri de oruç tutmalıdır. Bu gecelere saygı göstermelidir. Saygı göstermek, günâh işlememekle olur.
Bir an evvel kazâ borçlarından kurtulmak için çalışmalıdır. Kazâ borcu olanın, nâfile ibâdetlerle meşgul olması uygun değildir. Nâfile ibâdetlerin sevâbına kavuşabilmek için, farzları yapmak ve farz borçlarını bitirmek, harâmdan sakınmak lâzımdır.
Mübârek günlerde ve aylarda yapılan duâlar kabûl edildiği gibi, bu aylarda yapılan bedduâlar da reddolunmaz. Bunun için, büyükleri, bilhassa ana-babayı üzmemeli, onların bedduâsını almamalıdır. Bu geceyi fırsat bilip, büyüklerimizi ziyâret etmeli, onların gönüllerini ve hayır duâlarını almalıdır.
Yakınları uzakta olanlar, telefonla arayıp kandillerini tebrik etmelidir. Bütün Müslümanlar, mübârek günlerde, gecelerde birbirlerini arayıp tebrikleşmelidir.
Cemaatle Namaz
Bil ki, cemaat ile namaz kılmak farzı kifâyedir. Çok faziletlidir. Âlimlerin çoğuna göre cemaatle namaz kılmak farz değildir. Kişi tek başına namaz kılsa her ne kadar cemaat faziletini kaçırsa bile namazı caizdir. (1/34)
Ahmed bin Hambel Hazretleri, şöyle dedi. “Muhakkak cemaat ile namaz kılmak farzdır; nafile değildir. Hatta namazını tek başına kılmış olsa namazı caiz değildir. Şu kadar var ki, bize (Hanefi mezhebine) göre cemaat ile namaz kılmak farz değildir. (Âlimlerimiz dediler ki,) cemaatle namaz kılmayı alışkanlık haline getirip; cemaate devam etmeyi muhafaza etmek Müslümanların üzerine vâcibtir.
-”Ey kavmimiz Allah’ın davetçisine icabet edin (uyun) ve O’na iman edin ki, Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azabdan korusun. Bazı âlimler, bu âyet-i kerimede geçen,
“Allah’a çağıran”dan maksat insanları beş vakit namaza çağıran müezzinlerdir, dediler.
Cemaati terkeden, içki içen, haksız yere adam öldüren, yakın akrabalarıyla ilişkisini kesen, anne -babasına karşı gelen, kâhin, sihirbaz ve gıybet eden dedikoduculardan daha kötüdür.
Cemaati terkeden kişi, Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Kerim’de mel’ûndur. Lanet edilmiştir. Cemaati terkeden kişi meleklerin lisanı üzere mel’ûndur. Hastalığında ziyaret edilmez. Öldüğü zaman cenazesine gidilmez. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri şöyle buyurdular:
”Cemaati terkeden benden (benim ümmetimden) değildir, ben de ondan değilim (onun peygamberi değilim). Allah, onun nafile ve farzlarını kabul etmez,” Slü., nafile ve farzlar demektir. Eğer bu şekilde ölürlerse onlar için uygun yer Cehennem ateşidir. Ravzatu’l-Ulemâ’da da böyledir.
“Nisâbu’l-İhtisâb” isimli kitabda denildi ki. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri şöyle buyurdu:
“Yemin olsun ki (çoğu kere) istedim ki, bir adama emredeyim insanlara namaz kıldırsın. Cemaate gelmeyen kavimlere bakayım ve evlerini yakayım, (diye içime doğuyor.) Bu hadîs-i şerif, cemaate gelmeyenlerin evlerinin yakılmasının cevazına delâlet eder. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinin masiyet (günah işlemeyi) düşünmesi caiz değildir. Evleri yakmak ise günahtır.
(Bu hadîs-i şerif, cemaatle namaz kılmaya gelmeyenlerin, evlerinin yakılması gerekecek kadar büyük suç işlediklerine delâlet eder de evlerinin yakılacağına delalet etmez.)
Sünnet-i müekkede olan cemaati terkedenin cezası, evinin yakılmasının caiz olması olduğuna göre, vâcibleri ve farzları terkedenin evlerinin yakılması hakkında ne düşünürsün? (Vâcibleri ve farzları terkedenin hali nicedir?) Günah aletlerinin yakılması hakkında ne düşünürsün?”
Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım
Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım
Sual: Allahü teâlâ, Peygamber efendimiz için, (Eğer sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım) buyuruyor. Bu kudsi hadis hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAPÂdem aleyhisselam, Arşta gördüğü nurun mahiyetini sual etti. Hak teâlâ buyurdu ki:
(Bu nur, gökte Ahmed, yerde Muhammed denilen, zürriyetinden bir peygamberin nurudur. O olmasaydı, seni de, yer ve gökleri de yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye]
Allahü teâlâ yine buyuruyor ki:
(Ya Âdem, Muhammed aleyhisselamın ismi ile her ne isteseydin, kabul ederdim. O olmasaydı, seni yaratmazdım.) [Hâkim]
(Ey Resulüm, İbrahim`i halil [dost], seni de habib [sevgili] edindim. Senden daha sevgili hiç bir şey yaratmadım. Senin, benim indimdeki yüksek derecenin bilinmesi için dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye]
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Âdem aleyhisselam Cennetten çıkarılınca, ya Rabbi, Muhammed aleyhisselamın hürmetine beni affet diye dua etti. Allahü teâlâ ise, [ne cevap vereceğini bildiği halde, cevabını da diğer insanların duyması için] ” Ya Âdem, onu henüz yaratmadım. Nereden bildin?” buyurdu. Âdem aleyhisselam da, Arşta “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” yazılı olduğunu gördüm. Anladım ki, şerefli isminin yanına ancak en çok sevdiğinin, en şerefli olanın ismini layık görürsün dedi. Allahü teâlâ buyurdu ki: ”Ya Âdem doğru söyledin. O bana insanların en sevgilisidir. Onun hürmetine dua ettiğin için seni affettim. Eğer Muhammed aleyhisselam olmasaydı, seni yaratmazdım”) [Taberani]
(Allahü teâlâ, İbrahim`i halil edindiği gibi beni de halil edindi.) [Mevahib-i ledünniyye]
Şu halde Peygamber efendimiz hem habibdir, hem halildir.
(Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım) kudsi hadisi, Marifetname`nin ön sözünde, Yusuf-i Nebhani hazretlerinin Envar-ı Muhammediyye kitabının 13. sayfasında ve imam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat`ının 122. mektubunda vardır. Deylemi`nin Firdevs`inde bulunduğu bildirilmektedir. Deylemi de, Buhari ve diğer muhaddisler gibi, meşhur ve muteber bir hadis âlimidir. (Sen olmasaydın Cenneti yaratmazdım), (O olmasaydı kâinatı yaratmaz, rububiyetimi izhar etmezdim) kudsi hadisleri de bildirilmektedir. buyurunca, Resulullah da, (Ben de senden başka her şeyi senin için terk ettim) dedi. (Mirat-i kâinat)
Mektubat`ın farsça haşiyesinde, bu hadisin
Mektubat-ı Rabbaninin 3.cildinde,
Miracda Allahü teâlâ, Peygamber efendimize, (Senden başka her şeyi senin için yarattım)
readdÖlümü Temenni Etmeyin
Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, ümmetine ölümü temenni etmeyi yasakladı. Ve şöyle buyurdular: Sizden hiçbiriniz ölümü temenni etmesin.”[1] Başka bir hadîs-i şerifte şöyle buyurdu:
“Sizden hiçbiriniz kendisine inen herhangi bir zarardan dolayı ölümü temenni etmesin. Eğer Muhakkak ölümü isteyecekse, şöyle dua etsin: Allahım! Yaşamak benim için hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat (bana uzun ömür ver). Eğer ölüm benim için hayırlı olduğu an ise benim canımı al, diye dua etsin“.[2]
Sehi bin Abdullah el-Tüsterî Hazretleri buyurdular:
Ölüm temenni edilmez. Ölümü ancak üç kişi temenni eder.
1 -Ölümden sonra nelerin olabileceğini bilmeyen câhil.
2-Allah’ın kendisi için belirlediği kaderden kaçan kişi,
3-Allah’a müştak olan ve Allah’a kavuşmayı seven kişiler Ölümü temenni ederler.
Mesnevide buyuruldu:
Mesnevî’nin sahibinden (Mevlânâ’dan) rivayet olundu. Onun ölümü yaklaştığı zaman, ölüm meleği ona misâl âleminde göründü. Gelip kapının yanında durdu. Mevlânâ, ölüm meleğini görünce şöyle söyledi:
“Beri gel! Beri gel! Ey benim canımı Hazreti Sultana götürecek olan sevgili haberci!“
Bazı melikler, Ebû Hâzim’a sordular:
-”Allahü Teâlâ Hazretleri’ne varmanın yolu nasıldır? (Âhirette Allah’a arzedilmenin şekli nasıldır?)” Ebû Hazim Hazretleri:
-”İtaatkâr kulun Allahü Teâlâ’ya varmasının şekli, ailesi tarafından çok sevilen ve ailesini seven gaib olmuş kişinin bulunup ailesine teslim edilmesi gibi sevinçli olur. Amma âsî kulun, Allah’a kavuşması ise suç işleyip kaçan bir kölenin sahibi ona kızgın olduğu bir durumda efendisine teslim edilmesi gibi, Allah’a arzedilir. Kolay olmadı. Cihâna geleli, kaçmaya yol bulamadım. Aşktan ötürü bize “kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın,” denildi. 0 zaman tatlı ve acı birbirine karışır. [3]
Kaynak: Rûhu’l-Beyan Tefsiri Tercümesi- İsmail Hakkı Bursevi HazretleriPeygamberimiz İçin Vacib, Haram, Mubah,Kılınan Özellikler.
