18 Mayıs 2011 Çarşamba

KASİDE-İ BÜRDE



KASİDE-İ BÜRDE
KASİDE-İ BÜRDE
KASİDE-İ BÜRDE

Selem ağaçlarını mı, ordaki dostları mı andın ki birden

Gözbebeğin kanlandı, gözyaşın aktı kırmızı kırmızı..

Yoksa bir yel mi esti Kâzime yönünden;

Yoksa Eden Dağı’nın üstünde, kapkaranlık gecede

Şimşek mi çaktı?..

Gözlerine ne oldu ki, “dur ağlama” desen çoşar ırmak olur;

Ya kalbine ne dersin, “yetiş huzur” dedikçe artar acısı gamı..

Aşk gizli kalır mı kimseden, niçin aldatır kendini insan?

Gönül yanıp dururken, gözden akarken çeşme gibi gözyaşı..

Aşk olmasaydı döker miydin gözyaşını böyle taze toprağa?..

Gözün uykudan kaçar mıydı, andığında Ban Ağacını, Alem Dağını..

Âşık inkar etse ne çıkar, gerçek şahitler var:

Yaşa batık gözler, sararmış yüz, zayıf ten ve göz çukurları…

Aşktan değil de neden bu peki, bir yanağında kırmızı gül;

Bir yanağında sarı gül döküntüsü, izi;

Kızılırmak, Yeşilırmak yatağı..

Evet, yârin hayali gelip beni birden uyandırdı;

Sevgi, zaten gelir gamlarla, mahveder vücut hazlarını..

Aşkım sebebiyle bana dil uzatan, utanır mıydın ki bilseydin,

Yanık aşklarıyla meşhur Özr oymağı gençlerinden daha mazurum, beterim hakçası…

Gizlenir gibi değil ki bu sır, işte sen de öğrendin;

Şimdi, de diyeceğini, kat by derde bir dert de sen..

Zaten yok sonu yok başı..

Öğüdünü esirgemedin sağol benden ama;

Tutamadım onları, çünkü tutuktur zaten sevenin kulakları..

Yaşlı adama, ağarmış saça, utanmadan; “yalan söylüyorsun” dedim..

Nasıl inkâr, itham edilebilir oysa, ağaran saçın beyazlığı?..

Günaha batık nefs, öğüt mü dinler!

Kendi karanlığına gömülmüş ak saç, nasıl ışıtsın bu karanlığı?..

Güzel fiillerle bir şölen hazırlayamadı nefsim;

Misafirse sessiz, ihtişamsız apak çıkageldi, karşılayan bile olmadı..

Bilseydim ki, yok bende bir karşılama gücü bile,

Siyaha boyadığım bir panonun ardına saklardım kendimi ve bu sırrı..

Kim çeker benim nefsimi bu hoyratlık alanından?..

Çılgın atları zaptedip dört döndüren süvariler gibi tıpkı..

Günah işleye işleye günahı bitireyim dersin belki içinden..

Boş hayal! Yemek vücudu arttırır, günah da günahı…

Nefs memedeki çocuktur, vaktinde kesmezsen sütten,

Koca adam olur da, hâlâ emzik ister, arar sütü mamayı..

Nefsine sen hâkim ol! O olmasın sana hâkim;

Çünkü nefs neye hâkim olursa, onu ya öldürür, ya soldurur hâsılı..

Nefs sürüsü bırakırsan yayılır her yöne; görmeli gözetmeli;

Otu çok tatlı gelen yaylalara yaymazlar koyunları..

Nefsin tattırdığı hazzın çoğu semm-i katildir;

Ağuyu altun tasta bal içre sunarlar, bunlar onun suç ortağı..

Açlığın ve tokluğun hilelerinden koru kendini,,

Evet açlığın da.. Çok açlık, tokluktan da zararlı..

Gözünden yaşlar boşalt ki, ne haramlar doldurmuştun vaktiyle..

Ve sığın tövbe gölgelerine, odur en serin hurma altı..

Şeytana ve nefsine uyma! Baş kaldır, isyan et!..

En akla yakınmış gibi gelen sözlerini bile dinleme, deş ve bul püf noktalarını..

Bazan hasım kılığındadır, bazan hısım, bazan hakem,

Düpedüz hilekârdırlar, ne hakemi, ne hasımı, ne hısımı!

Allah’ım sen affet bizi!.. Bizzat söyleyip te tutamadığımız sözlerden..

Ki andırır kısırların nesliyle öğünmesini tıpkı…

Sana “yap!” dedim ama ben yapmadım onu;

Sana “yol işte bu yoldur” dedim ama nefs, beni o yola bırakmadı..

Üstüme borç olan namazı kıldım, orucu tuttum; ama o kadar..

Ölüm, evet ölüm göz önündeyken bir parçacık arttırmadım onları..

Kendime zulmettim, ihmal ettim geceleri ihya sünnetini..

Can verdi gecelere namazla O, öyle ki, şişerdi ayakları..

Boş midesinin üstüne taş kor, derisini büzüp düğümler,

Çekilen karnına kuşak bağlardı; yine azalmazdı açlığa sabrı…

Altundan ulu dağlar nefsine sundular da kendilerini,

Reddetti O, gösterdi onlara gerçek ululuğu ve gerçek altını…

Zühd ve takvasını arttırdı, eksiltmedi o dağlarca zarûret..

Ne denli olsa da yok edemez ihtiyaç, insandaki temizliği, pırıltıyı…

Dünya ne oluyor ki, O ona muhtaç olsun..

Dünya O’na muhtaç ki, onun için değil midir varoluşu, yokluktan çıkışı?..

Bu dünyanın ve öte dünyanın, göze görünür- görünmez yaratıkların,

Acemin, Arabın, bölük bölük bütün insanlığın Hz. Muhammed’dir başı..

Bir eşi yoktur O’nun emir ve nehiy peygamberliğinde;

Evet” i tam evetti, “hayır” ı tam hayırdı…

Her yönden hücum eden korkunun türlüsünden

Ancak O Sevgili kurtarabilir bizi, O’nun merhameti, O’nun şefaati…

Kim döndüyse sesine, koşup yapıştıysa O’nun eteğine,

Yapışmış oldu kopmaz bir ipe, hiç kopmaz ve tam kurtarıcı…

İçiyle ve dışıyla, ahlak ve yaradılışta üstündür,

öbür peygamberlerden bile;

Hiçbirinin ilmi, keremi O’nu geçemedi, O’nunkine ulaşamadı..

Ve hepsi umar ve bekler, Allah’ın Resûlundan;

Denizinden bir avuç su;

Yağmurundan bir damla su yollamasını..

Dururlar huzurunda hepsi yerli yerinde..

Kimi ilminden bir nokta,

Hikmetinden bir hareke bir kısmı..

Peygamber ruhu alıp peygamber vücudunu,

mükemmel peygamber olunca,

O’nu Sevgili edindi seve seve insan yaratan, insan ören Rabbi..

Üstünlüğünde eşit ve ortak yoktu O’na kimse;

Güzelliğiyse parçalanmaz bölünmez bir bütündü, ne çıkacak,

ne eklenecek bir şey vardı…

Hristiyanların kendilerine gelen Resûl için dediklerini dememek şartıyla,

Öğ öğebildiğin kadar.. Yücelt yüceltebildiğince O Hakk Kahramanını..

Korkmadan istediğin ölçüde şerefi bağla O’na;

İstediğin ölçüde O’nun değerlilik hakkını tanı..

Erginliğine yok son ki, orada durup,

Dil, cesaretini bulsun, O’nu anlatmayı..

Mucizeleri bile gerçeğinin yanında sönük kalır;

Yoksa ismi anılınca çürüyen kemikler bile canlanıp ayağa kalkmalıydı..

Aklın yetişmeyeceği tekliflerle etmedi bizi imtihan;

Bizi sevdiğinden elbet.. Biz de hemen inandık O’na..

En ufak şüphe bize yaklaşmadı..

O’nun gerçeğine ermekte cümle âlem âciz kaldı;

Uzak âciz kaldı, yakın âciz kaldı, acz çepçevre sardı dört yanı..

Güneş küçük sanılır uzaktan bakılınca;

Göz dayanmaz amma, çıplak gözle bakıldı mı..

İnsan nasıl bu yerde anlar O’nun gerçeğini,

Ki rüyada görsen O’nu, sana yeter ömür boyu

Bu mutluluk ve O’nun nurdan bakışları..

İnsanlığın bilip bileceği şu, bilgilerinin sonu şudur ancak;

O insandır ve yaratılmışların en iyisi, en güzeli, en hayırlısı..

Ve Peygamberlerin halka gösterdiği mucizeler,

O’ndandı, O’nun nurundandı, O’nun habercisi, O’nun öncü ışıklarıydı..

Çünkü O erdemlik güneşi, öbür peygamberlerse yıldızlardır,

O yıldızlar ki; Güneşten aldıklarıyla aydınlatırlar karanlıkları..

Gel gör ki, Rabbim O’na neler verdi, nasıl süsledi O’nu..

Ahlâkını güzellikle sardı, müjdeyle, güler yüzlülükle benek benek noktaladı..

Latifliği bir çiçek, dolunay şeref ve değeri..

Cömertliği bir deniz, yardımı zamandır tıpkı..

Tek başına bir yerde, O’nu görsen, heybetinden

Sanırsın arkasında asker, asker,asker.. bir ordu gizli, bir ordu saklı..

O’nun tebessümünden ve konuşmasındandır sanki;

Sedefte saklı inci, İnciler hep sedefte saklı..

O’nun toprağının kokusundan daha güzel var mı koku?

Ne mutlu o kişiye ki koklamış, öpmüş ola o toprağı!

Doğuşu açıklar bize her yönden her açıdan O’nu..

Başlangıcı da iyi O’nun, sonu da..

Hoştur doğuşu ve batışı..

O doğum günü ki, iyi farkına vardı İran, indiğinin

Kendisi için korku, kendisi için ceza, kendisine cehennem âzabı..

Göçtü, darmadağın oldu Kisra’nın saray duvarları o gece..

Devleti de, bu duvardan başlayarak yarıldı, çatladı ve dağıldı..

Son nefesini verdi, korkudan mecûsi meş’alesi..

Ve Yahudi nehri, bilinmeyen bir yere alıp gitti,

Dert yuvası başını..

Ve sapık Save halkı, her günkü gibi

Su aldıkları göle gittiklerinde;

Bu da nesi?.. Kurumuş kül olmuş!

Döndüler elleri boş,

Kızgın kudurmuş ve çatlamış dudakları..

Sanki doğmuştu ateşte su,suda ateş duygusu!..

Tabiat, o gün yoldan çıkmışları, tabiatından çıkararak karşıladı..

Sanki, çarpıkların ateşi sıkıldı terledi de sulanıp söndü üzüntüden;

Sularıysa hüzünlerinden ateş gibi kızdı, buharlaştı..

Cinler çığlık atarlar, Nurlar, saçarlarken havaî fişeklerini

Hak böyle tantanayla çıkıyordu ortaya, Hakk’ın sesi ve ihtişâmı..

Kör oldular, sağır oldular, felç oldular, muştuları duymadılar,

Haberleri almadılar; görmediler korkutuş yıldırımlarını..

