15 Mayıs 2011 Pazar

Bİlâl-i Habeşî

Bİlâl-i Habeşî
Hz. Peygamber'e ilk iman edenlerden biri ve sonradan ona müezzin olan sahabî. İslâm tarihinde unutulmaz yeri olan Bilâl-î Habeşî, aslen Habeşlidir. Anasının adı Hamâme, babasının adı Rebah, künyesi Abdullah'tır.
Bilâl, İslâm'ın ilk tebliğ yıllarında Ümeyye b. Halef'in kölesiydi. İslâm'ın ortaya çıktığı yıllarda bir çok kimse, soy ve soplarının yüksekliğine, şirk toplumu içindeki nüfuzlarına bakarak kavim ve kabîle taassubuna düşmüş, İslâm'a cephe almış ve sapıklıkta kalmışlardı. Bilâl b. Rebah gibi kimseler de zayıf ve acizliklerine rağmen hak davete uyup şirkten kurtulmuşlardı. İşte Bilâl b. Rebah (r.a.) İslâm davetine ilk icabet edenlerden biriydi.
Ümeyye b. Halef, kölesi Bilâl'in müslüman olduğunu anladıktan sonra, onu İslâm'dan çevirmek için yapmadığı eziyet ve işkence kalmamıştı. Ümeyye, öğlen vakti güneşinin bir yanardağ kesildiği anda, Bilâl'i alır, kızgın kumların üzerine yatırır, sırtına kocaman bir taş koyar ve şöyle derdi: "Muhammed'e küfret; Lat ve Uzza'ya iman et. Yoksa onlara iman edinceye kadar böylece kalacaksın."
Bilâl'in kızgın kumlar üzerinde sırtı yanar, göğsü yanar, nefesi tıkanır, bu müthiş işkence altında saatlerce kıvranırdı. Fakat dudaklarında daima şu sözler dökülürdü: "Allahu Ahad, Allahu Ahad", Onun bu durumu, müşrikleri bile hayrete düşürürdü (İbn Sa'd, Tabakat, III, 232).
O, geçim için, makam ve mevki için başka ilâhlara sığınmazdı. O biliyordu ki hüküm Allah'a aittir, rızık Allah'a aittir. Öldürmek ve yaşatmak Allah'ın elindedir. Geçici dünyanın çıkarları için put ve tağutları tasdik etmek ve bu arada imandan bir cüz de Allah'a ayırmak iman için yeterli değildir. Tam ve kâmil anlamda hükmün, öldürmek ve diriltmenin Allah'a ait olduğunu rızık verenin yalnız Allah olduğunu, Allah'ı bütün sıfatlarıyla tanıyıp ona göre iman etmedikçe ve bu uğurda gelecek sıkıntı ve ezalara katlanmadıkça imanda kemâle ulaşmanın mümkün olmadığını biliyordu. Bilâl, rızık ve ölüm korkusu taşımıyordu. Yalnız Allah'tan korkuyor ve yalnız ondan ümid ediyordu.
İşkence altında kıvranan Bilâl (r.a.)'a rastgelen Varaka b. Nevfel,
"Vallahi ey Bilâl, Allah birdir, Allah birdir. " der, sonra da müşriklere dönerek: "Siz onu bu yüzden öldürürseniz, biz onu, kendimize örnek alırız." derdi (İbnü'l-Esir, el-Kâmil Fi't-Târih, II, 66).
Bilâl'in efendileri olan Mekkeli müşrikler onu, çoluk çocuğun oyuncağı yapmışlardı, ona işkence edenlerden biri de Ebu Cehil'di. Ama Bilâl'e yapılan işkenceler sırasında gösterdiği sabır ve tahammül hepsini şaşkına çevirirdi. Nasıl oluyor da bu derece ağır işkencelere katlanabiliyordu.
Ümeyye b. Halef'in Bilâl'e yaptığı işkencelere çok üzülen Hz. Ebû Bekir (r.a.) ona bu işkenceden vazgeçmesini söylemiş o da; "Onun ahlâkını bozan sensin, onu bizden uzaklaştıran senden başkası değildir" demişti. Bunun üzerine Ebû Bekir es-Sıddık (r.a.) ona şu cevabı vermişti: "Benim yanımda senin şu kölenden daha güçlü ve kuvvetlisi var. Hem de senin dinindendir. İstersen onu al ve bunu bana ver." Ümeyye bu teklifi kabul edip öteki köleyi aldı ve Hz. Bilâl'i Hz. Ebû Bekir'e verdi. Başka bir rivayette Hz. Ebu Bekr'in onu yedi ukiyeye satın alıp azat ettiği kaydedilir. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 232).
Bilâl'i Resulullah'ın yanına götürüp azat etmiş ve Bilâl işkenceden kurtulmuştu. Elbette bu Allah'ın bir takdiridir. Bilâl Hz. Ebû Bekir'e bu sebeple borçlu değildir. İki mümin de görevlerini yapmışlar. Allah da onlara ecrini vermiştir. Hz. Ömer şöyle der:
"Efendimiz Ebu Bekir, yine efendimiz Bilâl'i azad etti. "(İbnü'l-Esîr, Üsdü'l- Gabe, I, 209).
Bilâl daha sonra diğer ashab ile birlikte Medine'ye hicret etti. Orada Sa'd b. Hayseme'ye misafir oldu. Ensar ile Muhacirler arasında kardeşlik oluşturulunca Bilâl'e de Abdullah b. Abdurrahman el-Has'amî kardeş ilân edildiler. Bu kardeşlik köklü bir şekilde sürüp gitti. Öyle ki Bilâl, Hz. Ömer devrinde Şam'da bulunduğu sırada maaş olarak divandan ona ayrılan hissesinden kardeşine de bir hisse veriyordu. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 234).
Bilâl, Resulullah (s.a.s.)'ın müezzini olarak tanınmaktadır. Ve sık sık ezanı Bilâl'e okuttururdu. Hatta sabah ezanındaki " " (Namaz uykudan hayırlıdır) ibaresini Bilâl ezana eklemiş Resulullah "Bilâl, bu ne güzel söz!" diye onu tasvip etmişti. (Avnu'l-Ma'bud, Şerh Ebû Dâvud, III,185; İbn Mâce, Ezan, 1, 3,). Hz. Bilâl, Resulullah'ın bütün gazalarına katıldı. Bedir gazasında Hz. Bilâl, Mekke'de kendisine her türlü eza ve işkenceyi reva gören Ümeyye'yi görmüş ve şöyle bağırmıştı: "İşte küfrün başı!.." Bunun üzerine dikkatleri ona çevrilmiş ve müslümanlar derhal onun ve oğlunun etrafını sararak ikisini de öldürmüşlerdi. Resul-u Ekrem Mekke'nin fethi ardından Kâbe'ye girerken has müezzini Hz. Bilâl'i yanlarında bulundurmuşlardı. İbn Ömer, bu vakayı şöyle nakleder ve der ki:
"Resul-u Ekrem, Mekke'nin fethi gününde, Mekke'nin yüksek tarafından bir deve üzerinde geldi. Üsame b. Zeyd, Bilâl ve Osman b. Talha da yanlarındaydılar. Resul-u Ekrem Kâbe içinde uzun bir müddet kaldılar, sonra çıktılar. Arkasında müminler içeri girmek için birbiriyle yarış etti. İlk giren bendim. Bilâl, kapının arkasındaydı. Bilâl'e Resulullah'ın nerede namaz kıldıklarını sordum, yerini gösterdi. Ne var ki Bilâl'e, Allah Resulunun kaç rekat namaz kıldıklarını sormayı unuttum." (Buhârî, Meğâzî, 49).
Resulullah, Kâbe'yi putlardan temizledikten sonra müezzini Bilâl, burada ezan okuyarak, ortalığı tevhîd nameleriyle coşturmuştu. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 234). Resul-u Ekrem'in vefatı üzerine, ona karşı büyük bir sevgi duyan Hz. Bilâl, Medine'de kalmaya dayanamayıp, ayrılmak zorunda kaldı. Hz. Ebu Bekir, Bilâl'e yanında kalması için ısrar ettiği halde, Hz. Bilâl ona şöyle demişti: "Eğer sen beni Allah için azat ettinse bırak istediğim yere gideyim; yok kendi nefsin için azat ettinse beni yanında alıkoy!" Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir şöyle demişti: "İstediğin yere git!..." Resulullah'ın vefatından sonra cihadı, ezana tercih eden Hz. Bilâl, Şam'a gitti ve Hz. Ebû Bekir devrinde Suriye'de meydana gelen gazalara katıldı (İbn Sa'd, Tabakat III,238).
Hz. Ebû Bekir'in vefatından sonra, Hz. Ömer devrinde cihat devam etti. Hz. Bilâl bu cihatlara da katıldı. Hz. Ömer, hicrî onaltıncı yılda Suriye ve Filistin'e gittiği zaman, Bilâl onu karşılamaya çıkarak Câbiye'ye gelmişti. Sonra halifenin maiyetinde Kudüs'e giderek, bu kutsal şehrin teslimi sırasında bulunmuş ve Hz. Ömer ile birlikte Kudüs'e girmişti. Hz. Ömer, burada, Resulullah'ın vefatından beri ezan okumayan Bilâl'den ezan okumasını rica etmiş, Hz. Bilâl de halifenin ısrarına dayanamayarak ezan okumuştu. Bilâl Tevhîd'in bu üstün yanı olan ezanı okumaya başlar başlamaz, Hz. Ömer ve diğer ashab Resulullah (s.a.s.) dönemini hatırlayarak, gözlerinin önüne, geçmiş günleri getirip hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Bilâl'in ezanını dinleyenlerin hepsi, kendilerinden geçmişlerdi. Kudüs'ü teslim alma sırasında Hz. Ömer'den başka Ebu Ubeyde b. el-Cerrâh, Muaz b. Cebel, Amr b. el-Âs gibi ashabın ileri gelenlerinden bir çok kimse bulunuyordu.


Hz. Peygamber (s.a.s.)'in irtihâlinden sonra Suriye'ye giden Bilâl, "Havlan" kasabasına yerleşti. O burada huzur içinde yaşıyordu. Hz. Bilâl, Suriye'de bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında Hz. Peygamber (s.a.s.)'i gördü. Resulullah ona, şöyle demişti: "Beni ziyaret etmeyecek misin?" Hz. Bilâl, uyanır uyanmaz, hazırlığını tamamlayıp Medine yolunu tuttu. Medine'ye gece ulaştı. Oraya varınca Ravza-i Mutahhara'ya yüzünü sürerek, burada Resul-u Ekrem'le birlikte geçirdiği günlerin hatırasını düşünerek ağladı. Bu sırada Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin Bilâl'i görmüş, fecir vaktinde ondan ezan okumasını rica etmişlerdi. Bilâl, (r.a.) onların arzusunu yerine getirerek, Peygamber Mescid'inde ezan okumuştu. Bilâl'in sesini duyan Medineliler, İsrafil suruyla uyandırılmış gibi yerlerinden fırlamış ve ezanı dinlemeye başlamışlardı. Birinci şehadetten sonra Resulullah'ın risâletini ikrar eden şehadet tekrar okunurken, Hz. Peygamber'in kabrinden kalktığını tasavvur ederek evlerinden dışarı fırlamışlardı. Bu sabah, bütün Medine'ye, risalet devrini bütün canlılığı ile yaşatan, herkesin hislerini coşturan, bütün müslümanların Resul-u Ekrem'e karşı duydukları sevgiyi canlandıran Bilâl'in sesi idi.


Hz. Bilâl, hicretin yirminci yılında altmış yaşlarında iken vefat etti. Dımaşk'ın Bâbü's-Sağîr tarafına defnolundu. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 238; İbnü'l-Esir, Üsdü'l-Gabe, I, 209).
Hz. Bilâl (r.a.), vefatı yaklaşınca, ölümün ızdırabını, sevgililerine kavuşmasındaki zevk ile mezcetmiş; ömrünün son anlarında onun hastalığını gören zevcesi, teessüründen "ah ne acı" dedikçe, Bilâl: "Oh! ne tatlı!." diyor ve ekliyordu: "Yarın sevgililerle, Muhammed ve arkadaşlarıyla buluşacağım." diyordu.
Bilâl-i Habeşî, İslâm'ın ahlâkıyla ahlâklanmış, fazîlet ve kemâl sahibi bir sahabî idi. Hz. Bilâl'in, ilk müslümanlardan olduğunu ve İslâm akîdesi uğrunda en büyük çileyi çekenlerden olduğunu, herkes bilir ve ona son derece sevgi ve hürmet beslerdi. Hz. Bilâl, bütün vaktini, Resul-u Ekrem'e hizmetle geçirdi. O, Resulullah'ın meclislerinde daima hazır bulunurdu. Her namazda, her durum ve işte Resulullah'dan ayrılmazdı. Hz. Peygamber'in hazinedarlığını, Bilâl yapardı. Çarşı ve pazardan alınacak her şeyi o tedarik eder, icabında ödünç para alır, Resulullah'ın evinin ihtiyaçlarını sağlar, sonra da müsait zamanlarda o borçları öderdi.
Hz. Bilâl'in doğruluk ve ahlâkı, İslâm'a bağlılığı bütün çağdaşları tarafından aynı derecede takdir edilmekte ve övülmekteydi. Artık o, siyahî bir köle değil, ashab'ın ileri gelenlerinden ve İslâm devletinin yönetiminde söz sahibi olan müminlerden biriydi.
Hz. Bilâl, uzun boylu, zayıf, ince ve koyu esmerdi. Ömrünün sonlarına doğru saçlarının çoğu beyazlaşmıştı. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 238-239).