Bunların Bazıları Peygamberimiz İçin Vacib, Bazıları Haram, Bazıları Mubah, Bazıları Da Keramet Olan Özelliklerdir Ve Bundan Önce Anlatılmamış Olanlardır
Bu nevi özellikleri âlimlerimizden bâzıları, müstakil eserler yazarak bildirmişlerdir. Bilhassa bu konuya dokunanlar, Şafiî mezhebi âlimleri olmuş ve onlar da bunları özellikle fıkıh kitaplarının “Nikah” bölümünde belirtmişlerdir. Fakat kendi konusuna giren meselelerin hepsini yazmamışlardır. Ben ise bunu, burada herhangi bir eksik bırakmaksızın belirtmeye çalışacağım, İnşallah…
Bu nevî özelliklerden bâzılarının Peygamberimiz üzerine vâcib olmasının hikmeti: Peygamberimizin Allah’a olan yakınlığının daha da artması ve derecesinin daha fazla yükselmesidir. Nitekim sahih olarak rivayet edilen hadîslerin birinde aynen şöyle buyurulmuştur:
“Bana yakınlık kazanan kullarımdan hiç biri, Benim onlara farz kıldığım ibâdetlerle kazandıkları yakınlık gibi, hiçbir şeyle yakınlık kazanmış olamazlar...” [1][1]
Yine, hadîs olarak söylenen bir söz vardır ki, şu anlamdadır: “Farz’ın sevabı, yetmiş mendubun sevabına denk gelir.” İşte bu rivayetlere dayanarak, bâzı özelliklerin Peygamberimiz’e vacip kılınmış olmasının hikmetini, o şekilde anlamak ve ifâde etmek mümkün görülmektedir. Burada bunu böylece belirttikten sonra, şimdi bu bölümdeki özelliklerden önce Peygamberimiz’e vâcib olan özellikleri görelim:[2][2]
Peygamberimizin Özelliklerinden; Gece Namazının, Vitir Namazının, Sabah Namazının Sünneti Dediğimiz İki Rekatın, Kuşluk Namazının, Misvak Kullanmanın Ve Kurban Kesmenin Kendisine Vacib Olması
Yüce Allak, Kitâb-ı Kerim’indeki bir âyette şöyle buyurmaktadır: “Gecenin bir kısmında, sana mahsûs bir nafile namaz kılmak üzere uyan, belki böylece Rabb’in seni, övülmüş bir makama ulaştırır!” [3][3]
îşte bu âyetle ilgili olarak Taberânî Ebû Ümâme’nin de şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Bu gece namazı, Peygamber (s.a.v.) için bir nafile, sizler için de bir fazilet idi.”
Yine Taberânî ve Beyhakî, Aişe’den şöyle rivayet ederler; “Peygamber (s.a.v.): “Üç şey vardır ki, bunlar benim için farz, sizin üzerinize ise sünnettir: Vitir namazı, misvak kullanmak ve gece namazı” buyurdu.[4][4]
Ebû Dâvud, îbni Huzeyme, îbni Hibbân, Hâkim ve Beyhakt’nin Abdullah bin Hamala el-Gasîl’den olan rivayetleri de şöyledir: Peygamber (s.a.v.), önceleri her namaz için yeni bir abdest alırdı. Emir böyleydi. Abdesti olsun olmasın, her namaz için mutlaka abdest almakla mükellefti. Bu kendisine zor gelmişti. Bunun yerine, misvakla emro-lundu. O da, abdesti varsa, abdest almaz, fakat mutlaka dişlerini misvaklardı. Ancak abdesti bozulduğu zaman abdest alırdı.”[5][5]
Peygamberimizin, Ashabı İle İstişarede Bulunmasının Kendisine Vacib Kılınması
Peygamberimizin üzerine vâcib kılınan Özelliklerden biri de, O’nun ashabı ile istişarelerde bulunmasıdır. Nitekim Yüce Allah bir âyetinde şöyle buyurmaktadır: “…Ve yapacağın işler hakkında da onlarla istişarelerde bulun...” [6][6]
îbni Adiyy ve Beyhaki’nin konuyla ilgili îbni Abbas’tan naklettikleri hadîs şöyledir; Bu âyet-i celîle nazil olduğu zaman, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdular:
“Aslında Allah ve resulü, istişarede bulunmaktan ganîdirler! Fakat yüce Allah bunu, bize emretmekle; ümmetim için bir rahmetin tecellîsine vesîle kılmıştır.“[7][7]
Hâkim Tirmizî’de Aişe’den şöyle nakletmiştir: Bir defasında Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah bana, farzların aynen edâ edilip yerine getirilmesini emrettiği gibi, insanlarla istişarede bulunup onları güzelce idare etmemi de emretmiştir.” [8][8]
îbni Ebû Hatim de bu konuda Ebû Hüreyre’den şu rivayette bulunur: “Ben, Resûlüllah’m (s.a.v.) ashabı ile istişare ettiği kadar, bir baş-’ kasının istişareye önem verdiğini hiç görmedim!” [9][9]
Hâkim Ali’den rivayetle Peygamberimiz’in şöyle dediğini nakleder: “Eğer ben, istişare etmeksizin yerime geçecek olan halîfeyi tâyin edecek olsaydım, hiç şüphesiz Ümmü Abd’in oğlunu (Abdullah tbni Mes’ûd’u) tâyin ederdim!” [10][10]
Ahmed, Abdurrahmân bin Ganem’den rivayet eder: O şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.), Ebû Bekir ve Ömer’e hitaben şöyle buyurdu: “Eğer siz ikiniz bir iş üzerine ittifak ederseniz, ben size muhalefet etmem!” [11][11]
Hâkim, Hubâb bin Münzir’den şöyle nakleder; “Ben, Feygamber’e (s.a.v.) iki hususu işaret ettim (tavsiyede bulundum.) O da bu her iki hususu kabul buyurdu.