“Bundan sonra o eğri dinimiz belini doğrultup ayağa kalkamaz”

Dediler, haberini verdiler kâhinleri, ozanları..

Gökte yıldızların aktığı görülürdü

Ve aynı anda yerde putların devrildiği, yıkıldığı..

Ve vahy yolundan çekilip gitti bozgun

Şeytanların şahı; bozgun askeri yerinde kala kaldı..

Nasıl ki, Ebrehe’nin ordusu dağılmıştı;

İki avuçtan atılanla bir ordu kör olmuş, yere saplanmıştı..

Allah dedikten sonra o taşların atılışı

Rabbine yalvarır yalvarmaz balığın karnından atılanın çıkışını andırmıştı..

Yemin ederim ikiye bölünen aya,

O’nun kalbiyle ilgili aya..And içerim aya karşı!..

Ve o hayrı, keremi içine alan mağaraya..

And içerim ki, Kafirlerin gözleri içerdeki Işıktan kör oldu bakamadı..

And içerim ki, Muhbir-i Sadık mağaradaydı ve Sıddık mağaradaydı..

Görmediler ve sandılar ki, orda, kimsecikler yoktu ve olamazdı..

Ne bilsinler ki, örümcek O’nun için örmüş ağını..

Güvercin, O’nun için yuva yapmış, yumurta bırakmış uçup durmaktaydı..

Allah isterse bir güvercin, bir örümcek ağıyla da korur,

Kat kat zırhı ve yüksek kaleleri aratmaz,

onlardan müstağni kılar insanı..

Ve bir örnek daha:

Çağırınca Peygamber, Ağaçlar geldi, eğildi huzurunda;

Dallarıyla, kökleriyle yürüdüler; Çünkü yok ayakları..

Çizgiler çekerek yol ortasına, yazılar yazarak

Güzel yazılar yazarak; dalları budakları…

O bulut gibi ki, O nereye giderse üstünde o da oraya gider,

O’na, gün ortasında yakan güneşe karşı gölge yapardı..

Dünyanın sıkıntısı binince boğazıma

Hemen sarılır, sığınırım O’na..

O hemen kurtarır bu zavallıyı..

İki dünyaya ait hiçbir şey yok ki, o hayır saçan elden

İstemiş olayım da almamış olayım, olmadı..

Aklın ermeyince hemen inkâra kalkma rüya vahiylerini;

Belki gözleri uyurdu O’nun ama, kalbi uyumazdı..

Nübüvvetiyle O gerçeğin doruğuna çıkmıştı

Nasıl inkâr olunabilir erginlerin rüya durumları..

Allah’ın alanı bu. Ne vahiy çalışmakla olur

Ve ne de bir suçtur Peygamberin gâibi çizip anlatışı..

Bir dokunmakla nice hastayı iyi etti eli

Nice çılgınlık zincirini kırıp mahkûmlarını kurtardı..

Kara kıtlık yılları oldu, O’nun duasıyla canlı ve ak

Sanki gecenin oratasında ansızın bir dolunay çıktı..

Bulut akıttı durdu suyu öylesine ki, o kurak vâdilerde;

Oldu her sel bir arim seli, her ırmak bir deniz ırmağı..

Bırak konuşayım, anlatayım o mûcizeleri:

Geceleri dağlarda yakılan şölen ateşleri gibidir âşikârlıkları..

İnciyi işlersen değerlenir şüphesiz;

Ama işlemesen de inci incidir; incilikte farksızdır işlenmişi, hamı..

Ama nasıl uzanabilir hayali övüşün o yüceliklere

Ki orda hüküm sürer o davranış ve ahlâkın hârikalar mantığı..

Biri Kur’an Âyetleri: Haktır, Allah’tan gelmedir,

Ezelî ve ebedîdir, sonradandır, fakat yoktur öncesi başı..

Zamanla kayıtlı değil getirdiği kutsal haber

Son saatten, Addan, İremden haber…

Odur mutlak haberlerin saltanatı..

Devam edip gidiyor O’nun hükmü. Üstündür

Öbür peygamber mûcizelerine ki, tesirleri ve hükümleri ebedî olmadı..

Öyle muhkemdir ki, hamlede yıkar inkârı ve şüpheyi

Tartışma kabul etmez; hâkime hakeme yok ihtiyacı..

Kimse karşı çıkamadı O’na. Yeltenmediler değil ama.

Düşmanı, en düşmanı bile O’na sığınmakta buldu var olmayı..

Belâgatı, düşmanının davasını uzaklara fırlatır:

Kötü niyetlinin elini hareminden ırakta tutmaktır zaten yiğide yaraşanı..

Kemmiyette anlamlar deniz dalgalarından büyük;

Keyfiyetse, güzellikte ve değerde cevahirden üstün ve san’atlı..

Madem okuyunca gözün, gönlün nur doldu, aydınlandı;

Zafer buldun her vakit. Öyleyse bu sağlam ipe iyi yapış, sarıl sıkı..

Okuyuşun, korkusundansa alev alev yanan cehennem ateşinin

İtfaiyesi budur yalnız ateşin: Yanık yürekle çağırmaktır tek şartı..

Sanki O şöyle bir pınar: Yüzü simsiyah olan

Gelip bir yıkanmakla bembeyaz olur; budur nur pınarı..

Ve O, adalette sırat gibi kıldan ince; hak ve eşitlikte de,

Hassas ve ayarlı mizan gibi, insanlar ve kâinatlar arası..

Bakma bilmezlikten gelişlerine, inkarlarına yüreği karaların

Onlar öyle bilir, öyle anlarlar ki… Ama ya kıskançlıkları?..

Eh! Öyleyse kalksın ağrıyan göz inkâr etsin, göremiyor ya,

Güneşi, gün ışığını; yaralı ağız da, alamadığından suyu, suyun lezzetini, tadını..

Çölde hızlı hızlı giden yoksullar; develeri

İz bırakarak giden dilek sahipleri görürsün. Yön tektir; O Hayr kaynağının evi alanı..

Sen ey, anlayanlar için, bizzat varoluşunla ne büyük işaret ve mûcize,

Nimetin kadrini bilenler için ne büyük nimetsin, ne büyük Hakk armağanı..

Ne hesabı mümkün, ne kitabı harikalarının

Ve yine de usanmaz insan bir bir anmaktan onları..

Kalktın bir gece, kutsal bir yerden kutsal bir yere gittin,

Kapkaranlık gecelerde dolunay nasıl ilerlerse

Alımlı alımlı..

Çıktın, boyuna çıktın.. Yükseldin Kâbe Kavseyne kadar,

Ki, daha önce ne kimse çıkmıştı oralara,

Ne de hayal ve ümit etmişti; bırak çıkmayı..

Seni öne geçirdi her yerde peygamberler, resuller,

Seni öne geçirip arkada durdular kendileri, hizmet geleneği icabı..

Delip yedi kat göğü geçip gittin Sen o üstün insanlarla alay alay;

Başlarında Sendin, başlarında sallanan sancak Senin sancağındı..

Öyle çıktın, yükseldin ki, yarışanlar kaldı yarı yolda;

Yakınlıkta ilerisi, daha ötesi kalmadı..

Bütün makamlar geride kaldı Makamından

Çağrıldığın o an, Tektin artık nasıl tekse; gök ve kale sancakları…

Devşirmek için yemişlerini gözlerden saklı

Bir buluşmanın ve gizliden gizli sırrı..

Topladın öğülesi gök çiçekleri, üstünlükleri tek başına;

Aştın bütün menzilleri yalnız, ıssız kalabalıksız, hızlı hızlı..

Tayin edildiğin iş nice ulu;

İdrakse ne kutlu sana mahsus nimetler alanını..

Günler geçer, geceler geçerdi; gün ne, gece ne bilmezlerdi

Ancak haram ayı geceleri yaparlardı uyku bayramı..

Yüzen atlar denizinin üstünden akar asker denizi,

Atlar dalga dalga deniz ileri, çoşkun kahramanları..

Onlar ki, koşar Allah’a doğru, yaşar Allah için;

Mahveder, kökünden söküp atar küfrü, şimşekten kılıçları..

Ne mutlu sana bana Ulu İslam Milleti, şuurların örgüsü;

Bize Yaratan verdi o sağlam, o yıkılmaz yapıyı..

Allah, bizi kendisine çağıranı, çağırınca kendisine,

O Peygamberlerin oldu, bizse ümmetlerin başı..

Bir arslanın nasıl ürkerse koyunlar sesinden, heybetinden,

Öyle perişan etti. O’nun çıkış haberi, inkar yobazlarını..

Peygamber terketmedi savaş alanını; düşman,

Çevrilinceye dek göğdelere, kasap çengellerine asılı..

Düşmanların gözü hep kaçışta olurdu savaşlarda;

Kol ve bacakları kıskanırlardı, kargaların kapıp kaçtığı..

Onlarla kurtuldu yalnızlıktan İslam Milleti, Dini;

Sanki yadellerden döndü, yurdunu buldu, sıla yaptı..

Allah, ordusuyla koruyacak, varlık var oldukça O’nu;

O, dul ve yetim, babasız ve sahipsiz olmadı..

Her biri bir dağdır savaşta, onlara çarpan, onlarla çarpışanlara

“Savaş meydanında ne gördün?” diye sor, düşmanlarına sor onları..

Bedire sor, Huneyne sor, Uhuda sor.. Sor bütün savaş alanlarına;

Kesin sonuç alışta, zaferde onlar mı üstündü,

yoksa kendi işinde veba mı?..

Kıpkırmızı çıkaranlardır kapkara vücutlara sokup

Yıldırımdan da çabuk, bunlar ak çelik kılıçları..

Onlar sanki kâtip, süngüler de kalemleriydi

Ve vücutlarda bir tek harfi bile noktasız bırakmazlardı..

Silahla donanmışlardır ve yüzlerinden tanınırlar

Seçilirken ilk bakışta nasıl hemen seçilirse ağaçlar içinde gül ağacı..

Her biri silahları içinde saksı içindeki gonca gibi;

Zafer rüzgarları sana armağan eder kokularını…

Dağlarda fışkıran çamlar gibi birden zuhur ederler atlar üstünde;

Kolanların ilmeklerin sıkılığı değil dimdik tutan onları, yüreklerin, bileklerin sağlamlığı..

Kalpleri, dudakları uçukladı korkudan düşmanların

Ayıramaz oldular kahramanı koyundan, kardan karanlığı,

kargadan kartalı..

Onlara bir ormanda rastlayan aslan bile uslanırdı,

Çünkü beraberlerindeydi Peygamberin zaferi ve duası..

Yok dostundan tek kişi yardımını görmesin,

Düşmanından tek kişi yemesin tokadını..

Dinin kanatlarını gerdi ümmet üstüne;

Gözlerden saklar orman aslan yuvalarını..

Ne felsefe, ne mantık durup dayanabildi,

Kur’an’ın karşısında. Fikir gecelerini ışıttı aydınlığı..

Yeter sana peygamber mucizesi, okumamışken bilgisi;

O “cahiliyet” çağında, öksüzlük de üste, terbiye ve ahlâkı..

O’nu öğer öğerim, yorulmam ve usanmam. Affa sebep umarım;

Şairlikle, devlet memurluğuyla geçen ömrün bütün suçlarını..

