10 Mayıs 2011 Salı

Cennetliklerin Ziyaretleşmeleri Dünyadaki Taât Ve Kusurlarını Birbirlerine Anlatmaları


Cennetliklerin Ziyaretleşmeleri Dünyadaki Taât Ve Kusurlarını Birbirlerine Anlatmaları
Cennetliklerin Ziyaretleşmeleri Dünyadaki Taât Ve Kusurlarını Birbirlerine Anlatmaları

Cennetliklerin Ziyaretleşmeleri Dünyadaki Taât Ve Kusurlarını Birbirlerine Anlatmaları:

Yüce Allah buyurdu ki:

Birbirlerine dönüp soruşurlar: Doğrusu bundan Önce ailemizin yanın­da bile korku içindeydik. Allah lütfedip bizi kavurucu azâbdan korudu. Doğ­rusu bundan önce de O’na yalvariyorduk. Şüphesiz O, iyilik yapandır, acı­yandır” derler.” (Tür, 52/25-28)

Ebubekir b. Ebi’d-Dünyâ… Enes’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Cennetlikler cennete girip kardeşler birbirlerini özlediklerinde birinin tahtı diğerininkinin yanina doğru ilerler ve nihayet ikisi bir araya gelir. Biri diğerine:Cenabı Allah’ın bizi ne zaman bağışladığını biliyor musun?” diye sorar. Diğeri cevap verir: “Şöyle ve şöyle bir yerdeydik. Allah’a duâ ettik. O da bizi bağişadı.”

Yüce Allah buyurdu ki:

Birbirlerine dönüp soruşurlar: İçlerinden biri şöyle der: “Benim bir dostum vardı. Bana: Sen de mi ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman dirilerek ceza göreceğimizi tasdik edenlerdensin?‘ derdi.” Yanındakilere: “Siz onu bilir misiniz?” der. Biri bakıp onu cehennemin ortasında görür. Ona der ki: “Allah’a andolsun ki; az kalsın beni de mahvedecektin. Eğer Rabbimin lutfu olmasaydı ben de oraya götürülenlerden olurdum. Birinci ölümden son­ra bir daha ölmeyeceğiz değil mi? Azâb da görmeyeceğiz.” İşte büyük kur­tuluş şüphesiz budur. Çalışanlar bunun için çalışsın.” (Saftat, 37/49-61)

Bu kurtuluş insanları da cinleri de kapsamına alır.

Dirilerek ceza göreceğimizi tasdik edenlerden biri diyecek ki: Bir arka­daşım vardı. Bana vesvese vererek ahiret hayatını inkâr etmemi ve kâfir ol­mamı telkin ederdi. Ben Allah’ın rahmeti sayesinde ondan kurtuldum. Gelin cehenneme bakalım. Gidip cehenneme baktıklarında onu azabın derinlikle­rinde görürler. Cennetlik arkadaşı da, kendisini ondan kurtardığı için Allah’a hamd eder:

Allah’a and olsun ki; az kalsın beni de mahvedecektin. Eğer Rabbimin lutfu olmasaydı ben de oraya götürülenlerden olurdum.” Sonra içinde bulun­duğu mazhariyeti anlatır:Ve bu nedenle Allah’a şükreder. “Birinci ölümden sonra bir daha ölmeyeceğiz değil mi? Azâb da görmeyeceğiz.” Yani biz ölümden ve azâbdan kurtulduk. Çünkü artık cennete girdik. “İşte büyük kur­tuluş, şüphesiz budur. Çalışanlar bunun için çalışsın.” Tırnak içindeki bu sözler onun sözü olabileceği gibi, Aziz ve Celil olan Allah’ın da sözü olabi­lir. Zira bir âyette yüce Allah şöyle buyurmuştu: “İyi şeyler için yarışanlar, bunun için yarışsınlar.

Buna benzer bir çok âyet vardır. Tefsirimizde bir kısmından bahsetmiş­tik.

Sahih-i Buharî’nin Kitâbü’1-İmân bölümünde rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Harise b. Sürâka’ya şöyle demiştir:

— Nasıl sabahladın?

— Allah’a hakkıyla imân eden biri olarak sabahladım.

— Senin imanının hakikati nedir?

— Kendim dünyadan yüz çevirdim. Geceleri uykusuz, gündüzleri de su­suz kaldım (yani geceleyin namaz kıldım; gündüzleyin de oruç tuttum.) Rab­bimin Arş’ını açıkça görür gibi oluyorum. Cennet ehlini, cennette birbirleri­ni ziyaret ederlerken ve cehennemlikleri de cehennemde azâb görürken gö­rür gibi oluyorum.

—  (Sen) Allah’ın kalbini nûrlandırdığı bir kulsun.”

Süleyman b. Muğire, Humeyd b. Hilâl’in şöyle dediğini rivâyte etmiş­tir:

Duyduğumuza göre cennetliklerin üstte olanları altta olanlarını ziyaret ederlermiş ama altta olanları üsttekileri ziyaret etmezlermiş.

Ben derim ki: Bu, iki mânaya gelebilir:

1- Alt rütbenin sahibi, rütbesini aşamaz. Zaten bunu yapmaya yetki ve ehliyeti de yoktur.

2- Alt rütbedeki insan, üsttekilerin mazhar oldukları nimetleri görüp te üzülmesin diye üst rütbedekilerin yanına gidemez. Cennette üzüntü yok­tur.’

Taberânî… Ebû Ümame’den rivayet etti ki; “Cennetlikler birbirlerini zi­yaret ederler mi?” diye sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v.) .şöyle buyurmuştur:

Üsttekiler, alttakileri ziyaret ederler. Ama alttakiler üsttekileri ziyaret etmezler. Ancak Allah için birbirlerini sevenler develerinin sırtına halı ve yastıkları bağlayıp Allah’ın dilediği yere gider (ziyaretleşir)ler.”

İbn Ebi’d-Dünyâ… Şefi b. Mati’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Cennet nimetlerinden biri de şudur ki; cennetlikler, bineklere ve buhtî develere binerek birbirlerini ziyarete giderler. Eğeri, gemli, işemeyen, dışkı yapmayan atlara biner, Aziz ve Celil olan Allah’ın dilediği yerlere giderler. Üzerlerine bulut gibi bir şey gelir. Onda gözlerin görmediği, kulakların duy­madığı şeyler vardır. “Bize yağdır. derler. Sonuna kadar üzerlerine yağdırır. Sonra Cenab-ı Allah, rahatsız edici olmayan bir rüzgar estirir. Bu rüzgar, sağlarından ve sollarından misk tepelerini savurur. Bu miskin eseri atlarının alınlarında, mafsallarında, başlarında görülür. Onlardan her bir adam, arzu ettiği yöne gider. Üzerlerine, altlarına, elbiselerine misk bulaşır. Sonra yolla­rına devam ederler. Aziz ve Celil olan Allah’ın dilediği yere varırlar. Kadın­lar, bunlardan bazısına seslenirler:

— Ey Allah’ın kulu! Senin bize ihtiyacın yokmudur?

— Sen kimsin?

— Eşin ve sevgilinim.

— Yerini bilmiyordum.

—  Cenab-ı Allah’ın şöyle buyurduğunu duymadın mı?: “Yaptıklarına karşılık onlar için saklanan müjdeyi kimse bilmez.” (Secde. 32/17)

— Rabbim’e yemin ederim ki, öyledir.

Belki de içinde bulunduğu nimetler ve gördüğü ikramlar bundan sonra onu meşgul edip oyalar o da dönüp o kadına bakmaz.” Bu, mürsel ve cidden garip bir hadistir.

İbn Mübarek… Ebû Hüreyre’nin şöyle dediği rivayet etmiştir:

Cennetlikler, ince ve güze develere binerek birbirlerine ziyarete gider­ler. O develerin sırtında miskten palan vardır. Genizlerinde misk tozu olup onlardan birinin yuları, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır.

İbn Ebi’d-Dünyâ… Ebû Hüreyre’den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.), Cebrail’e şu âyet-i kerimeyi sormuş:

Sûr’a üflenince, Allah’ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar baygın düşer.” (Zümer, 39/68) Cebrail de şu cevabı vermiş: “Onlar şe-hidlerdir. Cenab-ı Allah onları, Arş’ının etrafında kılıçlarını kuşanmış olarak diriltir. Mahşerden bazı melekler onlara beyaz yakuttan develer getirirler. Bu develerin palanı altundan, yuları ince ipekten ve atlastan, dayanılacak yastık­ları da ipektendir. Adamların gözlerinin görebildiği kadar uzakları görürler. Şehider cennette atlarına binerek gezerlerken, “Hadi bizi götür de Cenab-ı Allah’ın kulları arasında nasıl hüküm verdiğini görelim” derler. Aziz ve Ce­lil olan Allah onlara güler. Cenab-ı Allah bir kula gülünce de ona hesap so­rulmaz artık.

Ebubekir b. Ebi’d-Dünyâ… Muafa b. İmrân’dan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Cennette, Tûbâ denen bir ağaç vardır. Eğer imkân verilseydi de rahvan ata binmiş bir süvari onun gölgesinde gitmiş olsaydı, yüz sene müddete onun gölgesinde giderdi. Yaprağı yeşil zümrüttendir. Çiçekleri sarı örtülerdir. Et­rafı(dalları) ipek ve atlastandır. Meyvesi, güzel elbiselerdir. Zamkı, zencefil ve baldır. Vadisi, kızıl yakuttan ve yeşil zümrüttendir. Toprağı misk, otları da safrandır. Yakıtsız ısınır. Dibinden selsebil (tatlı su) ve saf şarap ırmağı fışkırır. Gölgesi, cennet ehlinin meclislerinden biridir. Ona alışıp ısınırlar. Orada hepsi konuşurlar. Bir gün onlar orada konuşup sohbet etmekleyken melekler onlara yakuttan develeri sürüp getirirler. O develere ruh üflenmiş-tir. Yularları altın zincirdir. Yüzleri kandil gibidir. Üzerlerinde, levhaları in­ci ve yakuttan olan palanlar vardır. Palanlar, inci ve mercanla işlenmiştir. As­tarları kızıl altındandır. Atlas ve erguvanla örtülmüştür. Melekler bu devele­ri cennetlikler için çöktürürler. Onlara: “Rabbiniz size selâm söylüyor. Du­rumunuzu görmek için sizi ziyaret etmek istiyor ki, siz de O’nu gorebilesi-niz; O’na selam veresiniz, O da sizi sevsin, O’nunla konuşasınız, size olan lutfunu artırsın. Çünkü O büyük lütuf ve geniş rahmet sahibidir.

Cennetliklerden her biri bineğinin başına geçer. Sonra düzgün bir saf ha­linde yola koyulurlar. Bu kafilede kimse kimseyi geçmez. Birinin devesinin kulağı, diğerinin kulağının hizasını geçmez. Bir devenin dizi, diğerinin dizi­nin hizasını geçmez. Cennet ağaçlarından hangisinin yanına varırlarsa, o ağaç onlara mutlaka meyvesini hediye olarak verir. Saflarının bozulmasını istemediğinden dolayı, yollarından çıkıp bir kenara çekilir ki iki kişinin ara­sını ayırmasın.