Aşere-İ Mübeşşere

Hazret-i Aişe

Hazret-i Aişe
Hz.Ebubekir (r.a.)'ın kızıdır. 612 yılında Mekke'de doğdu. Annesi Ümmü Ruman binti Amir Ibn Umeyr'dir.  Çok küçük yaşta müslüman olmuştur. Künyesi Ümm-i Abdullah dır. Rasulullah ona "Hümeyra" lakabını vermiş; "Dininizin yarısını bu Hümeyra'dan alınız" buyurmuşlardır.
Nikahı
Rasulullah, ilk zevceleri Hatıcetü'l Kübra'nın vefatından sonra bir müddet daha evlenmedi. Osman İbn Maz'un hanımı Hz. Hule binti Hakim, Rasulullah'a gelerek evlenme konusunu dile getirdi. Rasulullah "kiminle evleneyim?" diye sorduğu zaman, Hule:
-Kız da vardır dul kadın da vardır, hangisini istersiniz? Dul kadın Sude bint-i Zema, kız ise Ebubekir'in kızı Aişe. Emrederseniz ben gidip bir ağız yoklayayım.
Hule Zatı Risaletpenahilerinin gönlünün isteğini öğrendikten sonra Hz.Ebubekir'in evine geldi ve meseleyi kendisine anlattı. O zaman  Hz.Ebubekir (r.a.) Rasulullah ile din kardeşi olarak sözleşmişti. Cahiliye devrinde söz kardeşlerinin çocukları arasında nikah caiz değildi.  Bu yüzden Hz.Hule'nin sözüne Hz.Ebubekir (r.a.) hayretle:
-Rasulullah benim söz kardeşimdir, bu nasıl olur? der.
Hule meseleyi Rasulullah'a aktardığında Allah Resulü buyururlar:
-Ebu  Bekir benim din kardeşimdir, bu şekilde kardeşler arasında nikah caizdir.
Nikahını Hz.Aişe anlatıyor:
"Ben nikah olacağım zaman çocuklarla oynuyordum. Annem benim evden dışarı çıkmama bir şey demezdi. o zamana kadar benim nikahdan haberim yokdu."
Hz.Aişe'nin Rasulullah'a nikahlanması 620 yılında oldu. Nikahın kıyılmasından iki yıl geçtikten sonra zifaf olmuştur.
Hicret ve Rasulullah'ın Evine Gidişleri
Rasulullah Medineyi Münevvereye vardıktan sonra Zeyd İbni Harise ve kölesi Ebu Rafi'i ile aile efradını getirtmek için görevlendirdi. Bunlara iki deve ve ihtiyaçlarını tedarik etmek için 500 dirhemde para verdiler. Bir hayli  sıkıntıdan sonra Hz.Aişe (r.a.) annesi ve kızkardeşleriyle birlikte Medine'ye vardı ve Benu Haris mahallesinde kendi akrabalarının ve yakınlarının yanına yerleşti.
Medine havası muhacirlere yaramamış, bir çoğu hastalanmıştı. Hz.Ebubekir (r.a.) de ağır hastalanmış ve ona Hz.Aişe bakmıştı. İyileşmesinin ardından Aişe rahatsızlanmış  ve yatağa düşmüş, hastalığının şiddetinden saçlarının tamamı dökülmüştü. Bir müddet sonra bu hastalıklar atlatılmıştı. Hz.Ebubekir Rasulullah'a haber göndererek "Aişe'yi niçin eve almadığını" sorar.  Rasulullah "Mehriyeyi ödemek için paraları olmadığını" bildirirler. Bunun üzerine Hz.Ebubekir ödünç olarak 500 dirhem ona verir. Zatı Saadetleri de bu parayı Hz.Aişe'ye gönderir.
Bu şekilde Hz.Aişe (r.a.) koca evine gitme hazırlığı başlar. 623 yılında Şevval ayında Rasulullah'ın evine gelir.
Hz.Aişe, Medine'de Peygamberimizin muharebelerine katıldı ve diğer sahabe hanımları gibi harpte yaralıların tedavisiyle bizzat uğraştı. Uhud gazasında sırtında su ve yiyecek taşıyıp yardım  için Peygamber Efendimizin herp yanında kalmıştı. Hatta, peygamberimizin Uhud'da müşrüiklerin taşlarıyla yaralanan mübarek yüzlerine, hasır yakıp, külünü basarak kanlarının durmasını sağlamıştı. Hz.Aişe bir ara Uhud'da kılıçla cepheye gitmek istemişse de, Rasulullah buna müsaade etmemiştir.
İftira
Hz. Aişe (r.a) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.v) sefere çıkmak istediği zaman, kadınları arasında kura çeker, hangisinin ismi çıkarsa onunla giderdi. Benî Mustalik gazasından önce yaptığı gazada da aramızda kura çekti, benim ismim çıktı, bundan dolayı Rasulullah ile beraber çıktım ve bu, hicab (örtünme) âyetinin indirilmesinden sonra idi. Onun için bir hevdece (deve üzerine konulan kapalı taşıyıcıya) konuldum, dönüşte Rasulullah Medine'ye yaklaşınca bir yerde konakladı, sonra da yola çıkmaya nida ettirdi. Yola çıkmaya seslendikleri sırada ben kalktım ve yürüyüp ordugahı geçtim, tuvalete gittim, yerime dönerken göğsümü yokladım, ne göreyim Zafâr boncuklarından bir dizim vardı, kopmuş düşmüş, bunun üzerine döndüm, kaybolan dizimi aradım, bunu aramak beni alıkoydu.
Benim yol nakliyemi yapmakta olan grup varmışlar, hevdeci yüklenmişler ve beni içinde zannetmişler. Çünkü hafif idim, henüz küçük yaşta bir taze idim; beni hevdecte sanmışlar, deveyi çekmişler gitmişler. Döndüğüm zaman orada kimseyi bulamadım, bundan dolayı belki beni aramak için dönerler dedim, oturdum. Derken uyumuşum, Safvân b. Muattal ordunun arkasına kalır, insanların eşyalarını araştırır, bir şey kalmış ise kaybolmaması için diğer konak yerine götürürdü, beni görünce tanımış "Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz" (Bakara, 2/156) demesiyle uyandım, hemen feracemle yüzümü örttüm, devesinden indi, ben bininceye kadar çekildi, bindim. Sonra deveyi çekti, yürüdü, öğle sıcağında orduya yetiştik; inmişler, bağrışıyorlardı. İndikleri zaman beni bulamadıklarından insanlar çalkalanmış, o sırada imiş ben üzerlerine varıverdim, artık herkes beni konuşmuş. Beni lakırdıya almış, helak olan helak olmuş.
Rasulullah Medine'ye ayak bastı ve bana bir ağrı, sızı meydana geldi. Fakat rahatsız olduğum zamanlar Peygamber (s.a.v) den tanıyageldiğim alaka ve lütfu bu defa görmedim, ancak yanıma giriyor, "nasıl o?" diyordu. Bu beni işkillendirdi, henüz söylenen sözlerden haberim yoktu, nihayet nekahet dönemine geldim. Bir gece Mıstah'ın annesi ile hacetimiz için dışarı çıktım, işimiz biter bitmez yine Mıstah'ın annesi ile odama doğru döndük. Derken Mıstah'ın annesi mırtı, yani yün çarşafı içinde sürçtü dedi. Ben buna itiraz ettim. "Bedir'de bulunmuş bir zata sövüyor musun?" dedim, "Haberin yok mu" dedi, "ne var" dedim. "Ben dedi, şehadet ederim ki, sen hakikaten "Habersiz mümin hanımlar" dansın . Sonra ifk'çilerin dediklerini anlattı. Derhal hastalık üstüne hastalığım arttı, hemen ağlayarak döndüm.
Sonra Rasulullah girdi ve "nasıl o?" dedi. "Bana izin ver ,ana babamın yanına gideyim" dedim. İzin verdi, ben de anama babama gittim. Anneme: "Ey anne, dedim, insanlar neler söylüyorlar?" "Kızcağızım! dedi, kendini üzme, vallahi bir erkeğin yanında sevgili parlak bir kadın olsun ve ortakları bulunsun da aleyhinde çok laf etmesinler, pek azdır. Daha dedi, bu ana kadar söylenilen sana malum olmadı mı?" Ben ağlamaya başladım ve bütün gece sabahı ettim, yine ağlıyordum. Ağlarken babam yanıma geldi, anneme, "bu niye ağlıyor" dedi. "Bu ana kadar söylenilenden bilgisi yokmuş" dedi. Babam da ağladı. "sus kızım" dedi. O gün durdum, göz yaşım dinmiyordu, ana babama ağlamak ciğerimi parçalayacak gibi geliyordu. İkisi de yanımda oturmuş, ben ağlıyorken Rasulullah (s.a.v) üzerimize geliverdi, selam verdi, sonra oturdu. Hakkımda söylenilen söylenileliden beri yanımda oturmamıştı ve bir ay olmuş Allah Teâlâ ona benim bu işimle ilgili vahiy indirmemişti.
Sonra dedi ki: "Ey Aişe! Hal önemli, senden bana şöyle şöyle söz yetişti, şimde sen bu durumdan temiz ve beri isen Allah, muhakkak seni aklayacak ve eğer bir günaha düştünse Allah'a istiğfar ile tevbe et. Çünkü kul tevbe edince Allah Teâlâ tevbeyi kabul eder." Ne zaman ki Peygamber (s.a.v) konuşmasını bitirdi, göz yaşlarım boşandı, sonra babama "Tarafımdan Rasulullah'a cevap ver" dedim. "Vallahi ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi. Bunun üzerine anneme, dedim, "Tarafımdan Rasulullah'a cevap ver." O da "Vallahi ne diyeyim, bilmiyorum, dedi. Ben henüz küçük yaşta bir taze idim, Kur'ân'dan çok okuyamazdım. Yani çok delil getirebilecek halde değildim. Dedim ki: "Vallahi ben anladım. Siz bunu işitmişsiniz, hatta gönüllerinizde yer etmiş, inanmışsınız. Şimdi ben size beriyim desem inanmayacaksınız ve eğer benim muhakkak tertemiz olduğumu Allah bilip dururken size kötü bir itirafta bulunsam hemen tasdik edeceksiniz .Vallahi benimle size başka bir mesel bulamıyorum, ancak Yusuf'un babası o salih kulun ki ismini zikretmemiştim dediği gibi "Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin anlattığınıza göre, yardımına sığınılacak ancak Allah'tır" (Yusuf, 12/18) dedim, sonra dönüp yatağıma yattım.
O halde ben vallahi biliyordum ki, Allah Teâlâ muhakkak beni temize çıkarır. Fakat vallahi, hakkımda vahy-i metlüvu (Kur'ân âyet) indireceğini zannetmiyordum. Benim işim nefsime göre, Allah Teâlâ'nın öyle okunup tilâvet olunacak bir emir ile tekellüm buyuracağı dereceden çok hakir idi. Ve fakat umuyordum ki, Rasulullah uykuda bir rüya görür de Allah, beni onunla temize çıkarır. Allah bilir ya, Rasulullah yerinden kalkmamıştı, ehl-i beyit'ten kimse de dışarı çıkmamıştı. Allah Teâlâ, Peygamberine vahyi indiriverdi, ona vahyedilirken olagelen hal hemen geliverdi ki, kış günüde bile vahyin ağırlığından dolu danesi gibi ter dökülürdü. Bunun üzerine, bir örtü örtüldü ve başının altına bir yastık konuldu. Vallahi ben telaş etmedim, aldırmadım, çünkü beraatimi, suçsuzluğumu biliyordum. Fakat Rasulullah açılıncaya kadar, insanların dediklerine hak verecek bir vahiy gelivermek korkusundan, anamın babamın canları çıkacak zannettim.
Ne zaman ki Rasulullah açıldı, gülüyordu, ilk söylediği kelime şu oldu: "Müjde ey Aişe! Rahat ol, vallahi Allah, seni kat'î olarak akladı" dedi. "Hamd, Allah'a; ne sana, ne de ashabına" dedim. Annem, dedi "Kalk ona!" Ben, "Vallahi ne ona kalkarım, ne de beraetimi indiren Allah'dan başkasına hamd ederim" dedim. Burada Allah Teâlâ den itibaren on âyet indirmişti. Bunun üzerine Ebu Bekir "Vallahi bundan sonra artık Mıstah'a infak etmem" dedi. Çünkü ona yakınlığı ve fakirliği sebebiyle nafaka veriyordu. Bu sebeple de Allah Teâlâ şu âyeti indirdi. "İçinizden faziletli olanlar (yakınlara...) vermemeye yemin etmesinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız?" (Nur, 24/22) , Bunun üzerine Ebu Bekir de "Evet, vallahi, Allah'ın beni mağfiret etmesini severim" dedi Mıstah'a yine nafakası verilmeye devam edildi. Netice olarak özrüm nazil olunca Rasulullah kalktı minbere çıktı, bunları anlattı ve Kur'ân'ı okudu ve minberden indiği vakitte Abdullah b. Ubeyy'e, Mıstah'a, Hamne'ye ve Hassan'a had cezası vurdu.
Rasulullah'ın Vefatı
Peygamberimiz (s.a.s) 632 senesinde hastalandı, bu hastalığı onüç gün sürdü. Bu sürenin beş günlük bölümünü  diğer hanımlarının yanında sekiz günlük bölümünü ise Hz.Aişe validemizin evinde geçirdi. Haziran ayının beşinde pazartesi günü öğleden önce, mübarek başı, Hz.Aişe validemizin göğsüne yaslanmış olarak vefat etti. Rasulullah'ın vefatından sonra Ashab-ı Kiram, Hz.Aişe vaidemize "müminlerin annesi" adını vererek, ona büyük hürmet göstermişlerdir.
Resul-i Ekrem (s.a.s) in Hz.Aişe'ye muhabbeti fazla idi. Rasulullah buyurdu:
"Hak Teala ile benim aramda bulunan meselede -kadınlar arasında eşitliği gözetmek hususunda- imkanı olduğu nisbette dikkat edip adaletten ayrılmadım. Fakat Aişeye karşı sevgimin fazla olmasına mani olmak kudret ve imkanım dahilinde değildir. Hak Teala bunun için beni afv eylesin.
Hz. Aişe'nin Son Kırk Yılı
Rasulullah'ın vefatından sonra  kırk yıla yakın bir müddet daha yaşamış ve pek çok hadis rivayet etmiştir. Hz. Âişe'nin bu son kırk yıllık hayatındaki en önemli olay; Cemel Vak'ası'dır. Hz. Osman'ın karışıklık çıkaran entrikacı asiler tarafından şehid edilmesinden sonra halîfe olan Hz. Ali, katilleri bulmak ve kısas yapmak hususunda günün şartları gereği olarak sabırla hareket etmeyi uygun bulmuştu. Bu yumuşak davranıştan yüz bulan asiler taşkınlıklarını artırarak fenalıklarına devam ettiler.
Durum böyle endişe verici bir hâl alınca Ashâb-ı Kiram'ın büyüklerinden bir kısmı (Talha, Zübeyr...) Mekke'ye giderek o sırada hac için orada bulunan Hz. Âişe'yi ziyaret edip, olaylara el koymasını ve kendilerine yardımcı olmasını istediler. Hz. Âişe de; acele etmemelerini, sabırla bir köşeye çekilip Hz. Ali'ye yardımcı olmalarını tavsiye etti. Ashâb-ı Kirâm'ın büyükleri de Hz. Âişe'nin tavsiyesine uyarak, askerleriyle Irak ve Basra'ya gitmeyi uygun gördüler. Hz. Âişe'ye de: "Ortalık düzelinceye ve halifeye kavuşuncaya kadar bizimle beraber bulun, bize destek ol, çünkü sen müslümanların annesi ve Rasulullah'ın muhterem zevcesisin, herkes seni sayar dediler. Hz. Âişe de, müslümanların rahat etmesi ve Ashâb-ı Kirâm'ın korunması için onlarla birlikte Basra'ya hareket etti.
Bu gidişi asiler, Hz. Ali'ye başka türlü anlattılar. Bu arada Hz. Ali'yi de zorlayarak Basra'ya gitmesini sağladılar. Hz. Ali de Basra'ya gelince Hz. Âişe'ye bir haberci yollayarak, olaylar ve yolculuğu hakkındaki düşüncelerini sordu. Hz. Âişe, fitneyi önlemek ve sulhu sağlamak için Basra'ya geldiğini; öncelikle katillerin yakalanmasını istediklerini halife Hz. Ali'ye bildirdi. Bu görüşü Hz. Ali de uygun bularak sevindi. Memnun olan her iki taraf üç gün sonra birleşmeyi kararlaştırdılar.
Bu barış haberini ve memnunluğu işiten münafıklar birleşmeye engel olmak için, gece karanlık basınca, her iki tarafa da ayrı ayrı askerlerle saldırdılar. Taraflara da: "Bakın, karşınızdakiler sözünde durmadı" deyip bu gece baskını ile ortalığı karıştırdılar. Karanlıkta neye uğradıklarını bilemeyen müslümanlar harb etmeye başladılar. Her iki taraf da karşısındakini suçluyordu. İşte bu iki müslüman grup arasında meydana gelen çatışmaya Cemel vak'ası denir.
Bu vak'ada Hz. Aişe'nin ictihadı Hz. Ali'nin ictihadına uymamıştı. Buna rağmen galib olan Hz. Ali, müminlere anneliği Kur'an-ı Kerim ayeti ile sabit olan Hz. Aişe'ye ikram ve izzette bulundu. "Ali'yi sevmek imandandır." hadisini haber veren Hz. Âişe de Hz. Ali'yi çok severdi. Daha sonra Hz. Ali'nin şehâdetine üzüldü ve çok ağladı. Çünkü, sahâbiler birbirlerini çok severlerdi.
Hayatının son devrelerini müctehid olarak bilhassa kadınlara mahsus hallere dair fıkhî hükümlerde fetvalar vererek geçirdi. 676 yılında Medine-i Münevvere'de vefat etti. Cenazesini Ashâbtan Ebû Hureyre (r.a.) kıldırdı. Vasiyyeti üzerine Medine'de el-Bakî' kabristanına defnedildi.
Hz. Aişe'nin  Giyinişi:
Kırmızı gömlek ve siyah örtü giymekle beraber, turuncu elbiseyi tercih ederdi. Ehrama girerken altın yüzük taktığı sarı elbise giymiş olduğu görünmüştür. Arada sırada ipek de giyerdi. Çok kanaatkar olduğu için yalnız bir çift ayakkabısı vardı, bunu temizler temizler giyerdi.
Bir fistanı vardı, kıymet itibarı ile 5 dirhem ederdi, fakat bu fistan zamanında o kadar kıymetli idi ki gelinler, düğünlerinde gelir bunu emanet alırlardı.
Elbise hususunda çok titiz idi, bir ara yeğeni Hafza ince bir başörtü ile yanına gelmişti. Hz.Aişe onun baş örtüsünü tutup buyurdu:
"Sen bilmiyormusun Cenab-ı Hak Sure-i Nur da ne buyurmuştur?" Sonra kendisine kalın bir başörtüsü verdi.
Hz. Aişe'nin  İlmi ve İçtihadları
Hz. Aişe'den baş diğer hatunları da Rasulullah'ın  ağızlarından bire çok  söz duymuşlarsa da, hiç biri bu sözlerin ruhuna Hz.Aişe gibi nüfuz edememişlerdir.
Hz.Aişe körü körüne taklide muhalifdi.
Kadınlar camiye gidebilir mi?
Rasulullah kadınların camiye gelip de, camide namaz kılmalarına müsaade etmiş olduklarından. Hz.Aişe bu işin daimi olarak caiz olduğuna karar vermiştir. Fakat  Hz.Aişe kadınların dönem içinde camiye gitmelerinin mahzurlu olabileceğini işaret ederek "Rasulullah bu hususu hissetmiş olsalardı, her halde o  zaman kadınların camiye gitmelerini men ederdi. Nitekim İsrail oğullarının  kadınları men edilmişlerdir" dedi.
İslamda ibadetlere şirk karıştırmaktan men eylemede titiz idi.
Kabenin örtüsü kullanılabilinir mi?
 