Boyna bir boyunduruk bunlar: Korkulu son hazırlar.

Sürüklediler beni; sanki ben kurbanlık bir deve, onlar ipi halkası..

Ah! Çocukluk etmişim; harcamışım kendimi bir ömür boyu:

Bir ömür boyu, toplamış, devşirmişim suç ve pişmanlıkları..

Bir de düşün nefsimin ticaret zararını,

Bir an duraklamadan din satıp alan dünyayı..

Ismarlama yerine hazır eşya düşkünü;

Parayı peşin alıp yiyen, malı boyuna borçlanan imalatçı..

Gerçi günah işliyorum ama dönmüş değilim O’na verdiğim sözden,

Kopar cinsinden değil gönlümün bağı..

Söz vermiştir kurtaracaktır, adıyla çağrılanı..

Ve beni O’nun adıyla çağırırlar..

Ve insanlık içinde kim olabilir, O’ndan çok sözünde duranı..

Yarın hesap gününde tutmazsa O elimden:

Sen benim için de: Vay sana!

Hey sonsuz kayan adam, uçurumlar kurbanı..

Haşa! O, mahrum etmez yardımından isteyeni;

Koğmaz konu komşuyu, soğuk karşılamaz kendine sığınanı..

Düşüncemi, şiirimi O’nu öğme yoluna koyduğum günden beri,

O oldu benim için koruyucular koruyucusu, kurtarıcılar kurtarıcısı..

Lütfunu esirgemez en dar elden bile O.

Çünkü: Yağmur ihmal etmez çiçeklerle süslemekte

su tutmaz yalçın dağ uçlarını..

Gözüm yok, bu dünyanın parasında pulunda, zerresinde.Bu türlü zehirleri..

İki avucunu açıp toplar ancak, Herem’in öğücüsü şair Züheyr takımı.

Ey insanların en iyisi!. En üstünü! Yalnız sana sığınılır,

Herkes için geçerli, kimsenin kurtulamadığı vakit kapıyı çaldı mı..

Allah’ın Resûlü, beni de bürümeye, örtmeğe yeter kurtaran örtün..

Göründüğü o gün, öç alan adıyla Yaratıcı..

Bu dünya ve öte dünya, senin bağış bolluğundan örnekler;

Levh ve kalem bilgisinin bilgindedir kaynağı..

Nefsim! Düşme umutsuzluğa büyük günah işlemişlik yüzünden..

Mutlak bağışlayan yanında, değil büyüğü küçüğünden farklı..

Nefsim! Düşme umutsuzluğa büyük günah işlemişlik yüzünden..

Mutlak bağışlayan yanında, değil büyüğü küçüğünden farklı..

Günahların büyüklüğüne göre gelir, o ne kadar büyükse o daha da büyük olur,

Umulur ki, dağıtılırken kullara Yaratanın acıyışı..

Rabbim! Yalvarışlarımı döndürüp çevirme bana geri;

Rahmetinden elverir bir rakam eklemeden, kapama hesabımı.

Rabbim! Bu kuluna yardım et, bu dünya ve öte dünyada.

Korkulu olaylar ve durumlarda yok bir parçacık olsun dayanıklığı..

Rabbim! İzin ver çözülsün ebedî salavat bulutları bir kez daha..

Boşansın Resûl üstüne sel sel, sicim sicim “Selam! Selam” yağmurları..

Ailesi üstüne, arkadaşları ve bağlıları üstüne bir kez daha.

Yaşasın bir kez daha, o sana en yakın, eli açık, gönlü ipekten yumuşak, içleri pırıl pırıl yolunun uluları..

Ban ağacının yaprağını, göğdesini titrettikçe tiril tiril Bad-ı Sâba,

Kızgın çöllerde ürpettiği sürece develeri devecinin şarkıları.

17 Mayıs 2011 Salı

KURBAN KESMEK KİMLERE VACİPTİR?



Kurban
Kurban
KURBAN 
KURBAN KESMEK KİMLERE VACİPTİR?
Yaklaşan Kurban Bayramı münasebetiyle mü’minler, vaziyetlerini mutlaka bir gözden geçirmeli… Kurban kesip kesemeyeceği hususunu netliğe kavuşturmalıdır. Elbette kurbanı zengin Müslümanlar kesecektir; ancak, bu zenginliğin ölçüsü nedir? Bunu bilmemiz lâzım.
Kurban kesmek; kurban bayramı günlerinde hür, mukim (seferî olmayan), akıllı ve büluğ çağına erişmiş, Müslüman ve aslî ihtiyaçları ile borçlarından başka –üreyen olsun olmasın– en az 200 dirhem (560 gr.) gümüş veya yaklaşık 85 gram altın ya da bunun değerinde paraya yahut mala sahip bulunan kimselere yani sadaka-i fıtır vermekle mükellef bulunanlara vaciptir. Zekâtta olduğu gibi bunun üzerinden belirli bir zaman geçmiş olması gerekmez. Bu miktarın sadece kurban günlerinde elde bulunması yeterli görülür. Bir başka ifadeyle; kurban için zenginin serveti üzerinden sene geçmesi şart değildir. Bayramın üç gününden birinde kurban kesecek maddî imkân eline geçen Müslümana, hemen o gün kurban kesmek vâcip olur. Zekâtla kurban arasındaki farklardan biri budur. Aslında bu mevzuda sözü uzatmaya gerek yok. Kısaca diyebiliriz ki; borcu olmayan bir mü’min, kurban kesmesi hâlinde geçimine bir sıkıntı gelmeyecek, normal ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmayacaksa, kurban kesmeli… Hem kendi âile fertlerine, hem de etraftaki konu-komşuya ikrâmda bulunmalıdır. Şayet elinde fazladan imkân yoksa, ya da borçlu ise zaten kurbanla mükellef olmaz. Ama buna rağmen kıt-kanaat biriktirmek suretiyle elde ettiği mütevâzi imkânlarıyla kurban kesmek isterse, elbette ki kesebilir. Böylece çevresine fedâkârlık ve cömertlik örneği sergilemiş, imkân sahibi olduğu halde kurban kesmekten kaçınanları teşvik etmiş olur.
Unutulmamalıdır ki; iktisadî vaziyeti müsait olduğu halde kurban almaktan imtina‘ edenleri Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, “Bir kimse mâli bakımdan imkân bulur da kurban kesmezse, sakın bizim namazgâhımıza yaklaşmasın!” (1) buyurarak îkaz ve irşad etmişlerdir.
Görüldüğü üzere bu hadîs-i şerifte;
1. Kurban kesmeye gücü yeten kimsenin bunu terk etmesi hâlinde cemaatin (topluluğun) içine çıkamayacağı uyarısı ile, bu kötü örnekliğin cezasını tek başına kalarak çekmesi ihtar edilmektedir.
2. Hâl böyle olduğuna göre kurbanınızı kesin, namazgâha çıkın, din kardeşlerinizle müşterek sevincinizi paylaşın, ayrı duruma düşmeyin, yoksulları gözetin îkazına kulak verin denilmektedir. 
Hanefî mezhebine göre kurban vâciptir. Kurban kesmekle mükellefiyet için İmâm-ı A‘zam ve İmam Ebû Yûsuf’a (rahımehümallâh) göre akıl ve bülüğ şart değildir. O bakımdan zengin olan çocuğun veya mecnunun malından velîsinin kurban kesmesi lâzımdır. Bu çocuk veya mecnun, o kurbanın etinden yer, geri kalanı da elbise gibi aynından istifade edecekleri bir şey ile değiştirilebilir. (2)
Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre ise sünnet-i müekkededir. Hanbelîler’e göre, ödeme imkânına sahip olan kimse, borç ederek de olsa, kurban parasını temin edebiliyorsa, kurban kesmeye muktedir sayılır. (3)
Hanefîler’e göre aile içinde bulunan fertlerden mâli vaziyeti müsait olan herkesin kendi adına kurbanını kesmesi veya kestirmesi îcap eder. Yoksa bir evden bir kişinin kurban kesmesiyle borçtan kurtulmuş olmazlar.
Velhâsıl kurban ibâdeti; mü’min için Hak yolunda fedakârlığın bir alâmeti, Allah Teâlâ’nın verdiği nimete karşılık bir şükür ifadesidir. Bunun neticesi de, âhirette sevâba ve rızâ-i İlâhi’ye nâiliyet, dünyada ise bir takım felâket ve belâlardan korunup muhâfaza olunmaktır. Bu dünyevî ve uhrevî mükâfatlara kavuşabilmek için, kurbanımızı ihmâl etmememiz gerekiyor. 
***
KURBANIN RÜKNÜ
Kurbanın rüknü; yani bu ibâdetin tam ve sahih (geçerli) olması için yerine getirilmesi gereken şart, kurbanlık hayvanı boğazlayıp kanını akıtmaktır. Bu olmadıkça kurban vecîbesi yerine getirilmiş olmaz.
Bu sebeple kurbanlık hayvanın, kesilmeksizin yoksullara tasadduk edilmesi câiz değildir. Fakat alınan kurbanlık hayvan, herhangi bir sebeple kesilemeden bayramın üçüncü günü güneş batmış olsa, artık bunun diri olarak tasadduk edilmesi gerekir. Çünkü kan akıtma işi, tasadduka intikal etmiş (dönüşmüş) olur. Bunun etinden sahibi yiyemez. (4) 
***
HANGİ HAYVANLARDAN KURBAN KESİLEBİLİR?
Kurbanlar yalnız koyun, keçi, deve ve sığır cinsi hayvanlardan kesilebilir. Mandalar da sığır nev‘inden sayılır. Bunların erkekleri ile dişileri eşittir. Bununla birlikte koyun cinsinin erkeğini kurban etmek daha faziletlidir. Keçinin erkeği ile dişisi kıymetçe müsâvi olsalar, dişisini kurban etmek daha faziletlidir. Yine devenin veya sığırın erkeği ile dişisi et yahut kıymet bakımından aynı olurlarsa, dişisinin kurban kesilmesi daha faziletlidir. (5)
Yaban sığırı, geyik gibi yabânî hayvanlar ile tavuk, horoz, kaz gibi evcil hayvanlar kurban edilemezler; tahrîmen mekruhtur. Yani bu hayvanlardan herhangi birini kurban niyetiyle kesen kişi, harama yakın bir çirkinlikte iş yapmış olur. Çünkü bunda, Mecûsîlere bir benzeyiş vardır. (6) 
Diğer yandan ne Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’den ve ne ashâb-ı kiramdan bunların dışında bir hayvanı kurban ettiklerine dair bir haber de nakledilmemiş… Hele de balığın kurban edildiği garâbetine hiçbir devirde rastlanmamıştır.
Koyun ve keçi ya birer yaşını bitirmiş bulunmalı veya koyunlar altı aylık olduğu halde birer yaşında imiş gibi gösterişli olmalıdır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki, “Koyun cinsinden kurban olarak cezea yeterlidir.” (7)
Cezea”, bir yaşını tamamlamış koyun mânâsına geldiği gibi, altı ayını doldurmuş, fakat bir yaşındaki koyunlar kadar gösterişli olan kuzuyu da ifade eder. Cezea; sığır nev‘inde üç, deve cinsinde beş yaşına basmış hayvan demektir. (8) Bu sebeple deve en az beş yaşını, sığır iki yaşını bitirmiş olunca kurban edilebilir.
Bir koyun veya keçi yalnız bir kişi için kurban kesilebilir. Bir deve veya sığır ise birden yedi kişi adına kadar kesilebilir. Nitekim Hz. Câbir’den (r.a.) şöyle rivâyet edilmiştir: “Hudeybiye’de Resûlüllah (s.a.v.) ile birlikte kurban kestik. Deveyi de sığırı da yedi kişi için kestik.” (9) Ancak ortaklardan her birinin Müslüman olup, bu hayvanın yedide birine mâlik bulunması ve kendi hissesini Allah rızâsı için kesecek olması şarttır.
***
KURBANIN HÜKMÜ
Kurban bayramında, Allâh’a yaklaşmak niyetiyle kurban kesmek, Hanefîler’e göre hür, mukim, Müslüman ve zengin olan kimselere vâciptir. Zenginden maksat; temel ihtiyaçları dışında üreyici olsun veya olmasın, nisap miktarı mal yahut paraya sahip olmaktır. Bu da fitre nisâbıyla aynı olup, üzerinden bir yıl geçmesi şartı da aranmaz. Yani bayram sabahı 200 dirhem (560 gram) gümüş veya bunun karşılığı olan para yahut ticaret malına sahip bulunan kimseye kurban kesmek vâcip olur.
Hanefîler’in, kurbanın vâcip oluşu hususunda dayandıkları deliller şunlardır: Kur’ân-ı Kerim’de, “Rabbin için namaz kıl, kurban kes”(10) emri, amel bakımından “vücub” ifade eder. Çünkü sadece Resûlüllah (s.a.v.)’a mahsus olduğu belirtilmeyen emir, ümmetini de içine alır. Ancak âyette cemi‘ sîgasının bulunmayışı, delâlette zan meydana getirdiği için kurbanın hükmü farz değil, vâcip derecesindedir. Bu âyet-i kerimenin yanında diğer bazı hadîs-i şerifler de kurbanın bu hükmünü kuvvetlendirmektedir. Resûlüllah (s.a.v.), “Kurban kesiniz. Şüphesiz bu, babanız İbrâhim’in (a.s.) sünnetidir” (11) buyurmuştur. Burada Peygamber Efendimiz, kurban kesmeyi emretmiştir. Mutlak emir sîgası ise, amel bakımından vâcibi ifade eder. Keza şu hadîs-i şerif de kurbanın vâcip olduğu hükmünü teyit eder: “Kim genişlik ve imkân bulur da kurban kesmezse, bizim namazgâhımıza yaklaşmasın.” (12) Böyle bir tehdit, ancak vâcibin terki hâlinde bahis mevzuu olur. Diğer taraftan bazı hadîs-i şeriflerde, kurbanın ümmet için sünnet olduğunun belirtilmesi, vâcip oluşuna mâni teşkil etmez. Çünkü sünnet; yol, gidiş mânâlarına da gelir.
Kurban kesmek, Hanefîler’in dışındaki üç mezhebe göre müekked sünnettir. Gücü yetenin onu terketmesi mekruhtur. Şâfiîler’e göre, kurban kesmek, tek başına olan kimse hakkında aynî sünnettir. Eğer âile fertleri birden fazla ise kifâî sünnet olur. Dolayısıyla âile fertlerinden herhangi birisi bunu yerine getirecek olursa, hepsi için yeterli olur. (13)
Şevkânî Muhammed bin Ali rahımehüllah (v. 1250/1834), kurbanın sünnet olduğunu kabul edenlerin dayandığı hadîs-i şeriflerin tenkidini yaptıktan sonra şöyle demektedir: Bu hadislerden hiç biri delil olarak ileriye sürülecek kuvvette değildir. (14) 
***
SEVÂBINI ÖLÜYE BAĞIŞLAMAK ÜZERE KESİLEN KURBAN
Hanefîlere göre bir kimse, kendi parasıyla alıp sevâbını ölmüş bir yakınına veya herhangi bir mü’min kardeşine bağışlamak üzere bayram günlerinde veya sair günlerde kurban kesebilir. Kişi, kestiği bu kurbanın etinden kendisi yiyebildiği gibi, başkalarına da verebilir. Zira kendi kurbanı gibi hüküm alır, sevabı da bağışlanana gider.
Fakat bir kimse vefât eden kişinin, irtihâlinden önceki emri ile, onun adına keseceği kurbanın etinden yiyemez. Zira bu, adak hükmündedir, kesen ve yakını yiyemez. Bunu tam olarak tasadduk etmesi gerekir. (15) 
Hâsılı, ebedî âleme göç etmiş mü’minler adına da kurban kesilebilir, sevâbı onlara bağışlanabilir. Bunun da bayram günü, yahut da öncesinde kesilmesi hususunda bir ayrı hüküm yoktur. Her zaman kesilebilir. Nitekim Hunneş (r.a.)’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Hz. Ali’yi (r.a.) iki koç keserken gördüm ve ona, ‘Bunlar nedir?’ diye sordum. Hz. Ali, ‘Resûlüllah (s.a.v.)bana, kendisi için kurban kesmemi vasiyet etmişti; işte ben onları kesiyorum’ dedi.”(16)
Şâfiîlere göre, izni olmaksızın başkası adına kurban kesilemez. Vasiyet etmemişse, ölü adına da kurban kesilemez.