Her istediğini yapacak gücosahib olan Allah’ın huzuruna çıkarıldıkla­rında Allah onlara mübarek yüzünü gösterir. Büyüklük ve yücelikle onlara tecellide bulunur. Onlar Rablerini görünce: “Rabbimiz sen selâmsın. Selâm sendendir. Ululuk ve ikram hakkı senindir.” derler. Aziz ve Celi) olan Rab-leri de onlara der ki: “Doğrusu selâm benim. Selâm bendendir. Ululuk ve ik­ram hakkı benimdir. Vasiyetimi yerine getiren, hukukuma riâyet eden, gıya­ben benden korkan, her hâl-ü kârda benden çekinen kullarıma merhaba diyo­rum.” Kullar O’na derler ki: “Üstünlüğüne ve mekânının yüceliğine yemin ederiz ki; senin kadrini hakkıyla bilemedik. Bütün haklarını sana ödemedik. Sana secde etmemize izin ver.” Rableri onlara der ki: “Sizden ibadet yükünü kaldırdım. Bedenlerinizi rahatlandırdım. Çünkü (dünyadayken) bedenlerini­zi benim için çok yordunuz; yüzlerinizi zelil kıldınız. Şimdi ise ruhuma, rah­metime, ikramıma kavuştunuz. Dileyin benden ne dilerseniz. Temennide bu­lunun ki temenni ettiğiniz şeyleri size vereyim. Bugün sizleri amelleriniz ka­dar değil, rahmetim, ikramım, geniş lutfum, ululuğum, mekânımın üstünlü­ğü ve sânımın yüceliği kadar mükâfatlandıracağım.

Kullar dilek ve temennilerde bulunmaya devam ederer. Öyle ki en az di­lekte bulunan kimse, -Cenab-ı Allah’ın yarattığı günden yok edeceği güne kadar İçinde var olmuş ve olacak şeyler de dahil olmak üzere- tüm dünya ka­dar dilekte bulunur. Aziz ve Celil olan Allah onlara şöyle buyurur: “Çok az dilekte bulundunuz. Size lâyık olmayan şeylerle yetindiniz. Dileyip temenni ettiğiniz şeyleri sizin için vacip kıldım, (onları muhakkak size vereceğim) soylarınızı size kalacağım. Dilemekte hayal edemediğiniz şeyleri dahi size vereceğim.

Bu zayıf, garip ve mürsel bir hadistir. En iyimser deyişle bu, seleften bi­rinin sözü olabilir. Bazı râvilerinin vehmi bunu merfu bir rivayet olarak gös­termiştir. Aslında öyle değildir. Doğrusunu Allah bilir.

Cennetlik kimselerin vas­fı.


cennetlik kimselerin vas­fı

Cennetlik kimselerin vas­fı.

Yüce Allah buyurdu ki:

Sakınanları o gün Rahmân’ın huzurunda O’na gelmiş konuklar olarak toplarız. Suçluları suya götürür gibi cehenneme süreriz. Rahmân’ın huzurun­da bir ahd almamış olandan başkası asla şefaatte bulunamıyacaktır.” (Meryem, 19/85-87)

Sûr hadisinde de şöyle denilmişti: “Sıratı geçtikten sonra müminler için havuzlar kurulur. Cennetin kapısına vardıklarında önce Âdem’den, sonra Nuh’tan, sonra İbrahim’den, sonra Musa’dan, sonra İsa’dan, en sonunda da Muhammed’den (s.a.v.) Allah’ın salât-ü selâmı hepsinin üzerine olsun- şefaat di­lenirler. Ama onlara şefaat eden zât, Rasûlullah (s.a.v.) olacaktır.

Sahih-i Müslim’de… Enes b. Mâlik’ten rivayet olunduğuna göre Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Cennetin kapısına gelir, açmalarını söylerim. Cennetin bekçisi: Sen kimsin?” diye sorar. Ben, “Muhammed” derim. O, der ki: “Senden önce bu kapıyı başkasına açmamakla emrolundum.”

Müslim… Enes b. Mâlik’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

Kıyamet gününde peygamberler arasında tabileri en çok olan peygamber ben olacağım. Ve Cennetin kapısını ilk çalan da ben olacağım.

Sahih-i Müslim’deki bir hadiste şöyle denmektedir:

Cenab-ı Allah kıyamet gününde insanları toplayacak; cennet kendileri­ne yakın geldiğinde mü’minler kalkıp Âdem (a.s.)’a gelecek ve ona: Ey ba­bamız! Bize şefaatçi ol” diyecekler, o da onlara şöyle cevap verecektir: “Siz­leri cennetten çıkaran sebep, babanız Âdem’in günahından başka bir şey mi­dir ki? Ben bu istediğinizi yapacak durumda değilim…

Bu hadis, sûr hadisinde anlatılanları teyid etmektedir. Orada anlatıldığı­na göre müminler ikinci kez peygamber ere uğrayarak onlardan, Allah katın­da kendilerine şefaatçi olmalarını ve cennete girmelerine ilişkin ilâhi bir izin sağlamalarını isteyecekler; nihayet ilk ve büyük şefaatte olduğu gibi bu defa da Rasûlullah (s.a.v.) şefaatçi olarak ortaya çıkacaktır. Nitekim bu husus ön­ceki bölümlerde de anlatılmıştı. Doğrusunu Allah bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah, Süveyd b, Saîd’in şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

Ali (r.a.)’nin yanında oturmaktaydık. Biz şu ayet-i kerimeyi okudu: “Sa­kınanları o gün Rahmân’ın huzurunda O’na gelmiş konuklar olarak toplarız. Suçluları suya götürür gibi cehenneme süreriz.” (meryem, 19/85-86) Âyeti oku­duktan sonra Ali (r.a.) dedi ki: “Vallahi onlar ayakları üzerine yaya olarak mahşere gelmezler. Çünkü konuklar yaya olarak getirilmezler. Aksine, hal­kın benzerini görmediği develer üzerinde gelirler ki; o develerin üzerinde, binmeleri için altın semerler vardır. İşte gelip cennetin kapısını çalıncaya ka­dar deve üzerinde olacaklardır.

Abdurahman b. İshak tarafından nakledilen başka varyantda ise şu ifa­deler yer almaktadır: “O develerin üzerinde, zebercedi geride bırakacak al­tından mamul semerler vardır.”

İbn Ebi Hatim… Mesleme b. Cafer el-Becelî’deı rivayet etti ki; Ebû Mu-az el-Mısrî şöyle demiştir:

Bir gün Ali (r.a.), Rasulullah (s.a.v.)‘in yanında idi. Şu âyeti okudu:Sakınanları o gün Rahrnân’ın huzurunda O’na gelmiş konuklar olarak top­larız.” (Meryem, 19/85) Bu âyeti okuduktan sonra Ali (r.a.) şöyle dedi: “Ey Al­lah’ın Rasûlü! Ben Öyle sanıyorum ki, konuklar mutlaka binek üzerinde olur­lar. Öyle değil mi?” Rasülullah (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: “Canım kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki; onlar mezarlarından çıktıklarında kar­şılanırlar veya altın semerli, kanatlı, beyaz develere bindirilerek getirilirler. Kendilerinin ayakkabılarının bağlanysa nurdandır, ışık saçar.  Develerin adımlan, göz alabildiğince uzaklara kadar ulaşır. Nihayet dibinden iki pınar kaynamakta olan bir ağacın yanına varırlar. Pınarlardan birinin suyunu içer­ler; içlerindeki pislikten aranırlar. Diğer pınarın suyuyla da yıkanırlar. Artık gözlerini hiç toz bürümez. Parlak nimetler üzerlerine akar. Nihayet cennetin kapısına varırlar. Kapının altın levhaları üzerinde kızıl yakuttan bir halka gö­rürler. Halkayı levhaya vururlar. Yüksek dozda bir tangırtı tungurtu duyulur. Huri kadınlar eşlerinin gelmekte olduğunu duyarlar. Kayyumlarını gönderip kapıyı açtırırlar. İçeri giren mümin, onu görür görmez secdeye kapanır. Kay-yum ona: “Başını kaldır. Ben senin kayyumunum. Emrine verildim” der. Adam onun peşine düşer, onu takib eder. Huri, hafif davranıp acele eder. İn­ci ve yakuttan yapılmış olan çadırından çıkar. Adamını kucaklar. Sonra ona şöyle der: “Sen benim sevgilimsin. Ben de senin sevgilimin. Ben, ölümsüz ve ebediyim. Ben yumuşağım, zarar vermem. Ben hoşnudum, kızmam. Ben burada kalıcıyım, göçmem.” Böyle dedikten sonra temelden tavana yüksek­liği yüz zira olan bir eve girerler. O ev, mercan kayaları üzerine inşâ edilmiş­tir. Yollan kızıl, yeşil ve sarı renkli (taşlarla döşenmiş)dir. Hiç bir yolu diğe­rine benzemez. Evin içinde yetmiş divan, her divânın üzerinde yetmiş min­der, her minderin üzerinde yetmiş zevce, her zevcenin üzerinde yetmiş elbi­se vardır. Bacaklarının ilikleri elbiselerinin üzerinden görülür. Onunla yapı­lan cinsel ilişki, sizin şu gecelerinizden bir gece kadar süren bir zamanda ta­mamlanır. Köşklerinin altlarından ırmaklar akar, o ırmakların suları saf ve te­mizdir. Bulanıklık yoktur onlarda. Orada tadı bozulmamış sütten ırmaklar vardır. O sütler davar memelerinden çıkmış değildir. Orada, içenlere lezzet verici şarap ırmakları vardır. O şarapları adamlar ayaklarıyla (üzüm) ezerek elde etmiş değildirler. Orada saf bal ırmakları vardır. O ballar, arılardan elde edilmiş değildir. Cennete girenler, hoş ve tatlı buldukları meyveleri dilerler­se ayakta yer, dilerlerse bir yere yaslanarak yerler.” Böyle dedikten sonra Ra-sûlullah (s.a.v.) şu âyet-i kerimeyi okudu: “Meyve ağaçlarının gölgeleri üzer­lerine sarkmış ve onların koparılması kolaylaştırılmıştır.”   Yukarı­daki hadisin devamında şöyle deniyor:

Cennete giren müminin canı yemek ister. Ona beyaz (bazı rivayetler-deyse yeşil) bir kuş gelir, kanadını kaldırır, adam onun dilediği renkteki kısmını” yer, sonra kuş uçup gider. Melek gelip selâm verir ve şöyle der: “işle­diklerinize karşılık, size miras verilen işte bu cennettir.” (Zuhruf, 43/72) Eğer hurilerin saçlarından bir tel yeryüzüne düşse, güneş onun aydınlığı karşısın­da kararıp kalır.

Ebü’l-Kasım el-Beğavî… Asım’dan rivayet etti ki; Hz. Ali cehennemden bahsederek onun ne denli korkunç olduğunu, ezberimde tutamadığı bazı ke­limelerle anlattı; sonra da şu âyet-i kerimeyi okudu: “Rablerine karşı gelmek­ten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler.” (Zümer, 39/83) Nihayet cen­netin kapılarından birinin yanına varırlar. Orada bir ağaçla karşılaşırlar. Ağa­cın gövdesinin altından iki pınarın kaynayıp akmakta olduğunu görürler. Birine yönelirler. Emrolunmuşlar gibi oradan su içerler. O suyla, içlerindeki pislikler veya eza yahut hastalık verici şeyler giderilir, içleri temizlenir. Son­ra diğer pınara yönelirler. Onun suyuyla (yıkanıp) temizlenirler. Üzerlerine nimetin parlaklığı akar. Artık saçları hiç değişmez; yağ sürünmüş gibi artık başlan hiç tozlanıp kirlenmez. Sonra cennete vardıklarında cennetin bekçi­leri onlara şöyle derler: “Selâm size, hoş geldiniz! Temeli olarak buraya gi­rin.” (Zümer, 39/73) Sonra çocuklar onları karşılarlar. Dünyadakilerin çocukla­rı gibi, ellerinde buhurdandıklan tüttürerek etraflarında dolanırlar. Yanlarına gelir ve: “Allah’ın sizin için hazırladığı konuklukları size müjdeiyoruz!” der­ler. Sonra bu çocuklardan biri kaçıp bu adamın iri gözlü huri eşlerinden biri­nin yanına gider ve -dünyadayken çağırıldığı adını vererek- “Falan adam geldi!” der. Huri: “Sen onu gördün mü?” diye sorunca çocuk: “Ben onu gör­düm ama o beni görmedi” der. Bu cevab alan huri, sevinçten (uçacak gibi) hafifler ve kendini kapının eşiğinde bulur. (Kocasını karşılayıp evine götü­rür. Kocası) evine vardığında binasının temellerine bakar. Binanın mercan kayası üzerine sarı, kırmızı, yeşil mücevher taşlarıyla inşâ edilmiş olduğunu görür. Sonra başım kaldırıp evin tavanına bakar. Şimşek gibi (parlamakta) olduğunu görür. Eğer Cenab-ı Allah (sağlam kalmasını) takdir etmiş olma­saydı, gözü kör olurdu o zaman. Sonra başını indirir. Eşlerini, yerleştirilmiş kâseleri, sıra sıra yastıkları ve serilmiş yumuşak tüylü halıları görür; sonra bir yastığa yaslanıp şöyle der: “Biri buraya eriştiren Allah’a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola iletmeseydi, biz doğru yolu bulamazdık. Andolsun ki Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmiştir.” derler. Onlara, “İşledi­ğinize karşılak işte mirasçısı olduğunuz cennet” diye seslenilir.” (A’râf, 7/43)

Sonra bir çağıncı şöyle seslenir: “Yaşayacaksınız; artık ebediyyen öl­meyeceksiniz. Burada ikamet edeceksiniz; artık ebediyyen göçmeyeceksiniz. Sağlıklı olacaksınız; artık ebediyyen Hastalanmayacaksınız.