Birincisi: Bedir’e kendisiyle beraber ben de çıkmıştım. Askerini suyun beri tarafına yerleştirdiği zaman, ben kendisine yaklaşıp: “Ey Allah’ın Resulü, siz askeri buraya Allah’tan aldığınız bir vahye dayanarak mı, yoksa kendi düşünce ve tedbîriniz olarak mı yerleştirdiniz?” dedim… O da bana: “Kendi düşüncem olarak yâ Hubâb!” diyerek cevap verdi. Ben de bunun üzerine dedim ki: “Ey Allah’ın Resulü, doğru olanı; askerini suyun öbür tarafına yerleştirip suyu arkamıza almamızdır. Bu suretle suyun bulunduğu yeri, kendi kontrolümüzde tutmuş oluruz.” Peygamberimiz, benim bu tavsiyemi derhal kabul buyurdu.
ikincisi: Cebrail gelip O’na sormuş: “Ey Allah’ın Resulü, siz, dünyâda ashabınızla birlikte olmayı ve kalmayı mı tercîh edersiniz, yoksa Rabbiniz’e dönüp O’nun size va’d buyuduğu Naîm cennetinde bulunmayı mı?” O, bu hususu ashabı ile istişarede bulundu. Ashâb da: “Ey Allah’ın Resulü, şüphesiz bizler seninle beraber olmayı severiz. Bize ilâhî vahiy olarak verdiğiniz haberleri vermeye devam eder, düşmanlarımızın eksik taraflarından bizleri haberdâr kılar, aynı zamanda Allah’ın bize yardımcı olması için hakkımızda duacı olursunuz” dediler. Bu sırada Resûlüllah bana hitaben: “Sen ne diye konuşmuyorsun, yâ Hubâb?” buyurdu. Ben de dedim ki: “Ey Allah’ın Resulü, sen, Rabbinin senin için seçtiği hangisi ise, onu seç.” Resûlüllah, benim bu tavsiyemi de kabul buyurdu.“
îbni Sa’d da Yahya bin Saîd’den şöyle rivayette bulunur: Bedir Günü Peygamber (s.a.v.) insanlarla istişarede buludu. Bu sırada Hubâb bin Münzir ayağa kalkıp dedi ki: “Biz, savaş bakımından tecrübeli kimseleriz. Buradaki irili ufaklı kuyulan kapatıp kaybetmeliyiz. Büyük kuyuyu bırakıp başında nöbet tutmalı ve bu kuyunun ileri tarafında da düşmanı karşılamalıyız… En uygunu, böyle yapmaktır.” (Peygamberimiz de onun bu tavsiyesini kabul etmiştir.)
Sonra peygamberimiz, ashabı ile Kurayza Gününde de istişarede bulundu. Yine Hubab bin Münzir ayağa kalkıp: “Evlerin Ön tarafında mevzilenmeli ve oradakilerden düşmana gidecek olan haberi de kesmiş olmalıyız.” Resûlüllah (s.a.v.), onun bu fikrini de kabul buyurmuştur.
Hâkim, Abdü’l-Hamid bin Ebû Abs tarikiyle onun büyük dedesinden bir haber nakleder. Buna göre Resûlüllah Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kâ’b bin Eşrefin, kim benim için hakkından gelecek? Çünkü o Allah ve Resulüne çok ezâ verdi!” Muhammed bin Mesleme, bunun üzerine sordu: “Ey Allah’ın Resulü, onu öldürmemi ister misin?” Peygamberimiz de: “Madem bu hususta Sa’d bin Muâz’a git de onunla istişarede bulun!” buyurdu. O da gidip onunla istişare etti… Sa’d bin Muâz da, durumu değerlendirip: “Haydi, Allah’ın lütfedeceği bereket ve başarı ü-zerine, yürü ve vazifeni yerine getir!” dedi. (O da, Silkân bin Selâme, Abbâd bin Bişr ve Haris bin Evs gibi arkadaşlarını alarak gitti ve Allah’ın düşmanının hakkından geldiler.) [12][12]
îmâm-ı Mâverdî der ki: “Peygamberimiz’in hangi hususlarda ashabı ile istişare etmekle me’mûr bulunduğunda, âlimlerimizin ihtilâfı olmuştur. Bâzıları: “Bu, sâdece harb ve düşmanlarıyla ilgili hususlarda idi” demiştir. Bâzıları ise: “Gerek harb ve dünyâ işlerinde, gerekse dîn işlerinde olsun, ashabı ile istişarede bulunmuştur” demiştir. Bâzıları ise: “Dîn işlerinde olan istişaresi; onları ilahî ahkâmın sebeb ve hikmetleri üzerinde uyarıp yetiştirmek, ictihâd yollarını onlara öğretip onları müctehid mertebesine ulaştırmak için idi” demişlerdir.”[13][13]
Peygamberimizin, Kendisine Vacib Olan Özelliklerinden Biri De, Düşman Karşısında Sabredip Dayanması, Dine Aykırı Bir Şeyi Nehyedip Değiştirmesidir
Peygamberimiz üzerine vâcib olan özelliklerinden biri de, düşman karşısında sabredip dayanmasıdır. Keza dîne aykırı bir şey gördüğü zaman, derhal onu nehyedip değiştirmesi de O’nun üzerine vâcib olan ö-zelliklerdendir. Düşmandan bir zarar geleceği veya münker bir fiili değiştirirken bir zarara uğrayacağı korkusu olsa bile, bu kendisinden sakıt lmaz. Halbuki O’nun ümmetinden herhangi bir kimsenin; zarar görmemek ve bir korku bulunmamak şartıyla münkeri değiştirme vazifesi vardır. Bir zarar ve tehlike olunca ise, diğerlerinden bu vecibe sakıt olmaktadır. Peygamberimizin özelliği ise bu şartlarda bile bu vecibelerin kendisinden sakıt olmamasıdır.
Çünkü Yüce Allak, dâima O’nu koruyacağını va’d buyurmuştur. Nitekim bir âyeti celîlesinde şöyle buyurmuştur: “...Allah seni insanlardan (onların şer ve zararlarından) korur!...” [14][14]îşte bu âyet gereği, düşmanlar veya dîne karşı kötülük irtikâb edenler, az olsunlar, çok olsunlar, O’na bir zarar ve şer ulaştıramazlar. Diğerleri ise, şüphesiz böyle değildirler.
40 HADİS
İÇİNİZDEN KİM BENİM KIRK HADİSİMİ ÖĞRENİR VE TAŞIR İSE( YAŞAMINDA UYGULAR İSE) KIYAMET GÜNÜ SALİH KİŞİLER İLE HAŞROLUNACAKTIR.
1-
اَلدِّينُ النَّصِيحَةُ قُلْنَا: لِمَنْ )يَا رَسُولَ اللَّهِ ؟( قَالَ: لِلَّهِ وَلِكِتَابِوَلِرَسُولِهِوَلأئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ وَعَامَّتِهِمْ
(Allah Rasûlü) “Din nasihattır/samimiyettir” buyurdu. “Kime Yâ Rasûlallah?” diye sorduk. O da; “Allah’a, Kitabına, Peygamberine, Müslümanların yöneticilerine ve bütün müslümanlara” diye cevap verdi.
Müslim, İmân, 95.
2
اَلإِسْلاَمُ حُسْنُ الْخُلُقِ
İslâm, güzel ahlâktır.
Kenzü’l-Ummâl, 3/17, HadisNo: 5225.
3
مَنْ لاَ يَرْحَمِ النَّاسَ لاَ يَرْحَمْهُ اللَّهُ
İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.
Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16.
4
يَسِّرُوا وَلاَ تُعَسِّرُوا وَبَشِّرُوا وَلاَ تُنَفِّرُوا
Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.
Buhârî, İlm, 12; Müslim, Cihâd, 6.
5
إنَّ مِمَّا أدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلاَمِ النُّبُوَّةِ:
إذَا لَمْ تَسْتَحِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ
İnsanların Peygamberlerden öğrenegeldikleri sözlerden biri de: “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” sözüdür.
Buhârî, Enbiyâ, 54; EbuDâvûd, Edeb, 6.
6
اَلدَّالُّ عَلىَ الْخَيْرِ كَفَاعِلِهِ
Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.
Tirmizî, İlm, 14.
7
لاَ يُلْدَغُ اْلمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ مَرَّتَيْنِ
Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz.(Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez)
Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63.
8
اِتَّقِ اللَّهَ حَـيْثُمَا كُنْتَ وَأتْبِـعِ السَّـيِّـئَةَ الْحَسَنَةَ تَمْحُهَا
وَخَالِقِ النَّاسَ بِخُلُقٍ حَسَنٍ
Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre davran.
Tirmizî, Birr, 55.
9
إنَّ اللَّهَ تَعَالى يُحِبُّ إذَا عَمِلَ أحَدُكُمْ عَمَلاً أنْ يُتْقِنَهُ
Allah, sizden birinizin yaptığı işi, ameli ve görevi sağlam ve iyi yapmasından hoşnut olur.
Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, 1/275; Beyhakî, fiu’abü’l-Îmân, 4/334.
10
اَلإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ شُعْبَةً أفْضَلُهَا قَوْلُ لاَ إِلهَ إِلاَّاللَّهُ وَأدْنَاهَا إِمَاطَةُ اْلأذَى عَنِ الطَّرِيقِ وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ اْلإِيـمَانِ
İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır.
Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58.
11
مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِلِسَانِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِقَلْبِهِ وَذَلِكَ أضْعَفُ اْلإِيـمَانِ
Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.
Müslim, Îmân, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 248.
12
عَيْنَانِ لاَ تَمَسُّهُمَا النَّارُ: عَيْنٌ بَـكَتْ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَعَيْنٌ
بَاتَتْ تَحْرُسُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ
İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz, bir de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren göz.
Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 12.
13
لاَ ضَرَرَ وَلاَ ضِرَارَ
Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.
İbn Mâce, Ahkâm, 17; Muvatta’, Akdıye, 31.
14
لاَ يُؤْمِنُ أحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ
Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü’min) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz.
Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71.
15
اَلْمُسْلِمُ أخُو الْمُسْلِمِ لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ مَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حَاجَتِهِ وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ اللَّهُ عَنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.
Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.
16
لاَ تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلاَ تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا
İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.
Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56.
17
اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ النَّاسُ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ
Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.
Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8.
18
لاَ تَبَاغَضُوا وَلاَ تَحَاسَدُوا وَلاَ تَدَابَرُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللَّهِ إخْوَانًا
وَلاَ يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أنْ يَهْجُرَ أخَاهُ فَوْقَ ثَلاَثِةِ اَيَّامٍ
Birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz.
Buhârî, Edeb, 57, 58.
19
إنَّ الصِّدْقَ يَهْدِي إلَى الْبِرِّ وَ إنَّ الْبِرَّ يَهْدِي إلَى الْجَنَّةِ وَإنَّ الرَّجُلَ لَيَصْدُقُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ صِدِّيقًا وَ إنَّ الْكَذِبَ يَهْدِي إلَى الْفُجُورِ وَ إنَّ الْفُجُورَ يَهْدِي إلَى النَّارِ وَ إنَّ الرَّجُلَ لَيَـكْذِبُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ كَذَّابًا
Hiç şüphe yok ki doğruluk iyiliğe ***ürür. İyilik de cennete ***ürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğru sözlü) diye yazılır. Yalancılık kötüye ***ürür. Kötülük de cehenneme ***ürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında kezzâb (çok yalancı) diye yazılır.
Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103, 104.
20
لاَ تُمَارِ أخَاكَ وَلاَ تُمَازِحْهُ وَلاَ تَعِدْهُ مَوْعِدَةً فَتُخْلِفَهُ
(Mümin) kardeşinle münakaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona yerine getirmeyeceğin bir söz verme.
Tirmizî, Birr, 58.
21
تَبَسُّمُكَ فِي وَجْهِ أخِيكَ لَكَ صَدَقَةٌ وَأمْرُكَ بِالْمَعْرُوفِ وَ نَهْيُكَ عَنِ الْمُنْكَرِ صَدَقَةٌ وَإِرْشَادُكَ الرَّجُلَ فِي أرْضِ الضَّلاَلِ لَكَ صَدَقَةٌ وَإِمَاطَتُكَ الْحَجَرَ وَالشَّوْكَ وَالْعَظْمَ عَنِ الطَّرِيقِ لَكَ صَدَقَةٌ
(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.
Tirmizî, Birr, 36.
22
إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَأمْوَالِكُمْ وَلـكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ وَأعْمَالِكُمْ
Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.
Müslim, Birr, 33; ‹bn Mâce, Zühd, 9;
Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539.
23
رِضَى الرَّبِّ في رِضَى الْـوَالِدِ وَسَخَطُ الرَّبِّ في سَخَطِ الْـوَالِدِ
Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır.
Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.
Tirmizî, Birr, 3.
24
ثَلاَثُ دَعَوَاتٍ يُسْتَجَابُ لَهُنَّ لاَ شَكَّ فِيهِنَّ:
دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ، وَدَعْوَةُ الْمُسَافِرِ ، وَدَعْوَةُ الْوَالِدِ لِوَلَدِهِ
Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir:
Mazlumun duası, misafirin duası ve babanın evladına duası.
İbn Mâce, Dua, 11.
25
مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أدَبٍ حَسَنٍ
Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir
hediye veremez.
Tirmizî, Birr, 33.
26
خِيَارُكُمْ خِيَارُكُمْ لِنِسَائِهِمْ
Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.
Tirmizî, Radâ’, 11; ‹bn Mâce, Nikâh, 50.
27
لَيْس مِنَّا مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغِيرَنَا وَيُوَقِّرْ كَبِيرَنَا
Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı
göstermeyen bizden değildir.
Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 66.