Halis Ece – www.bilgicagi.net
KAYNAKLAR

(1) İbn Mâce, Sünen, Edâhî, 2; Ebû Dâvud ve Nesâî’nin Sünenleri.

(2) Ö. N. Bilmen, B. İslâm İlm. İst. 1985, s. 410

(3) el-Cezerî, el-Fıkhu ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa, ilgili bahis.

(4) Ö. N. Bilmen, a.g.e., s. 414, md. 35.

(5) el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanayi‘, 5/69,80; el-Meydanî, el-Lübâb, 3/235; İbn-i Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 5/226 vd.; Zeylâî, et-Tebyîn, 6/7; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 8/76; Ö. N. Bilmen, B. İslâm İlm. s. 410.

(6) Ö. N. Bilmen, a.g.e., s. 411.

(7) İbn Mâce, a.g.e., Edâhî, 7; İ. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6, 368.

(8) eş-Şevkanî, Neylü’l-Evtâr, 4, 350.

(9) Müslim, Sahih, Hacc, 352.

(10) Kevser suresi, 3.

(11) İbn Mâce, a.g.e., Edâhî, 3.

(12) İbn Mâce, a.g.e., Edâhî, 2.

(13) İbn Kudâme, el-Muğnî, 8, 617.

(14) Neylü’l-Evtâr, 4, 341 vd.

(15) İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, V, 229.

(16) Ebû Dâvud, Sünen, Edâhî, 2.

Ramazan kelimesi harflerinin ifâde ettiği mânâlar.

 

Ramazan lafzı, beş harften ibârettir: Ra, Mim, Dad, Elif, Nun.. (Yâni, Arapça aslına göre..)

Bu harflerin ifâde ettiği mânâlar, sırası ile şöyledir:


Ra: Allah’ın rızâsına delâlet eder.

Mim: Allah sevgisine delâlet eder..

Dad: Allah’ın kuluna kefîl olduğunu anlatır..

Elif: Allah’ın kulu ile olan ülfetini belirtir.

Nun: Allah’ın nûrunu anlatır..


Üstte anlatılan mânâya göre bu ay: Rızâ, sevgi, kefâlet, ülfet, nûr, eriş, ikrâm ayıdır.. Ama Allah’ın sevdiği iyi kulları için..

Denilmiştir ki:

- Aylar arasında Ramazan ayı, vücûd içinde kalb gibidir.

İnsanlar arasında peygamberler gibidir.

Beldeler arasında Harem-i Şerîf gibidir.

Harem öyle bir yerdir ki: Oraya lâin deccâlin girmesi men edilmiştir.


Ramazan ayı, öyle bir aydır ki: Azgın şeytanlar o ayda bağlanır; peygamberler günahkâr kullara şefâat eder.

Ramazan ayı, oruç tutanlara şefâatçıdır. O ayda, kalb îmân ve mârifet nûru ile bezenir.

Ramazan ayı dâhi, Kur’ân okumakla bezenir.


Bir kimse, Ramazan ayında bağışlanmaz ise, acaba hangi ayda bağışlanır!

Kul, tevbe kapıları kapanmadan Allah’a tevbe etmelidir.

Allah’a dönüş zamanı geçip gitmeden, O’na dönmelidir.

Ağlama zamanı ve rahmet vakti geçip gitmeden kul Allah’a yalvarıp ağlamalıdır; merhamet dilemelidir.


Resûlallah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:

- Ümmetim, Ramazan ayında oruç tutup namaz kılarak onun hakkını edâ ederlerse, ziyân etmezler..

Ashâbtan biri şöyle sordu:

- Yâ Nebiyyellâh, onların ziyânı ne olabilir?..

Resûlallah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:

- Bir kimse, Ramazan ayında haram bir işe girerse, kötü bir amel işleyip şarab (alkollü içki) içerse, o kimsenin Ramazan orucu makbûl olmaz. Gelecek seneye kadar Allah’ın, meleklerinin, semâ halkının lâneti onun üzerinde kalır. İki Ramazan arasında ölür ise, onun için Allah katında hiçbir iyilik yoktur.

TEMİZLİĞİN ÖNEMİ

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:

(Müslümanlık temizlik dinidir. Temiz olun! Cennete ancak temiz olan girer.)[Deylemi]  
(Mümin pis olmaz.[Buhari]
(Her şeyi iyi temizleyin! Temizlik imana, iman da Cennete götürür.)[Taberani]



(Temizlik imanın yarısıdır.
[Müslim]
(Namazın anahtarı temizliktir.[Tirmizi]



(Ağzınızı temizleyin, ağzınız Kur’an-ı kerim yoludur.
[Ebu Nuaym]



(Cuma günü yıkanın, misvak kullanın ve güzel koku sürünün.
[Buhari]
(Yemekten önce ve sonra el yıkamak, zenginliğe yol açar, fakirliği giderir.)[Ebuşşeyh]



(Evinin hayrını isteyen, yemekten önce ve sonra, elini ve ağzını yıkasın!
[İbni Ebi Şeybe]



(Ağzınızı temizleyin! Kiramen katibin melekleri için, ağızdaki yemek artıklarının kokusundan daha kötü bir şey yoktur.)
 [Deylemi]



(Sarmısak yiyen, kokusu gitmeden mescidimize yaklaşmasın, insanın rahatsız olduğu şeylerden melekler de rahatsız olur.)
 [Taberani]



(Gece namaz kılmak için kalkan kimse, ağzını misvakla temizlesin! Çünkü bir melek namazda Kur’an okuyanın ağzına yaklaşarak dinler.)
 [Deylemi]
(Elbiselerinizi yıkayın, fazla kıllarınızı temizleyin, dişlerinizi misvakla temizleyin, temiz, güzel giyinin! Nezafet sahibi olun![İbni Asakir]



(Tırnaklarınızı kesip gömün! Ağzınızdaki yemek kırıntılarını temizleyin ve misvak kullanın! Yanıma, dişleri sarı, ağzı kokar vaziyette gelmeyin!)
[Taberani]



(Kap kacak yıkamak, evi temiz tutmak, zenginliğe sebep olur.)
 [Hatib]
Peygamber efendimiz, yanına gelen birisine, (Tırnakların kuş tırnağı gibi uzamış, içi pislik doludurbuyurarak, temiz olmasını emretmiştir. (Taberani)

..