Bu, insanların dünyadayken içinde bulunmuş oldukları durumun değişmesini, örneğin kişinin altmış zira’lık bir boya ve altı zîrahk bir ene sahib kı­lınmasını gerektirmemektedir. Nitekim bir hadiste cennetlik kimselerin evsa­fı böyle anlatılmaktadır. Bu durum o iki pınarın yanında tahakkuk edecektir. Bu pınarlardan birinin suyunu içince, içlerindeki pislikler yok olur ve içleri temizlenir. Diğer pınarın suyu ile yıkanırlar. Yıkanınca da üzerlerine nimette   pırıltısı akar.”

Burada anlatılanların hepsi, önceki hadiste anlatılanlara uygun düşmek­tedir. Yine orada anlatıldığına göre bu durum, mahşer meydanında gerçekle­şecektir. Ama bu durumun, insanların mezarlarından çıkışları esnasında gerçekleştiğini söyleyenlerin sözleri, haki­katten çok uzaktır. Çünkü bunun zıddını ispatlayan deliller vardır. Doğrusu­nu yüce Allah daha iyi bilir.

Abdullah b. Mübarek.., Hamid b. Hilal’ın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Bize anlatıldı ki; bir adam cennete girip, cennetliklerin suretine büründü-rüldüğünde, onların elbiseleri kendisine giydirildiğinde, onların kılığına so­kulduğunda, eşleri ve hizmetçileri kendisine gösterildiğinde öyle bir coşku­ya kapılır ki; o anda ölmesi gerekse bile, şiddetli sevinç ve coşkusundan do­layı ölmez. Kendisine, “Ne kadar sevinip coştuğunu gördün mü? İşte bu se­vinç ve coşkun, sende ebedi kalsın.” denir.

İbn Mübarek… Ebû Abdirrahman el-Hîlî’nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: “Kul, cennete ilk girdiğinde kendisini mercanları andıran yetmiş bin hizmetçi karşılar.

İbn Mübarek… Ebû Abdirrahman el-Meafirî’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Cennetiklerden bir adamı için iki sıra hizmetçi dizilir. Bu sıraların uçları, onun hizmetçi delikanlıların çokluğundan dolayı görülmez. Kendisi geçip gittiğinde onlar da peşinden giderler.

Ebû Nuaym… Dahhâk b. Müzahim’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Mümin kişi cennete girdiğinde onun Önü sıra bir melekte içeri girer; onu cennettin sokaklarında doıaştırır ve ona şöyle der:

— Ne görüyorsun?

— Karşılaştığın köşklerin çoğunun altın ve gümüşten yapılmış olduğu­nu görüyorum.

—  Bunlar senindir!..

Köşklerin içindekiler dışarı çıkınca o adamı, “Biz seniniz” diyerek her kapıda ve her mekânda karşılarlar. Sonra melek, o adama şöyle der:

— Yürümene devam et. Söyle bakalım, ne görüyorsun?

— Çadırlar görüyorum. Gördüğüm çadırların çoğunda askerler görüyo­rum ve bu askerlerin çoğuda tanıdık yüzlerdir.

 Bütün bunlar senindir!..

Çadırlardakiler dışarı çıkınca o adamı, “Biz seniniz” diyerek karşılarlar.” “Oranın neresine baksan, nimet ve büyük bir saltanat görürsün.” Ayet-i kerimesinin tefsiriyle ilgili olarak Ahmed b. Ebi’l-Havarî, Ebû Süleyman ed-Darânî’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir;

Melek, Aziz ve Celil olan Allah’ın dostuna armağan getirir, ama izin almaksızın ona ulaşması mümkün değildir. Allah dostunun kapıcısına “Allah dostunun yanına girmem için gerekli izni sağla” der. O kapıcı bu dileği bir üstüne, o üstü de kendi üstüne iletir. Onun evinden dârüsselâma (cennete) açılan bir kapı vardır. Kendisi dilediği takdirde izinsiz olarak Rabbinin huzu­runa varır. Ama yüce Rabbin elçisinin yanına izinsiz girilemez.

İbn Ebi’d-Dünyâ… Bişr b. Saaf’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ab­dullah h- Selâm’in yanında oturuyorduk. Bize dedi ki: Noksanlıklardan mü-zzeh olan yüce Allah katında yaratıkların en kıymetlisi Ebü’l-Kasım (Mu-hanımed) sallallahü aleyhi ve sellemdir. Cennet gökte, cehennem ise yerde­dir Kıyamet günü olduğunda Cenab-ı Allah, yaratıkları ümmet ümmet peş-pese ve peygamberleri de sırasıyla bir bir diriltir. Sonra cehennem üzerine köprü kurulur. Bunun ardısıra bir çağına, “Ahmed ve ümmeti nerede?” di­ye sorar. Ahmed (s.a.v.) kalkar, iyisiye kötüsüyle ümmeti O’nun ardına dü­şer; köprüyü tutarlar. Cenab-ı Allah, düşmanlarının gözlerini kör eder. Ora­da şaşkına döner, sağa sola çarpılırlar. Peygamber (s.a.v.) ve beraberindeki salih insanlar kurtulurlar. Melekler onları karşılarlar. Cennetteki evleri ve ko­naklan sağ ve sol taraflarınıza düşer. Nihayet peygamber (s.a.v.), Rabbinin huzuruna varır. Diğer taraftan onun için bir kürsü kurulur. Sonra diğer pey­gamberlerle ümmetler onun ardısıra gelirler. En sonda Nuh (a.s.) gelir.”

Bu, Abdullah b. SeMm’dan mevkuf olarak rivayet edilmiştir. (Yani bu, onun sözüdür.) Allah ondan razı olsun,

İbn Ebi’d-Dünyâ… Ebû Osman en-Nehdî’den rivayet etti ki; Selmân-ı Farisî şöyle demiştir:

Kıyamet günü olduğunda sırat köprüsü kurulur. Ustura gibi bir keskinli­ği vardır. Melekler, “Rabbimiz! Bunun üzerinden kim geçecek?” diye soracak­lar. Yüce Rab: “Yaratıklarımdan dilediklerim geçecektir“‘ deyince Melekler: “Rabbimiz! Biz sana hakkıyla ibadet edemedik.” karşılığını vereceklerdir.”

Kıyamet Gününde Şefaatçiler.


Kıyamet Gününde Şefaatçi

Kıyamet Gününde Şefaatçiler; Önce Peygamberler, Sonra Alimler, Sonra Da Şehidler Olacaktır:

Hafız Ebû Ya’lâ… Müminlerin emiri Osman b. Affan (r.a.)’dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Kıyamet gününde üç sınıf insan şefaat edecektir: Peygamberler, sonra âlimler, sonra da şehidler.

Ebubekir el-Bezzâr… Harb b. Şüreyh el-Bezzâr’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebû Cafer Muhammed b. Ali’ye dedim ki:

 Iraklıların sözünü ettiklerî şu şefaat hakkında ne diyorsun? Gerçek­ten şefaat var mıdır?

— Neyin (kimin) şefaatini soruyorsun?

— Muhammed (s.a.v.)‘in şefaatini soruyorum.

— Evet. Vallahi bu şefaat vardır. Allah’a yemin ederim ki; amcam Mu­hammed b. Ali b. Hanefiye, Ali’den naklederek Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etti: “Ümmetim için o kadar çok şefaat ederim ki, niha­yet Aziz ve Celil olan Rabbim bana seslenerek, “Razı oldun mu ey Muham­med?” diye sorar. Ben de: “Razı oldum ya Rab.” derim.”

İbn Ebi’d-Dünyâ… Avf b. Mâlik el-Eşcaî’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Dün gece Rabbimin katından biri yanıma gelerek beni, ümmetimin ya­rısının cennete girmesi ve şefaat ikilemi arasında seçim yapmak durumunda bıraktı. Ben de şefaati seçtim. Sahabîler: “Ey Allah’ın Rasûlii! Allah aşkına ve sahabilerin olmamız hatırına bizi de kendilerine şefaat edeceklerin arası­na kat. ” deyince Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Burada hazır bulunan­lar şahid olsunlar ki; şefaatim, ümmetimden, hiç bir şeyi Allah’a ortak koş-maksızın ölen kimseleredir.

Yakub b. Süfyan… Avf b. Mâlik’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Rabbimin katından Cibril (a.s.) yanıma gelip beni iki şeyden birini seç­me durumunda bıraktı: Ya Ümmetimin yarısı cennete girecekti. Ya da şefa­atte bulunacaktım. Ben şefaatte bulunmayı seçtim.

Beyhakî… Şa’bî’den rivayet etti ki; Kâ’b b. Ucre şöyle demiştir:

Ya Rasûlallah! Şefaat, şefaat...” dedim. Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: “Şefaatim, ümmetimin büyük günah işleyenlerdedir.”

İmam Ahmed b. Hanbel… Huzeyfe’den rivayet etti ki; Ebubekir es-Sid-dık (r.a.) şöyle demiştir:

Bir gün Rasûlullah (s.a.v.) sabahladı, namazını kıldı. Sonra oturdu. Kuşluk vakti olunca güldü. Sonra yerinde oturdu. Derken öğlen, ikinci ve ak­şam namazlarını da kıldı. Bütün bunlar olup biterken o hiç konuşmuyordu. Nihayet yatsı namazını da kıldı. Sonra kalkıp ailesinin yanına gitti. İnsanlar banaRasûlullah (s.a.v.)‘e durumunu sormayacak mısın? Çünkü o bugün da­ha önce hiç yapmadığını yaptı!” dediler. Ben de durumu kendisine sordum. Bana şu açıklamada bulundu:

Evet. Bana dünya ve ahiret halleriyle ilgili manzaralar gösterildi. (Kı­yamet gününde Cenab-ı Allah, önceki ve sonraki ümmetleri aynı alanda top­layacak. İnsanlar şöyle kıtalara ayrılacaklar, nihayet çenelerine kadar tere gö­mülecekler ve o halde Âdem (a.s.)’e gidip diyecekler ki: “Sen beşeriyetin atasısın. Allah seni seçti. Rabbin katında bize şefaatçi ol.” Âdem (a.s.) ise şöyle cevap verir: “Sizin karşılaştığınız şeylerle ben de karşılaştım. Siz, baba­nız (Adem)’den sonra (ikinci) babanız olan Nûh (a.s.)’a gidin.”

Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini, İmrân ailesini âlemlere tercih etti.” (Âl-i İmrân. 3/33)

İnsanlar Hz. Nuh’un yanma gider ve derler ki: “Rabbin katında bize şe­faat et. Sen Allanın seçtiği, tercih ettiği, duasını kabul buyurduğu bir kimsesin­. Peygamberlerden hiç biri seninki gibi bir duâ yapmamıştır.” Hz. Nûh, onlara: “İstediğiniz şey yanımda yoktur. Ama siz İbrahim’e gidin. Çünkü Al­lah onu dost edinmiştir.” Yanına gittiklerinde Hz. İbrahim onlara: “İstediği­niz şey yanımda yoktur. Ama siz Musa’ya gidin. Çünkü Allah onunla konuş­muş ta konuşmuştur.” der. Yanına gittiklerinde Hz. Mûsâ onlara: “İstediği­niz şey yanımda yoktur. Ama siz Ademoğullannın efendisinin yanına gidin. Çünkü yer ilk olarak onun için yarılacak ve o, mezarından ilk çıkacak kişi olacaktır. Siz, Muhammed (s.a.v.)’e gidin.” der.

Yanıma gelirler. (Şefaat için) Rabbimden izin isterim. Bana izin verilir. O’nu gördüğümde  secdeye kapanırım. Yüce Allah dilediği bir süre kadar beni o halde bırakır. Sonra şöyle buyurur: “Başını secdeden kaldır. Konuş, sözün dinlenecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir.” Başını kaldırıpta Aziz ve Celil olan Rabbim bana baktığında O’nun huzurunda secdeye kapa­nırım. O vaziyette bir cuma (hafta) kadar daha beklerim. Yüce Allah: “Başı­nı secdeden kaldır. Konuş, sözün dinlenecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edi­lecektir.” der. Başımı kaldırıp ta Aziz ve Celil olan Rabbim bana baktığında O’nun huzurunda secdeye kapanırım. O vaziyette bir cuma (hafta) kadar da­ha beklerim. Yüce Allah: “Başını secdeden kaldır. Konuş, sözün dinlenecek­tir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir.” der. Tekrar secdeye kapanmak Rab­bimin huzuruna vardığımda Cebrail pazumdan tutar ve hiç bir beşere öğret­mediği bir duayı bana öğretir. Ben de derim ki: “Ey Rabbim! Beni Âdemoğullarının efendisi olarak yarattın. Bunu övünmek için söylemiyorum. Kıya­met gününde yer ilk olarak benim için yarılacak ve mezardan çıkacak ilk ki­şi ben olacağım. Bunu da Övünmek için söylemiyorum.” Derken Eyle ile San’a arasındaki mesafeden daha fazla bir yeri dolduracak kadar ümmetim­den çok sayıda kişi. Kevser havuzuna (su içmeye) gelecektir. Sonra peygam­berler çağırılırlar. Allah’ın salât-ü selâmı üzerlerine olsun. Kimi peygamber bir toplulukla gelecek; kimi peygamber beş altı kişiyle gelecek, kimi pey­gamber de yalnız başına gelecektir. Sonra şehidler çağırılır. Onlar, diledikle­ri kimselere şefaat ederler. Şehidler böyle yaptıktan sonra yüce Allah: “Ben merhametlilerin en merhametlisiyim. Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmayan kimseleri de cennete koyun.” diye emreder. Onları da cennete koyarlar. Son­ra yüce Allah “Cehenneme bakın bakalım. Orada hiç bir hayırlı amel bulabi­lecek misiniz?” diye sorar. Cehenneme bakar, orada bir adama rastlar ve ona: “Hiçbir hayırlı amel işledin mi?” diye sorarlar. O da şöyle cevap verir: “Ha­yır. Sadece alışverişte insanlara müsamahalı davranırdım.” Bunun üzerine Cenab-ı Allah: “Kendisi diğer kullarıma nasıl müsamahalı davranmışsa siz de bu kuluma müsamaha gösterin.” der. Sonra cehennemden bir adam çıka­rırlar. Ona: “Hiç hayır yaptın mı?” diye sorarlar. O da: “Hayır. Yalnız çocuk­larıma şu vasiyette bulunmuştum: ‘Ben öldüğümde beni ateşle yakın. Sonra beni öğütür gibi ufalayın. Sürme haline geldiğimde beni deniz kıyısına götü­rüp rüzgara vererek savuran. Vallahi o zaman âlemlerin Rabbi beni artık hiç yakalayıp azablandıramaz’!” Yüce Allah o adama sorar:

— Neden böyle yaptın?

— Senden korktuğum için.

 En büyük mülke sahib olan hükümdara bak! Onun mülkü kadar mülk ve on kat fazlası sana verilecektir!

 Sen en büyük hükümdar olduğun halde benimle niye alay ediyorsun? Resûlullah (s.a.v.): “Kuşluk vaktinden beri beni güldüren, işte buydu.”dedi.

İmam Ahmed b. Hanbel… Ebû Saîd’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Sırat köprüsü cehennemin iki yakasının üzerine kurulur. Üzerinde hur­ma dikeni gibi dikenler vardır. Sonra insanlar onun üzerinden geçerler. Kimi selâmetle geçip kurtulur. Kimi yaralanarak geçip gider. Kimi yakalanıp ce­henneme düşer. Cenab-ı Allah, kullar arasında hüküm verme işini tamamla­dıktan sonra müminler, dünyadayken kendileri gibi namaz kılıp, zekât veren, oruç tutan, hac eden, gaza yapan bazı adamları aramaya başlar ve şöyle der­ler: “Ya Rab! Kullarından bazıları dünyadayken bizimle beraber ve bizim gi­bi namaz kılar, zekât verir, oruç tutar, hacceder ve gaza yaparlardı. Ama şim­di onları göremiyoruz?!” Cenab-ı Allah, müminlere der ki: “Cehenneme gi­din. Bu dediklerinizden orada bulduklarınızı ateşten çıkarın.” Müminler ce­henneme gider, onları orada bulurlar. Ateş onları amellerine göre yakalamış­tır: Kimini ayaklarına kadar, kimini bacaklarının yarı yerine kadar, kimini dizlerine kadar, kimini beline kadar yakalamıştır. Ama yüzlerini bürümemiştir. Onları ateşten çıkarıp hayat suyuna atarlar.” Ashab: “Hayat suyu nedir ey Allah’ın Rasûlü?” diye sorduklarında, Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: “Cennetliklerin yıkandığı sudur. (O suda yıkanınca) tarladaki ekin gibi biter-ler”.Bir defasinda da şöyle demişti: Ekin, selin (ardı sıra yerde kalan) köpü­ğünün içinde biter.) Sonra peygamberler, ihlâslı olarak ‘Allah’tan başka ilâh yoktur` diye şehadet getirmiş olanlar için şefaatte bulunarak onları cehen­nemden çıkarırlar. Sonra da Cenab-ı Allah kendi rahmetiyle, cehennemdekilere tecelli eden ve kalbinde zerre ağırlığınca imân bulunan hiç bir kulu ora­da bırakmaz, mutlaka çıkarır.

İmam Ahmed b. Hanbel… Ebû Saîd’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Cehennemlikler, o ateş ehlidir ki, onlar orada ölmezler ve dirilmezler. Cenab-ı Allah, kendilerine merhamet etmek istediği kimseleri cehennemde öldürür. Sonra onları gurup halinde hayat nehrine koyar. Onları dağıtır. (Ya­hut onlar hayat nehrine ya da cennet nehrine açılırlar.) Sonra da sel artığı su­lardaki bitkiler gibi biterler. Ağacı hiç görmüyor musunuz? Önce yeşerir, sonra sararır, ardından tekrar yeşil olur.” Bazıları dediler ki: Rasûlullah (s.a.v.) böyle derken badiyedeymiş gibiydi.

İmam Ahmed b. Hanbel… Ebû Saîd’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Cehennemlikler, o ateş ehlidir ki; orada ölmez ve dirilmezler. Onlar o kimselerdir ki suçları (ya da günahları) sebebiyle cehenneme girerler. Yüce Allah onları öyle bir öldürüşle öldürür ki adeta kömür haline gelirler. İşte o zaman Cenab-ı Allah ohlara şefaat edilmesine izin verir. Onlar toplu olarak getirilip cennet ırmaklarına serpiştirilirler. Cenab-ı Allah: “Ey Cennetlikler! Bunlara su gönderin” der. Sonra onlar, sel köpüğünde biten tahıllar gibi bi­terler.” Bu hadisi dinleyen ashaptan biri: “Rasûlullah (s.a.v.) böyle derken badiyedeymiş gibiydi.” dedi.

İmam Ahmed b. Hanbel… Ebû Nadre’den rivayet etti ki; Ebû Saîd el-Hudrî şöyle demiştir:

İnsanlar üzerinde kancalar, dikenler ve çengeller bulunan ve bunlara ta­kılmaktan da kurtulamayacakları cehennem köprüsünden geçmek durumun­da bırakılırlar. Kimi o köprüden yıldırım gibi, kimi rüzgar gibi, kimi rahvan at gibi geçip gider. Kimileri de sürünerek geçip giderler.

Cehennemliklere gelince onlar orada ölmezler ve dirilmezler. Günah­kârlar ise günahları nedeniyle yakalanıp yakılırlar. Adeta kömür haline gelir­ler. Sonra Cenab-ı Allah onlara şefaat edilmesine izin verir de guruplar ha­linde cehennemden alınıp bir ırmağa atılırlar. Orada sel köpüklerinde biten bitki gibi biterler. Evet, Rasûlullah (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurdu:

Cehenneme en yakın bir adam çıkarılıp cehennemin kenarına getirilir. Yüce Allah’a şöyle der:

 Ya Rab! Yüzümüzü cehennemden başka tarafa çevir.

 Bundan başka bir şeyi benden istemeyeceğine dâir ahdine ve zimme­tine yemin eder misin?

— Ahdime ve zimmetime yemin ederim ki, başka bir şeyi istemeyece­ğim senden.

Cenab-ı Allah onun yüzünü başka tarafa çevirir. O esnada bir ağaç gö­rür ve şöyle der:

 Ya Rab! Beni şu ağaca yaklaştır da gölgesinde gölgeleneyim ve mey­vesinden yiyeyim.

— Bundan başka bir şeyi benden istemeyeceğine dâir ahdine ve zimme­tine yemin eder misin?

— Ahdime ve zimmetime yemin ederim ki, başka bir şeyi istemeyece­ğim senden.

Cenab-ı Allah onu o ağaca yaklaştırır. Ama adam o esnada öncekinden daha güzel bir ağaç görür ve şöyle der:

— Ya Rab? Beni şu ağacın yanına götür de gölgesinde gölgeleneyim ve meyvesinden yiyeyim.

 Bundan başka bir şeyi benden istemeyeceğine dâir ahdine ve zimme­tine yemin eder misin?

— Ahdime ve zimmetime yemin ederim ki, başka bir şeyi istemeyece­ğim senden.

Cenab-ı Allah onu o güzel ağacın yanına götürür. O esnada adam (önce­kilerden daha güzel) üçüncü bir ağaç görür ve şöyle der:

 Ya Rab? Beni şu ağacın yanına götür de gölgesinde gölgeleneyim ve meyvesinden yiyeyim.

- Bundan başka bir şeyi benden istemeyeceğine dâir ahdine ve zimme­tine yemin eder misin?

— Ahdime ve zimmetime yemin ederim ki, başka bir şeyi istemeyece­ğim senden.

Cenab-ı Allah onu o ağacın yanına götürür. Adam insan topluluğunu(cennette) görüp seslerini işitince ‘Ya Rab! Beni cennete koy‘ der. Adam cennete konulur. Kendisine dünya ve bir o kadarı daha verilir. (Başka bir ri­vayette ise şöyle denilmiştir: Adam cennete girer. Kendisine dünya ve on ka­tı daha verilir).”

İmam Ahmed b. Hanbel… Amr b. Saîd’den rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)’e: “Kıyamet gününde senin şefaatin sebe­biyle en fazla bahtiyar olacak insan hangisidir?” diye sordum. Buyurdu ki:

Ey Ebû Hüreyre! Senin hadise tutkun olduğunu gördüğüm için bu ha­disi senden önce hiç kimsenin bana sormayacağını tahmin etmiştim doğrusu. Kıyamet gününde benim şefaatim sebebiyle en fazla bahtiyar olacak insan, kendiliğinden ihlâslı olarak lâilahe illallah diyen kimsedir.

Bu, Buharî ve Müslim’in sıhhat şartlarına uygun sahih bir hadistir.

İmam Ahmed b. Hanbel… Muaviye b. Ma’teb el-Hüzelfden rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’e: “Şefaat konusunda Rabbin senden ve murâd eyledi?” diye sordum. Buyurdu ki:

Muhammed’in canım kudret elinde bulunan zât’a yemin ederim ki; senin ilme tutkun olduğunu gördüğümden dolayı ümmetimden ilk senin bu soruyu bana soracağını tahmin etmiştim doğrusu. Muhammed’in canı kudret elinde bulunan zât’a yemin ederim ki; insanların cennet kapısında durmaları beni şefaatimin tamam olmasından daha çok ilgilendirip düşündürmektedir. Şefa­atim, “Allah’tan başka ilâh yoktur” diyerek ihlaslıca şehadette bulunan, kal­bi dilini ve dili de kalbini doğrulayan kimseleredir.

İmam Ahmed b. Hanbel… Ebû Hüreyre’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Her peygamberin yaptığı bir duâ vardır. Ben duamı âhirette ümmetime şefaat olarak gizlemek istiyorum.”

Kâ’b'ül Ahbar, bu hadisi kendisine nakleden Ebû Hüreyre’ye: “Sen bu­nu Rasûlullah (s.a.v.)’in kendisinden mi işittin?” diye sormuş, Ebû Hüreyre de “Evet” diye cevap germişti.

Müslim, bu hadisi nıünferid olarak rivayet etmiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel… Hz. Osman’ın azatlısı Ebû Dâre’nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

Bakî’ mezarlığında Ebû Hüreyre ile beraberdik. Bir ara onun şöyle de­diğini duyduk: “Kıyamet gününde Muhammed (s.a.v.)’in şefaatini insanlar arasında en iyi bilen benim!” Böyle demesi üzerine insanlar gelip etrafında toplandılar ve: “Haydi, Allah sana rahmet etsin. Sözün gerisini getir.” dedi­ler. Ebû Hüreyre dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle duâ etti: “Allahım! Sana inanmış ve sana ortak koşmamış olarak huzuruna gelen her kulu bağışla.”

Beyhakî… Ümmü Habibe’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Benden sonra ümmetimin ne gibi durumlarla karşılaşacakları, birbirle­rinin kanlarını akıtacakları hakkında sen ne dersin? Önceki ümmetler hakkın­da Cenab-ı Allah bu hususta ne karar vermiş ise ümmetim hakkında da öyle karar vermiştir. Bu nedenle ben, Cenab-ı Allah’tan beni ümmetime şefaatte yetkili kılmasını diledim. Oda yetkili kıldı.”

Beyhakî bunun senedinin sahih olduğunu söylemiştir.

Cuma Günü Cenab-ı Allah’ı Görme Günüdür.


Cuma Günü  Cenab-ı Allah'ı Görme Günüdür.
Cuma Günü Cenab-ı Allah'ı Görme Günüdür.

Cuma Günü Fazla İnsan, (Yani Cenab-ı Allah’ı Görme) Günüdür:

Müsned’inin Kitâb’ül-Hücce bölümünde İmam Şafiî… Umeyr’den riva­yet etti ki; Enes b. Mâlik şöyle demiştir:

Cebrail, üzerinde bir nokta bulunan beyaz bir aynayı Peygamber (s.a.v)’e getirdi. Peygamber (s.a.v.) ona sordu:

 Bu nedir?

— Bu cumadır. Bu vesileyle sen ve ümmetin üstün kılındınız. Bu hususa insanlar yani yahudi ve hristiyanlar size tabidirler. Bunda sizin için hayır var­dır. Bu günde öyle bir an vardır ki, o anda Allah’a hayır duada bulunan kim­senin duasına mutlaka icabet edilir. Bizim yanımızda Cuma, mezid günüdür.

— Ey Cebrail! Mezid günü ne demektir?

— Şüphesiz, Rabbin firdevs cennetinde geniş bir vadi edinmiştir. Orada bir misk tepesi vardır. Cuma günü olduğunda, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah oraya iner. Dilediği miktarda meleklerim de oraya indirir. O vadinin çevresinde nurdan minberler vardır. O minberlerin üzerinde pey­gamberlerin kürsüleri vardır. O minberlerin etrafında altın kürsüler vardır. Kürsüler, yakut ve zeberced taçlıdır. Bu kürsülerin üzerine şehidler ve sıd-dıklar otururlar. Evet, bunlar, peygamberlerin arka plânında otururlar. Aziz ve Celil olan Allah: “Ben Rabbinizim, ben Rabbinizim. Size vermiş olduğum sözü yerine getirdim. Dileyin benden, vereyim size.” der. Onlar da: ‘Ey Rab-bimiz! Senden hoşnudluğunu diliyoruz‘ derler. Yüce Allah buyurur ki: “Siz­den hoşnud oldum. Dileğiniz yerine getirilecektir. Benim katımda daha faz­lası (mezid) de vardır.?

Rablerinin kendilerine cuma gününde hayırlı şeyler vermesi nedeniyle müminler o günü çok severler. O, Rablerinin Arş üzerinde istiva ettiği bir gündür. O günde Adem (a.s.) yaratıldı. O günde kıyamet kopacaktır.”

Bezzâr… Enes’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Cibril, elinde beyaz bir aynayla bana geldi. Aynanın üzerinde siyah bir nokta vardı. Ona dedim ki:

— Ey Cibril, bu nedir?

—  Bu Cumadır. Rabbin bunu sana sunacak ve bu, senin için, senden sonra da kavmin için bir bayram olacaktır. Bu hususta sen ilk olacaksın. Ya­hudi ve hristiyanlarsa senden sonra geleceklerdir.

— Cumada bizim için ne vardır?

— O günde Öyle bir an vardır ki; mümin kişi o anda Rabbine -kendisi için taksim edilmiş- bir hayır duâ bulunursa, Rabbi, dilediğini ona mutlaka verir. Kendisi için taksim edilmemiş bir hayır duada bulunursa Rabbi ona, di­lediği o şeyden daha büyük bir şeyi onun için yanında tutar. Mü’min kişi o anda -kaderine yazılmış olan- bir kötülükten Rabbine sığınırsa Rabbi onu, o kötülükten daha büyük bir kötülükten korur.

— Şu siyah nokta nedir?

— Kıyamet günündeki o (eşref) andır. Bizim yanımızda Cuma, günlerin efendisidir. Ahirette biz ona mezid günü deriz.

— Mezid günü ne demektir?

 Rabbin cennette, beyaz misk akıtan geniş bir vadi edindi. Cuma gü­nü olunca yüksek oan illiyyîn makamından oraya inip kürsüsünün üzerine oturur. Sonra o kürsünün çevresine nurdan minberler kurulur. Peygamberler gelip o minberlere otururar. Sonra o minberlerin çevresine altundan kürsüler konulur. Sıddıklar ve şehider gelip o kürsülere otururlar. Daha sonra cennet ehli gelip (miskten) tepenin üzerine otururar. Aziz ve Celil olan Rableri on­lara tecellîde buunur ki onlarda O’nun mübarek zâtını seyretsinler. Rableri onlara: “Size verdiğim sözü yerine getirdim. Nimetimi size tamamladım. Bu­rası benim ikramda bulunacağım yerdir. Dileyin benden ne dilerseniz.” der. Onlar da artık hiç bir istek ve arzuları kalmaymcaya dek dilekte bulunurlar. O esnada Rableri onlara gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insanın kalbinden geçmemiş şeyleri verir. İnsanların Cuma namazından sonra (cami­den) ayrılıp gitmeleri kadar bir zaman geçtikten sonra yüce Allah kürsüye çı­kar. O’nunla birlikte şehidler ve sıddıklar da yerlerine otururlar. Oda (gurfe) sahipleri de beyaz inciden veya kızıl yakuttan, yahut yeşil zebercedden ma­mul olan odalarına dönerler. O odaların kapıları süslü olup yanlarında mey­veleri aşağı sarkmış ağaçlar vardır. Odalarda (müminlerin) eşleri ve hizmet­çileri de vardır. Daha fazla ikram görmek ve yüce Rabbin mübarek zâtını seyretmek için onlar, Cuma gününe ihtiyaç duydukları kadar başka bir şeye ihtiyaç duymazlar. Bu nedenle cumaya, mezid günü denilmiştir.

Bezzâr… Huzeyfe’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

Cebrail bana gelip mezid gününü anlattı ve şöyle dedi: Cenab-ı Allah arşı taşıyan meleklere, onlarla kendisi arasındaki perdeleri kaldırmalarını vahyeder. O’ndan duyacakları ilk söz şu olur: “Beni görmedikleri halde gı­yaben bana itaat eden, elçilerime tabi olan, emrimi tasdik eden kullarım ne­rede? Benden dilekte bulunun. Bu, mezid günüdür.” Kullar da hep bir ağız­dan “Razı olduk. Sen de bizden razı ol.” derler. Yüce Allah sözünü şöyle sür­dürür: “Ey Cennet ehli! Eğer sizden razı olmasaydım sizi cennetime yerleş-tirmezdim. Bu gün, mezid günüdür. Benden dilekte bulunun.” Bunun üzeri­ne kullar, hep bir ağızdan, “Ya Rab! Bize yüzünü göster de seni görelim” derler. Cenab-ı Allah perdeyi açar. Onlara nûrû ile tecelli eder. Eğer ölme­melerini hükme bağlamış olmasaydı, bu tecelli nedeniyle kullar yanarlardı. Sonra onlara: “Konaklarınıza dönün” denilir. Onlar da konaklarına dönerler. Her yedi günde bir onlaf için bir gün vardır ki, o da cuma günüdür.