Kabe'nin anahtarcı başısı olan Şeybe İbn-i Osman bir ara, Kabe'nin örtüsünü kaldırdıktan sonra pis ve kirli ellerle tutulmasın diye:"Toprağa gömelim" diyince. Hz.Aişe bunun Kabenin örtüsünün zamanla mukaddesleştirileceğini de göz önüne alarak, uygun görmedi ve buyurdu: "Kabe'nin örtüsünü istediğiniz gibi kullanırsınız, isterseniz satar, onun parasını da fakire fukaraya verirsiniz"
İlim elde etmekle kalmamış, bir çok meselede de içtihad etmişti.
Kaynaklar :
1) Kadın Sahabiler, Mevlana Niyaz (Çeviri:Prof Ali Genceli)
***

Hz. Hatıce

Hz. Hatıce
Rasulullah Muhammed Mustafa (s.a.v.)'in ilk eşidir. Rasulullah Muhammed Mustafa (s.a.v.)'in  risaletini kabul eden  Müslüman insanların (ve tabii müslüman kadınların) ilki  olmak şerefine mazhar olmuştur.Hatıcetü'l Kübra olarak anılmıştır.

Hz. Hatice Hz.Muhammed ile evlendiğinde 40 yaşındaydı.Babasının adı Hüveylid, annesininki Fatıma'dır. Hz. Hatice'nin Amcası Varaka Bin Nevfel'dir. Varaka Bin Nevfel Hz.Muhammed'e bütün dinler tarihini öğretmiş, Kabbala, Tevrat, ve İncil'i ona anlatmıştır. Hz. Muhammed'in soyu baba tarafından Kusay, anne tarafından Lüey sülâlesiyle birleşmektedir. İslam öncesi devrinde lâkabı Tâhireydi.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak milâdi 555 olabileceği tahmin edilmektedir. Kureyş kabilesindendir. Daha önce iki kez evlenmiş ve ikinci kocasının ölümünden sonra kendi adına ticaret yapacak bir adam görevlendirmeyi âdet edinmişti.
Şam'a gönderdiği kervanların birine başkan olarak güvendiği Hz. Muhammed'i tayin etmiştir. Normalde bir Kureyşliye ödenen miktarın iki katını vermiştir. Hz. Hatice bir gün rüyasında gökteki ayın hanesine girdigini ve daha sonra koynuna girdigini görmüş, rüyasını kuzeni varakayla paylaşmış ve kuzeni gelecek olan son peygamberin eşi olacağını müjdelemiştir. Kervanın dönüşünde Hz. Muhammed'in yanında bulunan Hz. Hatice'ye ait köle, Hz. Muhammed'in iki tarafında iki melek gördügünü söylemiş Hz. Hatice de bu olaydan önce gördüğü rüyayı hatırlamış, Hz. Muhammed'in gelecek olan son peygamber olduğunu anlayıp evlenme teklif etmiştir. Hz. Muhammed'in bu teklifi kabul etmesiyle beraber evlenmişlerdir. Mehir olarak 20 dişi deve Hatice'ye verilmiştir.
Hz. Hatice'nin, Hz. Muhammed'den iki oğul ve dört kız olmak üzere 6 çocuğu olmuştur. Fakat, oğulların ikisi de küçük yaşlarında iken vefat etmiştir. Hz. Hatice Hz. Muhammed'e hem eş, iyi bir arkadaş, hem de danışman olmuştur.
619 yılında vefat ettiğinde yaklaşık 65 yaşındaydı. Hz.Hatice vefat edene dek Hz.Muhammed'in ilk ve yaşadığı sürece tek eşi olmuştur. Rasulullah, ilk zevceleri Hatıcetü'l Kübra hayatta iken başka bir kadınla evlenmemiştir.
Hazret-i Aişe
Hz.Ebubekir (r.a.)'ın kızıdır. 612 yılında Mekke'de doğdu. Annesi Ümmü Ruman binti Amir Ibn Umeyr'dir.  Çok küçük yaşta müslüman olmuştur. Künyesi Ümm-i Abdullah dır. Rasulullah ona "Hümeyra" lakabını vermiş; "Dininizin yarısını bu Hümeyra'dan alınız" buyurmuşlardır.
Nikahı
Rasulullah, ilk zevceleri Hatıcetü'l Kübra'nın vefatından sonra bir müddet daha evlenmedi. Osman İbn Maz'un hanımı Hz. Hule binti Hakim, Rasulullah'a gelerek evlenme konusunu dile getirdi. Rasulullah "kiminle evleneyim?" diye sorduğu zaman, Hule:
-Kız da vardır dul kadın da vardır, hangisini istersiniz? Dul kadın Sude bint-i Zema, kız ise Ebubekir'in kızı Aişe. Emrederseniz ben gidip bir ağız yoklayayım.
Hule Zatı Risaletpenahilerinin gönlünün isteğini öğrendikten sonra Hz.Ebubekir'in evine geldi ve meseleyi kendisine anlattı. O zaman  Hz.Ebubekir (r.a.) Rasulullah ile din kardeşi olarak sözleşmişti. Cahiliye devrinde söz kardeşlerinin çocukları arasında nikah caiz değildi.  Bu yüzden Hz.Hule'nin sözüne Hz.Ebubekir (r.a.) hayretle:
-Rasulullah benim söz kardeşimdir, bu nasıl olur? der.
Hule meseleyi Rasulullah'a aktardığında Allah Resulü buyururlar:
-Ebu  Bekir benim din kardeşimdir, bu şekilde kardeşler arasında nikah caizdir.
Nikahını Hz.Aişe anlatıyor:
"Ben nikah olacağım zaman çocuklarla oynuyordum. Annem benim evden dışarı çıkmama bir şey demezdi. o zamana kadar benim nikahdan haberim yokdu."
Hz.Aişe'nin Rasulullah'a nikahlanması 620 yılında oldu. Nikahın kıyılmasından iki yıl geçtikten sonra zifaf olmuştur.
Hicret ve Rasulullah'ın Evine Gidişleri
Rasulullah Medineyi Münevvereye vardıktan sonra Zeyd İbni Harise ve kölesi Ebu Rafi'i ile aile efradını getirtmek için görevlendirdi. Bunlara iki deve ve ihtiyaçlarını tedarik etmek için 500 dirhemde para verdiler. Bir hayli  sıkıntıdan sonra Hz.Aişe (r.a.) annesi ve kızkardeşleriyle birlikte Medine'ye vardı ve Benu Haris mahallesinde kendi akrabalarının ve yakınlarının yanına yerleşti.
Medine havası muhacirlere yaramamış, bir çoğu hastalanmıştı. Hz.Ebubekir (r.a.) de ağır hastalanmış ve ona Hz.Aişe bakmıştı. İyileşmesinin ardından Aişe rahatsızlanmış  ve yatağa düşmüş, hastalığının şiddetinden saçlarının tamamı dökülmüştü. Bir müddet sonra bu hastalıklar atlatılmıştı. Hz.Ebubekir Rasulullah'a haber göndererek "Aişe'yi niçin eve almadığını" sorar.  Rasulullah "Mehriyeyi ödemek için paraları olmadığını" bildirirler. Bunun üzerine Hz.Ebubekir ödünç olarak 500 dirhem ona verir. Zatı Saadetleri de bu parayı Hz.Aişe'ye gönderir.
Bu şekilde Hz.Aişe (r.a.) koca evine gitme hazırlığı başlar. 623 yılında Şevval ayında Rasulullah'ın evine gelir.
Hz.Aişe, Medine'de Peygamberimizin muharebelerine katıldı ve diğer sahabe hanımları gibi harpte yaralıların tedavisiyle bizzat uğraştı. Uhud gazasında sırtında su ve yiyecek taşıyıp yardım  için Peygamber Efendimizin herp yanında kalmıştı. Hatta, peygamberimizin Uhud'da müşrüiklerin taşlarıyla yaralanan mübarek yüzlerine, hasır yakıp, külünü basarak kanlarının durmasını sağlamıştı. Hz.Aişe bir ara Uhud'da kılıçla cepheye gitmek istemişse de, Rasulullah buna müsaade etmemiştir.
İftira
Hz. Aişe (r.a) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.v) sefere çıkmak istediği zaman, kadınları arasında kura çeker, hangisinin ismi çıkarsa onunla giderdi. Benî Mustalik gazasından önce yaptığı gazada da aramızda kura çekti, benim ismim çıktı, bundan dolayı Rasulullah ile beraber çıktım ve bu, hicab (örtünme) âyetinin indirilmesinden sonra idi. Onun için bir hevdece (deve üzerine konulan kapalı taşıyıcıya) konuldum, dönüşte Rasulullah Medine'ye yaklaşınca bir yerde konakladı, sonra da yola çıkmaya nida ettirdi. Yola çıkmaya seslendikleri sırada ben kalktım ve yürüyüp ordugahı geçtim, tuvalete gittim, yerime dönerken göğsümü yokladım, ne göreyim Zafâr boncuklarından bir dizim vardı, kopmuş düşmüş, bunun üzerine döndüm, kaybolan dizimi aradım, bunu aramak beni alıkoydu.
Benim yol nakliyemi yapmakta olan grup varmışlar, hevdeci yüklenmişler ve beni içinde zannetmişler. Çünkü hafif idim, henüz küçük yaşta bir taze idim; beni hevdecte sanmışlar, deveyi çekmişler gitmişler. Döndüğüm zaman orada kimseyi bulamadım, bundan dolayı belki beni aramak için dönerler dedim, oturdum. Derken uyumuşum, Safvân b. Muattal ordunun arkasına kalır, insanların eşyalarını araştırır, bir şey kalmış ise kaybolmaması için diğer konak yerine götürürdü, beni görünce tanımış "Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz" (Bakara, 2/156) demesiyle uyandım, hemen feracemle yüzümü örttüm, devesinden indi, ben bininceye kadar çekildi, bindim. Sonra deveyi çekti, yürüdü, öğle sıcağında orduya yetiştik; inmişler, bağrışıyorlardı. İndikleri zaman beni bulamadıklarından insanlar çalkalanmış, o sırada imiş ben üzerlerine varıverdim, artık herkes beni konuşmuş. Beni lakırdıya almış, helak olan helak olmuş.
Rasulullah Medine'ye ayak bastı ve bana bir ağrı, sızı meydana geldi. Fakat rahatsız olduğum zamanlar Peygamber (s.a.v) den tanıyageldiğim alaka ve lütfu bu defa görmedim, ancak yanıma giriyor, "nasıl o?" diyordu. Bu beni işkillendirdi, henüz söylenen sözlerden haberim yoktu, nihayet nekahet dönemine geldim. Bir gece Mıstah'ın annesi ile hacetimiz için dışarı çıktım, işimiz biter bitmez yine Mıstah'ın annesi ile odama doğru döndük. Derken Mıstah'ın annesi mırtı, yani yün çarşafı içinde sürçtü dedi. Ben buna itiraz ettim. "Bedir'de bulunmuş bir zata sövüyor musun?" dedim, "Haberin yok mu" dedi, "ne var" dedim. "Ben dedi, şehadet ederim ki, sen hakikaten "Habersiz mümin hanımlar" dansın . Sonra ifk'çilerin dediklerini anlattı. Derhal hastalık üstüne hastalığım arttı, hemen ağlayarak döndüm.
Sonra Rasulullah girdi ve "nasıl o?" dedi. "Bana izin ver ,ana babamın yanına gideyim" dedim. İzin verdi, ben de anama babama gittim. Anneme: "Ey anne, dedim, insanlar neler söylüyorlar?" "Kızcağızım! dedi, kendini üzme, vallahi bir erkeğin yanında sevgili parlak bir kadın olsun ve ortakları bulunsun da aleyhinde çok laf etmesinler, pek azdır. Daha dedi, bu ana kadar söylenilen sana malum olmadı mı?" Ben ağlamaya başladım ve bütün gece sabahı ettim, yine ağlıyordum. Ağlarken babam yanıma geldi, anneme, "bu niye ağlıyor" dedi. "Bu ana kadar söylenilenden bilgisi yokmuş" dedi. Babam da ağladı. "sus kızım" dedi. O gün durdum, göz yaşım dinmiyordu, ana babama ağlamak ciğerimi parçalayacak gibi geliyordu. İkisi de yanımda oturmuş, ben ağlıyorken Rasulullah (s.a.v) üzerimize geliverdi, selam verdi, sonra oturdu. Hakkımda söylenilen söylenileliden beri yanımda oturmamıştı ve bir ay olmuş Allah Teâlâ ona benim bu işimle ilgili vahiy indirmemişti.
Sonra dedi ki: "Ey Aişe! Hal önemli, senden bana şöyle şöyle söz yetişti, şimde sen bu durumdan temiz ve beri isen Allah, muhakkak seni aklayacak ve eğer bir günaha düştünse Allah'a istiğfar ile tevbe et. Çünkü kul tevbe edince Allah Teâlâ tevbeyi kabul eder." Ne zaman ki Peygamber (s.a.v) konuşmasını bitirdi, göz yaşlarım boşandı, sonra babama "Tarafımdan Rasulullah'a cevap ver" dedim. "Vallahi ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi. Bunun üzerine anneme, dedim, "Tarafımdan Rasulullah'a cevap ver." O da "Vallahi ne diyeyim, bilmiyorum, dedi. Ben henüz küçük yaşta bir taze idim, Kur'ân'dan çok okuyamazdım. Yani çok delil getirebilecek halde değildim. Dedim ki: "Vallahi ben anladım. Siz bunu işitmişsiniz, hatta gönüllerinizde yer etmiş, inanmışsınız. Şimdi ben size beriyim desem inanmayacaksınız ve eğer benim muhakkak tertemiz olduğumu Allah bilip dururken size kötü bir itirafta bulunsam hemen tasdik edeceksiniz .Vallahi benimle size başka bir mesel bulamıyorum, ancak Yusuf'un babası o salih kulun ki ismini zikretmemiştim dediği gibi "Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin anlattığınıza göre, yardımına sığınılacak ancak Allah'tır" (Yusuf, 12/18) dedim, sonra dönüp yatağıma yattım.
O halde ben vallahi biliyordum ki, Allah Teâlâ muhakkak beni temize çıkarır. Fakat vallahi, hakkımda vahy-i metlüvu (Kur'ân âyet) indireceğini zannetmiyordum. Benim işim nefsime göre, Allah Teâlâ'nın öyle okunup tilâvet olunacak bir emir ile tekellüm buyuracağı dereceden çok hakir idi. Ve fakat umuyordum ki, Rasulullah uykuda bir rüya görür de Allah, beni onunla temize çıkarır. Allah bilir ya, Rasulullah yerinden kalkmamıştı, ehl-i beyit'ten kimse de dışarı çıkmamıştı. Allah Teâlâ, Peygamberine vahyi indiriverdi, ona vahyedilirken olagelen hal hemen geliverdi ki, kış günüde bile vahyin ağırlığından dolu danesi gibi ter dökülürdü. Bunun üzerine, bir örtü örtüldü ve başının altına bir yastık konuldu. Vallahi ben telaş etmedim, aldırmadım, çünkü beraatimi, suçsuzluğumu biliyordum. Fakat Rasulullah açılıncaya kadar, insanların dediklerine hak verecek bir vahiy gelivermek korkusundan, anamın babamın canları çıkacak zannettim.
Ne zaman ki Rasulullah açıldı, gülüyordu, ilk söylediği kelime şu oldu: "Müjde ey Aişe! Rahat ol, vallahi Allah, seni kat'î olarak akladı" dedi. "Hamd, Allah'a; ne sana, ne de ashabına" dedim. Annem, dedi "Kalk ona!" Ben, "Vallahi ne ona kalkarım, ne de beraetimi indiren Allah'dan başkasına hamd ederim" dedim. Burada Allah Teâlâ den itibaren on âyet indirmişti. Bunun üzerine Ebu Bekir "Vallahi bundan sonra artık Mıstah'a infak etmem" dedi. Çünkü ona yakınlığı ve fakirliği sebebiyle nafaka veriyordu. Bu sebeple de Allah Teâlâ şu âyeti indirdi. "İçinizden faziletli olanlar (yakınlara...) vermemeye yemin etmesinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız?" (Nur, 24/22) , Bunun üzerine Ebu Bekir de "Evet, vallahi, Allah'ın beni mağfiret etmesini severim" dedi Mıstah'a yine nafakası verilmeye devam edildi. Netice olarak özrüm nazil olunca Rasulullah kalktı minbere çıktı, bunları anlattı ve Kur'ân'ı okudu ve minberden indiği vakitte Abdullah b. Ubeyy'e, Mıstah'a, Hamne'ye ve Hassan'a had cezası vurdu.
Rasulullah'ın Vefatı
Peygamberimiz (s.a.s) 632 senesinde hastalandı, bu hastalığı onüç gün sürdü. Bu sürenin beş günlük bölümünü  diğer hanımlarının yanında sekiz günlük bölümünü ise Hz.Aişe validemizin evinde geçirdi. Haziran ayının beşinde pazartesi günü öğleden önce, mübarek başı, Hz.Aişe validemizin göğsüne yaslanmış olarak vefat etti. Rasulullah'ın vefatından sonra Ashab-ı Kiram, Hz.Aişe vaidemize "müminlerin annesi" adını vererek, ona büyük hürmet göstermişlerdir.
Resul-i Ekrem (s.a.s) in Hz.Aişe'ye muhabbeti fazla idi. Rasulullah buyurdu:
"Hak Teala ile benim aramda bulunan meselede -kadınlar arasında eşitliği gözetmek hususunda- imkanı olduğu nisbette dikkat edip adaletten ayrılmadım. Fakat Aişeye karşı sevgimin fazla olmasına mani olmak kudret ve imkanım dahilinde değildir. Hak Teala bunun için beni afv eylesin.
Hz. Aişe'nin Son Kırk Yılı
Rasulullah'ın vefatından sonra  kırk yıla yakın bir müddet daha yaşamış ve pek çok hadis rivayet etmiştir. Hz. Âişe'nin bu son kırk yıllık hayatındaki en önemli olay; Cemel Vak'ası'dır. Hz. Osman'ın karışıklık çıkaran entrikacı asiler tarafından şehid edilmesinden sonra halîfe olan Hz. Ali, katilleri bulmak ve kısas yapmak hususunda günün şartları gereği olarak sabırla hareket etmeyi uygun bulmuştu. Bu yumuşak davranıştan yüz bulan asiler taşkınlıklarını artırarak fenalıklarına devam ettiler.
Durum böyle endişe verici bir hâl alınca Ashâb-ı Kiram'ın büyüklerinden bir kısmı (Talha, Zübeyr...) Mekke'ye giderek o sırada hac için orada bulunan Hz. Âişe'yi ziyaret edip, olaylara el koymasını ve kendilerine yardımcı olmasını istediler. Hz. Âişe de; acele etmemelerini, sabırla bir köşeye çekilip Hz. Ali'ye yardımcı olmalarını tavsiye etti. Ashâb-ı Kirâm'ın büyükleri de Hz. Âişe'nin tavsiyesine uyarak, askerleriyle Irak ve Basra'ya gitmeyi uygun gördüler. Hz. Âişe'ye de: "Ortalık düzelinceye ve halifeye kavuşuncaya kadar bizimle beraber bulun, bize destek ol, çünkü sen müslümanların annesi ve Rasulullah'ın muhterem zevcesisin, herkes seni sayar dediler. Hz. Âişe de, müslümanların rahat etmesi ve Ashâb-ı Kirâm'ın korunması için onlarla birlikte Basra'ya hareket etti.
Bu gidişi asiler, Hz. Ali'ye başka türlü anlattılar. Bu arada Hz. Ali'yi de zorlayarak Basra'ya gitmesini sağladılar. Hz. Ali de Basra'ya gelince Hz. Âişe'ye bir haberci yollayarak, olaylar ve yolculuğu hakkındaki düşüncelerini sordu. Hz. Âişe, fitneyi önlemek ve sulhu sağlamak için Basra'ya geldiğini; öncelikle katillerin yakalanmasını istediklerini halife Hz. Ali'ye bildirdi. Bu görüşü Hz. Ali de uygun bularak sevindi. Memnun olan her iki taraf üç gün sonra birleşmeyi kararlaştırdılar.
Bu barış haberini ve memnunluğu işiten münafıklar birleşmeye engel olmak için, gece karanlık basınca, her iki tarafa da ayrı ayrı askerlerle saldırdılar. Taraflara da: "Bakın, karşınızdakiler sözünde durmadı" deyip bu gece baskını ile ortalığı karıştırdılar. Karanlıkta neye uğradıklarını bilemeyen müslümanlar harb etmeye başladılar. Her iki taraf da karşısındakini suçluyordu. İşte bu iki müslüman grup arasında meydana gelen çatışmaya Cemel vak'ası denir.
Bu vak'ada Hz. Aişe'nin ictihadı Hz. Ali'nin ictihadına uymamıştı. Buna rağmen galib olan Hz. Ali, müminlere anneliği Kur'an-ı Kerim ayeti ile sabit olan Hz. Aişe'ye ikram ve izzette bulundu. "Ali'yi sevmek imandandır." hadisini haber veren Hz. Âişe de Hz. Ali'yi çok severdi. Daha sonra Hz. Ali'nin şehâdetine üzüldü ve çok ağladı. Çünkü, sahâbiler birbirlerini çok severlerdi.
Hayatının son devrelerini müctehid olarak bilhassa kadınlara mahsus hallere dair fıkhî hükümlerde fetvalar vererek geçirdi. 676 yılında Medine-i Münevvere'de vefat etti. Cenazesini Ashâbtan Ebû Hureyre (r.a.) kıldırdı. Vasiyyeti üzerine Medine'de el-Bakî' kabristanına defnedildi.
Hz. Aişe'nin  Giyinişi:
Kırmızı gömlek ve siyah örtü giymekle beraber, turuncu elbiseyi tercih ederdi. Ehrama girerken altın yüzük taktığı sarı elbise giymiş olduğu görünmüştür. Arada sırada ipek de giyerdi. Çok kanaatkar olduğu için yalnız bir çift ayakkabısı vardı, bunu temizler temizler giyerdi.
Bir fistanı vardı, kıymet itibarı ile 5 dirhem ederdi, fakat bu fistan zamanında o kadar kıymetli idi ki gelinler, düğünlerinde gelir bunu emanet alırlardı.
Elbise hususunda çok titiz idi, bir ara yeğeni Hafza ince bir başörtü ile yanına gelmişti. Hz.Aişe onun baş örtüsünü tutup buyurdu:
"Sen bilmiyormusun Cenab-ı Hak Sure-i Nur da ne buyurmuştur?" Sonra kendisine kalın bir başörtüsü verdi.
Hz. Aişe'nin  İlmi ve İçtihadları
Hz. Aişe'den baş diğer hatunları da Rasulullah'ın  ağızlarından bire çok  söz duymuşlarsa da, hiç biri bu sözlerin ruhuna Hz.Aişe gibi nüfuz edememişlerdir.
Hz.Aişe körü körüne taklide muhalifdi.
Kadınlar camiye gidebilir mi?
Rasulullah kadınların camiye gelip de, camide namaz kılmalarına müsaade etmiş olduklarından. Hz.Aişe bu işin daimi olarak caiz olduğuna karar vermiştir. Fakat  Hz.Aişe kadınların dönem içinde camiye gitmelerinin mahzurlu olabileceğini işaret ederek "Rasulullah bu hususu hissetmiş olsalardı, her halde o  zaman kadınların camiye gitmelerini men ederdi. Nitekim İsrail oğullarının  kadınları men edilmişlerdir" dedi.
İslamda ibadetlere şirk karıştırmaktan men eylemede titiz idi.
Kabenin örtüsü kullanılabilinir mi?
 