REGÂİB GECESİ



Receb ayının ilk Cum’a gecesine “Regâib gecesi” denir. Receb ayının her gecesi kıymetlidir. Her Cum’a gecesi de kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince, dahâ kıymetli olmakdadır. Regâib gecesinin kıymeti, çeşidli hadîs-i şerîfler ile bildirilmişdir.
Allahü teâlâ, bu gecede mü’min kullarına ragîbetler ya’nî ihsânlar, ikrâmlar yapar. O gece yapılan duâ reddolmaz ve namaz, oruç, sadaka gibi ibâdetlere kat kat sevâb verilir. O geceye hürmet edenleri affeder.
Regâib kandilinin, Resûlullah efendimizin babası Hz. Abdullah’ın evlendiği gece ile hiçbir ilgisi yoktur. Memleketimizde ve birçok İslâm memleketlerinde, bir asırdan beri, Abdullah’ın evlendiği geceye, Regâib kandili ismini veriyorlar. Regâib gecesine böyle ma’nâ vermek doğru değildir.
Böyle söylemek, Resûlullah efendimizin dokuz aydan önce dünyayı teşrîf etmiş olduğunu bildirmek olur ki, bu da, noksanlık ve kusûrdur. Her bakımdan, her insanın üstünde ve her bakımdan kusûrsuz olduğu gibi, Amine vâlidemizi nûrlandırdığı zaman da, noksan ve kusûrlu değildi. Bu zamanın noksan olması, tıp ilminde ayıp ve kusûr sayılmaktadır.
Receb ayı, kıymetli aylardan olduğu için her gecesi kıymetlidir. Her cum’a gecesi de kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince daha kıymetli olmaktadır. Regaib Gecesi’nin kıymeti, çeşitli hadîs-i şerîfler ile bildirilmiştir. İşte bu gece, bu kıymetli gecedir.
Peygamber efendimiz, “Receb-i şerefin ilk cum’a gecesinden gafil olmayın!” buyurdu.
Regâib gecesinden gâfil olma!”
Bir defasında, Peygamber efendimiz, Receb ayında tutulacak oruçların fazîletini anlatıyordu. Orada bulunanlardan, yaşı ve pîr-i fânî bir zât ayağa kalkıp:
- Yâ Resûlallah, ben Receb ayının hepsini oruç tutamam, dediğinde; Peygamber efendimiz:
- Sen Receb ayının birinci, onbeşinci, sonuncu günleri oruç tut, hepsini tutmuş sevâbına kavuşursun. Çünkü sevaplar on misli yazılır. Fakat sen Receb-i şerîfin ilk cum’a gecesinden gafil olma ki, melekler o geceye Regâib gecesi
demişlerdir. Zîra o gece, gecenin üçte biri geçtikten sonra göklerde ve yerde bir melek kalmaz, hepsi Kâ’be-i muazzama etrafında toplanırlar. Allahü teâlâ onlara hitâben:
Ey meleklerim dilediğinizi benden isteyiniz.” buyurur. Onlar:
Yâ Rabbî, istediğimiz, Receb ayında oruç tutanları mağfiret etmendir.” deyip, isteklerini arzederler. Allahü teâlâ:
Ben, Receb ayında oruç tutanları mağfiret ettim buyurur.”
Recebin ilk Cum’a gecesini ihyâ edene (saygı gösterene), Allahü teâlâ kabr azâbı yapmaz. Duâlarını kabûl eder. Yalnız, yedi kimseyi afv etmez ve duâlarını kabûl etmez: Fâiz alan veya veren, müslümanları aşağı gören, anasına, babasına eziyyet eden, karşı gelen çocuk, müslüman olan ve islâmiyyete uyan kocasını dinlemiyen kadın, şarkı ve çalgıcılığı san’at edinenler, livâta ve zinâ edenler, beş vakt nemâzı kılmıyanlar.
Bunlar, bu günâhlardan vaz geçmedikce, tevbe etmedikce, duâları kabûl olmaz. Ananın, babanın, kocanın, hiç kimsenin, islâmiyyete uymıyan emri dinlenilmez, yapılmaz. Fakat, anaya, babaya, yine tatlı söylemek, onları incitmemek lâzımdır. Ana baba kâfir ise, onları kiliseden, meyhâneden, sırtda taşıyarak bile, geri getirmek lâzımdır. Fakat, oralara götürmek lâzım değildir.
Mübârek geceler, İslâm dîninin kıymet verdiği gecelerdir. Allahü teâlâ kullarına çok acıdığı için ba’zı gecelere, ba’zı günlere kıymet vermiş, bu gecelerdeki, günlerdeki duâ ve tevbeleri kabûl edeceğini bildirmiştir.
Bu geceleri ihyâ etmeli, ya’nî kazâ namazı kılmalı, Kur’ân-ı kerîm okumalı, duâ ve tevbe etmeli, sadaka vermeli, Müslümanları sevindirmeli, bunların sevâblarını ölmüşlere de hediye etmelidir. Gündüzleri de oruç tutmalıdır. Bu gecelere saygı göstermelidir. Saygı göstermek, günâh işlememekle olur.
Bir an evvel kazâ borçlarından kurtulmak için çalışmalıdır. Kazâ borcu olanın, nâfile ibâdetlerle meşgul olması uygun değildir. Nâfile ibâdetlerin sevâbına kavuşabilmek için, farzları yapmak ve farz borçlarını bitirmek, harâmdan sakınmak lâzımdır.
Mübârek günlerde ve aylarda yapılan duâlar kabûl edildiği gibi, bu aylarda yapılan bedduâlar da reddolunmaz. Bunun için, büyükleri, bilhassa ana-babayı üzmemeli, onların bedduâsını almamalıdır. Bu geceyi fırsat bilip, büyüklerimizi ziyâret etmeli, onların gönüllerini ve hayır duâlarını almalıdır.
Yakınları uzakta olanlar, telefonla arayıp kandillerini tebrik etmelidir. Bütün Müslümanlar, mübârek günlerde, gecelerde birbirlerini arayıp tebrikleşmelidir.

Cemaatle Namaz

 

Bil ki, cemaat ile namaz kılmak farzı kifâyedir. Çok faziletlidir. Âlimlerin çoğuna göre cemaatle namaz kılmak farz değildir. Kişi tek başına namaz kılsa her ne kadar cemaat faziletini kaçırsa bile namazı caizdir. (1/34)

Ahmed bin Hambel Hazretleri, şöyle dedi. “Muhakkak cemaat ile namaz kılmak farzdır; nafile değildir. Hatta namazını tek başına kılmış olsa namazı caiz değildir. Şu kadar var ki, bize (Hanefi mezhebine) göre cemaat ile namaz kılmak farz değildir. (Âlimlerimiz dediler ki,) cemaatle namaz kılmayı alışkanlık haline getirip; cemaate devam etmeyi muhafaza etmek Müslümanların üzerine vâcibtir.

-”Ey kavmimiz Allah’ın davetçisine icabet edin (uyun) ve O’na iman edin ki, Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azabdan korusun.  Bazı âlimler, bu âyet-i kerimede geçen,

“Allah’a çağıran”dan maksat insanları beş vakit namaza çağıran müezzinlerdir, dediler.

Cemaati terkeden, içki içen, haksız yere adam öldüren, yakın akrabalarıyla ilişkisini kesen, anne -babasına karşı gelen, kâhin, sihirbaz ve gıybet eden dedikoduculardan daha kötüdür.

Cemaati terkeden kişi, Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Kerim’de mel’ûndur. Lanet edilmiştir. Cemaati terkeden kişi meleklerin lisanı üzere mel’ûndur. Hastalığında ziyaret edilmez. Öldüğü zaman cenazesine gidilmez. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri şöyle buyurdular:

 ”Cemaati terkeden benden (benim ümmetimden) değildir, ben de ondan değilim (onun peygamberi değilim). Allah, onun nafile ve farzlarını kabul etmez,” Slü.,  nafile ve farzlar demektir. Eğer bu şekilde ölürlerse onlar için uygun yer Cehennem ateşidir. Ravzatu’l-Ulemâ’da da böyledir.

“Nisâbu’l-İhtisâb” isimli kitabda denildi ki. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri şöyle buyurdu:

Yemin olsun ki (çoğu kere) istedim ki, bir adama emredeyim insanlara namaz kıldırsın. Cemaate gelmeyen kavimlere bakayım ve evlerini yakayım, (diye içime doğuyor.) Bu hadîs-i şerif, cemaate gelmeyenlerin evlerinin yakılmasının cevazına delâlet eder. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinin masiyet (günah işlemeyi) düşünmesi caiz değildir. Evleri yakmak ise günahtır.

(Bu hadîs-i şerif, cemaatle namaz kılmaya gelmeyenlerin, evlerinin yakılması gerekecek kadar büyük suç işlediklerine delâlet eder de evlerinin yakılacağına delalet etmez.)

Sünnet-i müekkede olan cemaati terkedenin cezası, evinin yakılmasının caiz olması olduğuna göre, vâcibleri ve farzları terkedenin evlerinin yakılması hakkında ne düşünürsün? (Vâcibleri ve farzları terkedenin hali nicedir?) Günah aletlerinin yakılması hakkında ne düşünürsün?”

Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım



Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım

Sual: Allahü teâlâ, Peygamber efendimiz için, (Eğer sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım) buyuruyor. Bu kudsi hadis hakkında bilgi verir misiniz?



CEVAPÂdem aleyhisselam, Arşta gördüğü nurun mahiyetini sual etti. Hak teâlâ buyurdu ki:

(Bu nur, gökte Ahmed, yerde Muhammed denilen, zürriyetinden bir peygamberin nurudur. O olmasaydı, seni de, yer ve gökleri de yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye]


Allahü teâlâ yine buyuruyor ki:

(Ya Âdem, Muhammed aleyhisselamın ismi ile her ne isteseydin, kabul ederdim. O olmasaydı, seni yaratmazdım.) [Hâkim]



(Ey Resulüm, İbrahim`i halil
[dost], seni de habib [sevgili] edindim. Senden daha sevgili hiç bir şey yaratmadım. Senin, benim indimdeki yüksek derecenin bilinmesi için dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye]

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:

(Âdem aleyhisselam Cennetten çıkarılınca, ya Rabbi, Muhammed aleyhisselamın hürmetine beni affet diye dua etti. Allahü teâlâ ise, [ne cevap vereceğini bildiği halde, cevabını da diğer insanların duyması için]Ya Âdem, onu henüz yaratmadım. Nereden bildin?” buyurdu. Âdem aleyhisselam da, Arşta “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” yazılı olduğunu gördüm. Anladım ki, şerefli isminin yanına ancak en çok sevdiğinin, en şerefli olanın ismini layık görürsün dedi. Allahü teâlâ buyurdu ki: ”Ya Âdem doğru söyledin. O bana insanların en sevgilisidir. Onun hürmetine dua ettiğin için seni affettim. Eğer Muhammed aleyhisselam olmasaydı, seni yaratmazdım”)
[Taberani]



(Allahü teâlâ, İbrahim`i halil edindiği gibi beni de halil edindi.)
[Mevahib-i ledünniyye]

Şu halde Peygamber efendimiz hem habibdir, hem halildir.

(Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım) kudsi hadisi, Marifetname`nin ön sözünde, Yusuf-i Nebhani hazretlerinin Envar-ı Muhammediyye kitabının 13. sayfasında ve imam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat`ının 122. mektubunda vardır. Deylemi`nin Firdevs`inde bulunduğu bildirilmektedir. Deylemi de, Buhari ve diğer muhaddisler gibi, meşhur ve muteber bir hadis âlimidir. (Sen olmasaydın Cenneti yaratmazdım), (O olmasaydı kâinatı yaratmaz, rububiyetimi izhar etmezdim) kudsi hadisleri de bildirilmektedir. buyurunca, Resulullah da, (Ben de senden başka her şeyi senin için terk ettim) dedi. (Mirat-i kâinat)

Mektubat`ın farsça haşiyesinde, bu hadisin

Mektubat-ı Rabbaninin 3.cildinde,

Miracda Allahü teâlâ, Peygamber efendimize, (Senden başka her şeyi senin için yarattım)

readdÖlümü Temenni Etmeyin

 

Efendimiz  (s.a.v.)   Hazretleri,  ümmetine  ölümü  temenni etmeyi yasakladı. Ve şöyle buyurdular: Sizden  hiçbiriniz ölümü temenni etmesin.”[1] Başka bir hadîs-i şerifte şöyle buyurdu:

Sizden hiçbiriniz kendisine inen herhangi bir zarardan dolayı ölümü temenni etmesin. Eğer Muhakkak ölümü isteyecekse, şöyle dua etsin: Allahım! Yaşamak benim için hayırlı olduğu  müddetçe beni yaşat (bana uzun ömür ver). Eğer ölüm benim için hayırlı olduğu an ise benim canımı al, diye dua etsin“.[2]

Sehi bin Abdullah el-Tüsterî Hazretleri buyurdular:

Ölüm temenni edilmez. Ölümü ancak üç kişi temenni eder.

1 -Ölümden sonra nelerin olabileceğini bilmeyen câhil.

2-Allah’ın kendisi için belirlediği kaderden kaçan kişi,

3-Allah’a müştak olan ve Allah’a kavuşmayı seven kişiler Ölümü temenni ederler.

Mesnevide buyuruldu:

Mesnevî’nin sahibinden (Mevlânâ’dan) rivayet olundu. Onun ölümü yaklaştığı zaman, ölüm meleği ona misâl âleminde göründü. Gelip kapının yanında durdu. Mevlânâ, ölüm meleğini görünce şöyle söyledi:

Beri gel! Beri gel! Ey benim canımı Hazreti Sultana götürecek olan sevgili haberci!

Bazı melikler, Ebû Hâzim’a sordular:

-”Allahü Teâlâ Hazretleri’ne varmanın yolu nasıldır? (Âhirette Allah’a arzedilmenin şekli nasıldır?)” Ebû Hazim Hazretleri:

-”İtaatkâr kulun Allahü Teâlâ’ya varmasının şekli, ailesi tarafından çok sevilen ve ailesini seven gaib olmuş kişinin bulu­nup ailesine teslim edilmesi gibi sevinçli olur. Amma âsî kulun, Allah’a kavuşması ise suç işleyip kaçan bir kölenin sahibi ona kızgın olduğu bir durumda efendisine teslim edilmesi gibi, Allah’a arzedilir. Kolay olmadı. Cihâna geleli, kaçmaya yol bulamadım. Aşktan ötürü bizekendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın,” denildi. 0 zaman tatlı ve acı birbirine karışır. [3]

Kaynak: Rûhu’l-Beyan Tefsiri Tercümesi- İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri

Peygamberimiz İçin Vacib, Haram, Mubah,Kılınan Özellikler.

 

Peygamberimiz İçin Vacib, Haram, Mubah,Kılınan Özellikler.
Peygamberimiz İçin Vacib, Haram, Mubah,Kılınan Özellikler.
Bunların Bazıları Peygamberimiz İçin Vacib, Bazıları Haram, Bazıları Mubah, Bazıları Da Keramet Olan Özelliklerdir Ve Bundan Önce Anlatılmamış Olanlardır



Bu nevi özellikleri âlimlerimizden bâzıları, müstakil eserler yaza­rak bildirmişlerdir. Bilhassa bu konuya dokunanlar, Şafiî mezhebi âlimleri olmuş ve onlar da bunları özellikle fıkıh kitaplarının “Nikah” bölümünde belirtmişlerdir. Fakat kendi konusuna giren meselelerin hepsini yazmamışlardır. Ben ise bunu, burada herhangi bir eksik bı­rakmaksızın belirtmeye çalışacağım, İnşallah…

Bu nevî özelliklerden bâzılarının Peygamberimiz üzerine vâcib ol­masının hikmeti: Peygamberimizin Allah’a olan yakınlığının daha da artması ve derecesinin daha fazla yükselmesidir. Nitekim sahih olarak rivayet edilen hadîslerin birinde aynen şöyle buyurulmuştur:

Bana yakınlık kazanan kullarımdan hiç biri, Benim onlara farz kıldığım ibâdetlerle kazandıkları yakınlık gibi, hiçbir şeyle yakınlık ka­zanmış olamazlar...” [1][1]

Yine, hadîs olarak söylenen bir söz vardır ki, şu anlamdadır: “Farz’ın sevabı, yetmiş mendubun sevabına denk gelir.” İşte bu rivayetlere dayanarak, bâzı özelliklerin Peygamberimiz’e vacip kılınmış olmasının hikmetini, o şekilde anlamak ve ifâde etmek mümkün görül­mektedir. Burada bunu böylece belirttikten sonra, şimdi bu bölümdeki özelliklerden önce Peygamberimiz’e vâcib olan özellikleri görelim:[2][2]

Peygamberimizin Özelliklerinden; Gece Namazının, Vitir Namazının, Sabah Namazının Sünneti Dediğimiz İki Rekatın, Kuşluk Namazının, Misvak Kullanmanın Ve Kurban Kesmenin Kendisine Vacib Olması

Yüce Allak, Kitâb-ı Kerim’indeki bir âyette şöyle buyurmaktadır: “Gecenin bir kısmında, sana mahsûs bir nafile namaz kılmak üzere uyan, belki böylece Rabb’in seni, övülmüş bir makama ulaştırır![3][3]

îşte bu âyetle ilgili olarak Taberânî Ebû Ümâme’nin de şöyle dedi­ğini rivayet etmektedir: “Bu gece namazı, Peygamber (s.a.v.) için bir nafile, sizler için de bir fazilet idi.”

Yine Taberânî ve Beyhakî, Aişe’den şöyle rivayet ederler; “Peygam­ber (s.a.v.): “Üç şey vardır ki, bunlar benim için farz, sizin üzerinize ise sünnettir: Vitir namazı, misvak kullanmak ve gece namazı” buyurdu.[4][4]

Ebû Dâvud, îbni Huzeyme, îbni Hibbân, Hâkim ve Beyhakt’nin Abdullah bin Hamala el-Gasîl’den olan rivayetleri de şöyledir: Pey­gamber (s.a.v.), önceleri her namaz için yeni bir abdest alırdı. Emir böyleydi. Abdesti olsun olmasın, her namaz için mutlaka abdest almakla mükellefti. Bu kendisine zor gelmişti. Bunun yerine, misvakla emro-lundu. O da, abdesti varsa, abdest almaz, fakat mutlaka dişlerini mis­vaklardı. Ancak abdesti bozulduğu zaman abdest alırdı.”[5][5]

Peygamberimizin, Ashabı İle İstişarede Bulunmasının Kendisine Vacib Kılınması

Peygamberimizin üzerine vâcib kılınan Özelliklerden biri de, O’nun ashabı ile istişarelerde bulunmasıdır. Nitekim Yüce Allah bir âyetinde şöyle buyurmaktadır: “…Ve yapacağın işler hakkında da on­larla istişarelerde bulun...” [6][6]

îbni Adiyy ve Beyhaki’nin konuyla ilgili îbni Abbas’tan naklettik­leri hadîs şöyledir; Bu âyet-i celîle nazil olduğu zaman, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdular:

Aslında Allah ve resulü, istişarede bulunmaktan ganîdirler! Fa­kat yüce Allah bunu, bize emretmekle; ümmetim için bir rahmetin te­cellîsine vesîle kılmıştır.[7][7]

Hâkim Tirmizî’de Aişe’den şöyle nakletmiştir: Bir defasında Pey­gamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah bana, farzların aynen edâ edilip yerine getirilmesini emrettiği gibi, insanlarla istişarede bulunup onları güzelce idare etmemi de emretmiştir.” [8][8]

îbni Ebû Hatim de bu konuda Ebû Hüreyre’den şu rivayette bulu­nur: “Ben, Resûlüllah’m (s.a.v.) ashabı ile istişare ettiği kadar, bir baş-’ kasının istişareye önem verdiğini hiç görmedim!” [9][9]

Hâkim Ali’den rivayetle Peygamberimiz’in şöyle dediğini nakleder: “Eğer ben, istişare etmeksizin yerime geçecek olan halîfeyi tâyin edecek olsaydım, hiç şüphesiz Ümmü Abd’in oğlunu (Abdullah tbni Mes’ûd’u) tâyin ederdim!” [10][10]

Ahmed, Abdurrahmân bin Ganem’den rivayet eder: O şöyle de­miştir: Peygamber (s.a.v.), Ebû Bekir ve Ömer’e hitaben şöyle buyurdu: “Eğer siz ikiniz bir iş üzerine ittifak ederseniz, ben size muhalefet et­mem![11][11]

Hâkim, Hubâb bin Münzir’den şöyle nakleder; “Ben, Feygamber’e (s.a.v.) iki hususu işaret ettim (tavsiyede bulundum.) O da bu her iki hususu kabul buyurdu.

Birincisi: Bedir’e kendisiyle beraber ben de çık­mıştım. Askerini suyun beri tarafına yerleştirdiği zaman, ben kendisine yaklaşıp: “Ey Allah’ın Resulü, siz askeri buraya Allah’tan aldığınız bir vahye dayanarak mı, yoksa kendi düşünce ve tedbîriniz olarak mı yer­leştirdiniz?” dedim… O da bana: “Kendi düşüncem olarak yâ Hubâb!” diyerek cevap verdi. Ben de bunun üzerine dedim ki: “Ey Allah’ın Resulü, doğru olanı; askerini suyun öbür tarafına yerleştirip suyu ar­kamıza almamızdır. Bu suretle suyun bulunduğu yeri, kendi kontrolü­müzde tutmuş oluruz.” Peygamberimiz, benim bu tavsiyemi derhal kabul buyurdu.

ikincisi: Cebrail gelip O’na sormuş: “Ey Allah’ın Resulü, siz, dünyâda ashabınızla birlikte olmayı ve kalmayı mı tercîh edersiniz, yoksa Rabbiniz’e dönüp O’nun size va’d buyuduğu Naîm cennetinde bu­lunmayı mı?” O, bu hususu ashabı ile istişarede bulundu. Ashâb da: “Ey Allah’ın Resulü, şüphesiz bizler seninle beraber olmayı severiz. Bize ilâhî vahiy olarak verdiğiniz haberleri vermeye devam eder, düşmanla­rımızın eksik taraflarından bizleri haberdâr kılar, aynı zamanda Al­lah’ın bize yardımcı olması için hakkımızda duacı olursunuz” dediler. Bu sırada Resûlüllah bana hitaben: “Sen ne diye konuşmuyorsun, yâ Hubâb?” buyurdu. Ben de dedim ki: “Ey Allah’ın Resulü, sen, Rabbinin senin için seçtiği hangisi ise, onu seç.” Resûlüllah, benim bu tavsiyemi de kabul buyurdu.