28
كَافِلُ الْيَتِيمِ لَهُ أوْ لِغَيْرِهِ أنَا وَ هُوَ كَهَاتَيْنِ فيِ الْجَنَّةِ وَأشَارَ بِالسَّبَّابَةِ وَالْوُسْطَى
Peygamberimiz işaret parmağı ve orta parmağıyla işaret ederek: “Gerek kendisine ve gerekse başkasına ait herhangi bir yetimi görüp gözetmeyi üzerine alan kimse ile ben, cennette işte böyle yanyanayız” buyurmuştur.
Buhârî, Talâk, 25, Edeb, 24; Müslim, Zühd, 42.
29
اِجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ قَالُوا يَا رَسُولَ للهِ وَمَا هُنَّ قَالَ: اَلشِّرْكُ بِاللَّهِ وَالسِّحْرُ وَ قَتْلُ النَّفْسِ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إلاَّ بِالْحَقِّ وَأكْلُ الرِّبَا وَأكْلُ مَالِ اْليَتِيمِ وَالتَّوَلِّي يَوْمَ الزَّحْفِ وَقَذْفُ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلاَتِ الْمُؤْمِنَاتِ
(İnsanı) helâk eden şu yedi şeyden kaçının. Onlar nelerdir ya Resulullah dediler. Bunun üzerine: Allah’a şirk koşmak, sihir, Allah’ın haram kıldığı cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, suçsuz ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmak buyurdu.
Buhârî, Vasâyâ, 23, Tıbb, 48; Müslim, Îmân, 144.
30
مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلاَ يُؤْذِ جَارَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أوْ لِيَصْمُتْ
Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe imân eden misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun.
Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75.
31
مَا زَالَ جِبْرِيلُ يُوصِينِي بِالْجَارِ حَتَّى ظَنَنْتُ أنَّهُ سَيُوَرِّثُهُ
Cebrâil bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki;
ben (Allah Teâlâ) komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.
Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140, 141.
32
اَلسَّاعِي عَلَى الأرْمَلَةِ وَالْمِسْكِينِ كَالْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِ اللَّهِ
أوِ الْقَائِمِ اللَّيْلَ الصَّائِمِ النَّهَارَ
Dul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihad eden
veya gündüzleri (nafile) oruç tutup, gecelerini (nafile) ibadetle
geçiren kimse gibidir.
Buhârî, Nafakât, 1; Müslim, Zühd, 41;
Tirmizî, Birr, 44; Nesâî, Zekât, 78.
33
كُلُّ ابْنِ آدَمَ خَطَّاءٌ وَخَيْرُ الْخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ
Her insan hata eder.
Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.
Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.
34
عَجَبًا لأمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ وَلَيْس ذَاكَ لأحَدٍ إِلاَّ لِلْمُؤْمِنِ: إِنْ أصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَـكَرَ فَـكَانَ خَيْرًا لَهُ وَإِنْ أصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَـكَانَ خَيْرًا لَهُ
Mü’minin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hali vardır; O’nun her işi hayırdır. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.
Müslim, Zühd, 64; Dârim”, Rikâk, 61.
35
مَنْ غَشَّـنَا فَلَيْس مِنَّا
Bizi aldatan bizden değildir.
Müslim, Îmân, 164.
36
لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ نَمَّامٌ
Söz taşıyanlar (cezalarını çekmeden ya da affedilmedikçe)
cennete giremezler.
Müslim, Îmân, 168; Tirmizî, Birr, 79.
37
أعْطُوا الأجِيرَ أجْرَهُ قَبْلَ أنْ يَجِفَّ عَرَقُهُ
İşçiye ücretini, (alnının) teri kurumadan veriniz.
İbn Mâce, Ruhûn, 4.
38
مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَغْرِسُ غَرْسًا أوْ يَزْرَعُ زَرْعًا فَيَـأكُلُ مِنْهُ
طَيْرٌ أوْ إِنْسَانٌ أوْ بَهِيمَةٌ إِلاَّ كَانَ لَهُ بِهِ صَدَقَةٌ
Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır.
Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 7, 10.
39
إِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ
وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ ألاَ وَهِيَ الْقَلْبُ
İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.
Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107.
Bu yazıyı gönderen degerli ŞERİFE ŞEVVAL KARDELEN hocamizdan Allah razı olsun,Sizlerinde dualarını bekleriz.
.
Kimlere Kabir Suali Yoktur
Bazı ölülere kabir suali yoktur:
1- Peygamberlere,
2- Siddıklara,
3- Siddiklar derecesinde olan alimler,
4- Şehidlere,
5- Bulüğa ermeden ölen çocuklara,
6- Allah yolunda nöbet bekleyenlere,
7- Taun hastalığından ölenlere,
8- Cuma günü ve gecesi ölenlere,
9- Ishal, istiska ve taun gibi hastalıklardan ölenlere,
10-Islam memleketi sınırında halis niyetle nöbet tutan (İslam ve Müslümanları koruyan)lara,
11-Her gece Mülk süresini okuyanlar,
12-Ölüm hastaliğında ‘İhlas süresi“ni okuyanlara,
13-Ve delilere kabir suali yoktur.
Bir rivayete göre;
1- Peygamberler (a.s.)
2- Sabiler,
3- Ve meleklere kabir suali yoktur
Hukukul-emvat-www.bilgicagi.net
Kalbi Yumuşatmanın Yolu
Kalbleri katılaşmış olanlar, kalbelerini bir takım işler ile tedâvî etmeleri gerekir.
Birincisi: Kendisinde mevcud olan kötü huyları kökünden koparmaktır. Bu da, ilim, vaaz ve zikir meclislerine gitmek, Allah korkusunu kalbine yerleştirmek. Allah’a rağbet etmek ve sâlihlerin (Peygamberlerin, âlimlerin, evliya ve şehidlerin) haberlerini (menkıbelerini) okumak ve dinlemekle olur. Bütün bunlar, kalbi yumuşatan, kurtaran ve kalbleri kararmaktan koruyan hususlardır.
İkincisi: Ölümü anmaktır. Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinin Lezzetleri yok edeni çokça zikredin yani ölümü anın” hadîs-i şerîfine uyarak, ölümü çok zikretmektir. Ölüm, lezzetleri kestiği gibi, cemaatleri birbirinden ayırır; kız ve erkek çocukları yetim bırakır.
Üçüncüsü: Can çekişen ve ölmek üzere olan kişileri müşahede etmektir (yanlarında bulunmaktır). Muhakkak ki, ölmek üzere olan kişiye bakmak, onun sekerâtü’l-mevt (ölüm sarhoşluğu ile kendisini kaybettiği) anı müşahede etmek, nezi’ halini yani can verme durumunu görmek ve ölümden sonra suretini, (kabir ve mahşerdeki şeklini) düşünmek, nefisleri dünyanın lezzetlerinden keser, kalbleri, dünyanın sevinçlerinden uzaklaştırır, göz kapaklarını uyumaktan ve bedeni istirahat etmekten men eder (egeller), kişiyi amel etmek için uyandırır, kişiyi ziyadesiyle çalışmaya ve yorulmaya sevkeder ve böylece insanı ölüm gelmeden önce ölüme hazırlar. Çünkü o şiddetlilerin en şiddet-lisidir.
Birbirlerine Bağlı Üç İlâhî Hüküm
“Üç şey, üç âyette birlikte zikredilmiştir. Bunlardan herhangi biri yanındaki olmadan kabul olunmaz,” denilmektedir.
1-Allah ve Rasûlüne itaat. Allahü Teâlâ buyurdu:
“Ey o bütün imân edenleri Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin, sizden olan ülül-emre de… Sonra, bir şeyde nizâa düştünüz mü; hemen onu Allah’a ve Resulüne arz ediniz; Allah’a ve âhiret günü’ne gerçekten inanır mü’minlerseniz… O hem hayırlı, hem de netice itibariyle daha güzeldir. 4/59″
2-Allah’a şükür, anne ve babaya teşekkür’dür.
“Gerçi insana ebeveynini de tavsiye ettik -anası onu zaaf zaaf üstüne taşıdı, süt kesimi de iki sene içinde- şükret diye bana ve anana-babana… Ki (neticede) banadır gelişi 31/14″
3- Namaz ve zekâttır.
“Hem namazı dürüst kılın ve zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin!..2/43″
Anne ve babaya iyilik, onlara iyilik ile muamele etmek, onlara karşı mütevâzi (ve saygılı) olmak, emirlerine uymak, sevdiklerini gidip görmek ve onların ölümlerinden sonra onlar için dua etmek, mağfiret istemek, istiğfar ve Kur’ân-ı Kerim okumak ve kendileri için sadakalar vermektir.
Te’vîlât-i Necmiyye’den Tasavvufî Manalar
Te’vîlât-ı Necmiyye’de buyuruldu:
“Ebeveyne (anne ve babaya) iyilik” âyeti kerimesine’ göre kişinin, halka karşı en izzetli, şerefli ve saygı değer anne ve babasıdır. Çünkü onlar onun zahiri varlığına (dünyaya gelmesine) sebeb oldular. Lakin kişi, Rabbine karşı kulluk ahdini yerine getirdikten sonra anne ve babasına iyilik yapması gerekir. Zîrâ hakikatte ise. kişiyi var eden ve kişinin anne babasını var eden (yaratan) Allah’dır. Allah’ın kulluğuna karşı anne ve babanın iyiliği tercih edilmez. İkisi çekiştiği zaman, anne ve baba’ya iyilik Allah’a ibâdet ve Allah’ın emirlerine tercih edilmez. Allah’ın emirleri tercih edilir. Durum böyle olunca, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı anne ve babadan başka kimselere nasıl iltifat edilir. Başkasına uyarak nasıl Allah’a işyân edilir?
Kaynak: Rûhu’l-Beyan Tefsiri Tercümesi- İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri
Kaydol:
Yorumlar (Atom)