Gece Namazının, Yemek Yedirmenin Ve Çok Oruç Tutmanın Fazileti

Taberanî… Ebû Musa el-Eş’arî’den rivayet etti ki; Rasûiullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Doğrusu cennette; dışı içinden içi de dışından görünen odalar vardır. Bunlar, konuşmayı güzel yapan, yemek yediren, insanlar uyurken kendileri geceyi namaz kılarak geçirenler içindir.
Ebû Mâlik el-Eş’arî: “Ey Allah’ın Rasûlü! O odalar kimler içindir?” di¬ye sordu.
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
Konuşmayı güzel yapan, yemek yediren, insanlar uyurken kendileri geceyi namaz kılarak geçirenler içindir.
Bazı hadislerde anlatıldığına göre; cennetteki köşk kapıları, kapı kanat¬ları ve tavanlarıyla birlikte yekpare inciden yapılmıştır.
Başka bir hadis-i şerifteyse şöyle buyurulmuştur:
Cennetin çatıları nurdandır. Çakan şimşek gibi parıldar. Cenab-ı Allah insanların gözlerini sabitleştirmeseydi, bu parlaklık onların gözlerini kısa sürede kör ederdi.”
Beyhakî… Câbir b. Abdullah’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlu¬lah (s.a.v.) bize şöyle buyurdu:
— Size cennetin odalarından bahsedeyim mi?
 Evet, anlat ya Rasulallah, anamız babamız sana feda olsun.
— Cennette öyle odalar var ki, yapımında bütün mücevher çeşitleri kul¬lanılmıştır. Dışı içinden, içi de dışından.görünür. Oralarda gözlerin görmedi¬ği, kulakların duymadığı nimetler, lezzetler ve imrenilecek şeyler vardır.
— O odalar kimler içindir ya Rasulallah?
— Selâmı yayan, yemek yediren, oruca devam eden ve insanlar uyurken geceleyin namaz kılanlar içindir.
— Ey Allah’ın Rasûlü! Buna kim güç yetirebilir?
— Ümmetim buna güç yetirebilir. Bunu size haber vereceğim. Şöyleki: Bir kimse müslüman kardeşiyle karşılaştığında ona selâm verir, kardeşi de selâmını alırsa selâmı yaymış olur. Ailesine ve hâne halkına doyurasıya ye¬mek yediren kişi, yemek yedirmiş olur. Ramazan ayını ve her ayın da üç gü¬nünü oruçlu geçiren kimse, oruca devam etmiş olur. Yatsı ve sabah namazını cemaatle eda eden kimse, insanlar yani yahudi, hristiyan ve mecusiler uyurken geceleyin namaz kılmış olur.”
Beyhakî… İmrân b. Husayn ile Übeyy’den rivayet etti ki; “Sizi Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar.” (Tevbe, 9/73) âyet-i kerimesini kendisine sorduklarında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
İnciden bir saray… Bu sarayda, yakuttan inşâ edilmiş yetmiş bina; her binada yeşil zümrütten yetmiş oda; her odada bir kanepe; her kanepede her renkten yetmiş yatak; her yatakta iri gözlü hurilerden bir zevce; her odada yetmiş sofra; her sofrada yetmiş türlü yemek; her evde de yetmiş câriye bu¬lunacak ve bu anlatılanların hepsine varacak kadar bir güç, mümine verilir.
Ben derim ki ( ibni kesir ): Bu hadis gariptir. Bu (sened) köprü(sü) cidden zayıftır.
Köprü zayıf olunca, onunla bir yere ulaşmak mümkün olmaz.
Abdullah b. Vehb… Zeyd b. Eslem’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“(Cennette) bir tek kişiye mükâfat olarak yekpare inciden yapılma bir saray verilir. O sarayda yetmiş oda, her odada iri gözlü hurilerden bir zevce, her odada bir kapı vardır. Her kapıdan cennetin ayrı bir kokusu içeri girer.”
Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) şu âyeti okudu: “Yaptıklarına karşılık onlar için saklanan müjdeyi kimse bilmez.” (Secde, 32/17)
Kurtubî… Enes b. Mâlik’ten rivayet etti ki; Rasûlulah (s.a.v.) şöyle bu¬yurmuştur:
Doğrusu cennette öyle odalar vardır ki; onları üstten tutan askılar olmadığı gibi, alttan tutan direkler de yoktur.” “O odalar kimler içindir ya Rasû-lallah?” diye sorulduğunda buyurdu ki: “Hastalanan, ağrılarla sancılarla ve belâlara müptelâ olan kimseler  içindir.

Lânetçiler Dışında Bütün Müminler Kıyamet Gününde Şefaat Edecektir:

İsmail b. Rafi… Ebû Hüreyre’den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) cen­nete girişi anlattıktan sonra şöyle buyurmuştur:

“… Sonra derim ki: “Ya Rab! Ümmetimden cehenneme düşenler için be­ni şefaatçi kıl.” Cenab-ı Allah buyurur ki: “Evet. Kalbinde dinarın üçte ikisi, yarısı, üçte biri, dörtte biri, hatta iki kırat ağırlığınca imân bulunan kimsele­ri cehennemden çıkarın. Hiç hayırlı amel işlememiş kimseleri de cehennem­den çıkarın.” Sonra (müminlerin) şefaat etmelerine izin verilir. Herkes şefa­at eder. Şefaat etmeyen kalmaz. Yalnız lânetçi hariç. O şefaat edemez.

İblis bile o gün Allahın bol rahmetini gördüğü için kendisine şefaat edileceğini umarak cehennemde ayağa kalkarak boynunu uzatıp bakar.

Artık şefaat ede­cek kimse kalmayacagını anlayınca Cenab-ı Allah: “Şefaatçi olarak merhametlilerin en merhametlisi olan ben kaldım.” der ve sayılarını ancak kendisinin bildiği miktarda çok kimseyi cehennemden çıkarır.

-Onlar yanmış tahtalar gibidir­ler.

Onları cennet kapısının bitişiğindeki hayat ırmağına atar.

Orada sel ar­tığı su ve birikintilerde yetişen bitkiler gibi bitip çıkarlar.”

Hafız Ebû Ya’lâ… Enes’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

Cehennemliklere sıra halinde resm-i geçit yaptırılır. Müminler onların yanından geçerler. Cehennemliklerden biri, dünyadan tanıdığı bir mümini onların arasında görür ve ona şöyle der: Ey falan! Söyle ve şöyle bir ihtiyaç için benden yardım istediğin günü hatırlıyor musun? İhtiyaç duyduğun o şe­yi sana verdiğim günü hatırlıyor musun? (Ravi diyor ki: Bence o ‘Şöyle ve şöyle bir şeylerden daha bahseder.’ Mümin kişi, cehennemlik adamın anlat­tıklarını hatırlar. Onu tanır; Rabbinin katında onun için şefaat eder ve Rabbi de onun hakkında yaptığı şefaati kabul eder.”

Bu hadisin senedinde zayıflık vardır.

İbn Mâce… Hasan’dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

Kıyamet gününde cennetliklerden bir adam şöyle der: “Ya Rab! Dün­yadayken falan adam bana bir içim su içirdi. Beni ona şefaatçi kıl.” Cenab-ı Allah ona: “Git, onu cehennemden çıkar bakalım! der. O da gidip araştırır ve onu cehennemden çıkarır.

Büyük Şefaat (Şefaati Uzmâ)




Kıyamet Gününde Rasûlullah (S.A.V)’in Şefaati İle ilgili Hadisler Ve Bunların Nevileri.Büyük Şefaat (Şefaati Uzmâ)

Bunların birinci nev’i, Rasûlullah (s.a.v.)’in ilk şefaati yani şefaat-ı uzmâdır. Bu, onun kardeşleri olan diğer müminlerin ve Rasûllerin arasında sadece kendisine özgü olan şefaattir. Allah’ın salât-ü selâmı hepsinin üzerine olsun.

Bütün insanlar, hatta İbrahim Halilullah, Musa Kelimullah bile Rasû¬lullah (s.a.v.)’in bu şefaatine rağbet edip yönelirler. İnsanlar önce şefaat talebiyle Âdem (a.s.)’a, sonra sırasıyla diğer peygamberlerle müracatta bulunurlar. Hepsi, şefaatte bulunamayacaklarını söyler ve onlardan yüz çevirirler. Nihayet iş gelip dünya ve ahirette, her zaman insanların efendisi ve Allah Rasûlü Muhammed (s.a.v.)’e dayanır. O: “Ben buna varım. Ben buna varım” der. Gidip Aziz ve Celil olan Allah katında şefaatte bulunur. Gelip kullar arasında hüküm vermesini, onları mahşerde beklemekten kurtarmasını, müminlere cennet mükâfatını, kâfirlere de cehennem cezasını vererek müminlerle kâfirleri birbirlerinden ayırmasını diler. Nitekim biz bu şefaat-ı uzmâyı (İbn Kesir tefsirinde) şu âyet-i kerimeyi açıklarken anlatmıştık:
Ey Muhammed! Geceleyin uyanıp, yalnız sana mahsus olarak fazladan namaz kıl. Belki de Rabbin seni övülecek bir makama yükseltir.” (isrâ, 17/79)
Bu şefaat makamını yeterince anlatan hadisleri önceki kısımlarda nakletmişizdir. Hamd ve minnet Allah’adır.

Diğer Nebi Ve Mürseller Arasında Sadece Peygamberimiz (S.A.V.)’e Verilen Bazı Hususiyetler:

Buharı ve Müslim’in sahihlerinde… Câbir b. Abdullah’tan rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Benden önce hiç bir peygambere verilmeyen beş şey bana verildi: Bir aylık mesafeye kadar korkumun uzamasıyla bana yardım edildi. Yeryüzü benim için mescit ve temizleyici kılındı. Benden önce hiç kimseye helâl kılınmamışken ganimetler bana helâl kılındı. Bana şefaat hakkı verildi. Daha önceleri bir peygamber sadece kendi kavmine gönderildi. Bense bütün insanlığa gönderildim.
Bana şefaat (hakkı) verildi” sözüyle, şefaat-ı uzmâ makamı kastedilmiştir ki bu, Rasûlullah (s.a.v.)’in Aziz ve Celil olan Allah katında yapacağı ilk şefaattir. Mahşerde bekleşen kullar arasında gelip hüküm vermesini, bu şefaati yaparken Allah’tan dileyecektir. Bütün insanlar, hatta İbrahim Halilullah, Musa Kelimullah, diğer nebi ve rasûllerle müminler de bu şefaate rağbet edecek ve imreneceklerdir. Öncekiler ve sonrakiler bu makamın üstünlüğünü kabulleneceklerdir. Bu sadece Peygamber (s.a.v.) efendimize özgü bir şefaattir.
Günahkârlar için yapılacak olan şefaate gelince, bunu peygamberimiz yapacağı gibi diğer peygamberler ve melekler de yapacaklardır. Bununla ilgili açıklamayı inşaallah nakledeceğimiz sahih hadislerde vereceğiz.

Beyhakî… Abdullah b. Selâm’dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
Ben Ademoğullarının efendisiyim. Bunu söylemekle övünmüyorum. Kendisi için yerin yarılarak (mezardan ilk çıkacak) kişi ben olacağım. İlk şefaat eden ve şefaati ilk kabul edilen ben olacağım. Elimde livâül hamd (hamd sancağı)bulunacaktır. Adem’e ve onun alt seviyesinde bulunanlara da şefaat edeceğim.”

Şefaatin İkinci Ve Üçüncü Nevileri: Hz. Peygamberin, İyiliklerimle Kötülükleri Birbirine Eşit Olan Kimselere, Cennete Girmeleri İçin; Cehenneme Girmeleri Emredilmiş Olan Kimselere De, Cehenneme Girmemeleri İçin Şefaat Etmesi:

Kitabü’l-Ehvâl adlı eserinde Hafız Ebubekir b. Ebi’d-Dünyâ… Abdullah b. Abbas’tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
Kıyamet gününde peygamberler için altından minberler kurulur. Bu minberlerin üzerine otururlar. Benim minberim kurulu kalır. Üzerine oturmam. Ben cennete götürülürüm de benden sonra ümmetim arkada kalır korkusuyla minbere oturmamAziz ve Celil olan Allah’ın huzurunda ayakta bekler ve “Ya Rab! Ümmetim“. Yüce Allah: “Ya Muhammed! Üm-metine ne yapmamı istiyorsun?” der. “Ya Rab! Hesaplarını çabuk gör.” derim. Onları çağırır; hesaba çekilirler. Kimi yüce Allah’ın rahmetiyle, kimi de benim şefaatimle cennete girer. Şefaate devam ederim. Nihayet cehenneme gönderilen bazı adamların kurtuluş vesikası bana verilir. Öyleki cehennem bekçisi Mâlik bana şöyle der: “Ya Muhammed! Rabbinin gazabının senin ümmetinden intikam almasına imkân bırakmadın.”

Yine Ebubekir b. Ebi’d-Dünyâ… Ebû Hüreyre’den rivayet etti ki; Pey-gamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
İnsanlar çıplak olarak hasredilirler. Gözlerini semaya dikmiş olarak toplanır ve haklarında hüküm verilmesini göğe bakarak kırk sene müddetle beklerler. Aziz ve CeliI olan Allah, Arş’tan kürsüye iner. İlk çağırılan İbrahim Halil (a.s.)olur. Ona ince ve beyaz dokumalı iki cennet elbisesi giydirilir. Sonra Aziz ve Celil olan Allah: “Ümmî peygamber Muhammed’i çağırın” der. Ben kalkar (ve huzura gider)im. Bana bir cennet elbisesi giydirilir. Havuzdan benim için su fışkırtılır. Havuzun genişliği, Eyle’den Kabe’ye kadardır. İnsanların susuzluktan boğazlan parçalanmış olduğu halde ben o havuzun suyundan içer ve o suyla yıkanırım. Sonra kalkıp Arş’in sağ tarafına gider dururum. O makamda benden başkası duramaz. Sonra: “Dilekte bulun ki, dileğin verilsin; şefaat et ki, şefaatin kabul edilsin.” denilir.”