îbni Sa’d da Yahya bin Saîd’den şöyle rivayette bulunur: Bedir Günü Peygamber (s.a.v.) insanlarla istişarede buludu. Bu sırada Hubâb bin Münzir ayağa kalkıp dedi ki: “Biz, savaş bakımından tecrübeli kim­seleriz. Buradaki irili ufaklı kuyulan kapatıp kaybetmeliyiz. Büyük ku­yuyu bırakıp başında nöbet tutmalı ve bu kuyunun ileri tarafında da düşmanı karşılamalıyız… En uygunu, böyle yapmaktır.” (Peygamberi­miz de onun bu tavsiyesini kabul etmiştir.)

Sonra peygamberimiz, ashabı ile Kurayza Gününde de istişarede bulundu. Yine Hubab bin Münzir ayağa kalkıp: “Evlerin Ön tarafında mevzilenmeli ve oradakilerden düşmana gidecek olan haberi de kesmiş olmalıyız.” Resûlüllah (s.a.v.), onun bu fikrini de kabul buyurmuştur.

Hâkim, Abdü’l-Hamid bin Ebû Abs tarikiyle onun büyük dedesin­den bir haber nakleder. Buna göre Resûlüllah Efendimiz şöyle buyur­muştur: “Kâ’b bin Eşrefin, kim benim için hakkından gelecek? Çünkü o Allah ve Resulüne çok ezâ verdi!” Muhammed bin Mesleme, bunun üze­rine sordu: “Ey Allah’ın Resulü, onu öldürmemi ister misin?” Peygam­berimiz de: “Madem bu hususta Sa’d bin Muâz’a git de onunla istişarede bulun!” buyurdu. O da gidip onunla istişare etti… Sa’d bin Muâz da, durumu değerlendirip: “Haydi, Allah’ın lütfedeceği bereket ve başarı ü-zerine, yürü ve vazifeni yerine getir!” dedi. (O da, Silkân bin Selâme, Abbâd bin Bişr ve Haris bin Evs gibi arkadaşlarını alarak gitti ve Al­lah’ın düşmanının hakkından geldiler.) [12][12]

îmâm-ı Mâverdî der ki: “Peygamberimiz’in hangi hususlarda ashabı ile istişare etmekle me’mûr bulunduğunda, âlimlerimizin ihtilâfı olmuştur. Bâzıları:Bu, sâdece harb ve düşmanlarıyla ilgili hususlarda idi” demiştir. Bâzıları ise: “Gerek harb ve dünyâ işlerinde, gerekse dîn işlerinde olsun, ashabı ile istişarede bulunmuştur” demiştir. Bâzıları ise: “Dîn işlerinde olan istişaresi; onları ilahî ahkâmın sebeb ve hikmetleri üzerinde uyarıp yetiştirmek, ictihâd yollarını onlara öğretip onları müctehid mertebesine ulaştırmak için idi” demişlerdir.”[13][13]

Peygamberimizin, Kendisine Vacib Olan Özelliklerinden Biri De, Düşman Karşısında Sabredip Dayanması, Dine Aykırı Bir Şeyi Nehyedip Değiştirmesidir

Peygamberimiz üzerine vâcib olan özelliklerinden biri de, düşman karşısında sabredip dayanmasıdır. Keza dîne aykırı bir şey gördüğü za­man, derhal onu nehyedip değiştirmesi de O’nun üzerine vâcib olan ö-zelliklerdendir. Düşmandan bir zarar geleceği veya münker bir fiili değiştirirken bir zarara uğrayacağı korkusu olsa bile, bu kendisinden sakıt lmaz. Halbuki O’nun ümmetinden herhangi bir kimsenin; zarar görmemek ve bir korku bulunmamak şartıyla münkeri değiştirme vazifesi vardır. Bir zarar ve tehlike olunca ise, diğerlerinden bu vecibe sakıt olmaktadır. Peygamberimizin özelliği ise bu şartlarda bile bu ve­cibelerin kendisinden sakıt olmamasıdır.

Çünkü Yüce Allak, dâima O’nu koruyacağını va’d buyurmuştur. Nitekim bir âyeti celîlesinde şöyle buyurmuştur: “...Allah seni insanlar­dan (onların şer ve zararlarından) korur!...” [14][14]îşte bu âyet gereği, düşmanlar veya dîne karşı kötülük irtikâb edenler, az olsunlar, çok ol­sunlar, O’na bir zarar ve şer ulaştıramazlar. Diğerleri ise, şüphesiz böyle değildirler.

40 HADİS





İÇİNİZDEN KİM BENİM KIRK HADİSİMİ ÖĞRENİR VE TAŞIR İSE( YAŞAMINDA UYGULAR İSE) KIYAMET GÜNÜ SALİH KİŞİLER İLE HAŞROLUNACAKTIR.

1-

اَلدِّينُ النَّصِيحَةُ قُلْنَا: لِمَنْ )يَا رَسُولَ اللَّهِ ؟( قَالَ: لِلَّهِ وَلِكِتَابِوَلِرَسُولِهِوَلأئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ وَعَامَّتِهِمْ

(Allah Rasûlü) “Din nasihattır/samimiyettir” buyurdu. “Kime Yâ Rasûlallah?” diye sorduk. O da; “Allah’a, Kitabına, Peygamberine, Müslümanların yöneticilerine ve bütün müslümanlara” diye cevap verdi.

Müslim, İmân, 95.

2

اَلإِسْلاَمُ حُسْنُ الْخُلُقِ

İslâm, güzel ahlâktır.

Kenzü’l-Ummâl, 3/17, HadisNo: 5225.

3

مَنْ لاَ يَرْحَمِ النَّاسَ لاَ يَرْحَمْهُ اللَّهُ

İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.

Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16.

4

يَسِّرُوا وَلاَ تُعَسِّرُوا وَبَشِّرُوا وَلاَ تُنَفِّرُوا

Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.

Buhârî, İlm, 12; Müslim, Cihâd, 6.

5

إنَّ مِمَّا أدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلاَمِ النُّبُوَّةِ:

إذَا لَمْ تَسْتَحِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ

İnsanların Peygamberlerden öğrenegeldikleri sözlerden biri de: “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” sözüdür.

Buhârî, Enbiyâ, 54; EbuDâvûd, Edeb, 6.

6

اَلدَّالُّ عَلىَ الْخَيْرِ كَفَاعِلِهِ

Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.

Tirmizî, İlm, 14.

7

لاَ يُلْدَغُ اْلمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ مَرَّتَيْنِ

Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz.(Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez)

Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63.

8

اِتَّقِ اللَّهَ حَـيْثُمَا كُنْتَ وَأتْبِـعِ السَّـيِّـئَةَ الْحَسَنَةَ تَمْحُهَا

وَخَالِقِ النَّاسَ بِخُلُقٍ حَسَنٍ

Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre davran.

Tirmizî, Birr, 55.

9

إنَّ اللَّهَ تَعَالى يُحِبُّ إذَا عَمِلَ أحَدُكُمْ عَمَلاً أنْ يُتْقِنَهُ

Allah, sizden birinizin yaptığı işi, ameli ve görevi sağlam ve iyi yapmasından hoşnut olur.

Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, 1/275; Beyhakî, fiu’abü’l-Îmân, 4/334.

10

اَلإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ شُعْبَةً أفْضَلُهَا قَوْلُ لاَ إِلهَ إِلاَّاللَّهُ وَأدْنَاهَا إِمَاطَةُ اْلأذَى عَنِ الطَّرِيقِ وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ اْلإِيـمَانِ

İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır.

Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58.

11

مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِلِسَانِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِقَلْبِهِ وَذَلِكَ أضْعَفُ اْلإِيـمَانِ

Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.

Müslim, Îmân, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 248.

12

عَيْنَانِ لاَ تَمَسُّهُمَا النَّارُ: عَيْنٌ بَـكَتْ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَعَيْنٌ

بَاتَتْ تَحْرُسُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ

İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz, bir de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren göz.

Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 12.

13

لاَ ضَرَرَ وَلاَ ضِرَارَ

Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.

İbn Mâce, Ahkâm, 17; Muvatta’, Akdıye, 31.

14

لاَ يُؤْمِنُ أحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ

Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü’min) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz.

Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71.

15

اَلْمُسْلِمُ أخُو الْمُسْلِمِ لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ مَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حَاجَتِهِ وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ اللَّهُ عَنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ

Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.

Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.

16

لاَ تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلاَ تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا

İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.

Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56.

17

اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ النَّاسُ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ

Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.

Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8.

18

لاَ تَبَاغَضُوا وَلاَ تَحَاسَدُوا وَلاَ تَدَابَرُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللَّهِ إخْوَانًا

وَلاَ يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أنْ يَهْجُرَ أخَاهُ فَوْقَ ثَلاَثِةِ اَيَّامٍ

Birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz.

Buhârî, Edeb, 57, 58.

19

إنَّ الصِّدْقَ يَهْدِي إلَى الْبِرِّ وَ إنَّ الْبِرَّ يَهْدِي إلَى الْجَنَّةِ وَإنَّ الرَّجُلَ لَيَصْدُقُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ صِدِّيقًا وَ إنَّ الْكَذِبَ يَهْدِي إلَى الْفُجُورِ وَ إنَّ الْفُجُورَ يَهْدِي إلَى النَّارِ وَ إنَّ الرَّجُلَ لَيَـكْذِبُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ كَذَّابًا

Hiç şüphe yok ki doğruluk iyiliğe ***ürür. İyilik de cennete ***ürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğru sözlü) diye yazılır. Yalancılık kötüye ***ürür. Kötülük de cehenneme ***ürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında kezzâb (çok yalancı) diye yazılır.

Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103, 104.

20

لاَ تُمَارِ أخَاكَ وَلاَ تُمَازِحْهُ وَلاَ تَعِدْهُ مَوْعِدَةً فَتُخْلِفَهُ

(Mümin) kardeşinle münakaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona yerine getirmeyeceğin bir söz verme.

Tirmizî, Birr, 58.

21

تَبَسُّمُكَ فِي وَجْهِ أخِيكَ لَكَ صَدَقَةٌ وَأمْرُكَ بِالْمَعْرُوفِ وَ نَهْيُكَ عَنِ الْمُنْكَرِ صَدَقَةٌ وَإِرْشَادُكَ الرَّجُلَ فِي أرْضِ الضَّلاَلِ لَكَ صَدَقَةٌ وَإِمَاطَتُكَ الْحَجَرَ وَالشَّوْكَ وَالْعَظْمَ عَنِ الطَّرِيقِ لَكَ صَدَقَةٌ

(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.