Kabe'nin anahtarcı başısı olan Şeybe İbn-i Osman bir ara, Kabe'nin örtüsünü kaldırdıktan sonra pis ve kirli ellerle tutulmasın diye:"Toprağa gömelim" diyince. Hz.Aişe bunun Kabenin örtüsünün zamanla mukaddesleştirileceğini de göz önüne alarak, uygun görmedi ve buyurdu: "Kabe'nin örtüsünü istediğiniz gibi kullanırsınız, isterseniz satar, onun parasını da fakire fukaraya verirsiniz"
İlim elde etmekle kalmamış, bir çok meselede de içtihad etmişti.
Kaynaklar :
1) Kadın Sahabiler, Mevlana Niyaz (Çeviri:Prof Ali Genceli)
***

Ezvâc-ı Tahîrât


Ezvâc-ı Tahîrât
Ezvâc-ı Tahirât "Temiz Eşler" anlamında olup Rasulullah Muhammed Mustafa (s.a.v.)'in eşlerine işaret eden bir terimdir. Hz. Rasulullah Muhammed Mustafa (s.a.v.)'in toplam 12 hanımı olmuştur. İlk eşi Hz. Hatıce , son eşi ise 49 yaşında iken evlendiği Hz. Aişe'dir.
Hz. Hatıce
Rasulullah Muhammed Mustafa (s.a.v.)'in ilk eşidir. Rasulullah Muhammed Mustafa (s.a.v.)'in  risaletini kabul eden  Müslüman insanların (ve tabii müslüman kadınların) ilki  olmak şerefine mazhar olmuştur.Hatıcetü'l Kübra olarak anılmıştır.

Hz. Hatice Hz.Muhammed ile evlendiğinde 40 yaşındaydı.Babasının adı Hüveylid, annesininki Fatıma'dır. Hz. Hatice'nin Amcası Varaka Bin Nevfel'dir. Varaka Bin Nevfel Hz.Muhammed'e bütün dinler tarihini öğretmiş, Kabbala, Tevrat, ve İncil'i ona anlatmıştır. Hz. Muhammed'in soyu baba tarafından Kusay, anne tarafından Lüey sülâlesiyle birleşmektedir. İslam öncesi devrinde lâkabı Tâhireydi.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak milâdi 555 olabileceği tahmin edilmektedir. Kureyş kabilesindendir. Daha önce iki kez evlenmiş ve ikinci kocasının ölümünden sonra kendi adına ticaret yapacak bir adam görevlendirmeyi âdet edinmişti.
Şam'a gönderdiği kervanların birine başkan olarak güvendiği Hz. Muhammed'i tayin etmiştir. Normalde bir Kureyşliye ödenen miktarın iki katını vermiştir. Hz. Hatice bir gün rüyasında gökteki ayın hanesine girdigini ve daha sonra koynuna girdigini görmüş, rüyasını kuzeni varakayla paylaşmış ve kuzeni gelecek olan son peygamberin eşi olacağını müjdelemiştir. Kervanın dönüşünde Hz. Muhammed'in yanında bulunan Hz. Hatice'ye ait köle, Hz. Muhammed'in iki tarafında iki melek gördügünü söylemiş Hz. Hatice de bu olaydan önce gördüğü rüyayı hatırlamış, Hz. Muhammed'in gelecek olan son peygamber olduğunu anlayıp evlenme teklif etmiştir. Hz. Muhammed'in bu teklifi kabul etmesiyle beraber evlenmişlerdir. Mehir olarak 20 dişi deve Hatice'ye verilmiştir.
Hz. Hatice'nin, Hz. Muhammed'den iki oğul ve dört kız olmak üzere 6 çocuğu olmuştur. Fakat, oğulların ikisi de küçük yaşlarında iken vefat etmiştir. Hz. Hatice Hz. Muhammed'e hem eş, iyi bir arkadaş, hem de danışman olmuştur.
619 yılında vefat ettiğinde yaklaşık 65 yaşındaydı. Hz.Hatice vefat edene dek Hz.Muhammed'in ilk ve yaşadığı sürece tek eşi olmuştur. Rasulullah, ilk zevceleri Hatıcetü'l Kübra hayatta iken başka bir kadınla evlenmemiştir.
Hazret-i Aişe
Hz.Ebubekir (r.a.)'ın kızıdır. 612 yılında Mekke'de doğdu. Annesi Ümmü Ruman binti Amir Ibn Umeyr'dir.  Çok küçük yaşta müslüman olmuştur. Künyesi Ümm-i Abdullah dır. Rasulullah ona "Hümeyra" lakabını vermiş; "Dininizin yarısını bu Hümeyra'dan alınız" buyurmuşlardır.
Nikahı
Rasulullah, ilk zevceleri Hatıcetü'l Kübra'nın vefatından sonra bir müddet daha evlenmedi. Osman İbn Maz'un hanımı Hz. Hule binti Hakim, Rasulullah'a gelerek evlenme konusunu dile getirdi. Rasulullah "kiminle evleneyim?" diye sorduğu zaman, Hule:
-Kız da vardır dul kadın da vardır, hangisini istersiniz? Dul kadın Sude bint-i Zema, kız ise Ebubekir'in kızı Aişe. Emrederseniz ben gidip bir ağız yoklayayım.
Hule Zatı Risaletpenahilerinin gönlünün isteğini öğrendikten sonra Hz.Ebubekir'in evine geldi ve meseleyi kendisine anlattı. O zaman  Hz.Ebubekir (r.a.) Rasulullah ile din kardeşi olarak sözleşmişti. Cahiliye devrinde söz kardeşlerinin çocukları arasında nikah caiz değildi.  Bu yüzden Hz.Hule'nin sözüne Hz.Ebubekir (r.a.) hayretle:
-Rasulullah benim söz kardeşimdir, bu nasıl olur? der.
Hule meseleyi Rasulullah'a aktardığında Allah Resulü buyururlar:
-Ebu  Bekir benim din kardeşimdir, bu şekilde kardeşler arasında nikah caizdir.
Nikahını Hz.Aişe anlatıyor:
"Ben nikah olacağım zaman çocuklarla oynuyordum. Annem benim evden dışarı çıkmama bir şey demezdi. o zamana kadar benim nikahdan haberim yokdu."
Hz.Aişe'nin Rasulullah'a nikahlanması 620 yılında oldu. Nikahın kıyılmasından iki yıl geçtikten sonra zifaf olmuştur.
Hicret ve Rasulullah'ın Evine Gidişleri
Rasulullah Medineyi Münevvereye vardıktan sonra Zeyd İbni Harise ve kölesi Ebu Rafi'i ile aile efradını getirtmek için görevlendirdi. Bunlara iki deve ve ihtiyaçlarını tedarik etmek için 500 dirhemde para verdiler. Bir hayli  sıkıntıdan sonra Hz.Aişe (r.a.) annesi ve kızkardeşleriyle birlikte Medine'ye vardı ve Benu Haris mahallesinde kendi akrabalarının ve yakınlarının yanına yerleşti.
Medine havası muhacirlere yaramamış, bir çoğu hastalanmıştı. Hz.Ebubekir (r.a.) de ağır hastalanmış ve ona Hz.Aişe bakmıştı. İyileşmesinin ardından Aişe rahatsızlanmış  ve yatağa düşmüş, hastalığının şiddetinden saçlarının tamamı dökülmüştü. Bir müddet sonra bu hastalıklar atlatılmıştı. Hz.Ebubekir Rasulullah'a haber göndererek "Aişe'yi niçin eve almadığını" sorar.  Rasulullah "Mehriyeyi ödemek için paraları olmadığını" bildirirler. Bunun üzerine Hz.Ebubekir ödünç olarak 500 dirhem ona verir. Zatı Saadetleri de bu parayı Hz.Aişe'ye gönderir.
Bu şekilde Hz.Aişe (r.a.) koca evine gitme hazırlığı başlar. 623 yılında Şevval ayında Rasulullah'ın evine gelir.
Hz.Aişe, Medine'de Peygamberimizin muharebelerine katıldı ve diğer sahabe hanımları gibi harpte yaralıların tedavisiyle bizzat uğraştı. Uhud gazasında sırtında su ve yiyecek taşıyıp yardım  için Peygamber Efendimizin herp yanında kalmıştı. Hatta, peygamberimizin Uhud'da müşrüiklerin taşlarıyla yaralanan mübarek yüzlerine, hasır yakıp, külünü basarak kanlarının durmasını sağlamıştı. Hz.Aişe bir ara Uhud'da kılıçla cepheye gitmek istemişse de, Rasulullah buna müsaade etmemiştir.
İftira
Hz. Aişe (r.a) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.v) sefere çıkmak istediği zaman, kadınları arasında kura çeker, hangisinin ismi çıkarsa onunla giderdi. Benî Mustalik gazasından önce yaptığı gazada da aramızda kura çekti, benim ismim çıktı, bundan dolayı Rasulullah ile beraber çıktım ve bu, hicab (örtünme) âyetinin indirilmesinden sonra idi. Onun için bir hevdece (deve üzerine konulan kapalı taşıyıcıya) konuldum, dönüşte Rasulullah Medine'ye yaklaşınca bir yerde konakladı, sonra da yola çıkmaya nida ettirdi. Yola çıkmaya seslendikleri sırada ben kalktım ve yürüyüp ordugahı geçtim, tuvalete gittim, yerime dönerken göğsümü yokladım, ne göreyim Zafâr boncuklarından bir dizim vardı, kopmuş düşmüş, bunun üzerine döndüm, kaybolan dizimi aradım, bunu aramak beni alıkoydu.
Benim yol nakliyemi yapmakta olan grup varmışlar, hevdeci yüklenmişler ve beni içinde zannetmişler. Çünkü hafif idim, henüz küçük yaşta bir taze idim; beni hevdecte sanmışlar, deveyi çekmişler gitmişler. Döndüğüm zaman orada kimseyi bulamadım, bundan dolayı belki beni aramak için dönerler dedim, oturdum. Derken uyumuşum, Safvân b. Muattal ordunun arkasına kalır, insanların eşyalarını araştırır, bir şey kalmış ise kaybolmaması için diğer konak yerine götürürdü, beni görünce tanımış "Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz" (Bakara, 2/156) demesiyle uyandım, hemen feracemle yüzümü örttüm, devesinden indi, ben bininceye kadar çekildi, bindim. Sonra deveyi çekti, yürüdü, öğle sıcağında orduya yetiştik; inmişler, bağrışıyorlardı. İndikleri zaman beni bulamadıklarından insanlar çalkalanmış, o sırada imiş ben üzerlerine varıverdim, artık herkes beni konuşmuş. Beni lakırdıya almış, helak olan helak olmuş.
Rasulullah Medine'ye ayak bastı ve bana bir ağrı, sızı meydana geldi. Fakat rahatsız olduğum zamanlar Peygamber (s.a.v) den tanıyageldiğim alaka ve lütfu bu defa görmedim, ancak yanıma giriyor, "nasıl o?" diyordu. Bu beni işkillendirdi, henüz söylenen sözlerden haberim yoktu, nihayet nekahet dönemine geldim. Bir gece Mıstah'ın annesi ile hacetimiz için dışarı çıktım, işimiz biter bitmez yine Mıstah'ın annesi ile odama doğru döndük. Derken Mıstah'ın annesi mırtı, yani yün çarşafı içinde sürçtü dedi. Ben buna itiraz ettim. "Bedir'de bulunmuş bir zata sövüyor musun?" dedim, "Haberin yok mu" dedi, "ne var" dedim. "Ben dedi, şehadet ederim ki, sen hakikaten "Habersiz mümin hanımlar" dansın . Sonra ifk'çilerin dediklerini anlattı. Derhal hastalık üstüne hastalığım arttı, hemen ağlayarak döndüm.
Sonra Rasulullah girdi ve "nasıl o?" dedi. "Bana izin ver ,ana babamın yanına gideyim" dedim. İzin verdi, ben de anama babama gittim. Anneme: "Ey anne, dedim, insanlar neler söylüyorlar?" "Kızcağızım! dedi, kendini üzme, vallahi bir erkeğin yanında sevgili parlak bir kadın olsun ve ortakları bulunsun da aleyhinde çok laf etmesinler, pek azdır. Daha dedi, bu ana kadar söylenilen sana malum olmadı mı?" Ben ağlamaya başladım ve bütün gece sabahı ettim, yine ağlıyordum. Ağlarken babam yanıma geldi, anneme, "bu niye ağlıyor" dedi. "Bu ana kadar söylenilenden bilgisi yokmuş" dedi. Babam da ağladı. "sus kızım" dedi. O gün durdum, göz yaşım dinmiyordu, ana babama ağlamak ciğerimi parçalayacak gibi geliyordu. İkisi de yanımda oturmuş, ben ağlıyorken Rasulullah (s.a.v) üzerimize geliverdi, selam verdi, sonra oturdu. Hakkımda söylenilen söylenileliden beri yanımda oturmamıştı ve bir ay olmuş Allah Teâlâ ona benim bu işimle ilgili vahiy indirmemişti.
Sonra dedi ki: "Ey Aişe! Hal önemli, senden bana şöyle şöyle söz yetişti, şimde sen bu durumdan temiz ve beri isen Allah, muhakkak seni aklayacak ve eğer bir günaha düştünse Allah'a istiğfar ile tevbe et. Çünkü kul tevbe edince Allah Teâlâ tevbeyi kabul eder." Ne zaman ki Peygamber (s.a.v) konuşmasını bitirdi, göz yaşlarım boşandı, sonra babama "Tarafımdan Rasulullah'a cevap ver" dedim. "Vallahi ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi. Bunun üzerine anneme, dedim, "Tarafımdan Rasulullah'a cevap ver." O da "Vallahi ne diyeyim, bilmiyorum, dedi. Ben henüz küçük yaşta bir taze idim, Kur'ân'dan çok okuyamazdım. Yani çok delil getirebilecek halde değildim. Dedim ki: "Vallahi ben anladım. Siz bunu işitmişsiniz, hatta gönüllerinizde yer etmiş, inanmışsınız. Şimdi ben size beriyim desem inanmayacaksınız ve eğer benim muhakkak tertemiz olduğumu Allah bilip dururken size kötü bir itirafta bulunsam hemen tasdik edeceksiniz .Vallahi benimle size başka bir mesel bulamıyorum, ancak Yusuf'un babası o salih kulun ki ismini zikretmemiştim dediği gibi "Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin anlattığınıza göre, yardımına sığınılacak ancak Allah'tır" (Yusuf, 12/18) dedim, sonra dönüp yatağıma yattım.
O halde ben vallahi biliyordum ki, Allah Teâlâ muhakkak beni temize çıkarır. Fakat vallahi, hakkımda vahy-i metlüvu (Kur'ân âyet) indireceğini zannetmiyordum. Benim işim nefsime göre, Allah Teâlâ'nın öyle okunup tilâvet olunacak bir emir ile tekellüm buyuracağı dereceden çok hakir idi. Ve fakat umuyordum ki, Rasulullah uykuda bir rüya görür de Allah, beni onunla temize çıkarır. Allah bilir ya, Rasulullah yerinden kalkmamıştı, ehl-i beyit'ten kimse de dışarı çıkmamıştı. Allah Teâlâ, Peygamberine vahyi indiriverdi, ona vahyedilirken olagelen hal hemen geliverdi ki, kış günüde bile vahyin ağırlığından dolu danesi gibi ter dökülürdü. Bunun üzerine, bir örtü örtüldü ve başının altına bir yastık konuldu. Vallahi ben telaş etmedim, aldırmadım, çünkü beraatimi, suçsuzluğumu biliyordum. Fakat Rasulullah açılıncaya kadar, insanların dediklerine hak verecek bir vahiy gelivermek korkusundan, anamın babamın canları çıkacak zannettim.
Ne zaman ki Rasulullah açıldı, gülüyordu, ilk söylediği kelime şu oldu: "Müjde ey Aişe! Rahat ol, vallahi Allah, seni kat'î olarak akladı" dedi. "Hamd, Allah'a; ne sana, ne de ashabına" dedim. Annem, dedi "Kalk ona!" Ben, "Vallahi ne ona kalkarım, ne de beraetimi indiren Allah'dan başkasına hamd ederim" dedim. Burada Allah Teâlâ den itibaren on âyet indirmişti. Bunun üzerine Ebu Bekir "Vallahi bundan sonra artık Mıstah'a infak etmem" dedi. Çünkü ona yakınlığı ve fakirliği sebebiyle nafaka veriyordu. Bu sebeple de Allah Teâlâ şu âyeti indirdi. "İçinizden faziletli olanlar (yakınlara...) vermemeye yemin etmesinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız?" (Nur, 24/22) , Bunun üzerine Ebu Bekir de "Evet, vallahi, Allah'ın beni mağfiret etmesini severim" dedi Mıstah'a yine nafakası verilmeye devam edildi. Netice olarak özrüm nazil olunca Rasulullah kalktı minbere çıktı, bunları anlattı ve Kur'ân'ı okudu ve minberden indiği vakitte Abdullah b. Ubeyy'e, Mıstah'a, Hamne'ye ve Hassan'a had cezası vurdu.
Rasulullah'ın Vefatı
Peygamberimiz (s.a.s) 632 senesinde hastalandı, bu hastalığı onüç gün sürdü. Bu sürenin beş günlük bölümünü  diğer hanımlarının yanında sekiz günlük bölümünü ise Hz.Aişe validemizin evinde geçirdi. Haziran ayının beşinde pazartesi günü öğleden önce, mübarek başı, Hz.Aişe validemizin göğsüne yaslanmış olarak vefat etti. Rasulullah'ın vefatından sonra Ashab-ı Kiram, Hz.Aişe vaidemize "müminlerin annesi" adını vererek, ona büyük hürmet göstermişlerdir.
Resul-i Ekrem (s.a.s) in Hz.Aişe'ye muhabbeti fazla idi. Rasulullah buyurdu:
"Hak Teala ile benim aramda bulunan meselede -kadınlar arasında eşitliği gözetmek hususunda- imkanı olduğu nisbette dikkat edip adaletten ayrılmadım. Fakat Aişeye karşı sevgimin fazla olmasına mani olmak kudret ve imkanım dahilinde değildir. Hak Teala bunun için beni afv eylesin.
Hz. Aişe'nin Son Kırk Yılı
Rasulullah'ın vefatından sonra  kırk yıla yakın bir müddet daha yaşamış ve pek çok hadis rivayet etmiştir. Hz. Âişe'nin bu son kırk yıllık hayatındaki en önemli olay; Cemel Vak'ası'dır. Hz. Osman'ın karışıklık çıkaran entrikacı asiler tarafından şehid edilmesinden sonra halîfe olan Hz. Ali, katilleri bulmak ve kısas yapmak hususunda günün şartları gereği olarak sabırla hareket etmeyi uygun bulmuştu. Bu yumuşak davranıştan yüz bulan asiler taşkınlıklarını artırarak fenalıklarına devam ettiler.
Durum böyle endişe verici bir hâl alınca Ashâb-ı Kiram'ın büyüklerinden bir kısmı (Talha, Zübeyr...) Mekke'ye giderek o sırada hac için orada bulunan Hz. Âişe'yi ziyaret edip, olaylara el koymasını ve kendilerine yardımcı olmasını istediler. Hz. Âişe de; acele etmemelerini, sabırla bir köşeye çekilip Hz. Ali'ye yardımcı olmalarını tavsiye etti. Ashâb-ı Kirâm'ın büyükleri de Hz. Âişe'nin tavsiyesine uyarak, askerleriyle Irak ve Basra'ya gitmeyi uygun gördüler. Hz. Âişe'ye de: "Ortalık düzelinceye ve halifeye kavuşuncaya kadar bizimle beraber bulun, bize destek ol, çünkü sen müslümanların annesi ve Rasulullah'ın muhterem zevcesisin, herkes seni sayar dediler. Hz. Âişe de, müslümanların rahat etmesi ve Ashâb-ı Kirâm'ın korunması için onlarla birlikte Basra'ya hareket etti.
Bu gidişi asiler, Hz. Ali'ye başka türlü anlattılar. Bu arada Hz. Ali'yi de zorlayarak Basra'ya gitmesini sağladılar. Hz. Ali de Basra'ya gelince Hz. Âişe'ye bir haberci yollayarak, olaylar ve yolculuğu hakkındaki düşüncelerini sordu. Hz. Âişe, fitneyi önlemek ve sulhu sağlamak için Basra'ya geldiğini; öncelikle katillerin yakalanmasını istediklerini halife Hz. Ali'ye bildirdi. Bu görüşü Hz. Ali de uygun bularak sevindi. Memnun olan her iki taraf üç gün sonra birleşmeyi kararlaştırdılar.
Bu barış haberini ve memnunluğu işiten münafıklar birleşmeye engel olmak için, gece karanlık basınca, her iki tarafa da ayrı ayrı askerlerle saldırdılar. Taraflara da: "Bakın, karşınızdakiler sözünde durmadı" deyip bu gece baskını ile ortalığı karıştırdılar. Karanlıkta neye uğradıklarını bilemeyen müslümanlar harb etmeye başladılar. Her iki taraf da karşısındakini suçluyordu. İşte bu iki müslüman grup arasında meydana gelen çatışmaya Cemel vak'ası denir.
Bu vak'ada Hz. Aişe'nin ictihadı Hz. Ali'nin ictihadına uymamıştı. Buna rağmen galib olan Hz. Ali, müminlere anneliği Kur'an-ı Kerim ayeti ile sabit olan Hz. Aişe'ye ikram ve izzette bulundu. "Ali'yi sevmek imandandır." hadisini haber veren Hz. Âişe de Hz. Ali'yi çok severdi. Daha sonra Hz. Ali'nin şehâdetine üzüldü ve çok ağladı. Çünkü, sahâbiler birbirlerini çok severlerdi.
Hayatının son devrelerini müctehid olarak bilhassa kadınlara mahsus hallere dair fıkhî hükümlerde fetvalar vererek geçirdi. 676 yılında Medine-i Münevvere'de vefat etti. Cenazesini Ashâbtan Ebû Hureyre (r.a.) kıldırdı. Vasiyyeti üzerine Medine'de el-Bakî' kabristanına defnedildi.
Hz. Aişe'nin  Giyinişi:
Kırmızı gömlek ve siyah örtü giymekle beraber, turuncu elbiseyi tercih ederdi. Ehrama girerken altın yüzük taktığı sarı elbise giymiş olduğu görünmüştür. Arada sırada ipek de giyerdi. Çok kanaatkar olduğu için yalnız bir çift ayakkabısı vardı, bunu temizler temizler giyerdi.
Bir fistanı vardı, kıymet itibarı ile 5 dirhem ederdi, fakat bu fistan zamanında o kadar kıymetli idi ki gelinler, düğünlerinde gelir bunu emanet alırlardı.
Elbise hususunda çok titiz idi, bir ara yeğeni Hafza ince bir başörtü ile yanına gelmişti. Hz.Aişe onun baş örtüsünü tutup buyurdu:
"Sen bilmiyormusun Cenab-ı Hak Sure-i Nur da ne buyurmuştur?" Sonra kendisine kalın bir başörtüsü verdi.
Hz. Aişe'nin  İlmi ve İçtihadları
Hz. Aişe'den baş diğer hatunları da Rasulullah'ın  ağızlarından bire çok  söz duymuşlarsa da, hiç biri bu sözlerin ruhuna Hz.Aişe gibi nüfuz edememişlerdir.
Hz.Aişe körü körüne taklide muhalifdi.
Kadınlar camiye gidebilir mi?
Rasulullah kadınların camiye gelip de, camide namaz kılmalarına müsaade etmiş olduklarından. Hz.Aişe bu işin daimi olarak caiz olduğuna karar vermiştir. Fakat  Hz.Aişe kadınların dönem içinde camiye gitmelerinin mahzurlu olabileceğini işaret ederek "Rasulullah bu hususu hissetmiş olsalardı, her halde o  zaman kadınların camiye gitmelerini men ederdi. Nitekim İsrail oğullarının  kadınları men edilmişlerdir" dedi.
İslamda ibadetlere şirk karıştırmaktan men eylemede titiz idi.
Kabenin örtüsü kullanılabilinir mi?
 
Kabe'nin anahtarcı başısı olan Şeybe İbn-i Osman bir ara, Kabe'nin örtüsünü kaldırdıktan sonra pis ve kirli ellerle tutulmasın diye:"Toprağa gömelim" diyince. Hz.Aişe bunun Kabenin örtüsünün zamanla mukaddesleştirileceğini de göz önüne alarak, uygun görmedi ve buyurdu: "Kabe'nin örtüsünü istediğiniz gibi kullanırsınız, isterseniz satar, onun parasını da fakire fukaraya verirsiniz"
İlim elde etmekle kalmamış, bir çok meselede de içtihad etmişti.
Kaynaklar :
1) Kadın Sahabiler, Mevlana Niyaz (Çeviri:Prof Ali Genceli)
***
Rasulullah'ın Diğer Eşleri:
Sevde; Hafsa; Zeyneb bint Huzeyfe; Ümmü Seleme; Zeyneb bint Cahş; Ümmü Habibe; Cüveyriye; Safiye; Meymune; Mariye isimlerini taşıyordu.

HZ. HÜSEYİN BİN ALİ BİN EBÛ TÂLİB

[ Kerremallahu   Vechehu ]

Künyesi

  • Ebu Hasan (Hasan'ın Babası)
  • Ebu Turab (Toprağın babası)

Lâkabları

  • Kur'an-ı Natık (konuşan Kuran)
  • Haydar
  • Murtaza
  • Şah-ı Velayet
  • Esedullah (Allah'ın Arslanı)
  • Şah-ı Merdan
  • Şir-i Yezdan
  • Seyfullah
Hayatı
  • Doğumu: 599 - Ölümü: 661
[ Hz. Ali (K.V.)'nin temsili resmidir. ]

Rasulullah'ın amcasının oğlu, damadı, dördüncü İslam  halifesi ve aşere-i mübeşşeredendir. İsna
-aşeriyye kabulüne göre Oniki İmam'ın ilkidir. Kureyş Kabilesi'nin Haşimoğulları (Haşimiler) oymağına mensuptur. Babası Ebû Talib, annesi Kureyş'ten Fâtıma binti Esed, dedesi Abdulmuttalib'tir. M.S. 599 yılında Mekke'de Fil Yılı'nın 30. yılının onüçüncü günü, bazı rivayetlere göre Zilhicce ayının yedinci günü doğdu. Kabe’de dünyaya geldiği ve kendisine "Ali" isminin Rasulullah tarafından verildiği rivayet edilir.
Künyesi Ebu'l Hasan ve Ebû Tûrab [toprağın babası], lâkabı Haydar ve Murteza; ünvanı Emîru'l-Mü'minin'dir. Ayrıca 'Allah'ın Arslanı' [Esedullah] ünvanıyla da anılmıştır. Hz. Ali, İslâm'ın günümüze kadar gelmesinde  pay sahibi  olan önde gelen sahabelerdendir.

Hz. Ali küçük yaşından itibaren  Rasulullah'ın yanında büyüdü. On yaşında İslâm'ı kabul ettiği bilinmektedir. Hz. Hatice'den sonra müslümanlığı ilk kabul eden O'dur. Hz. Peygamber ile Hz. Hatice'yi bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali'ye Peygamberimiz şirkin kötülüğünü, tevhidin manasını anlattığında Hz. Ali hemen müslüman olmuştu. Mekke döneminde her zaman Rasulullah'ın yanındaydı. Kâbe'deki putları kırmasını şöyle anlatır: "Bir gün Resul-u Ekrem ile Kâbe'ye gittik. Resul-u Ekrem omuzuma çıkmak istedi. Kalkmak istediğim zaman kalkamıyacağımı anladı, omuzumdan indi, beni omuzuna çıkardı ve ayağa kalktı. Kendimi istesem ufukları tutacak sanıyordum. Kâbe'nin üzerinde bir put vardı, onu sağdan soldan ittim. Put düştü, parça parça oldu. Rasulullah'ın omuzlarından indim. İkimiz geri döndük." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 384).

Resul-u Ekrem, en yakın akrabasını uyarmak ve hakkı tebliğ etmek hususunda Allah'u Teâlâ'dan emir alınca onları Safa tepesinde toplayıp ilâhî emirleri tebliğ edince, Kureyş müşrikleri onunla alay etmişti. İkinci toplantıyı yapmasını Hz. Ali (r.a.)'ye bıraktı, Hz.
Ali de bir ziyafet hazırlayarak Hasimoğullarını davet etti. Rasulullah yemekten sonra: "Ey Abdülmuttaliboğulları, ben özellikle size ve bütün insanlara gönderilmiş bulunuyorum.

İçinizden hanginiz benim kardeşim ve dostum olarak bana bey'at edecek" dedi. Yalnız Hz. Ali (r.a.) kalktı ve orada Rasulullah'a onun istediği sözlerle bey'at etti. Bunun üzerine Resul-u Ekrem, "Kardeşimsin ve vezirimsin
" diyerek Hz. Ali'yi taltif etti. Rasulullah Medine-i Münevvere'de Müslümanlar arasında kardeşlik akdi tesis ettiğinde de, Hz. Ali'yi kendi  kardeşliğine layık görecekti.


Hz. Peygamber hicret etmeden önce elinde bulunan emanetleri, sahiplerine verilmek üzere Hz.Ali'ye bıraktı ve o gece Hz. Ali, Rasulullah'ın yatağını da yatarak müşrikleri şaşırttı. İslâm Peygamberi'nin emniyete kavuşmasından sonra da emri üzerine, Rasulullah'a emanet edilen bazı emanetleri sahiplerine iade ederek annesi, Resul-ü Ekrem'in kızı Fatıma ve başka iki kadını yanına alarak Medine'ye doğru hareket etmiştir. Böylece Hz. Ali, Hz. Peygamber'i öldürmeye gelen müşrikleri oyalayarak O'nun yerine hayatını tehlikeye atmış, bu suretle Peygamber'e hicreti sırasında zaman kazandırmıştı. Bazı müfessirlerinin görüşüne göre Mekke'li müşriklerin İslâm peygamberini katletme kararı aldıkları hicret gecesinde Hz. Ali'nin, canı pahasına, Peygamber'in yatağında yatmasını  Allah bu fedakarlığı takdir ederek şu ayeti nazil etti:

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını arayıp kazanmak amacıyla canını satar.” (Bakara/207)
 Hz. Ali, Peygamberimiz'in kendisine bıraktığı emanetleri sahiplerine verdikten sonra Medine'ye hicret etti. Medine'de de Hz. Peygamber'in devamlı yanında bulundu, bütün cihat harekâtlarına katıldı, Uhud'da gâzî oldu. Bedir'de sancaktardı. Aynı zamanda keşif kolunun başındaydı; hakim noktaları tesbit ederek Hz. Peygamber'e bildirdi. Bu mevkiler işgal edilerek, Bedir'de önemli bir savaş harekâtını başarıya ulaştırdı. Bedir gazasının başlamasından önce, Kureyşliler'le teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Bu döğüşte, hasmı Velid b. Muğire'yi kılıcı ile öldürdüğü gibi, Hz. Ebû Ubeyde zor durumdayken yardımına koştu ve onun hasmını da öldürdü. Kendisine "Allah'ın Arslanı" lâkabı ve Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan ve bir de deve verildi.

Hz. Ali, Bedir savaşından sonra Hz. Peygamber'in kızı Hz. Fâtıma ile evlendi. Nikâhını Hz. Peygamber kıydı. O zamana kadar Rasulullah'la oturan Hz. Ali nikâhtan sonra ayrı bir eve taşındı. Bir yıl sonra da ilk çocuğu olan Hz Hasan dünyaya geldi. Hz. Ali'nin, evlilikleri süresince Hz. Fâtıma'dan Hasan, Hüseyin, Muhsin adlı üç oğlu ve Zeyneb ile Ümmü Gülsüm adlı iki kızı oldu.

Hicret'in üçüncü yılında Uhud savaşında, müslüman okçuların hatası yüzünden müşrikler müslümanların üzerine saldırmışlar ve Hz. Peygamber de yaralanarak bir hendeğe düşmüş ve düşman onun öldüğünü yaymıştı. Halbuki o sırada döğüşe döğüşe gerileyen Hz. Ali, Hz. Peygamber'in içine düştüğü hendeğe ulaşarak, onu korumaya almıştı. İki tarafın da kazanamadığı bu savaşta Hz. Ali birçok yerinden yaralanarak gazi oldu.

Uhud savaşından sonra Hz. Ali "Benu Nadr" Yahudilerinin hainlikleri üzerine bu kabile ile yapılan savaşı bizzat idare etti. Bütün çarpışmalarda Hz. Ali kahramanca döğüşmüş ve müşriklerin en meşhur savaşçılarını öldürmüştür. Hudeybiye barışında sulh şartlarının yazılmasında o memur edildi. Hz. Ali, barış sözleşmesini yazmaya şöyle başladı: "Bismillâhirrahmânirrahîm . Muhammed Rasulullah...." Ancak müşrikler bu ifadeye itiraz ettiler. Hz. Peygamber, "Rasulullah" yerine "Muhammed b. Abdullah" yazmasını Hz. Ali'ye söylemiş fakat Hz. Ali "Rasulullah" ifadesinin yazımında ısrar etmiştir.

Hz. Ali Mekke'nin fethi sırasında yine sancaktardı. "Keda" mevkiinden Mekke'ye girdi. Mekke kan dökülmeden fethedildi. Hz. Peygamber ile birlikte Kâbe'deki bütün putları kırdılar.

Mekke'nin fethinden sonra Resulu Ekrem, Hâlid b. Velid'i Benu Huzeyme kabilesine gönderdi. Bu kabile ya cehaleti, ya da bedevî olmalarından, "müslüman olduk" anlamındaki "eslemna" kelimesi yerine "sabbena" dediği için Hâlid b. Velid hiddetlendi ve onlarla harp etti. Hz. Peygamber olayı duyunca çok üzüldü. Hz. Ali'yi bu hatayı telâfi ile görevlendirdi. Hz. Ali Benu Huzeyme'ye giderek öldürülenlerin diyetini ödeyip mağdur olanların zararlarını telâfi etmişti.

Huneyn gazasında müslümanlar bir ara bozulup dağıldılar. Sayıları binleri bulduğu halde içlerinden ancak birkaç kişi sabredip dayanabildi. Hz. Ali bu savaşta yalnız sabırla tahammül etmekle kalmayarak gösterdiği yiğitlik ve kumandanlıkla İslâm ordusunun kendi safında toparlanmasını sağladı.

Resulu Ekrem hicretin 9. yılında Tebük seferine çıkarken Hz. Ali'yi ehl-i beytin muhafazası için Medine'de bıraktı, ancak bu sefere katılamadığı için müteessir oldu. Bunun üzerine Rasulullah: "Musa'ya göre Harun ne ise, sen bana karşı o olmak istemez misin?" dedi. Ali, bu iltifattan çok memnun oldu.


Berae suresinin ayetleri nazil olunca, Rasulullah Hz. Ali'yi Mekke'ye gönderdi. Bu suretle hiçbir müşrikin artık Kâbe-i Şerîfi bundan sonra haccedemeyeceğini bildirdi.

Yemen bölgesinin İslâm'a girmesi zordu. Görev yine Hz. Ali b. Ebi Talib'e verildi. Hz. Ali "Bu çok güç bir iş" dedi. Rasulullah da "Ya Rabb, Hz. Ali'nin dili tercümanı, kalbi hidayet nurunun memba olsun" diye dua edince, Hz. Ali, siyah bir bayrak alarak Yemen'e gitti, kısa süren irşadları sayesinde Yemen'in bütün Hemedan kabilesi müslüman oldu.

Hz. Peygamber'in vefatı sırasında, hücresinde bulunanların başında  İslâm peygamberinin vefatında 33 yaşında olan Hz. Ali (K.V.) geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife seçildiği sırada Hz. Ali Rasulullah'ın hücresinde tekfin ile meşgul idi.

Rasulullah'ın vefatından sonra dul kalan eşlerinin yanısıra Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın da,  hoşnutsuz olmalarının bir  nedeni de miras sorunudur. Hz. Muhammed vefat ettiğinde geride önemli miktarda aralarında tartışmaların da odağında olan Fedek hurmalığının da bulunduğu arazileri miras olarak bırakmıştı. Önde gelen yöneticilere göre bu araziler Hz. Peygamber tarafından halkın yararına idare ediliyordu ve dolayısıyla devlete aitti. Hz. Ali ise "Hz. Muhammed'e gelen veraset ile ilgili Kur'an hükümlerinin Hz. Peygamber'in mirasını da kapsadığını" iddia ederek bu değerlendirmeye karşı çıkmıştı. Eşi Hz. Fatıma'nın ölümünden sonra Hz. Ali,  Hz. Peygamber'in mirasından payını almak için tekrar başvurdu ancak başvurusu aynı nedenlerle bir kez daha reddedildi. Bununla birlikte Hz. Ömer Medine'deki arazileri Hz. Muhammed'in kabilesi Haşimoğulları adına Hz. Ali ve Hz. İbn Abbas'a verdi; Hayber ve Fedek Arazisi'ni ise devlet malı saydı.

Hz. Ömer devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip adeta İslâm devletinin baş kadısı olarak görev yaptı. Hz. Ömer'in şehâdeti üzerine yine devlet başkanını seçmekle görevlendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.

Hz. Osman'ın hilâfeti döneminde idarî tutumdan pek memnun olmamakla birlikte İslâm devletinin muhtelif vilâyetlerinden gelen şikayetleri hep Hz. Osman'a bildirmiş ve ona hâl çareleri teklif etmişti. Hz. Osman'ı muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden gelen gayreti sarfetti.

Hz. Osman'ın şehâdetinden sonra İslâm'ın ileri gelen şahsiyetleri ona bey'at ettiler. Ancak onun bu dönemi Allah'ın bir takdiri olarak son derece karışık bir dönem oldu. Hz. Osman taraftarlarının bir kısmı O'nun katilini bulana kadar Hz. Ali'yi halife olarak kabul etmeyeceklerini söylediler ve İslam toplumu Hz. Ali ve Hz. Muaviye önderliğinde ikiye bölünerek ilk kez iç savaşa sürüklendi.

Bu karışıklıklar Cemel ve Sıffın gibi iç çatışmaları doğurdu. İslâm devleti bünyesindeki bu ihtilâfları giderme konusunda büyük fedakârlık ve gayretler gösterdi. Hz. Ali bin Ebu Talib çıkan karışıklıkları yatıştırmak için Basra yakınlarında Hz.Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr gibi İslamiyetin tanınmış simaları ile karşılaştı; bu mücadele  Hz. Aişe'nin devesinin etrafında gerçekleştiği için Cemel Vakası adıyla bilinmektedir. Irak ve Şam sınırlarında Hz. Muaviye ile savaştı. Sıffin Savaşı olarak bilinen bu savaş bir buçuk yıl devam etti.
Hilâfete geçtiğinde hâlledilmesi gereken bir çok sorun ile karşı karşıya kalan. Hz. Ali, 4 yıl 9 ay süren kısa süreli hilafet döneminde Peygamber'in sünetini takip ederek,  İslam toplumunda çeşitli ıslahat çalışmaları yaptı.
Hz. Ali (K.V.)'in Şehadeti:
Müslümanların kazandığı ve Hariciler ile yapılan Nehrevan savaşı'ndan sonra, Hariciler'den üç kişi Mekke’de Müslümanların siyasi durumu hakkında müzakere yaptıktan sonra Hz. Ali, Hz. Muaviye ve Hz.Amr bin As'ı öldürmeğe karar verdiler. Harici inançlı bu üç kişiden   Hz. Ali'yi öldürmeyi üstlendi ve Kufe’ye hareket etti. Katili Abdurrahman bin Mulcem, Kûfe'de Ramazan ayının 19. gününün şafak vakti sabah namazına giderken Hz.Ali'yi kapısının önünde zehirli bir kılıç darbesi ile ağır şekilde  yaraladı. Bu yaranın etkisiyle iki gün evinde yattıktan sonra, hicretin 40. yılında Ramazan ayının 21. günü  vefat ederek 661 yılında şehid olmuştur.
Abdurrahman bin Mulcem'in kılıç darbesinden sonra Hz. Ali'nin “Fuztu ve Rabb’il Ka’be!” (Kabe’nin Rabbine andolsun ki, kurtuluşa erdim!..) dediği rivayet edilir. Hz. Ali'nin kabrinin yeri konusunda net bir bilgi yoktur; genel kabule göre türbesi Irak'ın Necef şehrindedir. Afganistan'ın Mezar-ı Şerif kentinde Hz. Ali'ye ait olduğu iddia edilen bir türbe de vardır.
Hz. Ali (K.V.) nin Faziletlerine Dair:
Hz. Ali devamlı olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yanında bulunduğu için Tefsir, Hadîs ve Fıkıhta sahabenin ileri gelenlerindendir. Hatta Rasulullah'ın tabiri ile "ilim beldesinin kapısı" olarak ümmetin en bilgini idi. Hz. Peygamber yolunda insanları hakka iletmek için büyük gayretler sarfetmiş ve hilâfet dönemi iç karışıklıklarla dolu olmasına rağmen İslâm'ın öğretilmesi ve öğrenilmesi hususunda büyük katkıları olmuştu.

Medine'de duruma hakim olup yönetimi tam olarak eline aldıktan sonra öğretim için merkezde bir okul kurdu. Arapça gramerin öğretilmesini Ebu Esved ed-Düeli'ye, Kur'an okutma ve öğretme işini Abdurrahman es-Sülemi'ye, Tabiî ilimler konusunda öğretmenlik görevini Kümeyl b. Ziyâd'a verdi. Arap edebiyatı konusunda çalışma yapmak üzere de Ubade b. es-Samit, ve Ömer b. Seleme'yi görevlendirdi. Devlet yönetimi ve hizmetlerini; maliye, ordu, teşrî ve kaza gibi bölümlere ayırarak yürütüyordu. Malî işleri, dağıtma ve toplama diye iki kısma ayırmazdı.

Ümmetin malını ümmete dağıtırken de son derece titiz davranırdı. Kendisine bir pay ayırma noktasında gayet dikkatli olup, kimsenin hakkına tecavüz etmemekte de büyük bir örnek idi. Kendisini Kûfe'de görenler, kışın soğuğunda ince bir elbisenin altında tir tir titreyerek camiye gittiğini aktarırlar.

Hz. Ali bütün bu emirleri kendi nefsinde eksiksiz uygulayan bir halifeydi. Beş yıllık halifeliği çok önemli olaylarla, savaş ve sıkıntılarla geçmişti. Fitnelere karşı sonuna kadar doğru yoldan sabırla mücadele etmek istedi sonunda şehid oldu.
Hz. Ali İslâm'ın bütün güzelliklerine vakıftı. Çünkü o, Rasulullah'ın daima yanında bulunmuştu. Vahiy kâtibiydi, hâfız, müfessir ve muhaddisti. Hz. Peygamber'den beş yüzden fazla hadis rivayet etti. Ahkâmın nazariyatından çok amelî keyfiyetine bakardı: "Halka anladıkları hadisleri söyleyiniz. Allah ile Peygamber'in tekzip edilmesini ister misiniz?" (Buhârî, İlim) demiştir.

Hz. Ali âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarışan, takva sahibi ve son derece cömertti. Medine'de müslümanların durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali de bir hizmetçi almaya karar verip, Rasulullah'a gitti. Rasulullah kızıyla damadının arasına girerek: "Ben size hizmetçiden daha hayırlısını haber vereyim. Yatarken otuzüç kere Allahü ekber, otuzüç kere Elhamdülillah, otuzüç kere de Subhanallah deyin" buyurdu. Yine bir gün yiyecek çok az yemekleri olan Hz. Ali ile ailesi sofraya oturdukları sırada kapılarına bir dilenci geldi, onlar da yemeği dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen bir yetime, üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini verdiler. Bu olay üç gün sürdükten sonra şu ayet-i kerime indi: "Şüphesiz en iyiler mizacı kâfur olan bir tastan içerler. Allah'ın kullarının taşıra taşıra içeceği bir kaynak. Adağı yerine getirirler ve şerri yaygın olan bir günden korkarlar. İçleri çektiği hâlde yiyeceği, miskine, yetime ve esire yedirirler. 'Biz sizi ancak Allah'ın rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz oldukça asık suratlı zorlu bir günden dolayı Rabbımızdan korkuyoruz' derler. Allah da bu günün şerrinden onları korur. Onlara parlaklık ve sevinç verir." (İnsan, 5/11)

Hz. Ali'nin "Zülfikâr" adı verilen meşhur bir kılıcı vardı. Kılıcın ağzı iki çatallı idi ve Hz. Ali'ye Rasulullah tarafından hediye edilmişti.
Hz. Ali hakkında nazil olduğu rivayet edilen bir ayet : el-Bakara, 2/274

Hz. Ali'nin cömertliği, insanîliği, Rasulullah'a olan yakınlığıyla edindiği büyük manevî miras onu yüzyıllardır halk inançlarında destani bir kişiliğe büründürmüştür. Bir gün onun dört dirhemi vardı. Birini açıktan, birini gizliden birini gündüz, birini de gece infak etti ve hakkında şu ayet indi: "Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık olarak infak edenler. Onlar için Rabbleri katında karşılıkları vardır ve üzülecek de değillerdir." (el-Bakara, 2/274).
Hz. Ali'nin Hz. Peygamber'den rivayet ettiği bazı hadis-i şerifler:

"Günah işleyen biri pişman olur, abdest alır namaz kılar ve günahı için istiğfar ederse Allah'u Tealâ Nisâ suresinde 'Biri günah işler veya kendine zulmeder sonra pişman olup Allah'u Teâlâ'ya istiğfar ederse Allah'u Teâlâ'yı çok merhametli ve af ve mağfiret edici bulur' buyurmaktadır."

"Üzerinde farz namaz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe Allah'u Teâlâ onun nafile namazlarını kabul etmez. "

"Malınızın zekâtını veriniz. Biliniz ki, zekâtını vermeyenlerin bunu vazife kabul etmeyenlerin namazı, orucu, haccı ve cihadı ve imanı yoktur. "


Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Ali'ye buyurdu: " Ya Ali, altıyüzbin koyun mu istersin, yahut altıyüzbin altın mı veya altıyüzbin nasihat mı istersin ? "
Hz. Ali dedi: "Altıyüzbin nasihat isterim."
Peygamberimiz buyurdu: "
Şu altı nasihate uyarsan altıyüzbin nasihata uymuş olursun:

1. Herkes nafilelerle meşgul olurken sen farzları ifa et. Yani farzlardaki rükünleri, vacipleri sünnetleri, müstehapları ifa et.
2. Herkes dünya ile meşgul olurken sen Allah'u Teâlâ'yı hatırla. İslâm'a uygun yaşa; İslâm'a uygun kazan; İslâm'a uygun harca.
3. Herkes birbirinin ayıbını araştırırken sen kendi ayıplarını ara. Kendi ayıplarınla meşgul ol.
4. Herkes dünyayı imar ederken sen dinini imar et, zinetlendir.
5. Herkes halka yaklaşmak için vasıta ararken, halkın rızasını gözetirken sen Hakk'ın rızasını gözet; hakka yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara.
6. Herkes çok amel işlerken sen amelinin çok olmasına değil, ihlaslı olmasına dikkat et."


Kütüb-ü Sitte'den Hz. Ali ile İlgili Hadisler: 372 - Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm pazartesi günü gönderildi. Hz. Ali radıyallahu anh da salı günü namaz kıldı."

Tirmizi, Menakıb. (3730).

4373 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Ashabının arasını kardeşlemişti. Hz. Ali radıyallahu anh yanına geldi ve:

"Ashabınızın arasını birbirleriyle kardeşlediniz, ama beni kimseyle kardeşlemediniz!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam:

"Sen dünyada da ahirette de benim kardeşimsin!" buyurdular."

Tirmizi, Menakıb, (3722).

4374 - Zeyd İbnu Erkam radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdular: "Ben kimin dostu (mevlası) isem, Ali de onun dostudur."

Tirmizi, Menakıb, (3714).

4375 - Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Tebük seferine çıkınca Hz. Ali'yi geride (Medine'de) bırakmıştı.

"Ey Allah'ın Resûlü, siz beni çocukların ve kadınların arasında mı bırakıyorsunuz?" dedi (kalmak istemedi). Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam:

"Sen, Hz. Harun'un, Hz. Musa yanında aldığı yeri, benim yanımda almaktan razı değil misin? Şu farkla ki, benden sonra peygamber yok!" buyurdular."

Buhari, Megazi 78, Fezailu'l-Ashab 9; Müslim, Fezailu'l-Ashab, 31, (2404); Tirmizi, Menakıb, (3731).

4376 - Müslim ve Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hayber günü buyurdular ki:

"Yarın sancağı öyle bir kimseye vereceğim ki, O, Allah'ı ve Resûlünü sever, Allah ve Resûlü de onu sever."

Ravi devamla der ki: "Bu söz üzerine (beni mi seçer ümidiyle, Aleyhissalatu vesselam'a görünmek için) boyunlarını uzattılar. Ama o:

"Bana Ali radıyallahu anh'ı çağırın!" buyurdular. Ali getirildi ama gözlerinden rahatsız idi. Hemen gözlerine tükürdü ve sancağı ona verdi. Allah Teâla Hazretleri onun eliyle fethi müyesser kıldı."

Ravi devamla der ki: "Şu ayet indiği zaman "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı çağıralım..." (Al-i İmran 61) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm hemen Ali'yi, Fatıma'yı, Hasan ve Hüseyin'i (radıyallahu anhüm ecmain) çağırdı ve:

"Allahım, bunlar benim ailemdir!" buyurdu."

Müslim, Fezailu'l-Ashab 32, (2404); Tirmizi, Menakıb, (3726).

4377 - Zirr İbnu Hubeyş rahimehullah anlatıyor: "Hz. Ali radıyallahu anh'ın şöyle söylediğini işittim: "Daneyi açan, canlıları yaratan Zât-ı Zülcelal'e yeminle söylüyorum: Ümmi peygamberim aleyhissalatu vesselam, bana şu hususu garantiledi: Beni mü'min olan sevecek, münafık olan da bana buğzedecektir."

Müslim, İman 131, (78); Tirmizi, Menakıb, (3737); Nesai, İman 20, (8, 117).

4378 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Tâif günü Hz. Ali radıyallahu anh'ı çağırdı ve onunla hususi konuşma yaptı. (Bu görüşme o kadar uzadı ki) halk: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm amcasının oğluyla görüşmesini uzattı" dedi. (Resûlullah bunu işitince):

"Onunla hususi görüşmeyi ben (kendi arzumla) yapmadım. Allah'ın arzusu ve emri ile Resûlü) yaptı" açıklamasında bulundu."

Tirmizi, Menakıb, (3728).

4379 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Berâet (Tevbe) sûresini, (Arafat'ta hacılara tebliğ edilmek üzere) Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh'la göndermişti. Sonra onu çağırarak:

"Bunun, ehlimden olmayan bir kimse ile tebliğ edilmesi muvafık değil!" buyurdu. Hz. Ali radıyallahu anh'ı çağırarak sureyi, (Arafat'ta okuması için) ona verdi."

Tirmizi, Tefsir, Tevbe, (3089)

***

Hz. Ali(K.V.)'nin Cesaret ve Yiğitliği

Hz. Ali, Hz. Muhammed'in katıldığı tüm savaşlarda sancaktar olarak bulundu; sadece Tebük seferi'ne Hz. Muhammed'in emri ile Medine'de kaldığı için katılmamıştır.
Hz. Ali, Bedir savaşında düşman ordusundan yirmibir kişiyi öldürdü. Öldürdüğü kişiler arasında Hz. Muaviye'nin dedesi Utbe, dayısı Velid ve kardeşi Hanzala da vardı. Uhud savaşında ise Kureyş savaşçılarından dokuz kişiyle çarpıştı ve bedeninden yetmiş yara almasına rağmen galib gelmeyi başardı.  Bu savaşta  son ana kadar Hz. Peygamber ile beraber savaştı. Hz. Cebrail'in, Hz. Ali'nin bu fedakarlığını görünce birkaç defa:  'La feta illa Ali, la seyfe illa Zülfikar'  (Ali'den başka da yiğit; Zülfikar'dan başka kılıç yoktur) dediği rivayet edilir.
Hendek savaşında, Araplar'ın ünlü kahramanı Amr bin Abduved'in hendeği atıyla aşması üzerine çarpıştılar. Amr'a göre daha zayıf görünümlü olmasına ve Amr'ın küçümsemesine rağmen Hz. Ali galip geldi. Amr'ın, Hz. Ali tarafından yenilmesi Medine'yi kuşatan ve bu kuşatmayı destekleyenler arasında üzüntü ve ümitsizlik meydana getirdi. Hendek Savaşı'nın müslümanlar lehine sonuçlanmasında Hz. Ali'nin bu başarısının önemli bir yeri vardır.
Hayber savaşı'nda, ilk iki taaruzu yönetenler bir başarı sağlayamayınca Peygamberin sancağı Ali'ye verdiği, Ali bin Ebu Talib'in de o gün düşman savunmasını kırarak düşmana karşı galip gelinmesinde büyük rol oynadığı söylenir.
***
Hz. Ali'nin Devlet Yöneticilerine Öğütleri:
Hz. Ali'nin  İslam devleti başkanı olan görevlendirdiği valilere buyrukları günümüze kadar  devlet görevlilerinin halka  nasıl davranmaları gerektiği hususunda ışık tutmuştur ve tutmağa devam etmelidir:
1. Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlamayın .
2. Müslüman olsun olmasın herkese aynı davranın. Müslümanlar kardeşleriniz, müslüman olmayanlar ise sizin gibi bir insandır.
3. Affetmekten utanmayın. Cezalandırmada acele etmeyin. Emriniz altında bulunanların hataları karşısında hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyin .
4. Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.
5. Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemiş ve devletin suçlarından ve zulümlerinden sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat edin.
6. Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin ve çıkar ummadan ve korkmadan acı gerçekleri söyleyebilenleri tercih edin.
7. Atamalarda araştırma yapmayı ihmal etmeyin.
8. Haksız kazanç ve ahlâksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.
9. Memurlarınızın hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiğiniz samimi kişileri kullanın.
10. Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz cevap verin.
11. Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediğinize kendilerini inandırın .
12. Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden dönmeyin.
13. Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yığmalarına izin vermeyin.
14. El işlerine yardım edin; çünkü bu yoksulluğu azaltır, hayat standardını artırır.
15. Tarımla uğraşanlar devletin servet kaynağıdır ve bir servet gibi korunmalıdır.
16. Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere bakmak olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Memurlarınız onları incitmesin, onlara kötü davranmasın. Onlara yardım edin, koruyun ve yardımınıza ihtiyaç duydukları her zaman huzurunuza çıkmalarına engel olmayın .
17. Kan dökmekten kaçının, İslâm'ın hükümlerine göre öldürülmesi gerekmeyen kimseleri öldürmeyin.
***
Hz. Ali (K.V.)'ye İsnad Edilen Sözlerden Birkaçı:

"Kişi dili altında saklıdır. Konuşturunuz, kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız."
"İnsanın yaslanıp Rabbini bildikten sonra ölmesi, küçükken ölüp hesapsız Cennet'e girmesinden daha hayırlıdır. "
"Kul ümidini yalnız Rabbi'ne bağlamalı ve yalnız günahları kendini korkutmalıdır. "
"Cahil, bilmediğini sormaktan utanmasın. Âlim, içinden çıkamayacağı bir meselede en iyisini Allah'u Teâlâ bilir' demekten sakınmasın."
"Sizin için korktuğum şeylerin en başında, nefsinin isteğine uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birincisi hak yoldan alıkoyar; ikincisi ise ahireti unutturur. "
"Amellerin en zoru üçtür. Bunlar; nefsin hakkını verebilmek, her halde Allah'u Teâlâ'yı hatırlayabilmek, kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir. "
"Takva, hataya devamı bırakmak; aldanmamaktır . "
"Kalpler, kaplara benzer. Hayırlı olanı, hayırla dolu olanıdır."
"Bana bir harf öğretenin kölesi olurum. "

HZ. HÜSEYİN BİN ALİ BİN EBÛ TÂLİB

EHL-i BEYT-i RASULULLAH