Adamın biri “Ebeveynin için bir şey umuyor musun ey Allah’ın Rasû-lü?” diye sorunca Rasûlullah (s.a.v.) şöye cevap verdi: “İstediğim şey bana verilse de verilmese de onlar için mutlaka şefaat edeceğim. Onlar için bir şey ummuyorum.
Minhal, Abdullah b. Haris’ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
Ümmetimden bir topluluğun cehenneme götürülmeleri emredilir. “Ya Muhammed! Senden şefaat diliyoruz.” derler. Meleklere, onları durdurmalarını emrederim. Hemen gider, Aziz ve Celil olan Rabbimden izin isterim. Bana izin verilir, secdeye kapanırım ve: “Ya Rab! Ümmetimden bir topluluğun cehenneme gönderilmesini emretmişsin!” derim. Yüce Rab: “Git bakalım; çıkarılmalarını Allah’ın dilediği kimseleri cehennemden çıkar” der. Bu defa cehennemde kalan diğerleri; “Ya Muhammed! Senden şefaat diliyoruz. Rab-bine tekrar git ve (bizim de buradan çıkarılmamız için) izin iste.” diye seslenirler. Tekrar Rabbime gidip izin isterim. Bana izin verilir; secdeye kapanırım. Yüce Rab, bana: “Başını secdeden kaldır. Dile ki, dileğin yerine getirilsin. Şefaat et ki, şefaatin kabul edilsin.” der. Ben secdeden kalkar ve Allah’ı daha önce hiç kimsenin övmediği bir şekilde överim. Sonra, “Ümmetimden bir topluluğun cehenneme gönderilmesi emredilmiştir” derim. Yüce Allah: “Git bakalım; onlardan ‘lâilahe illallah‘ diyenleri cehennemden çıkar.” der. Ben: “Kalbinde bir habbe ağırlığınca imân bulunanlarıda cehennemden çıkarayım mı?” diye sorarım. Yüce Allah: “Ya Muhammed! Bu sana değil, bana mahsustur” der. Ben hemen gidip, “çıkarılmalarını Allah’ın dilediği kimseleri cehennemden çıkarırım.” Geride bazı kimseler kalır ve onlar cehenneme girerler. Cehennemlikler onları ayıplayarak, “Siz Allah’a ibadet etmiş ve O’na ortak koşmamış olduğunuz halde Allah sizi cehenneme koydu!derler. Cehenneme girmiş olan günahkâr müminler bu ayıplanma nedeniyle hüzünlenirler. Bunun üzerine Cenab-ı Allah, meleklerden birini bir avuç suyla oraya gönderir. Melek o suyu ateşe serper. La ilahe illallah ehli günahkârların tümünün yüzüne o sudan birer damla isabet eder. O su damlacığıyla belli olup tanınırlar. Diğer cehennemlikler onlara imrenirler. Sonra Cehennemden çıkıp cennete girerler. Onlara: “İlerleyin bakalım” denilir. İnsanları konuk ederler. İnsanların hepsi onlardan sadece birine konuk olsa, yine de hepsini alabilecek yeri olur ve ikram da bulunabilir! Onlara Tecrid edilmişler” adı verilir.”
Bu ifadeler şefaatin birden fazla olacağını ve ateşe girmeleri emredilmiş olanlara üç kez ateşe girmesinler diye şefaat edileceğini gerektirmektedir. Yüce Allah’ın, Hz. Peygambere “Çıkar” yani cehennemden kurtar diye bir kaç kez emir vermesi ve bundan sonra bile bazı kimselerin cehenneme girip orada kalmaları, şefaatin bir kaç kez yapılacağını ispatlamaktadır. Doğrusunu yüce Allah daha iyi bilir.

Hz. Peygamberin Şefaatinin Dördüncü Nev’i:

Bu, cennete girenlerin orada amellerinin sevabının gerektirdiğinden daha üst derecelere çıkarılmalarını sağlayacak olan şefaattir. Mutezile mezhebi, diğerlerine değil de sadece bu nevi şefaatin olacağına muvafakat etmiştir. Bu mezhep, bu konuda mütevatir hadisler varid olmasına rağmen şefaatin diğer nevi ve makamlarına inanmamakta ve muhalefet etmektedir. Bu husus inşa-allah yakında açıklanacaktır. Güvencimiz ve dayanağımız Allah’tır.

Sahih-i Müslim’de… Enes b. Mâlik’ten rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
Cennet(e giriş hususun)da ilk şefaat edecek olan benim.”
Sûr hadisinde, insanların sırat köprüsünü geçmeleri anlatıldıktan sonra Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
Cennetlikler cennetin kapısına vardıklarında, “Rabbimizin katında, cennete girmemiz için kim bize şefaat edecek?” derler. Sonra da; “Bu hususta babanız Adem’den daha liyakatli kim vardır?! Çünkü Allah onu kendi eliyle yarattı, ona kendi ruhundan üfledi ve önce onunla konuştu.” diyerek Adem (a.s.)’in yanına gider; ondan şefaat talebinde bulunurlar. O da bir günah işlemiş olduğunu hatırlatarak “Ben şefaat edecek durumda değilim ama Nûh (a.s.)‘ın yanına gidin. Çünkü O, Allah’ın ilk elçisidir.” der. Nûh (a.s.)’ın yanına gidip şefaat talebinde bulunurlar, ama o da bir günah işlemiş olduğunu hatırlatara “Ben şefaat edecek durumda değilim, ama Mûsâ (a.s.)ın yanına gidin.” der. Mûsâ(a.s.)’ın yanına gider, ondan şefaat talebinde bulunurlar, ama o da bir günah işlemiş olduğunu hatırlatarak “Ben şefaat edecek durumda değilim, ama Muhammed (s.a.v.)’in yanına gidin” der.
Yanıma gelirler. Aziz ve Celil olan Rabbimin nezdinde O’nun bana söz vermiş olduğu üç şefaat hakkı vardır. Koşup cennetin kapısına gider, kapının halkasını tutar, açmalarını söylerim. Kapıyı bana açar ve bana selâm verip merhaba derler. Cennete girip Aziz ve Celil olan Rabbime baktığımda, huzurundan hiç birine vermediği kadar bana, kendisine hamdedip temcitte bulunmama izin verir. Sonra bana: “Ya Muhammed! Başını secdeden kaldır. Şefaat et ki, şefaatin kabul edilsin. Dile ki, dilediğin verilsin.” der. Başımı kaldırdığımda durumumu daha iyi bildiği halde bana sorar:
— Durumun nedir? Ne istiyorsun?
—  Ya Rab! Şefaat hakkı vermiştin bana. Şimdi cennete girebilmeleri için, cennetliklere şefaat etmeme izin ver.
 Seni onlara şefaatçi kıldım. Onların cennete girmelerine izin verdim.
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle derdi: “Beni hak dinle gönderen zât’a yemin ederim ki; sizler, cennetliklerin cennette eşlerini ve meskenlerini tanıdıkları kadar dünyada eşlerinizi ve meskenlerinizi tanıyor değilsiniz.
Cennetliklerden her bir erkek, Aziz ve Celil olan Allah’ın yaratmış olduğu yetmiş iki zevcenin ve Adem’in neslinden olan iki kızın yanına (gerdeğe)girecektir. Bu iki kız dünyada Allah’a ibadet ettiklerinden dolayı, (hurilerden)Allah’ın dilediklerine üstün kılınacaklardır.”

Şefaatin Sekizinci Nev’i: Muhammed Ümmetinin Büyük Günah İşlemişlerinin Cehennemde Olanlarına Hz. Peygamberin Şefaat Ederek Cehennemden Çıkarması:

Bu neviden şefaatin mevcudiyetine ilişkin mütevatir hadisler rivayet edilmiştir.

Şefaat Bilgisi Kendilerine Gizli Kaldığı İçin Hariciler Ve Mutezile Şefaati İnkâr Etmişlerdir:

Bazıları da işi inada bindirdiklerinden dolayı ‘şefaat vardır’ demeyi red-detmişlerdir. Haricîler ve Mutezile bu konuda bilgi sahibi olmadıklarından ilgili hadislerin sıhhatini bilmediklerinden ve bunu bilenlere karşı inatçılık¬larından dolayı muhalefet etmişler ve bidatlerini devam ettirmişlerdir. Bu şe¬faate melekler, peygamberler ve müminler iştirak ederler. Peygamber (s.a.v.) bu şefaati tekrarla yapacaktır.

H.z Allah ümmeti Muhammedi Peygamberimizin şefaatine nail eylesin.

Mü’minler kendi ailelerine şefaat sdeceklerdir

İbn Ebi’d-Dünya… Übey b. Kâ’b'dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Kıyamet gününde ben peygamberlerin hatibi, imamı ve şefaat sahibi olacağım.”

İbn Ebi’d-Dünya… Enes b. Mâlik’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“(Kıyamet gününde) ben onların (mezardan) ilk çıkanı, geldiklerinde rehberleri, sustuklarında sözcüleri, alıkonulduklarında şefaatçileri, ümitsizli­ğe düştüklerinde müjdecileri olacağım. O gün anahtarlar elimde olacaktır. Livâül hamd (hamd sancağı) elimde olacaktır. Aziz ve Celil olan Allah ka­tında insanların en kıymetisi benim. Etrafımda bin hizmetçi dolaşacaktır. On­lar Örtülü yumurta ve saçılmış inci gibidirler.

İmam Ahmed b. Hanbel… Enes b. Mâlik’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Şefaatim, ümmetimin büyük günah işlemiş olanlarınadır.

Müsned adlı eserinde Hafız Ebubekir el-Bezzâr, Enes’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Şefaatim, ümmetimin büyük günah işlemiş olanınadır.”

İmam Ahmed b. Hanbel… Enes’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Her peygamber bir dilekte bulundu” Ya da şöyle buyurmuştur: “Her peygamberin yaptığı bir duâ vardır ve bu duası kabul edilmiştir. Cenab-ı Al­lah benim duamı da, kıyamet gününde ümmetime şefaat etmekliğim şeklin­de kabul buyurmuştur.”

İbn Ebi’d-Dünya… Enes’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

Kıyamet günü olduğunda bana şefaat hakkı verilir. Kalbinde zerre ağır­lığınca imân bulunan kimselere şefaat ederim. Öyle ki kalbinde şu kadar iman bulunan bir kimse dahi (cehennemde) kalmaz.” Rasûlullah (s.a.v.) böy­le buyururken baş parmağıyla işaret parmağını oynatmıştı.

İmam Ahmed b. Hanbel… Enes’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Her peygamberin yaptığı ve kabul edilen bir duası vardır. Ben duamı, kıyamet gününde ümmetime şefaat olarak gizledim.”

Müslim… Enes’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Kıyamet gününde müminler toplanır ve şefaati derinden derine düşün­meye başlarlar. Sonra da “Bizi şu bulunduğumuz yerden kurtarıp rahata er­dirmesi için birini Rabbimiz şefaatçi gönderse” diyerek ve Hz. Âdem’in ya­nına gidip ona şöyle derler; “Sen insanların babasısın. Allah seni kendi eliy­le yarattı. Ruhundan sana üfledi. Meleklere emredip onları sana secde ettir­di. Bizi şu bulunduğumuz yerden kurtarıp rahata erdirmesi için Rabbin katın­da bize şefaatçi ol.” Hz. Âdem: “Ben bunu size sağlayamam” der; işlemiş ol­duğu bir günahı hatırlatır; bu nedenle Rabbinden utanır.”

Ebû Avane’den nakledilen bir hadiste Peygamber (s.a.v.) şefaatin aşa­malarını anlatırken şöyle buyurmuştur: “Sonra dördüncü kez Allah’ın huzu­runa gidip şöyle derim: Ya Rab! Kur’ân’ın hapsettiklerinden başkası kalma­dı.

İmam Ahmed b. Hanbel… Enes’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Kıyamet gününde müminler (toplanma yerinde) bekletilirler. Bu işten kurtulmanın çaresini derinden derine düşünmeye başlarlar. “Bizi şu bulundu­ğumuz yerden kurtarıp rahata erdirmesi için Rabbimize birini şefaatçi olarak göndersek” derler. Âdem‘ (a.s.)’e gidip şöyle derler: “Sen babamızsm. Yüce Allah seni kendi eliyle yarattı. Meleklerini sana secde ettirdi. Her şeyin ismi­ni sana öğretti. Rabbin katında bize şefaatçi ol.” Âdem (a.s.): “Ben bunu si­ze sağlayamam” der. Yasaklanmış olduğu halde ağacın meyvesinden yediği­ni, böylece günah işlediğini söyleyerek Nuh (a.s.)’a gitmelerini salık verir. Onun allah tarafından yeryüzü halkına gönderilen (ulül-azm) peygamberle­rin ilki olduğunu söyler. Bunun üzerine insanlar Hz. Nuh’a giderler. O da on­lara: “Ben bunu size sağlayamam” der. Bilmediği bir konuda Rabbinden (kâ­fir oğlunu affedip kurtarması gibi) bir istekte bulunma günahını işlediğini ha­tırlatır ve Hz. İbrahim’e gitmelerini salık verir. Onlar da Hz. İbrahim’e gider­ler. Ancak Hz. İbrahim onlara: “Ben bunu size sağlayamam” der. Ve üç kez yalan söyleyerek günah işlemiş olduğunu beyan eder. Ve Allah’la konuş­ma şerefine dünyadayken ermiş ve kendisine Tevrat gönderilmiş olan Musa peygambere gitmelerini salık verir. Yanına gittiklerinde Hz. Musa onlara: “Ben bunu size sağlayamam” der. Adam öldürerek günah işlemiş olduğunu beyan eder ve:İsa’ya gidin. O, Allah’ın kelimesi ve ruhu olan bir kuldur.” der. Hz. İsa’ya giderler. Hz. İsâ onlara: “Ben bunu size sağlayamam. Ama siz Muhammed’e gidin. O, önceki ve sonraki günahları Allah tarafından bağış­lanmış bir kuldur.der. Bana gelirler. Ben de konağına gitmek için Rab-bim’den izin isterim. Bu izin verilir. Gidip kendisini gördüğümde secdeye kapanırım. Rabblm beni dilediği kadar o halde bırakır. Sonra da: “Ya Mu­hammed! Başını secdeden kaldır. Konuş, sözün dinlenecektir. Şefaat et, şe­faatin kabul edilecektir. Dile, dileğin gerçekleşecektir.” der. Başımı secdeden kaldırırım. Rabbimi, O’nun bana öğrettiği şekilde hamd edip överim. Sonra şefaat ederim. Benim için bir sınır konulur. (Günahkârları) cennete koya­rım.” Hemmam dedi ki: Rasûlullah(s.a.v.)’ın şöyle buyurduğunu da işittim: “Onları cehennemden çıkarıp cennete koyarım. Yanına ikinci kez gitmek için Rabbimden izin isterim. Bana bu izin verilir. Onu görünce secdeye ka­panırım. Rabbim beni dilediği kadar o halde bırakır. Sonra da: “Ya Muham-med başını kaldır. Konuş, dinleneceksin. Şefaat et; şefaatin kabul edilecek­tir. Dile; dileğin gerçekleşecektir.” der. Başımı secdeden kaldırırım. Rabbi­mi, O’nun bana öğrettiği şekilde hamdedip överim. Sonra şefaat ederim. Be­nim için bir sınır konulur. Günahkârları cehennemden çıkarıp cennete koya­rım. Yanına üçüncü kez gitmek için Rabbimden izin isterim. Bana bu izin ve­rilir. Yanma gidip O’nu görünce secdeye kapanırım. Rabbim beni dilediği kadar o halde bırakır. Sonra da, “Ya Muhammedi Başını secdeden kaldır. Konuş, dinleneceksin. Şefaat et; şefaatin kabul edilecektir. Dile; dileğin ger­çekleşecektir.” der. Başımı secdeden kaldırırım. Rabbimi, O’nun bana öğret­tiği şekilde hamd edip överim. Sonra şefaat ederim. Benim için bir sınır ko­nulur. Günahkârları cehennemden çıkarıp cennete koyarım. Cehennemde sa­dece Kur’ân’ın hapsettikleri kalır.” Yani orada ebediyyen kalmaları vacib olanlar kalırlar. Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) şu âyet-i kerimeyi okudu:

Belki de Rabbin seni övülecek bir makam yükseltir.” (îsrâ, 17/79)

Bu âyette sözü edilen makam, yüce Allanın Peygamberi (s.a.v.)’e ver­meyi vaadettiği Makam-ı Mahmud’dur.

Bezzâr… Enes’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Benden şefaat istenilmeye ve ben de şefaat etmeye devam ederim. Aziz ve Celil Rabbim de şefaatimi kabul buyurur. Nihayet ben derim ki: Ya Rab! Beni lâ ilahe illallah diyen kimselere şefaatçi kıl.

İmam Ahmed b. Hanbel… Enes’ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Ben ayakta durup ümmetimin sıratı geçmesini beklerken İsa bana gelip şöye der: “Ya Muhammed! Şu Peygamberler toplanıp sana gelmişler. Bütün ümmetler hakkında gerekli hükmü verip gidecekleri yere göndermesi ve on­ları içinde bulundukları şu durumdan kurtarması için Allaha dua etmeni sen­den istiyorlar. Bütün insanlar (maşherde) ağızlarına kadar tere batmışlardır. Mümin kimse, nezleye tutulmuş gibidir. Kâfiri ise ölüm bürür. Ben isa’ya: “Ben dönünceye kadar burada bekle” derim. Hemen gidip Arş’in altında du­rurum. Seçkin ve mürsel peygamberlerin karşılaşmadıkları bir ikramla karşı­laşırım. Cenab-ı Allah, Cebrail’e şöyle vahyeder: “Muhammed’e git ve ona de ki: Başını secdeden kaldır. Dile, ne dilersen sana verilecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir.” Ümmetim için şefaat eder ve her doksan dokuz kişiden birin cehennemden çıkarırım. Şefaat için sürekli Rabbimin yanına gi­derim. Huzurunda her duruşumda mutlaka şefaat ederim. Nihayet Allah ba­na dilediğimi verir. Bu cümleden olmak üzere bana şöyle der: “Ey Muham­med! Ümmetinden bir gün dahi ihlaslı olarak Allah’tan başka ilah bulunma­dığına şehadet eden ve bu şehadet üzere vefat eden herkesi cennete koy.”

İbn Ebi’d-Dünyâ… Nadr b. Enes’ten rivayet etti ki; Enes şöyle demiştir:

Kulların başına gelenler gelmiş iken Cibril, Peygamber (s.a.v.)’in yanı­na gelir ve “Rabbinden izin iste; ümmetin için şefaatçi olmayı dile.” der. Ben de arşın yanına yaklaşır, orada dururum. Orada hiç bir peygamberin ve göz­de meleğin karşılaşmadığı bir ikramla karşılaşırım. Yüce Allah: “Dile ne di­lersen verilecektir; şefaat et, şefaatin kabul edilecektir.” der. Ben de: “Üm­metim” der.”

İbn Ebi’d-Dünya… Ebû Büreyde’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Ümmetimden taşlar ve kerpiçler sayısınca insanlara şefaat edeceğimi umuyorum.”

İmam Ahmed b. Hanbel… Câbir b. Abdullah’tan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Her peygamberin yaptığı bir duâ vardır. Ben duamı, kıyamet gününde ümmetime şefaat olarak gizledim.”

‘ÖLÜM VE ÖTESİ

 Kevser ırmağının Vasfı

Kevser ırmağının Vasfı
Kevser ırmağının Vasfı

Kevser Irmağının Vasfı

Bu, Cennet ırmaklarının en meşhurudur. Yüce Allah, kendi lütuf ve ke-remiyle bize ondan içmeyi nasib eylesin.

Bununla ilgili olarak Kurân-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:

Ey Muhammed! Doğrusu sana Kevser’i vermişizdir. Öyleyse Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak olan, sana kin tutan kimsedir.” (Kevser, 108/1-3)

Sahih-i Müslim’de… Enes’ten rivayet olundu ki; bu sûre kendisine nazil olduğu zaman Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Kevser’in ne olduğunu biliyor musunuz?

Sahabiler dediler ki:

— Allah ve Rasûlü daha iyi bilir. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

O bir nehirdir, Allah, azze ve celle bana vaad etmiştir; onda birçok ha­yır vardır.”

Sahihayn’da… Enes’ten rivayet olundu ki; Mirâc hadisesinin bir bölümün­de Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Bir ırmağın yanına götürüldüm. O ırmağın kıyılarında içi oyuk iri inci­ler vardı.Ey Cibril! Bu nedir?” diye sordum. “Bu, Aziz ve Celil olan Al­lah’ın sana bahşetmiş olduğu Kevser’dir.” dedi.”

Bu hadisin bir varyantında şöyle bir ifadeye rastlanmaktadır: “Elimi su­yun açtığı yere vurduğumda su yatağının katıksız bir misk olduğunu gör­düm.

İmam Ahmed b. Hanbel… Enes’ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Kevser, cennette bir ırmaktır. Aziz ve Celil olan Rabbim onu bana va`adettî.

İmam Ahmed b. Hanbel… Enes’ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Bana Kevser verildi. Onun yer üzerinde akan bir ırmak olduğunu gör­düm. Kıyılarında iri inciler vardır. Üstü kapalı değildir. Elimi toprağına (ya­tağına)vurduğumda katıksız misk olduğunu gördüm. Çakılları da incidendi.

İmam Ahmed b. Hanbel… Enes b. Mâlik’ten rivayet etti ki; kendisine Kevser’in ne olduğu sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Kevser, Allah’ın bana bahşettiği bir cennet ırmağıdır. Toprağı misktir. Suyu sütten beyaz, baldan tatlıdır. Oraya boyunları deve boynu gibi (uzun) kuşlar su içmeye gelirler.”

Ebubekir dedi ki:

 Ey Allah’ın Rasûlü! O çok hoştur.

— Onu yemek çok daha hoştur.“    Hâkim… Huzeyfe’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

Cennette horasan devesi gibi (iri) bir kuş vardır.” Ebubekir dedi ki:

— O çok hoştur ya Rasulaüah.

— Onu yiyenler daha hoştur. Ve ey Ebubekir! Sen de onu yiyenlerden biri olacaksın.”

İmam Ahmed b. Hanbel… Enes b. Mâlik’ten rivayet etti ki; kendisine Kevser’in ne olduğu sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Kevser, Aziz ve Celil olan Allah’ın bana bahşettiği bir ırmaktır, (suyu) sütten beyaz, baldan tatlıdır. Onda boyunları deve boynu gibi (iri) kuşlar var­dır.

Ömer (r.a.) dedi ki:

 Ey Allah’ın Rasûlü! O kuşlar hoştur.

— Onu yemek daha hoştur ey Ömer.”

İmam Ahmed b. Hanbel… İbn Ömer’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Kevser, cennetteki bir ırmaktır. Kıyıları altundandır. Suyu, incinin üze­rinden akar. Suyu sütten beyaz, baldan tatlıdır.”

İbn Cerir… Hz. Âişe’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Kevser ırma­ğının şırıltısını duymak isteyen kimse, o sesi gözüyle duyamaz. Aksine o akıntının uğultusu, insanın parmaklarını kulaklarına koyduğunda duyduğu uğultu gibidir.