Tirmizî, Birr, 36.

22

إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَأمْوَالِكُمْ وَلـكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ وَأعْمَالِكُمْ

Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.

Müslim, Birr, 33; ‹bn Mâce, Zühd, 9;

Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539.

23

رِضَى الرَّبِّ في رِضَى الْـوَالِدِ وَسَخَطُ الرَّبِّ في سَخَطِ الْـوَالِدِ

Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır.

Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.

Tirmizî, Birr, 3.

24

ثَلاَثُ دَعَوَاتٍ يُسْتَجَابُ لَهُنَّ لاَ شَكَّ فِيهِنَّ:

دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ، وَدَعْوَةُ الْمُسَافِرِ ، وَدَعْوَةُ الْوَالِدِ لِوَلَدِهِ

Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir:

Mazlumun duası, misafirin duası ve babanın evladına duası.

İbn Mâce, Dua, 11.

25

مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أدَبٍ حَسَنٍ

Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir

hediye veremez.

Tirmizî, Birr, 33.

26

خِيَارُكُمْ خِيَارُكُمْ لِنِسَائِهِمْ

Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.

Tirmizî, Radâ’, 11; ‹bn Mâce, Nikâh, 50.

27

لَيْس مِنَّا مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغِيرَنَا وَيُوَقِّرْ كَبِيرَنَا

Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı

göstermeyen bizden değildir.

Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 66.

28

كَافِلُ الْيَتِيمِ لَهُ أوْ لِغَيْرِهِ أنَا وَ هُوَ كَهَاتَيْنِ فيِ الْجَنَّةِ وَأشَارَ بِالسَّبَّابَةِ وَالْوُسْطَى

Peygamberimiz işaret parmağı ve orta parmağıyla işaret ederek: “Gerek kendisine ve gerekse başkasına ait herhangi bir yetimi görüp gözetmeyi üzerine alan kimse ile ben, cennette işte böyle yanyanayız” buyurmuştur.

Buhârî, Talâk, 25, Edeb, 24; Müslim, Zühd, 42.

29

اِجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ قَالُوا يَا رَسُولَ للهِ وَمَا هُنَّ قَالَ: اَلشِّرْكُ بِاللَّهِ وَالسِّحْرُ وَ قَتْلُ النَّفْسِ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إلاَّ بِالْحَقِّ وَأكْلُ الرِّبَا وَأكْلُ مَالِ اْليَتِيمِ وَالتَّوَلِّي يَوْمَ الزَّحْفِ وَقَذْفُ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلاَتِ الْمُؤْمِنَاتِ

(İnsanı) helâk eden şu yedi şeyden kaçının. Onlar nelerdir ya Resulullah dediler. Bunun üzerine: Allah’a şirk koşmak, sihir, Allah’ın haram kıldığı cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, suçsuz ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmak buyurdu.

Buhârî, Vasâyâ, 23, Tıbb, 48; Müslim, Îmân, 144.

30

مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلاَ يُؤْذِ جَارَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أوْ لِيَصْمُتْ

Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe imân eden misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun.

Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75.

31

مَا زَالَ جِبْرِيلُ يُوصِينِي بِالْجَارِ حَتَّى ظَنَنْتُ أنَّهُ سَيُوَرِّثُهُ

Cebrâil bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki;

ben (Allah Teâlâ) komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.

Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140, 141.

32

اَلسَّاعِي عَلَى الأرْمَلَةِ وَالْمِسْكِينِ كَالْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِ اللَّهِ

أوِ الْقَائِمِ اللَّيْلَ الصَّائِمِ النَّهَارَ

Dul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihad eden

veya gündüzleri (nafile) oruç tutup, gecelerini (nafile) ibadetle

geçiren kimse gibidir.

Buhârî, Nafakât, 1; Müslim, Zühd, 41;

Tirmizî, Birr, 44; Nesâî, Zekât, 78.

33

كُلُّ ابْنِ آدَمَ خَطَّاءٌ وَخَيْرُ الْخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ

Her insan hata eder.

Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.

Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.

34

عَجَبًا لأمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ وَلَيْس ذَاكَ لأحَدٍ إِلاَّ لِلْمُؤْمِنِ: إِنْ أصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَـكَرَ فَـكَانَ خَيْرًا لَهُ وَإِنْ أصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَـكَانَ خَيْرًا لَهُ

Mü’minin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hali vardır; O’nun her işi hayırdır. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.

Müslim, Zühd, 64; Dârim”, Rikâk, 61.

35

مَنْ غَشَّـنَا فَلَيْس مِنَّا

Bizi aldatan bizden değildir.

Müslim, Îmân, 164.

36

لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ نَمَّامٌ

Söz taşıyanlar (cezalarını çekmeden ya da affedilmedikçe)

cennete giremezler.

Müslim, Îmân, 168; Tirmizî, Birr, 79.

37

أعْطُوا الأجِيرَ أجْرَهُ قَبْلَ أنْ يَجِفَّ عَرَقُهُ

İşçiye ücretini, (alnının) teri kurumadan veriniz.

İbn Mâce, Ruhûn, 4.

38

مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَغْرِسُ غَرْسًا أوْ يَزْرَعُ زَرْعًا فَيَـأكُلُ مِنْهُ

طَيْرٌ أوْ إِنْسَانٌ أوْ بَهِيمَةٌ إِلاَّ كَانَ لَهُ بِهِ صَدَقَةٌ

Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır.

Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 7, 10.

39

إِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ

وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ ألاَ وَهِيَ الْقَلْبُ

İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.

Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107.

Bu yazıyı gönderen degerli  ŞERİFE ŞEVVAL KARDELEN hocamizdan Allah razı olsun,Sizlerinde dualarını bekleriz.
.

Kimlere Kabir Suali Yoktur



Bazı ölülere kabir suali yoktur:

1- Peygamberlere,

2- Siddıklara,

3- Siddiklar  derecesinde olan alimler,

4- Şehidlere,

5- Bulüğa ermeden ölen çocuklara,

6- Allah yolunda nöbet bekleyenlere,

7- Taun hastalığından ölenlere,

8- Cuma günü ve gecesi ölenlere,

9- Ishal, istiska ve taun gibi hastalıklardan ölenlere,

10-Islam memleketi sınırında halis niyetle nöbet tutan (İslam ve Müslümanları koruyan)lara,

11-Her gece Mülk süresini okuyanlar,

12-Ölüm hastaliğında ‘İhlas süresi“ni okuyanlara,

13-Ve delilere kabir suali yoktur.

Bir rivayete göre;

1- Peygamberler (a.s.)

2- Sabiler,

3- Ve meleklere kabir suali yoktur

Hukukul-emvat-www.bilgicagi.net

Kalbi Yumuşatmanın Yolu

 

Kalbleri katılaşmış olanlar, kalbelerini bir takım işler ile tedâvî etmeleri gerekir.

Birincisi: Kendisinde mevcud olan kötü huyları kökünden koparmaktır. Bu da, ilim, vaaz ve zikir meclislerine gitmek, Allah korkusunu   kalbine   yerleştirmek.   Allah’a   rağbet   etmek  ve sâlihlerin (Peygamberlerin, âlimlerin, evliya ve şehidlerin) haberlerini (menkıbelerini) okumak ve dinlemekle olur. Bütün bunlar, kalbi yumuşatan, kurtaran ve kalbleri kararmaktan koruyan hususlardır.

İkincisi: Ölümü anmaktır. Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinin Lezzetleri yok edeni çokça zikredin yani ölümü anın” hadîs-i şerîfine uyarak, ölümü çok zikretmektir. Ölüm, lezzetleri kestiği gibi, cemaatleri birbirinden ayırır; kız ve erkek çocukları yetim bırakır.

Üçüncüsü: Can çekişen ve ölmek üzere olan kişileri müşahede etmektir (yanlarında bulunmaktır). Muhakkak ki, ölmek üzere olan kişiye bakmak, onun sekerâtü’l-mevt (ölüm sarhoşluğu ile kendisini kaybettiği) anı müşahede etmek, nezi’ halini yani can verme durumunu görmek ve ölümden sonra suretini, (kabir ve mahşerdeki şeklini) düşünmek, nefisleri dünyanın lezzetlerinden keser, kalbleri, dünyanın sevinçlerinden uzaklaştırır, göz kapaklarını uyumaktan ve bedeni istirahat etmekten men eder (egeller), kişiyi amel etmek için uyandırır, kişiyi ziyadesiyle çalışmaya ve yorulmaya sevkeder ve böylece insanı ölüm gelmeden önce ölüme hazırlar. Çünkü o şiddetlilerin en şiddet-lisidir.

Birbirlerine Bağlı Üç İlâhî Hüküm

 

Üç şey, üç âyette birlikte zikredilmiştir. Bunlardan herhangi biri yanındaki olmadan kabul olunmaz,” denilmektedir.

1-Allah ve Rasûlüne itaat. Allahü Teâlâ buyurdu:

Ey o bütün imân edenleri Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin, sizden olan ülül-emre de… Sonra, bir şeyde nizâa düştünüz mü; hemen onu Allah’a ve Resulüne arz ediniz; Allah’a ve âhiret günü’ne gerçekten inanır mü’minlerseniz… O hem hayırlı, hem de netice itibariyle daha güzeldir. 4/59″

2-Allah’a şükür, anne ve babaya teşekkür’dür.

Gerçi insana ebeveynini de tavsiye ettik -anası onu zaaf zaaf üstüne taşıdı, süt kesimi de iki sene içinde- şükret diye bana ve anana-babana… Ki (neticede) banadır gelişi 31/14″

3- Namaz ve zekâttır.

Hem namazı dürüst kılın ve zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin!..2/43″

Anne ve babaya iyilik, onlara iyilik ile muamele etmek, onlara karşı mütevâzi (ve saygılı) olmak, emirlerine uymak, sevdiklerini gidip görmek ve onların ölümlerinden sonra onlar için dua etmek, mağfiret istemek, istiğfar ve Kur’ân-ı Kerim okumak ve kendileri için sadakalar vermektir.

Te’vîlât-i Necmiyye’den Tasavvufî Manalar

Te’vîlât-ı Necmiyye’de buyuruldu:

Ebeveyne (anne ve babaya)  iyilik” âyeti kerimesine’ göre kişinin, halka karşı en izzetli, şerefli ve saygı değer anne ve babasıdır.  Çünkü onlar onun zahiri varlığına (dünyaya gelmesine) sebeb oldular. Lakin kişi, Rabbine karşı kulluk ahdini yerine getirdikten sonra anne ve babasına iyilik yapması gerekir. Zîrâ hakikatte ise. kişiyi var eden ve kişinin anne babasını var eden (yaratan) Allah’dır. Allah’ın kulluğuna karşı anne ve babanın iyiliği tercih edilmez. İkisi çekiştiği zaman, anne ve baba’ya iyilik Allah’a ibâdet ve Allah’ın emirlerine tercih edilmez. Allah’ın emirleri tercih edilir. Durum böyle olunca, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı anne ve babadan başka kimselere nasıl iltifat edilir. Başkasına uyarak nasıl Allah’a işyân edilir?

Kaynak: Rûhu’l-Beyan Tefsiri Tercümesi- İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri