6 Mayıs 2011 Cuma

AHMET ŞEVKİ ERGİN

AHMET ŞEVKİ ERGİN HOCA EFENDİNİN HAYATI VE KİŞİLİĞİ



Dr.Ali Şakir ERGİN'in Dilinden "EFENDİ BABAM"
  
Ailemizin Soy Kütüğü:
Ailenin baba tarafından bilinen en eski kişisi Derviş Süleyman Efendi'dir. Bunun iki oğlu vardır. Birisi sonradan "Büyük Şeyh" diye anılacak olan Ahmet Efendi, diğeri de Mustafa Efendi'dir. Bir de kızı varmış'. Babalan Çalatlı Köyü'nde yerleşmiş olan Derviş Süleyman Efendi, 1700' lü yılların sonlarında çocuklarını okutmak üzere Yozgat 'a göç ederek yerleşmiştir.Şeyh II. Ahmet Efendi'nin Rızaeddin Efendi, Sadreddin Efendi, Muhyiddin Efendi,Hafız Hayredin Efendi ve Abdullah Arif Efendi adlarında beş erkek evladı olmuştur.
Şeylızade Ahmed Efendi diye bilinen babam, Şeyh H.Ahmed Etendi'nin beşinci oğlu Abdullah Arif Efendi ve Hafize Hanım çiftinden olma torunudur. Ahmed Şevki Ergin ve Ömer Faruk Ergin olmak üzere iki kardeştirler.
Şeyh Hacı Ahmed Efendi babasıyla birlikte çok küçük yaşta Yozgat'a gelmiş ve Çamlık altında bugünkü Taşköprü Mahallesi'ndeki yerinde yerleşmiştir. Medrese tahsilini Yozgat'ta tamamlamış, genç yaşta manevî ilimlere ve tasavvuf yoluna merak ederek çalışmaya başlamış', kendisine seyahat emredildiği için yurt içinde ve dışında pek çok seyahatler yapmıştır. Nihayet Horasan diyarından gelmiş ve Çerkeş Şeyhi diye tanınmış "Pîr-i sânî" lakabıyla anılan Çerkeşli Mustafa Efcndi'yc intisap ederek, ondan aldığı icazet ile, Yozgat'ta Halveti tarikatı tekkesini kurar ve maddî manevî ilimlerle halkı irşada başlar. İki defa İstanbul'a gitmiş Padişah Sultan Abdülmecid Han, Hanımı Şevkefza Kadın ve Şehzade V. Murad Han ile görüşmeleri olmuş, padişah ailesinin ilgi ve sempatisini görmüş, atiyye ve ihsanlara mazhar olmuştur.
V, Murad'la mektuplaşmaları olmuş, Sivas Valisi Münip Pasa ve daha başka devlet ricalinden birçok kimse kendisine intisap ederek dervişi olmuşlardır. Kendileri Muammerîndendirler. Yani. yüz seneden fazla ömür yaşayanlardandır. H.1313/ M. 1896 senesinde 123 yaşlarında vefat etmiştir. İki defa evlenmiş, ikinci evliliğinden beş erkek çocuğu olmuştur. Gayet sıhhatli yaşamış, iyi at biner, kılıç kuşanırmış, sportmen vücutlu, pehlivan yapılı olup güreş ve yüzme bilirmiş. Sağlığında üç defa hacca gitmiştir. Üçüncü gidişinde yaya olarak ve hîç-bir azık almadan hacca gidip-gclmiştir. Vefatında, yaptırdığı caminin avlusuna defnedilmiş, bir yıl sonra oğlu Şeyh Muhyiddin Efendi, kabri üzerine şimdiki türbeyi yaptırmıştır.
Çocukluğu:
Efendi Babam, Şeyhzâde Ahmed Şevki Ergin, Yozgat'ta 1322/1906 yılında doğmuştur. Şeyhzade lakabıyla tanınmış olmasına rağmen, kendisi Büyük Şeyh Hacı Ahmcd Efcndi'nin torunu ve beşinci oğlu Abdullah Arif Efendİ'nin büyük oğludur. Anneleri ise Hacıvcli Ağa soyundan Müderris Mehmed A1İ Efendİ'nin kızı Hafize Hamm'dır. Küçük yaşta babasını kaybetmiş; çocukluğu, amcaları ve dayılarının himayesinde geçmiştir. İkİ çocukla dul kalan anneleri Hafize Hanını daha sonraları kayınpederi olacak olan amca-zâdesİ Müderris İ. Ethem Etendi ile evlenerek, onun himayesine girmişlerdir.
Tahsil Hayatı:
Efendi Babam, küçük yaşta Cevheri Ali Efendi Medresesi'ndeki mahalle mektebinde tahsil hayatına başlamıştır. Büyük Ali Efendi ve Derviş Efendi Hocalar'ından feyiz ve ilk derslerini almıştır. Bir ara Sultanîde orta okula başlamış ve Yozgat'ta Demirli Medresc'dc açılan Daru'l-Hilâfe Med-resesi'nİn İptida Hariç üçüncü sınıfına kadar burada okumuş ve bu okulun kapalı imasından sonra tahsiline devam etmek üzere İstanbul Daru'l-Hilafcsi üçüncü sınıf imtihanlarını verip, bir üst bölüm olan İptida Dahil birinci sınıfına devam etmiştir. Bu sınıfta iken, okuduğu bu okullar lağvedilmiş, aynı yıllarda açılan İstanbul İmam Hatip Okulu son sınıfına kabul edilerek, devam etmeye başlamıştır. Bu sırada tutulduğu bir hastalık dolayısıyla ameliyat olup, uzun süreli istirahat aldığı için, okuldan tasdiknamesini alarak Yozgat'a dönmüştür. İstanbul'da bulunduğu sırada da âlim ve fazıl kişilerin peşinde dolaşmış onlardan istifade yolları aramıştır. Fatih Müderrislerinden Gümül-cineli Mustafa Efendi, bir vesile ile kendisine buralarda dolaşmamasını, Yozgat'a gidip Dcdik-hasanlı Şakir Efendi'ye intisap etmesini tavsiye etmiştir. Yozgat'ta 1925 yılında öğretmenlik için müracaat etmiş ve Şakir Efendi'yc yakın olmak amacıyla da merkez Karga Köyü vekil öğretmenliğini tercih ederek göreve başlamış, böylece hafta sonlarında ve tatil günlerinde sıkça ziyaret ettiği, daha sonra ömrü boyunca da unutamayacağı değerli hocası Şakir Efendi'den ilk manevî derslerini ve feyizlerini almaya başlamıştır. Bu görüşmeler 1937 yılında Şakir Efendi'nin vefatına kadar devam eder. Daha sonra Ethem Efendi ve Mehmet Hulusi Efendilerle de görüşmesine rağmen, arayışa devam eden Şeyhzade Ahmed Efendi; birkaç yıl sonra gördüğü bir rüya ve Mehmed Hulusi Efendi'nin de tavsiyesi île, Mustafa Hulusi Efendi ile yine İstanbul'da buluşur. Rüyası gerçekleşir ve Mustafa Hulusi Efendi kısa zamanda bütün Letâif i telkin ile onu yetiştirip olgun hale gelmesine yardımcı olur. Ayrıca kendisi hakkında takdir ve iltifatları da vardır.
Evlilikleri:
Efendi Babam, hanımlarının vefatı dolayısıyla üç defa evlilik yapmıştır. İlk evliliği Vekil Öğretmen olarak görev aldığı sene (17 Haziran 1925' te) Amcazadesi Ethem Efendi'nin kızı Şak ire Hanım'ladır. Bu hanımdan iki kızı, bir oğlu hayattadır. Birinci hanımın 1934 yılında vefatı ile, 6 Ağustos 1934 tarihinde Abdi Ağazâde Ahmed Efendi'nin kızı Müferriha Hanım'la ikinci evliliğini yapar. Bu hanımdan olan iki oğlu hayattadır. 26 Mayıs 1980 tarihinde ikinci hanımının da vefatı ile 19 Şubat 1981 tarihinde Yeşilhisarlı Kadın Ayşe ile üçüncü ve son izdivacını yapmıştır. Bu hanımından çocuğu yoktur ve hamını hayattadır.
Memuruyeti:
Efendi Babanı. İstanbul'da İmam-llatip ve diğer okullardaki öğrenciliği yıllarında, Dedesi Müderris Mehmet Ali Efendi'nin ders arkadaşı olan hocalarının tavsiyesi ve o zamanki İstanbul Müftüsü Mehmet Fehmi Efcııdİ'nİn yardımlarıyla, ilk defa Kapalı Çarşı'daki bir mcscidde aylık iki buçuk lira maaşla imamlık yaptığını zevkle anlatırdı. Yozgat'a döndükten sonra ilk resmî görevi Karga Köyü öğretmenliğidir. Bu köyde 16 yıl kalmıştır. Dört yıl gezici başöğretmenlik yaptıktan sonra, İl Millî Eğitim Müdürlüğü Köy Bürosu'nda görev almıştır. Bu görevde iken Yozgat'la 1953 yılında açılışın da büyük emek ve gayret saıfettiği İmam-Hatip Okulu'nda on yıl kadar (öğretim kadrosu tamamlanıncaya ~ dek) meslek dersleri (Arapça, Akaid, Din Dersi, Siyer ve Ahlâk) öğretmenliği, daha sonra da liseye bağlı ortaokulda din dersi öğretmenliği yapmış, Yozgat 'ta görevde bulunduğu müddetçe 1987 yılı so-ııuna kadar dedesininin adıyla andan camide fahrî olarak imam ve hatiplik görevinde bulunmuştur. Nihayet - 1971 yılında, 47 yıllık devlet . hizmetinden sonra 65 yaşını doldur- - düğü için yaş haddinden emekliye ayrılmıştır. İki defa askerlik görevi yapmıştır. Birincisinde ilk altı aylık kıta hizmetini yapmak üzere Dörtyol'daki 7. Tümen 41. Alaydaki hazırlık kıtasına l Kasım 1929 tarihinde katılmıştır. İstanbul Yıldız İhtiyat Zabit Lv.Yd. Subayı olarak l Nisan 1930 da görev almış ve 41.Tüm. 19. Alay iaşe subaylığından l Nisan 1931 tarihinde terhis olmuştur. İkinci Cihan Harbi yıllarında ikinci bir askerliği daha vardır. Bu askerliğine de 41 .Tüm. 97. Alay 3.Tabur iaşe subayı olarak 10.10.1941 tarihinde katılmış ve 20 Ocak 1942 tarihinde üsteğmenliğe yükselmiş, aynı kıtadan 29 Mayıs 1943 tarihinde üsteğmen olarak terhis olmuştur.
Tasavvııfî Hayatı:
Efendi Babam, tasavvufun her dalında zengin bilgi birikimi ve tecrübe sahibidir. Görüştüğü ve derslerine devam ettiği olgun insanlardan sağladığı yetki ile Nakşı, Halveti ve Kadirî telkinalında kâmil bir mürşiddir. Nakşilik'te Ayazma Camii İmam-Hatibi Mustafa Hulusi Efendi'den; Halvetîlik ve Kadirîlikte ise görevi (ceddinden devam eden kolun son temsilcisi olan) Damatzâde Necip Efendi'den devralmıştır.
Günlük Hayatı:
Efendi Babam, günlük hayatında herkesten farksız sade bir insandı. Toplumun her kesimindeki faaliyetlere katılırdı. Sâde ve gösterişten uzak bir hayat tarzı vardır. Hareketlerinde son derece sükûndu, temkinli bir tavrı vardı. Büyük-küçük karşısındaki kim olursa olsun insan olduğu için saygıya değer görür, konuşurken yumuşak sesiyle, konuştuğu insana doğru dönerek, yüzüne baka baka konuşmasını yapardı. Kılık kıyafetine dikkat eder, temiz giyinir, ev ve dışarı kıyafetini değişik seçer, toplum içine çıkarken genelde ayakkabı dahil, açık renk veya beyaz giyinmeyi tercih ederdi. Anî ve fevrî hareketlerden kaçınır, aheste yürür, yürürken önüne, ayaklarının basacağı yere doğru bakardı. "Koşmak insanın vakarını bozar, der ve hiçbir zaman koşmazdı. Gerektiğinde hızlı yürür, ama telâş etmezdi. Hoşuna gitmeyen söz ve olaylarla karşılaştığında da İtidalle neticeyi bekler ve böyle durumlarda yanındakilere şu iki tavsiyede bulunurdu: "Ya kızmayacaksınız, ya da kızdığınızı belli etmeyeceksiniz." "Kızmak yasaktır, öfkeyi yenmek esastır. Hele öfkeli insanları yatıştırmak için söylediği şu i/ahı ise ayrı bir güzellikledir. "Öfke şeytan işidir, şeytan ise ateşten yaratılmıştır. Ateş ise cehennemin temel maddesidir. Dolayısıyla; öfke, sahibini yakar, dikkatli olmalıdır." derdi. Giyim-kuşamı düzenli olduğu gibi, günlük hayatta zamanı da düzenli kullanır, ibadetlerini belirli zamanlarda yaptığı gibi günlük işlerini de düzenli ve belirli zamanlarda yapardı, inandığı gibi düşünür, düşündüğü gibi yaşamaya gayret ederdi. Kendisine müracaat eden herkese imkân nisbctinde yardımcı olmağa çalışır, kimseyi reddetmemeye gayret ederdi. Kendisine herhangi bir konuda istişare etmeye gelenleri önce dinler; olumsuz cevap vermesi gereken kimselere bile, incitmemek için olumsuz cevabı doğrudan söylemez, bir fıkra, bir hikâye veya büyüklerin hayatlarından alınmış menkîbeler anlatarak muhatabını ikna etmeye çalışırdı. Bir asra yakın yaşadığı acı tatlı hatıralarla dolu bir ömür Osmanlı'nın son döneminden başlayarak Cumhuriycl'c ve iki binli yıllara kadar uzanan hayat görgü ve tecrübesine ilave olarak Anadolu'nun yoksul köy hayatından başlayarak şehirde düğümlenen yarım asırlık dev-lel tecrübesi millî ve manevî değerlere bağlı olarak beraberce yürüttüğü devlet ve memuriyet hayatı onu mükemmelleştirmişti. Aldığı dînî eğilim ve öğretimden sonra bu uzun yıllar içerisinde kendi şahsî gayreti ile çalışması, içinde bulunduğu çevre ve seçerek görüşüp istifade ettiği maddî manevi birikimi O'nu bir kâmil zatın tabiriyle "yeryüzünde insanların imrendiği, ;ökyüzünde meleklerin gıpta ettiği insan; Şeyhzade Ah-mcd Efendi " yaptı. Çocukluğundan beri hiç namaz borcu olmadığını söylerdi. Sabahları erken kalkar, memurken her sabah tıraş olur daireye yürüyerek gider ve gelirdi. Yolda yürürken karşılaştığı herkes büyük küçük ona selâm verir, o da kendine selâm verenlere sözle ve başıyla selâm vererek karşılık verirdi. Okul çocukları ailelerinden veya öğretmenlerinden öğrendikleri şekliyle yol kenarlarında yan yana dizilerek başlarıyla okul selamı verirlerdi. Çocukların selâmına da büyük adamlar gibi tebessümle mukabele ederdi.
Emeklilik Sonrası:
Efendi Babanı, 13 Kasım 1971 tarihinde yarım asra yakın bir zamandır çalıştığı memuriyetinden yaş haddi sebebiyle ve kanuni meeburiyctlc emekli oldu. Emekli olduğunda, üzerinde yılların yorgunluğu bulunmakla beraber sıhhatli idi. Görevden ayrılma kendi isteği değildi. Çünkü O, insana her görevin Allah Teâlâ tarafından verildiğini söyler, o görevi istemiyorum demek de korkarım Allah' (e.c.)ın verdiği bu görevi beğenmiyorum anlamında, isyan mânâsına gelir derdi. Bu sebeple de Erzurumlu İsmail Hakkı Hz.nin :
"Hak şerleri hayr eyler,
Zannetme ki gayr eyler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler"
mısralarını sık sık tekrar ederek , "Rabb'imİn seçerek halkettiğinde hayır vardır" diye mırıldanarak tam bir teslimiyet örneği gösterirdi. Emekli olduktan sonra çevresine ve 1947 yılıdan beri fahri olarak yaptığı dedesinin camiindeki imam-hatiplİk görevi ile ibadetlerine daha fazla bir zaman ayırmak için, dünya işlerini tasfiye etti. Bos vakitlerini tam manâsıyla ibadetlerine ve dostlarına tahsis ederek onlarla sohbet imkânı buldu Sohbetlerinde daima Kur'an ve Sünnet ışığında iyîye-doğ-ruya ve güzele karşı sevdirici ve öğretici, aynı zamanda etkileyici bir üslûpla konuşur, lıerkesi de dinletirdi.
Dinî İlimlere Vukııfiytrti:
Efendi Babam, küçüklüğünden beri dinî kültür çevresinin içinde bulunmuş ve tahsil hayatı da bu kültüre paralel olarak gelişmiştir. Osmanlı döneminde ilk olarak başladığı medrese tahsili ve buna dayalı olarak devam ettiği okullar, din kültürüyle eğilim ve Öğretim yapan kurumlardır- Ne var ki, Hoca Efendi, sadece bu okullarda aldığı bilgiyle iktifa etmemiş, "ilim mü'mınin yitiğidir, nerede bulursa alır, "hadisinin mucibince ömrü boyunca kendinden üstün ve bilgili kimseler aramış sormuş ve onlardan istifade yollan aramıştır. Kendisi hâfız-ı Kur'an değildi, ama bir hafız kadar seri okuyabilirdi. Her gün bir cüz okur ve her ay bir hatim yapardı. Kısa veya uzun süreli seyahatlerinde de Kur'an-ı Kerîm'ini beraberinde götürürdü. Okumayı sever, lıerkesi okumaya teşvik eder, kendisi de okuyarak her geçen gün yeni bilgiler öğrenir ve kendini yenilemesini bilirdi. Çeşitli Kur'an tefsirleri ve hadis meal ve şerhlerini okur, Önceden bildiği ve onlardan öğrendiği yeni bilgileri de sohbetlerinde anlatarak dostlarıyla paylaşırdı. Konuşmak istediği her konu ile ilgili âyet ve hadisleri ezberden okur, konuşmalarına okuduğu bu âyet mealleri ile başlar, sonra aynı konuda bir kaç hadis meali de ilave ederek sözlerini daha sonra güzel dilek ve tavsiyelerle bitirirdi.
Hac ve Umre Hatıraları:
Efendi Babam, ilki 1959 yılında olmak üzere, yedi defa hac ve üç defa da umre ziyareti yapmışlardır. Bunlardan ilk haccına yalnız gitmiş, diğerlerinde aile çevresinden ve dostlarından bazı arkadaşlarıyla birlikte olmuştur. İlk hac ziyaretinde bayram öncesi kontrol ve hazırlık yapmak için Kabe'nin içine giren Arap görevlilerle beraber, O da içeri girmek fırsalı bul-mu!j. Kabe binasının içinde dörl yöne de ayrı ayrı nama? kılmış daha sonra Kabe'nin damına çıkmış, içinden ve dışından Kabe'yi yakından inceleme fırsatı bulmuştur. Ben, Efendi'nin hem hac ve hem de umre ziyaretinde beraberinde olduğum oldu. Özellikle hac mevsimindeki o mahşerî kalabalığın arasında yapılan toplu ibadetlere dahi son derece sakin, telâşsız ve gönül huzuru içinde büyük bîr teslimiyetle hazırlanır ve cemaatlere iştirak ederdi. Hele O'nun tavaf esnasındaki huşu içinde yürüyüşü sırasında bütün insanların koşarak, İtişerek birbirine yapıştığı yerde, önden sanki birilerinin yol açıyormuş gibi önü (nün) boşalarak rahatlık içinde tavafa devam ettiğini görmek, insanı hayrete düşürmeğe yeter de artardı bile. Diğer ibadetlerinde olduğu gibi hac ve umre ibadetlerini de: sanki vasadığı dünyayı unutmuş, başka bir dünyadaymış-casına vecd ile yerine getirirdi.
Sünnet Anlayışı:
Efendi Babam'm sünnete uyma konusuna gelince: Sahabe-i Kiramdan bazılarının H?,Âişe validemize gelerek "bize Peygamber Efen-dimiz'in ahlâkını anlatır mısınız?" diye sordular. O da cevap olarak: "Siz hiç Kur'an okumuyor muşunu?.?" diye sormuş. Onlar, evet okuyoruz deyince "İşte O'nun ahlâkı Kur'an'dır" diye cevap vermişti. İşte Efendi'nin ahlâkı Peygamber ahlâkının ve sün-net-i seniyyenin günümüze yansıdığı en güzel bir eanlı örneğini teşkil etmekteydi. Peygamber Efendimiz'in hayata dair tavsiyelerini imkân dahilinde uygulamaya çalışır, ibadetlere taalluk eden kısımlarını îfa etmekte de asla ihmâl ve tekâsül göstermezdi. İbadetlcrindekİ dikkat, ciddiyet ve esasa riayet (ta'dîl-i erkân) nafile ve sünnetlerde de farzlardan farksızdı ve hepsini eksiksiz bir şekilde yerine getirirdi. İbadeti, hakkıyla ibadet olarak yapardı.
Tarih Anlayışı:
Efendi Babam, dinine, milletine devletine ve kültürüne aynı derecede bağlı ve saygılı bir insandı. Kimse hakkında kötü söz söylemediği gibi başkalarının da geçmişle ilgili kötü konuşmasına asla müsamaha etmez derhal müdahale ederek din ve devlet büyükleri hakkında iyi ve olumlu şeyler konuşulmasını lavsiye ederdi. Geçmişteki din. ve devlet büyükleri ile iftihar eder, Osmanlı Padişahlarının memleket ve mukaddesat sevgileri ile ilim, irfan, sanat, edebiyat, hak ve adalete saygı ve bağlılıklarından sitayişle bahsederdi. Ayrıca Osmanlı Padişahlarının devlet yönetimi, Osmanlı-Türk milletini idare ve temsildeki başarı ve kabiliyetlerini İslâm dinine hizmet ve bağlılıklanyla ilgilendirir, herhangi bir itirazda bulunanlara karşı da "Oğlum, oğlum; Osmanlı Padişahlarından gayet başarılı, akıllılarıvardır. Bunun yanında çocuk padişahlar vardır. Hattâ eldi olanlar vardır. Ama toprağına, milletine ve mukaddesatına ihanet eden hain padişah yoktur." derdi ve mecliste bu son söz olurdu... Kırk yedi yıllık başarılı, teşekkür ve takdirle dolu memuriyet hayatı, O'nun devlet ve İdare ile nasıl uyumlu çalıştığının en güzel ifadesidir. O her şeyden evvel karşısmdaki kimseyi insan olarak gördüğü için, millet içinde başka ırk, mezhep ve dinden dahi olsa bütün insanlara insanca davranıp, herkesle kolayca diyalog kurardı.Bu sebeple de herkes tarafından sevilir, takdir görürdü..
Edebiyatla İlgisi:
Efendi Babam, gayet nazik ruhlu, ince zevkli, şiiri, edebiyatı ve bediî sanatları seven bir kişi idi. İlk gençlik yıllarında hece ve aruz vezniyle deneme mahiyetinde birkaç şiir yazmış, şiirlerinde "Şevkiyâ" mahlasını kullanmıştır. Fakat daha sonra buna devam etmemiş, şiirlerinin yayılmasını da istememiştir. Ezberinde pek çok şiir ve vecize mahiyetinde manzumeler bulunup onları konuşmaları esnasında sırası geldikçe yumuşak ifadesiyle tatlı tatlı okuyarak sohbetlerini süslerdi. Özel kütüphanesinde Fuzûlî, Bakî, Kanunî (Muhibbi), Eşref. Esrefoğlu Rumî, Erzurum'Iu Ağlar İrşadı Baba gibi birçok ünlü şairlerin divanı vardır. Konuşurken ve yazarken zorla sanat yapmaktan kaçınır, ancak hutbelerinde sür ahengiyle secî'li cümleler de kullanırdı.
Müsbet İlim Anlayışı:
Efendi Babam, müsbet olan her şeyi tabii karşılar, yüksek ahlâk, kültür ve medeniyet seviyelerine ancak ilimle ulaşılacağını ifade ederdi. İlmin ibadetten önde geldiğini, Allah(cc) Teâlâ'nm Peygamber Efendimiz'e ilk emrinin "Oku" olduğunu, dolayısıyla okuyup "ilim öğrenmenin Müslüman her kadın ve erkeğe farz" olduğunu söylerdi. "İlim ibadet için, ibadet de Önce kişinin kendini ve Yaradan'ını tanıması, sonra da iki dünya huzuru sağlaması için gerekli olduğunu söylerdi Her türlü bilim ve teknolojiye ilimle sahip olunacağını ifade eder herkese okmayı tavsiye eder, Özellikle gençlere de hangi dalda okurlarsa okusunlar sıradan bir okuma değil, okudukları sınıfın en iyisini ve en iyi şekilde okumalarını tavsiye ederdi. Ayrıca ilim sahiplerine, kendinden yasça küçük olsalar bile lâyık oldukları sevgi ve saygıyı göstermekte kusur etmezdi. Dinî inanç ve yaşayışına aykırı düş-meyen teknolojik her türlü gelişme ve yeniliğe gönlü ve zihni açık idi. Kendisiyle her konuda rahat konuşulabilir, kabil-i hitap ve güvenilir bir kişiydi.
Sağlığı ve Son Yılları:
Efendi Babam'ııı hiçbir zararlı alışkanlığı olmadığı, yeme ve içmesine dikkat ettiği için yetmiş beş yaşlarına kadar sıhhatli yaşadı denilebilir. Ancak çocukluk ve gençlik yıllarındaki yaşadıkları mahrumiyetlerin her insanda olduğu gibi onun yaşlılığında da etkisi ağır oldu. 30 Aralık 1992 tarihinde geçirdiği bir çeker komasıyla yatmaya mecbur olduğu yataktan bîr daha kalkamadı. Uzun süren bu yatak hayatında öce eklemlerin kireçlenmesi sebebiyle ayaklan üzerine kalkamaz oldu. Daha sonraki yıllarda görme ve işitme melekelerini kaybetti. Hasta yattığı ilk korna günleri hariç hiçbir zaman şuurunu kaybetmedi ve bitkisel hayal yaşamadı. Bu uzun hastalığı süresinde kendisini ziyarete gelenlere hal hatır sorar "nasılsınız?" diyenlere "ben iyiyim, siz nasılsınız" diye mukabelede bulunurdu. Bir dönem haftanın üç günü uyku halinde, üç günü uykusuz geçerken; uyanık olduğu günlerde dilinden tesbihatını ve tehlilatım eksik etme? ve bu hâl o kadar devam ederdi kî, ağzı içinde dili şişer, kelimeleri telâffuz edemez hale gelirdi. Nihayet üçüncü günün sonunda yorgun ve bîtap düşer, üç günü de uykudaymıs gibi hareketsiz geçerdi.. İrtilıalinden iki gün önce yemeden kesildi. Bir şey yemez ve yiyernez-içcmez oldu. Son saat. son dakikalarına kadar kendisiyle diyalog kurulabiliyor ve refleksleri cevap veriyordu. 7 Ocak 2002 Pazartesi günü öğleden önce saat 10.15 sularında Rabb'İnin davetine radî ve nıerdî olarak göçtü ve gitti. Ruhu şad, cennette makamı yüce olsun. Âmin...
Bundan Sonraki Görevimiz;
Efendi Babam'm ismini yaşatmak için , önce ona lâyık evlatlar olmamız gerekir. Ondan sonra da ona lâyık hizmetler yaparak bizlere ve sevenlerine miras olarak bıraktığı bunca iyi hatıraları yaşayarak ve yaşatarak devam ettirmek esas görevimiz ola caktır. İnanıyorum ki aile içinde herkes bu sorumlu luğu duymaktadır.. [ Maddî hayatını iyi bilen Yo7gatlı hemşehrile- ' rimiz vefatı dolayısıyla O'ııuıı manevî yönünü de çok iyi tanıma fırsatı buldu. Kendisine lâyık olduğu şekilde mükemmel bir cenaze merasimi yaptı ve O'nu maneviyat dünyasında müstesna bir yere yer leştirdi. Nâ müsait kış şartlan-içerisinde tahmin edilemeyecek kadar büyük bir kalabalığın huşu içerisinde, parmaklar üzerinde tabutunu taşımaları. O'na karşı olan son göreve katılma arzu ve iştiyaklarıydı. Bu merasim boyunca en ufak bir taşkınlığın ve düzensizliğin olmaması ise Efcndi'nin olgun manevî kişiliğinin topluma yansımasıdır. Son olarak şunları söylemek istiyorum: Efendi Babam da hepimiz gibi bir insandı. Gerek sağlığında ve gerekse vefalından sonra O'nu insan üstü ulvî bir varlık gibi düşünmek son derece yanlış bir davranıştır. O, İslâm'ın emrettiği, Peygamber Ahlâkı ile ahlâklanrmş, düşündüğü gibi yaşayan, ilmiyle, söz ve davranışlarıyla topluma örnek olan bir insandır. Mükemmel bir insandır, fakat insandır. Hiçbir zaman O'nu insan üstü bir varlık gibi düşünüp ilahlaştırmamak gerekir. Aksi halde bundan en çok O'nun ruhu muazzeb olur. Yüce Mevlâ'dan, O'nu vasî rahmetiyle kucaklamasını diliyor, dost ve yakınlarına sabırlar tavsiye ediyor, hatalarımızın bağışlanmasını cân-ı gönülden niyaz ediyorum. 
 

Hacı Halil Fevzi Meriç (k.s.)

 


Haci Halil efendi Hazretleri  Bulgaristan’ın Karnabat  kasabasında 1867 de  doğmuştur. Küçük yaştan beri ilim ve irfanla meşgul olup çeşitli ilim adamlarından ders almıştır.İrfan hocalarından birisi olan Muhammed Esad efendi  hazretlerinden ders aldı. 29 yaşında iken  İstanbul Fatih medresesinden icazet  almıştır . Büyük alim ve Fadıl insan olması nedeniyle Diyanet işleri başkanlığında görev almıştır.bu görev yeşil Düzce ‘mizde kürsü vaazı olarak görev yapmıştır. İstanbul Kelami dergah’ ında  olan Muhammed Esad  Erbili  Hz. Ne intisab eder.Burada sıdkı sadakatle çalışır.Esad efendi ile birkaç defa görüşmeleri olmuştur. Esad efendi İzmir'e gidince daha görüşme olmamıştır. Hatta hacı Halil efendi çok görmek istedi ama izin verilmedi. Bunun üzerine mektuplaşma devam etmiştir.
 Esad efendi Hz.nın Mektubat adlı eserinde  Doksan sekiz (98)  cu   mektubunda oğlu Ali efendiye yazdırarak Hacı Halil Fevzi efendi Hazretlerine hem zahiren hemde batınen  büyük bir methu sena  ederek yerine bırakıyor. Hacı Halil Fevzi Efendi hazretlerine kendi dervişleri (Hazretimiz) derlerdi. Hazret’imiz evli ve bir oğlu hayatta yaşıyor. (Mustafa ef) dir. kendisi çok sıkı takva yolunun sırlarını   bilir ona göre talebelerini hem eğitir ,hem öğretir, hemde takvada yarıştırırdı. Kendisi evlatlarının nefisleri terbiye ve tezkiyede  onun üstünde kimse olamazdı. Hazretimizin bir çok halifeleri vardı .Bunların arasında biride vardı ki oda son derece hazrete teslim olmuş. kendini  o uğurda feda etmiştir. Hazret’imiz  hayatlarının son zamanlarında  zahiren bir işaretle manen de vazifeleri bu kişiye tevdi etmişlerdir. Bu Düzce’li olup ismi şerifleri Hacı Hüseyin Yıldız Efendi  Hazretleridir.(Haci baba) Haci Halil efendi hazretleri hicri  1283 de  - miladi 1950  de vefat etmiştir. Şu an Düzce şehir mezarlığında  medfundur. Türbesi  mezarlığa girişte yeşil kubbeli yapılı dır. Mevlamız kendisine rahmet eylesin bizlere de o yola çalışmak nasıp etsin . Amin

Hacı Hüseyin Yıldız (k.s.)

 


Hacı babamız lakabı ile tanınırdı. Efendi hazretlerimiz, 1914 yılında Düzce’nin yakın köyü olan Bahçeköy’de doğmuştur. Kendileri öğrenimini köyünde ve Düzce’de medrese hocalarından tahsil etmiştir. Kendisi 20 ile 25 yaşları arasında çeşitli meşayihi izamla görüşür, hepsi bize gel katıl der ama hiç birisine gitmez. Merkez vaizi olan Hacı Halil Efendiye gider bağlanır. Ömrü boyunca ondan feyiz alır. Hacı Halil Efendi Hazretleri vefat ederken bir işaretle maddi ve maneviyatını Hacı babamıza bırakır.
Hacı Babamız 1950 den 1965 e kadar manevi vazifeye devam eder. 1965 den sonra da açık olarak, irşadı devam eder. Bu zaman içinde kendileri hep kuran ve sünnetle meşgul olur. İnsanlara elinden gelen iyiliği esirgemezdi.
Haci babamız bir gönül sultanıydı. Hem Düzce de hemde bütün illerde sevilen ve sayılan alimler arasında birtaneydi . öyle ki küçük çocukla bir olur oynardı . Onun kalbine Allah ve Resülün sevgisini koyardı. Beraber yer, beraber içerdik. Hiç ayrım yapmazdı. Sahabe devri gibi yaşardık. Peygamberimiz sahabe ile oturup sohbet ederken , dışardan birisi gelir ; sizin hanginiz peygamberdir der. Sahabe de Resülü Erkemi gösterdi. İşte aynen bizim haci babamızda böyleydi.70-75 yıllık mürşidi kamil olarak görev yapmış hiçbir zaman ben evliyayım ben şeyhim dememiş , ben kelimesini hiç kullanmadı. Hep kendim ifadelerini kullanırdı . Zaten onun amacı nefis mücadelesi idi.
Hacı babamız ilk yıllarında Yığılca kazasında başlamış. Gece gündüz kar kış demeden Allah yolunda zikrullahı yer yüzüne yaymaya başladı. Gittiği yere hem Allah zikrini hem de sevgi- saygı ve hoşgörüyü götürürdü. Ümmeti Muhammed için , birlik ve beraberliğe çok önem verirdi. Bu vatan ve millet için çalışanı her zaman sever ve onlara hem dua eder , hem de onları önde tutardı. O İnsanlık için sevgi timsali idi. O insan ayrımı hiç yapmazdı. Her zaman bir gözle bakardı. Mükemmel insan , ne güzel insan derdi. Dışına değil kalbine nazar ederdi. İmanı bütün olanların derecesini yükseltmeye , nefsi çok olanlarında nefis terbiye ve tezkiyesini yapardı.
Nefis ile mücadelede onun üstüne yoktu.öyle terbiye ederdi ki hiç kimseyi kırmazdı. Güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Anlatacağını bir misal ile anlatır , gereken dersi verirdi. Dışardan gelen derviş, veya misafir olsun; ne ihtiyacı varsa(maddi ve manevi) hepsini karşılardı. Çok mütevazi idi. Bir baba ve anneden daha fazla şefkat ve merhametli idi. Hacı babamız kendi şeyhinden bir anısını anlatırdı. Bir ramazan ayı hacı babam oruçlu iken dergaha gider. Kışlık odun almışlar . Odun kırılacak ama kimse yok . Tam o sırada hacı babam gelir . Şeyhi derki yavrum odunları kır O da baltayı alır kırar . Biraz kırınca birde bakar ki şeyhim orucu yiyor. İçinden derki baltayı bırak kaç bu ne biçim şeyh. Ne biçim evliya der. Fakat hemen kendini toplar tekrar der ki , ey derviş sana düşen görevini yap odun kır . O koskoca hem zahiri hem Batıni alim. Sen onun işine karışma diye düşünürken, şeyhi camdan güle güle bakar. İşte mürid-mürşid imtihanı. Bundan sonra hacı babamızı çok sever . Onun yetişmesine özen gösterirdi.
Gönüller sultanı Hacı babamız 2005 Ağustos ayının 25 de Düzce de vefat eder. Şu an kabri şerifleri Düzce şehir mezarlığındadır. Kendileri 99 yaşına kadar Allah yolunda çalışır .son nefesine kadarda zikir , fikir içinde idi. Kendisinden sonra zahiren kimseyi yerine bırakmadı. Bütün cemaat içinden 10 veya 15 yıl çalışır etrafı kimin geniş olursa yerine o bakacaktır, buyurdular. Bu arada hacı babamız hayatta iken bazılarını bizlerden uzaklaştırdı. Onlar bugün şeyh olup çıkarsalar,onlara asla itibar etmeyiniz. Evet bu demektir ki manen bir kardeşimiz var ama zahiren olması en az o kadar yıl geçmesi gerekir.
Bu vatan ve milletin birlik ve beraberliği için çalışan; Allah yolunda canı ile malı ile çalışan sevgi dolu ,gönüllere feyiz akıtan, şefkat ve merhameti geniş olan ,nefis mücadelesinde eşine rastlanmayan insan ; Ahlakını kuran ve sünnetten alıp bizlere aktardın . Bizlere sevgi ve saygıyı öğrettin . Hizmeti öğrettin. Mevla’mız hoşnut ve razı olsun. Amin bi hürmeti Ta-ha ve Ya-sin.
Haci babamızın olağan üstü halleri
Canımız sultanımız bir sohbetlerinde buyurdular ki,yarın haci babanız vefat etti.
Birilerine anlatırken ; madem siz bunca çalıştınız şeyhinizin hiç kerametini gördünüzmü;
Ne söylerdiniz buyurdular. Abi ve kardeşlerimizden şunları dinledik .Hacı babamızda noksanları tamamladı.
1--- Hacı babamızın hiçbir geliri olmadığı halde doğu ve batı dan gelen bütün dervişler yiyer, içer, yatar ve kalkar feyiz ve bereket içinde memleketlerine dönerdi.
2--- yavrularının her biri Düzce’ ye gelir gider. Bunca yolculuk yapardı da hiç birinin burnu kanamadan yolculuğu tamamlanırdı. Onlar evine girene kadar Hacı babamız rahat edemezdi.
3--- 1980 li yıllardan sonra devletin çeşitli sıkıntı ve kriz olduğu dönemlerde ne çalışmalarımızda ve nede ibadet ve taatimizde şükür Mevla ya hiçbir noksanlığımız olmamıştır. Çünkü bizler bu vatan ve milletin birlik ve beraberliği için çalışıp dua edenlerdeniz.
4--- Hacı babamızla tanışan dersini alıp gönül yolunda sıdkı sadakatla çalışan fakir bir kardeşimiz maddi her imkana sahip oldu. İşi olmayanın eşi oldu. Eşi olmayan kardeşlerimizi ,Hacı babamız bizatihi kendi eliyle evlendirdi. Evi olmayan kardeşlerimizin evi oldu. Dünyevi sıkıntıları kalmadı.
5--- Bizim çalışmalarımız genelde Ahiret içindir. Ama yinede ufak tefek kerametler olacaktır.1999 depreminde de hem dergah’ımızın etrafında bazı evlerin yıkıldığı ,dergah ‘ımızda bir çatlak bile olmadığı görülmüştür. Ayrıca diğer illerdeki kardeşlerimizin evlerinde de hiçbir çatlak olmamıştır.bu da Yüce Mevlamızın bize olan lütuflarıdır. Şükürler olsun.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (Malatya-Darende)

(1914–1990)

İslam Âlim ve Mütefekkiri Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi Darende’de yaşamıştır. Şeyh Hamidi-i Veli’nin (Somuncu Baba) 12. kuşaktan, Hz. Muhammed’in de 36. kuşaktan soyundan gelmiştir. Babası Es-Seyyid Şeyhzâde Hatip Hasan Efendi, annesi Seyyid İbrahim Taceddin-i Veli soyundan Fatıma Hanımdır. Her iki yönden de Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in soyundandır. 1945–1987 yılları arasında 42 yıl boyunca Somuncu Baba Camisi'nde İmam-Hatip olarak görev yapmıştır.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi aynı zamanda mutasavvıf ve Divan şairidir. Divan şiirinin 20.yüzyıldaki örnek temsilcisi olan Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi’nin; Gazel, İlahi, Kaside, Rubaiyyat ve Müstezat türünden meydana gelen, Divân-ı Hulûsi-î Darendevî adlı eseri ile, yakınlarından başlamak üzere dost ve yarenlerine yazdığı, nazım ve nesir şeklinde mektuplarının toplandığı Mektûbat-ı Hulûsi-î Darendevî ve Hutbeler adlı eserleri bulunmaktadır.
Bu eserler kendisinin kuruculuğunu yaptığı Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı tarafından bastırılarak, neşredilmiştir. Her zaman halkın yanında, Hak'la beraber olma yüceliğini şahsında ve eserlerinde görmek mümkündür.
Hayatı boyunca kendini insanların hizmetine vakfetmiş, gerçek anlamda tasavvufun insanlığa hizmet olduğunu örnek ahlakıyla sergilemiştir. "Allah güzeldir, güzel olanı sever" prensibi ile güzel olan her şeyi öğrenmiş ve insanların hizmetine sunmuştur. Yapılan hizmetleri Allah için yapan ve topluma örnek olan yüce şahsiyetlerden biridir. Bütün hayatını yaratıcının istediği gibi bir kul olmaya vakfetmiştir. Tarihe, topluma ve ülkesine karşı duyduğu sorumluluk ve hassasiyetinin bir ifadesi olarak “Yurdumun her taşını Ka’be sayarım” diyen Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi bu özellikleriyle dini liderlik boyutlarını aşmakta, tarih önünde, maşeri vicdanlarda ve toplumsal hafızada yerini almaktadır.
Osman Hulûsi Efendi manevi kalkınmanın yanında maddi kalkınmayı ihmal etmemiş, bunu manevi gelişmenin bir aracı olarak görmüştür. 1960’1ı yıllarda Şeyh Hamid-i Veli Camisi Onarım ve İhya Derneği’ni kurarak hizmetlerin daha iyi şekilde yapılması için çalışmalarda bulunmuş, zamanın imkânsızlıklarına rağmen her türlü fedakârlıktan kaçınmayarak at sırtında çevre kasaba ve köylerden cami onarımına yardım toplamak gayesiyle dolaşmıştır. Yine aynı yıllarda cami derneği yararına sosyo-kültürel bir faaliyet olarak Somuncu Baba adlı kitabın yayınlanmasını sağlayarak Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri ve Darende hakkında ilmi bilgilerin neşredilmesini sağlamışlardır.
Darende ve çevresinin gelişmesi, imarı ve gençlerimizin en güzel bir şekilde yetişmeleri için çalışan Osman Hulûsi Efendi, okul, cami ve benzeri müesseselerin yanında Darende’ye bir fabrika kazandırma gayesiyle 1970’li yıllarda yoğun çalışmalar başlatmış, çimento fabrikası olarak düşünülen bu eserle atıl haldeki maden cevherinin işletilmesiyle memleketin milli gelirine katkıda bulunmayı arzu etmiştir. Bu müessese daha sonra iplik fabrikası olarak 1988 yılında hizmete açılmıştır. Darende Merkez Sağlık Ocağı’na şahsi gayretleriyle bir jeneratör temin etmiş, ayrıca Ambulans alımında katkıları olmuştur. Hassaten Darende’ye 200 yataklı Tam Teşekküllü bir Hastane yaptırmak gayesiyle kendi Divanı’ndan elde edilecek geliri bu amaca tahsis ettirmişlerdir. Kurmuş olduğu Vakfı tarafından arsa temini çalışmaları neticelendirilerek hastanenin proje hazırlıkları tamamlanarak yapımına başlanıp, kaba inşaatı tamamlanmıştır.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin bizzat yaptırdığı müesseseler den bazıları şunlardır;
Abdurrahman Erzincanî Camii ve Külliyesi, Darende İmam Hatip Lisesi, Taceddin-i Veli külliyesi, Kudret Hamamına giden yolun açılarak Havuzun inşa edilmesi, Şeyh Hamid-i Veli Camisi’nin İhya edilerek Tarihi bir çeşme yaptırmıştır. Bunun yanı sıra İplik Fabrikasının yapılmasına, Devlet Hastanesine ambulans ve jeneratör alımına, Endüstri Meslek Lisesi yerinin alınması, Çarşı Camisi (Zaimoğlu) yapımına, Sadrazam Mehmet Paşa Kütüphanesi yerinin alımına, Kudret Hamamı köprüsünün yapılmasına, Zaviye mahallesi su ve elektrik hatlarının çekilmesine öncülük etmiştir.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin eğitime yaptığı katkı ve hizmetler dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Kenan Evren tarafından takdirle karşılanmış ve bir plaket verilmiştir.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin düşündüğü ama hayatında gerçekleştiremediği bir çok projesi daha bulunmaktadır. Bu projeler Evlatları ve Adını taşıyan Vakıf (Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı) bu projeleri gerçekleştirme yönünde faaliyetlerini sürdürmektedir.
Osman Hulûsi Efendi, 19.02.1938 tarihinde Darende’nin ileri gelen ailelerinden Yenicelioğlu Mehmet Ali Efendi’nin kızı Naciye Hanımla evlenmiştir. Naciye Hanım, daimi olarak Osman Hulûsi Efendi’nin manevi hizmetlerinin yanında olmuş onu desteklemiştir. 52 yıl süren evliliklerinden beşi kız beşi erkek olmak üzere on evlâdı olmuştur. Oğlu Hamid Hamidettin Ateş Efendi, Babası Osman Hulûsi Efendi’nin kurduğu Vakfın Başkanlığını ve manevi hizmetlerini devam ettirmektedir.
Es-Seyyid Hulûsi Efendi Vakfı
Genel Merkezi Malatya’nın Darende ilçesinde olan Vakıf, kurulduğu 1986 yılının ilk günlerinden beri hizmet ve faaliyetlerine buradan yön vermektedir. Osman Hulûsi Efendi’nin arzu ettiği ve planladığı hizmetleri gerçekleştirmek, ebedileştirmek amacıyla kurulan Vakıf memleketin kalkınmasını ve toplumun aydınlanmasını kendine amaç edinmiştir.
Başkanlığını H. Hamidettin ATEŞ efendi’nin yürüttüğü vakfın K.Maraş, Kayseri, Elbistan, Karabük, Mersin, İstanbul, Ankara, Konya, Bursa, G. Antep, Osmaniye, İzmir, Sivas, Malatya, Tokat ve Amasya İllerinde olmak üzere toplam 16 Temsilciliği mevcuttur. Hizmet alanı ise Darende ağırlıklı, ama tüm Türkiye’yi kapsayan bir çizgidedir.
Vakfın Gayesi
Bilgili ve aydın gençlerin yetişmesine katkıda bulunmak,
Gücü yetmeyen öğrencilere burs sağlayarak eğitim eşitsizliğini ortadan kaldırmak.
İlmi araştırmalar yapmak ve yaptırmak.
Tarihi eserlerin onarımını gerçekleştirmek ve korunmasını sağlayarak gelecek kuşaklara aktarmak.
Sosyal yardımlarıyla ve sağlık hizmetleriyle topluma faydalı olmak.
Kültürel ve sosyal faaliyetlerle toplumun kaynaşmasına ve gelişmesine vesile olmak.
Vakfın Kuruluşu
Es- Seyyid Osman Hulusi Efendi Vakfı, Darende noterliğince düzenlenen 18 Şubat 1986 günü ve 449 yevmiye nolu senetle kurulmuş, Darende Asliye Hukuk Hakimliğinin 13 Mart 1986 günü esas No: 1986/33, Karar No: 1986/109 sayılı karar ile Vakıf Senedinin Tesciline karar verilmiştir.
Vakıf Kuruluşu, Vakıflar Genel Müdürlüğünce, Resmi Gazetenin 31.12.1986 sayılı nüshasının 63. sayfasında ilan edilmiştir.
903 sayılı kanunla değişik 73 ve müteakip maddeleri hükümlerine uygun olarak tüzel kişiliğe sahip bir vakıf kurulmuştur.
Vakf, ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ ATEŞ tarafından kurulmuştur.
Vakfın adı ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ VAKFI’dır.
Vakfın Merkezi
Malatya ili, Darende İlçesi, Zaviye Mahallesi, Hacı Hulusi Efendi Caddesi No:71 adresindedir.
Vakfın Amacı
Madde 4 –
Türkiye’nin ilmi, kültürel, sosyal ve ekonomik gelişmesine yardımcı olmak, bilgili ve aydın gençlerin yetişmesine maddeten ve manen katkıda bulunmak,
Eğitim, öğretim, sağlık, sosyal, kültür ve dini alanlarda yasaların öngördüğü ölçülerde tesisler kurmak, kurulmuş olanları desteklemek,
Tarihi ve Kültürel değerlere haiz eski eserler ile doğal çevreyi korumak, yaşatmak, ihya ve imar etmek, bu suretle iç ve dış turizm ile gelecek nesillerin hizmetine sunmak.
İnsanlar arasında, sosyal ve ekonomik yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamak, bu amaçlara yönelik faaliyetlerde bulunmak,
Milli, manevi, tarihi ve kültürel değerleri araştırmak, geliştirmek, korumak, yaşatmak, değerlendirmek, yaymak, tanıtmak ve bu suretle milli ve manevi değerlerimizin bütünlüğünün güçlenmesine katkıda bulunmak,
Vakfın Sosyal Yardım Faaliyetleri
Aşure DağıtımıSomuncu Baba’nın hayatında kendi elleriyle yapıp dağıttığı somun ekmeklerinin günümüzde yaşatılması ve o kültürün bugün de devam edebilmesi için "Somuncu Baba" adına izafeten her yıl olduğu gibi bu yılda başta Darende olmak üzere Malatya, İstanbul, Sivas, Konya, Ankara, Karabük, Safranbolu, Bursa, Mersin, Bolu/Gerede, K.Maraş ve Elbistan’da Ramazan ayında "Somuncu Baba Sebil Ekmeği" ve “Ramazan İmsakiyesi” dağıtılmıştır. Her yıl Ramazan ayı içerisinde, Vakfımıza ayni bağış olarak gelen gıda maddeleri, ihtiyaç sahiplerine, oluşturulan Yardım Komisyonu tarafından ayni yardım olarak dağıtımı yapılmaktadır. Yine, Vakfımıza ayni bağış olarak gelen giyim malzemeleri, maddi imkanı olmayan insanlar, oluşturulan Yardım Komisyonu tarafından tespit edilerek dağıtımı yapılmaktadır.
Muharrem ayı münasebeti ile, Vakfımız tarafından aşure yaptırılarak, Darende halkına Somuncu Baba Camii ve Çarşı Camii’nde ücretsiz aşure dağıtımı yapılmaktadır. Toplumda sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik etmek, sosyal yardım ve hizmeti gerçekleştirmek amacıyla, fakir ve maddi gücü düşük, muhtaç ailelere yakacak yardımları yapılmaktadır. Vakfımız tarafından her yıl Kurban Bayramında, ihtiyaç sahibi insanlar tespit edilerek, et yardımı yapılmaktadır.
Vakfın Genel Faaliyetleri
Darende, Konya, Akşehir/Konya, Ilgın/Konya, Karabük, Bursa, İzmir, Kayseri, Amasya, Sivas, Gölcük/İzmit, Tokat ve Mersin İl ve İlçelerinde Vakfımız hizmetlerini tanıtmak ve faaliyetlerimize maddi yardım amaçlı kermesler düzenlenmektedir. El emeği göz nuru el işçilikleri ile yapılan malzemeler fakirin ekmeğine katık, öğrencilerin eğitimine katkı sağlamaktadır.
Vakfımızı destekleyen insanlar tarafından şartlı veya şartsız bağışı yapılan gayrimenkuller Vakfımız amaç ve gayeleri doğrultusunda değerlendirilmektedir.
Vakfımızda çalışan ve Darende de görev yapan kamu personellerine, konut imkânı sağlanarak Vakfımıza gelir sağlanmaktadır.
Turizm
Vakfımız tarafından yaptırılan ve özel bir İşletmeci tarafından işletilen, Tiryandafil Otel, Darende’de turizm akışının artmasına çok büyük katkıları olmuştur. Her geçen yıl yerli ve yabancı ziyaretçi sayısının artması ile Otel, gelen ziyaretçilerine en güzel ortamlar ve hizmetler sunmaktadır. Özellikle yaz aylarında Darende’li yaylacıların konaklayabileceği rahat bir ev ortamındadır.
Vakfın Faaliyetleri
Eğitim
Birgül İlköğretim OkuluVakıf Senedinin, 3-a maddesindeki Vakfın Gayesi başlığı altında belirtilen hususları gerçekleştirmek maksadıyla;
Vakıf senedimizin, Vakfın Faaliyetleri maddelerindeki 21. fıkrasında yer alan ifade doğrultusunda önceki yıllarda olduğu gibi Milli Eğitim Bakanlığına bağlı birçok ilk ve orta dereceli okulların yerel bütçe imkânlarıyla karşılanamayan bazı ihtiyaçları her yıl Vakfımız tarafından karşılanmaktadır.
Darende ve çevre köylerindeki ihtiyaç sahibi insanların çocuklarını okutabilmelerine az da olsa yardım sağlayabilmek için her yıl kırtasiye malzemeleri dağıtılmaktadır.
Darende’de 2 adet, Kahramanmaraş’ta 1 adet ve İstanbul’da 1 adet olmak üzere toplam 4 adet Yüksek öğrenimde ve orta öğrenimde okuyan öğrencilerin hizmetlerine sunulmuş öğrenci yurtları, özel İşletmecilere kiraya verilerek öğrencilerin barınma ihtiyaçları karşılanmaktadır.
Darende’de Vakfımız tarafından eğitim amaçlı yaptırılan eğitim binaları özel İşletmecilere kiraya verilerek Darende eğitimine büyük katkı sağlamaktadır.
Ayşe Sıdıka Hanım Kız Öğrenci YurduVakıf senedinin madde 3-b Vakfın faaliyetleri başlığı altındaki birinci fıkrada yer alan “Bütün Tahsil kademelerindeki talebelerin yetişmeleri hususunda ayni ve nakdi yardımlarda bulunur. Karşılıklı ve karşılıksız burslar verir, pansiyon açar, yurt açar, yabancı dil, üniversiteye hazırlık, ev kadınları ve çalışanlarına yönelik mesleki eğitim kursları düzenler ve yönetir” maddesine istinaden Darende ve çevresinde yaşayan Ailelerin eğitim giderlerine katkıda bulunmak üzere; muhtelif okullarda okuyan öğrencilere ayni ve nakdi yardımlar yapılmaktadır.
Vakfımız Darende merkezi, çevre ilçe kasaba ve köylerindeki ihtiyaç sahibi ve başarılı öğrencileri tespit ederek orta öğrenim bursu ile destekleyerek, eğitim ve öğretimlerine yardımcı olunmaktadır. Bu tür öğrencilerin eğitim giderlerinin yanı sıra yurt giderlerine de katkı sağlanmaktadır. Yüksek öğrenimde okuyan ihtiyaç sahibi insanlar tespit edilerek her yıl düzenli olarak burs verilmektedir.
Arsa mülkiyeti Darende Belediyesine, bina mülkiyeti Vakfımıza ait olan binalarımız şu an İşletmeciye Özel Eğitim Binası olarak kullanma şartı ile kiraya verilmiş ve bu binalarda Özel Lise ve bağlı yurtları açılarak Darende ve çevre ilçelerdeki öğrencilere hizmet vermektedir.
Vakfa Ait Eğitim Binaları
Özel Birgül Lisesi-Dershanesi ve Pansiyonu – DARENDE
Özel Ayşe Hanım Kız Öğrenci Yurdu – DARENDE
Darende İmam Hatip ve Anadolu İmam Hatip Lisesi -DARENDE
Özel Birgül İlköğretim Okulu – DARENDE
İlahiyat Fakültesi Eski Binası - DARENDE
Özel Örnek Yük. Öğr. Erkek Öğr. Yurdu - İSTANBUL
Özel Hulusi Efendi Öğrenim Erkek Öğr. Yurdu – K.MARAŞ
Kültür
Kültür, Edebiyat ve Araştırma Dergisi olan "Somuncu Baba Dergisi" adına Ankara, Kayseri, K.Maraş ve Malatya İllerinde tanıtım geceleri düzenlenerek, hem Somuncu Baba Dergisi, hem de Vakfımız hakkında halkımıza tanıtım yapılmış ve dergimizin Haziran ayından itibaren aylık olarak devam edeceği iletilmiştir. Haziran ayı itibariyle aylık olarak okuyucuları ile buluşan dergimiz için İstanbul The Green Park Hotel’de işadamlarının, basın mensuplarının ve önemli şahsiyetlerinde katıldığı bir tanıtım gecesi düzenlenmiştir. Yayınlanan bu dergilerin okuyucu ve abonelerinin ellerine ulaşması ve tüm Türkiye’ye dağıtımının sistemli bir şekilde yapılmasının sağlanması ayrıca önem arz etmektedir.
Her yıl Vakfımızı tanıtmak maksadıyla 9.000 adet Vakıf takvimi yaptırılarak dağıtımı yapılmaktadır.
Vakfımız tarafından her yıl düzenli olarak çeşitli anma günleri, paneller ve kültürel faaliyetleri düzenlenmektedir. Bu faaliyetler çerçevesinde düzenlenen şiir yarışmalarına Türkiye genelindeki tüm insanlar katılarak bir şiir faslı yaşanmaktadır. Yapılan Kültür faaliyetinden sonraki günlerde şiir yarışması için gelen şiirler ve panelde konuşma yapan akademisyenlerin konularının yer aldığı bir kültür kitabı şeklinde yayın hazırlanarak topluma kazandırılmaktadır.
Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi bünyesinde, Darende kültürünü, gelenek ve göreneklerini ve Vakfımızın hizmetlerini görsel olarak aktarmak amacıyla 25 Haziran 2005 Cumartesi günü Tarım ve Köyişleri Bakanı M. Mehdi EKER tarafından “Darende Somuncu Baba Tanıtım Merkezi” açılmıştır. Yeni tasarım ve eserlerle gelen misafirleri hayretler içerisinde bırakan, tarihi gözlerinin önünde film gibi akışını hissettiren, Vakıf hizmetleri ile insanlığa ve tarihe hizmetin önem ve hassasiyetini anlatan havasıyla, temiz ve nezih bir ortamla insanlığa hizmet vermektedir.
2000 yılında açılışı yapılan Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi Kütüphanesi açıldığı tarihten itibaren, Akademisyen, Yüksek öğrenim, orta ve ilköğretim seviyesindeki okuyuculara hizmet vermeye devam etmektedir. Ayrıca çeşitli konu ve sahalarda değişik kitap ve neşriyatlar zaman içerisinde yayına hazırlayıp, yayınlanarak dağıtımı Vakfımız tarafından yapılmaktadır.
Sağlık
Devletimizin kamu görevleri arasında yer alan sağlık konusunda yardımcı olmak ve Vakıf Senedinde ki Vakıf faaliyetlerinde belirtilen "Hastane, Sağlık Ocağı gibi tedavi kurumları yapar, işletir." gayesine uygun olarak; Vakfımız kurucusu Osman Hulûsi ATEŞ Efendi’nin ismine izafeten, 15.000 m2 kapalı alana sahip ve 5 kattan oluşan“200 Yataklı Tam Teşekküllü Darende Hulûsi Efendi Hastanesinin” Temeli 24 Haziran 2000 tarihinde atılarak kaba inşaatı içerisindeki betonarme ve duvar işleri tamamlanmış olan binanın; Malatya Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile gerekli görüşmeler ve yazışmalar yapılmış, Vakfımız tarafından projeleri tamamlanmış olup Sağlık Bakanlığına 49 yıllığına kiraya verilmesi hususunda devir teslim işlemleri tamamlanmıştır. Bu yıl içerisinde inşaatının da tamamlanması planlanan Hastane, Darende ve çevre ilçe, kasaba ve köylerine de 2006 yılında hizmet vermesi planlanmaktadır.
Vakfımıza yazılı olarak talepte bulunan ve sağlık giderlerini karşılayacak maddi imkânı olmayan Darende merkezinde kasaba ve köylerinde, değişik ile ve ilçelerde yaşayan vatandaşlarımızın sağlık giderlerine maddi katkı sağlanmaktadır.
Vakıf Senedimizin 3-b maddesinin 8. fıkrasına istinaden Darende ve çevre köylerinde maddi imkânı olmayan aileleri tespit ederek, çocuklarını sünnet ettirilmekte, bu konudaki tüm ihtiyaçları Vakfımız tarafından karşılanmaktadır.
Vakfın Tanıtım Faaliyetleri
Milli örf ve adetlerin yaşatılmasını sağlamak ve bu sayede Vakfımızın faaliyetlerinin tanıtımına vesile olmak gayesiyle Ramazan ayı içerisinde iftar yemekleri organize edilmektedir.
Vakfımızı, Vakfımız kurucusunu ve İlçemizi tanıtıcı, yazılı ve görsel alanlarda birçok kitap, dergi, kaset, CD ve VCD hazırlattırılarak ücretsiz dağıtımları yapılmaktadır.
Vakfımızın, gerçekleştirmiş olduğu sosyal çalışmaları, yardımları, sesli ve yazılı yayınları, Kültürel Faaliyetlerimizi, Basın Yayın yolu ile çeşitli radyo ve televizyonlarda yayınlatarak toplumda Vakıf Kültürünün yeri ve önemi belirtilmiş ve Vakfımızın faaliyetleri tanıtılmış olmaktadır.
Vakfımızın hizmetlerinin her geçen gün artmasıyla, bu hizmetlerin toplumuza aktarılması, Vakıf anlayışının insanlara benimsetilmesi amacıyla, Darende ve Vakıf Tanıtım Filmi çalışmaları başlatılmış ve kaliteli teknik ekipler vasıtasıyla çalışmalar tamamlanmıştır. Yapılan bu çalışma Ülke genelindeki Temsilciliklerimiz ve Vakıf hizmetlerine saygı duyan insanlar tarafından ilgili Kurum ve Kuruluşlara, TV’lere dağıtımını yaparak, yayınlanması sağlanacaktır.

eş-Şeyh İbrahim İpek el-Mücahid Çorumî

 


20 Eylül 1934 yerli köyde doğdu babasının ismi Mehmet efendi olup, annesi Fatma hanımdır. Anne tarafından seyittirler. Çocukluğunu doğduğu yer olan yerli köyde geçirmiş, 14 yaşında Hüsnü Gülzari hazretlerine intisap etmiş 17 yaşında evlenmiş, İskilipli alimlerden Mekkeli Ömer hoca efendiden Arapça, tefsir ve fıkıh dersleri almış ve bu arada hıfzını tamamlamıştır ve Hüsnü Gülzari hazretlerinden hilafet aldıktan sonra vefatına kadar irşad vazifesini ifa etmiştir. İbrahim İpek efendi uzun boylu iri yapılı ve heybetli idi. Yolda yürürken herkesten yüksek görünür, parmağına yüzük takar, temizliğine çok dikkat ederdi. Geniş pantalon gömlek ve üzerine yelek giyerdi. Camiye ve sohbete giderken pardüsü giyinirdi. Sohbetlerde ve evinde genelde sarık sarınır ihvana bu şekilde görünürdü. Dişlerini fırçalar ve misvak kullanırdı. Sakallarını sabunla yıkar, mis kokular sürünürdü. Kendisi dünya ve Ahiret dengesini kurmuş nadir zatlardandı. Ahlakı peygamberi ile muttasıf bu asırda peygamberin kamil halifesi varisi olan örnek bir insandı. Meclisine hakim kalpten geçenlere vakıf ihvanına hadim bir zat idi. Münkirlere ve müfsitlere celal ile gösterdiği kerametler dillerin bağlanması ilimlerinin ketmolunması gibi şeyler kerameti adiyeden sayılmakta idi. Ziyarete gelenlerin önceden bilinmesi yemek aş hazırlıklarının evvelden yaptırılması ve müşküllerinin halledilmesi bu cümleden sayılır. Çocuk yaşta hıfz ettiği Kur’an-ı kerim ve onun manasına aşinalığı Kur’an ahlakı ve Ahlakı nebeviye ile tahalluku, bütün bu keramet ve kemalatta hal ve tavır ve durumunda yokluğa düşmesi varlıktan sıyrılması her hal ve tavrı ile Rab (c.c.) izhar etmeyi onun zikredilmesini sağlayan hadimi rabbil alemin olması yakınlarınca bilinen hakikatlerindendir. Allah (c.c.) ya gidecek yolda taliplerin yolunu açması, görünen rüyaların önceden bilinmesi sülukun inceliklerine vukufiyeti değişik meşreplerin seyri sülukuna aşinalığı onun kemalinin görünen cüzi parçalarındandı. Ailesine ve yakın çevresine olan müşfikliği ihvanına ve tariki hakka olan hizmetleri ahde vefası kayda değer özelliklerindendir. Erkek evladının sonradan doğması ve ihvanının maddi fakir olması ailesini maişet geçim dertleri meşakkati dünya irşat hizmetlerinin kısmi aksamasına yol açsa da bütün bu olumsuz durum ve şartlarda bu hizmeti can siperane götürmesi onun ayrı bir kemal yönüdür. Bütün bu telaşede kırk küsür hac ve umre yapmaya fırsat bulması onun ne kadar gayretli meczup ve mergup bir zat olduğunun işaretlerinden olsa gerektir. Hayatını müstakilen konu aldığımız ve divanlarınında bulunduğu İpek Yolu adlı eseri okuduğunuzda Şemsi Tuba Tabani Veli İbrahim Rüştü İpek efendiyi daha iyi tanımanız mümkün olabilecektir. Biz burada muhtasar kısa bilgiler ve seçme divanlara yer vermekle yetineceğiz. Bir hoca efendiyi dualatmak isteyen arkadaşı tariki Uşşakinin diğer meşayihlarini ona kabul ettirememiş. En son olarak İbrahim İpek efendiyi görmeye karar kılmışlar. O alim ise benim 10 adet sorum var, o soruları cevaplarsa ben ikna olurum demiş. İkna olsa da tarikata girmeyi düşünmüyormuş. Çorumdan iskilibe gelen dervişler dergaha götürmek üzere çay şeker ekmek almışlar Hoca efendi “Ne o efendiye rüşvet mi götürüyorsunuz” diye takılmış Onlarda biz senden bir şey istemiyoruz sen karışma deyip Yerliköye gelmişler. Efendinin bulunduğu mecliste 30-40 kişi kadar olmuşlar Efendi o alimin arkadaşlarına bile söylemediği soruları sırayla cevaplamış her cevabın sonunda “öyle değimli hoca efendi” deyip onunda tastikini alıyormuş. Bilahare rüşvet nedir diye sormuş “Rüşvet bir kişinin hakkı olmayan bir şeyi üçüncü bir şahıstan başkalarının hakkını gasp ederek menfaat karşılığı almaya çalışmasıdır. Hoca efendi bak bunlar getirdi siz yiyorsunuz sizin getirdiklerinizi başkaları yiyecek burası dergahtır. Bunun adı da hediyedir. Peygamberimiz hediyeyi kabul etmiş rüşveti yasaklamıştır” demiş. Bu olayın üzerine o hoca efendi dualanmış derviş olmuştur. - İhvandan birisi ( Hacı Müdürün Amcası) İbrahim İpek efendinin halifesi Hüseyin efendinin yanına gelmiş bir maneviyat anlatmak istediğini bildirmiş. İzin aldıktan sonra “Efendim kızıl ırmaktaki evimizde gündüz sedirde otururken gönlüm geçmiş. Yakaza halindeyken bir dervişin bizim nahiyeye geldiğini ve alacaklısı olan kişinin kapısını çaldığını kapı açılmadığı için geri döndüğünü gördüm. Dönüşte cadde üzerine Azrail a.s. önüne çıktı elindeki aletle o dervişe vurdu derviş yere yıkıldı. Karşısına şeytan aleyhilane geçti. Elindeki cam kavanozdaki suyu kendisine teklif edip imanını ondan istedi aralarında çekişme başladı. Derviş sağa dönüyor o sağına sola dönüyor soluna geçip aynı talepte bulunuyordu. Bu arada beyaz bir bulut peydah oldu ve içinden İbrahim İpek efendi çıktı ve Azrail a.s.’a “niçin acele ediyorsun bunun bizim dervişimiz olduğunu bilmiyor musun ?” diye sordu. O da “Bilmez olurmuyum onun için son darbeyi vurmadım sizin gelmenizi bekledim” buyurdu. İbrahim İpek efendi geldi, şeytan aleyhilaneye bir tepik vurdu. Elindeki cam kavanoz parçalandı. Kızılırmağa doğru döküldü ve şeytan aleyhilane kaçıp kayboldu. İbrahim İpek efendi dervişin başına geldi hangi esmayı çektiğini sordu. O da hu esması dedi. İbrahim İpek efendi de “hu de bakayım” dedi. Derviş hu demeye başladı hu hu hu derken bütün cihan onunla hu demeye başladı ve derviş bu şekilde ruh teslim etti. İbrahim İpek efendi de geldiği gibi buluta binip kayboldu. Kendime geldiğimde yakaza olduğunu anladım ve çok etkilendiğimden yerimden kalkamadım. Biraz sonra kapı açıldı ve yeğenim içeri girdi. Heyecanla, amca köye bir derviş gelmiş. Alacaklısının kapısını çalmış, evde bulamayınca cadde üzerinde vefat etmiş deyince. Az önce teferruatlı gösterilen olayı anlattığını anladım. Hemen taze bir abdest alarak caddeye indim. Herkes az evvel ölen dervişin başında toplanmıştı. Bende az evvel gördüğün olayı teyit için kırılan cam parçalarını aramaktaydım diye olayı nakletmiştir. - Şeyhliğin kendisine yeni verildiği dönemde, kendisine münkir bir köylü “Ben senin şeyh olduğunu düvenin üzerine ayağını bas, eğer traktör seni yerinden oynatmazsa o zaman anlarım” demiş. Böyle bir iddia üzerine İbrahim İpek efendi ayağını düvenin demirine basmış, traktörün tekerlekleri döndüğü halde düveni bir milim oynatamayan o kişi acizlenip efendiyi tasdik zorunda kalmış. İbrahim İpek efendi bu olayı naklettikten sonra “bu hal acemi şeyhliğimizde oldu. Şimdi olsaydı güler geçerdim” derdi. Hüsnü Gülzari hazretleri bir gün İbrahim İpek efendiye “oğul maneviyatımda bir keresinde hakikat pazarına uğradım. Şu keramet şu baha, bu keramet şu baha diye satıyorlar. Baktım hepsinin ilerisinde ve yükseğinde Allah C.C.’nun baha yetmez rızası var. Sen rızaya talip ol emi” diye irşat ve ikaz etmiş. Bu irşat ve ikaz tüm ihvana ve bize ebedi bir vaizdir. Gaye keşif keramet ve basiret değil Allah C.C.’nun rızasıdır. Mevlam kavuştursun. Amin. Kendisini sizlere tanıtmaya arzu etmiş olduğumuz İbrahim İpek efendi nefsini bilmiş rabbine yakınlık kespetmiş. Allah C.C.’nun ve onun Habibi tarafından insanların Allahu Tealaya marifet kespetmesi için vazifelendirilmiş şahsiyetlerden biridir. İbrahim İpek efendi de bir ömür boyu nefis ile cihat yapmış nefsinin heva arzu ve isteklerine gem vurmuş. Böylece cenabı hakka marifet kespetmiş bu nedenle Allah Resulü SAV. tarafından mana aleminde kendisine Mücahit mahlası verilmiş bir Allah dostudur. Allah C.C. kainatı Habibi edibine duyduğu sevgi ve muhabbet ile yaratmış her zaman diliminde bir kişiyi habibiyet mertebesine çıkararak ve o zata duymuş olduğu muhabbete intizamı alemin devamını sağlamıştır. İnsanı kamil olarak vasf edeceğimiz bu insanları bütün insanlığa ve kainata bu manada faideli olduğu muhakkaktır. Allah C.C. “ben yeryüzü halkına gadap etmek isterim. Lakin o an onların içindeki dostlarım hatırıma gelir. Celalim cemale dönüşür de, onlara rahmet ederim” buyurmuştur. İşte şahsiyetini tanıtmak istediğimiz bu zat şemsi tüba tabani veli İbrahim Rüştü İpek el Mücahit Çorumi efendi yaşadığı dönemde bulunduğu makam itibari ile böyle bir zat idi. Allah C.C. şefaatlerine nail eylesin. İbrahim İPEK efendi Hüsnü Gülzari hazretlerinden icazeti aldıktan sonra Fehmi efendinin ‘de kısa zaman sonra vefat etmesiyle Uşşaki tarikatına üstat olmuş, ser halife olarak hizmetine devam etmiştir. Kendisi Hüseyin Murat efendiye, Hasan Mansur efendiye, Esat Celali efendiye ve Fatih Nurullah efendiye icazet yazmıştır. Bir keresinde bize “12 tarikatın adamı hakikatta gözümün önünden geçmezse derviş olmaz demiştir. Böylece hem Uşşaki tarikinin hem de umum tariklerin reisi olduğunu bizlere beyan etmiştir. Bir keresinde gördüğü bir maneviyatta Allah Resulü S.A.V. ‘in kendisini Ridasının üstüne oturttuğunu 12 tarikatın dervişinin kendisine rabıta edebileceğini ve bu olayla bütün şeyhlerin kendisine muhtaç olduğunu beyanla kemalini bizlere bildirmiştir. Muhtasar bilgi için İPEK YOLU adlı esere başvurulmasını istirham ederek onun birkaç seçme divanına yer verip konuyu bağlamak istiyorum.

Yahya El-Abbasi (K.S)

RABBÂNÎ BİR ÂLİMİN ARDINDAN

Takdim: Geçtiğimiz ay, İslam âleminin nadide âlimlerinden birinin daha ebedi âleme göç edişine şahit olduk. O mütebessim çehreli, o mübarek Rabbani âlimi kaybetmiş olmanın şokunu ve hüznünü yaşadık… Aşağıda okuyacağınız satırlar, 20 yıla yakın bir zaman talebeliğini yapan Süleyman Taş Hocaya ait. (Gülistan) Yahya El-Abbasi Hazretlerinin Hayatı Tam ismi; Şeyh Seyda Molla Yahya b. Molla Abdirrahman b. Molla Ahmed b. Molla Muhyiddin b. Molla İbrahim el-Abbasî eş-Şafi’î en- Nakşibendî’dir. 1940 yılında Batman İlinin, Kozluk İlçesine bağlı Ulaşlı Köyünde dünyaya gelmiştir. Nesebi; baba cihetinden Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in amcası Abbas (radıyallahu anh)a dayanmakta olup, dedeleri hep âlimdir. Annesi Reyhane Hanım ise Hazreti Hüseyin (ra)ın soyundan gelen bir seyyide olup, babası Şeyh Mustafa Efendi, onun da babası Şeyh Ali Efendi’dir. Yahya Efendi, ilk tahsilini âlim ve hal ehli bir şahsiyet olan babası Molla Abdurrahman Efendi’nin yanında yapmıştır. Yedi yaşındayken Kuran-ı Kerim’i yedi ayda hatmetmiş, fıkıh, sarf ve nahiv dersleri almıştır. Daha sonra doğu medreselerinin kıymetli âlimlerinden ders alarak ilmini ilerletmiş, nihayet Gavs-ı Bilvanisî (Kasrevi) namıyla meşhur, gözünün nuru, şeyhi ve üstadı Seyyid Abdulhakim Efendi Hazretleri ile karşılaşmıştır. Gerek ilmen, gerekse manen aradığını bulmuş, ilmini onda tamamlamış, 1957’de Gavs Hazretleri’nin emriyle ilmî icazetini almış ve dergâhın medresesinde müderrislik yapmıştır. 1960–62 yıllarında önce Manisa, sonra da Edirne’de askerlik vazifesini yapan Yahya Efendi, Gavs Hazretleri’nin 1972 yılında Rahmet-i Rahman’a kavuşmasıyla şeyhinin oğlu ve aynı zamanda halifesi olan Seyyid Muhammed Raşid Efendi (Seyda Hazretleri)’ne intisab etmiştir. Yurdun çeşitli bölgelerinde imam-hatiplik yapmış, son olarak 1987 yılında Şanlı Urfa Merkez Hüseyniye Camii’nde görevli iken emekli olmuştur. Yahya El- Abbasî Efendi, 1987 yılında manevi diploması olan halifelik icazetini de alarak Seyda Hazretleri’nin emriyle İstanbul’a hicret etmiş ve oraya yerleşmiştir. Seyda Hazretleri’nin 1993 yılında aniden Refik-i A’lâ’ya ulaşmasıyla bir kez daha yüreği yanan Yahya Efendi, adab gereği, artık manevi irşad vazifesine de başlamak zorunda kalmıştır. Gavs Hazretleri vefat ettiğinde, onun oğlu Seyda Hazretleri’nin emriyle Gavs Hazretleri’ni yıkamış, Seyda Hazretleri vefat ettiğinde ise onun oğlu Seyyid Fevzeddin Efendi’nin emriyle Seyda Hazretleri’ni yıkamış; böylece iki şeyhini de elleriyle yıkama hususiyetine mazhar olmuştur. Seyda Hz. hayatını ilim ve irşada adamıştı. Yurdun çeşitli bölgelerinde yüzlerce âlim yetiştirmişti. Yaşantısı ve sohbetleri Kur’an ve Sünnet çizgisinde olup, hayatı boyunca dünyevi ve siyasi konulardan uzak kalmaya özellikle dikkat etmişti. O, bütün Müslümanları kucaklayabiliyordu. Ahlakı Resulullah (sav)in Ahlakıydı Resulullah’a (sav) senelerce hizmet eden Enes (ra): “On sene Resulullah’a (sa) hizmet ettim. Yapmadığım bir şeyden dolayı bana ‘bunu niye yapmadın’, veya işlediğim bir suçtan dolayı ‘bunu niye yaptın’ demedi, buyuruyor. Ben de yaklaşık yirmi sene Seydamızın yanında kaldım. O da bize böyle bir şey demedi. Bir gün bizi azarlamadı, kızmadı. Görüldüğünde Allah Hatırlanırdı Peygamber (sav): “Sizin hayırlınız, görüldüğünde Allah hatırlananlarınızdır.” buyurmuştur. Onun meclisinde boş konuşulmaz, gıybet asla edilmez, hep Allah’ın sohbeti yapılırdı. Allahın, peygamberin veya sadatın sohbetinin olmadığı mecliste durmaz, hemen kalkardı. Vaktini hiç boşa geçirmez, ya ilim, ya zikir, ya sohbet, ya tilavet veya başka türlü ibadetle geçirirdi. Hz. Peygamber (sav): “Ya Enes! Eğer kalbinde bir müslümana karşı kin veya buğuz beslememeye gücün yetiyorsa böyle yap” buyurmuştur. Bütün Müslümanların Hayrını İsterdi Hiç kimsenin başına bir kötülük veya bela gelmesini istemezdi. Zamanında ona düşmanlık edenlere bile kalbinde bir buğz beslemez, herkese hakkını helal ederdi. Düşmanı bile ona danışsa hep hayır bildiğini söyler, nasihat ederdi. İnsanları hemen affederdi. Çok Vefalıydı Seyyidlere, hele hele Hz. Gavs’ın ve Hz. Seyda’nın (ksm) evlatlarına karşı hayret derecede edep ve saygısı vardı. Gavs’ın evlatlarından biri çağırsa her işini bırakır, sebebini sormadan hemen oraya giderdi. Hz. Gavs’ın aşığıydı. Onun sohbetine doyamaz, 40- 50 sene önceki hadiseleri tam teferruatıyla anlatırdı. Son günlerinde de durmadan Gavs’ı anlattı ve Gavs’ıma gideceğim diye sevinçliydi. Hulasa, Seydamızın güzel ahlakı pek çoktu. Bunlar benim en fazla dikkatimi çekenlerdi. İlmin Zirvelerinden Biriydi İlimden nasibi olan herkes onu tanıyordu. Derslerimiz esnasında çok harikulade olaylarla karşılaşırdık. Soru sormadan cevabını verir, saatlerce düşünüp içinden çıkamadığımız meseleleri bir anda çözerdi. İlmin her dalında uzmandı. Bir okuduğunu bir daha unutmazdı. Çok seri ve keskin bir zekâya sahipti. Bir sayfaya şöyle bir baktığında orada neler olduğunu anladığını söylerdi. Civar ulema ve meşayihin takdirini kazanmış, müşkil meselelerde parmakla gösterilen ilmi bir merci olarak bilinmiştir. Seydamızın İslam’dan başka bir fikri yoktu. Onun tek gayesi insanları Allah’ın dinine ve Resulü’nün ahlakına teşvik etmekti. Bir yandan da talebe yetiştirmekten geri durmadı. Ömrünü bu yolda bezletti. Bizler talebeleri olarak buna şahidiz. Allah (cc) mekânını cennet eylesin. Dünyadayken arzulayıp durduğu sevdiklerine kavuştursun. Cemaline müştak olduğu Rabb-i Rahim’ine (cc), tek kılavuzu Resul-ü Ekrem’e (sav) ve sohbetine doyamadığı Gavs’ına, Seyda’sına kavuştursun. Bizleri de onların şefaatine mazhar eylesin. Amin. VASİYETİNDEN “… Ehlime, evlatlarıma, dostlarıma ve beni tanıyanlara vasiyetim odur ki; hastalığıma ve vefatıma sabredin. Allah ve Rasulünün rızasına ters bir kelime kullanmayın. Ardımdan beni aşırı bir şekilde övmeyin. Beni sevenlerden ricam; affım için dua etmeleri, ruhum için bol bol Kuran okumaları ve güçleri miktarınca sadaka vermeleridir. Kuran okumayı bilen Kuran hatmi, tehlil dersi çeken tehlil hatmi, her ikisini bilen her ikisini, herhangi birini bilmeyen ise; 1 Fatiha, 11 İhlas ve Felak-Nas Surelerini okuyup sevabını ruhuma hediye etmeleridir. …”
Rahmetle Anıyoruz Geçen sene 26 Şubat 2007 tarihinde Hakkın Rahmetine uğurladığımız, alim ve fazıl Seyda İbrahim Belli Hazretlerini rahmetle anıyoruz. El-Fatiha. Kaynak: Gülistan Dergisi 87. Sayı Mart 2008 SÜLEYMAN TAŞ

Alasonyalı Hacı CEMAL ÖĞÜT (1887-1966)


Şark âlemi, Batı Medeniyetini hazmetmek mecburiyetindedir. Bizim dinimize, mukaddesatımıza, ahlâkımıza mani olmayan her şey, bizim için mubahtır. Türk milletinin medeniyetlere erişmesi için müsbet ilim yolunda, gece gündüz çalışması gerekir.

Cemal öğüt Hoca, 1887 yılında Mora Yenişehir'e bağlı Alasonya'da doğdu. Müderris (prof.) ve müftü Ömer Hulusi Efendi'den Arapça ve Arap Edebiyatı okumuş, hafızlığını tamamlamıştır. Orta ve liseyi memleketinde okuduktan sonra, 1903'te İstanbul'a gelmiş ve Darülfünun (üniversite) Hukuk Fakültesi'ni bitirmiştir. Ayrıca, Dere Vekili (rektör) Hacı Ali Efendi'den feyizlenmiş, Fatih dersiamlarından (prof.) İzmirli Halil Efendi ve Düzceli meşhur âlim Zahid Kevseri'den icazet (diploma) almıştır. Cemal Hoca, bunlara ilâveten, Medresetü'l-Mütehassısin'den de mezun olmuştur.
O'na göre, «ilmin sonu yoktu» ve insan bütün hayatı boyunca öğrenmeli ve öğretmeliydi. Gerçekten de, şimdi, vasiyeti icabı İstanbul İlahiyat Fakültesi'ne verilmiş bulunan 6000 ciltlik kütüphanesine, bir ömür boyu onun göz nuru dökülmüştür.
KONUŞMALARINDA HALKIN SEVİYESİNE TAM İNERDİ
Müezzin olarak başladığı dini hizmetleri, büyük bir aşkla vefatına kadar sürdürmüş, hâtırası hâlâ canlı bir İstanbul merkez vaizi olarak yaşamıştır. Fakat Hoca, yapısı, karakteri ve hizmet anlayışı gereği olarak tek başına bir müessese gibi faaliyet göstermiştir. O, hitap ettiği cemaatin seviyesine inerek halkla bütünleşmeyi ve gönüllere girmeyi başarmıştır. Bir camiden çıkan cemaate bakıldığında, bunların Cemal Hoca'yı dinledikleri tebessümlerinden belli olurmuş. Cemaati uyutmamak için, yerine göre kendinden canlı hâtıralar anlatır, yerine göre şive taklitleri yapar, şaka ve nükteleri birbirini  kovalarmış...  O'nun  bu özelliklerini, bir başka hocadan, Sayın Ahmed Şahin'den dinleyelim :
«— Fatih Camii'ndeki nükteli vazlariyle cemaatinin kalbini fetheden rahmetli Cemal Efendi, «iyi komşu aileden, kötü komşu gailedendir» derdi. Senelerce istanbul Müslümanlarının irşadiyle' uğraşmış olan bu muhterem vaizimiz, kendine has bir ifade ve üslûp tarzıyle, dinini diyanetini unutmuşları bile, öylesine tatlı hırpalardı ki, sadece övülenler değil, iğnelenenler bile memnun olur, gülüşürlerdi.
Meselâ, gaileden sayılan bir komşusunu, vaazında şöyle hırpaladığını hatırlatma:
«— Bizim hanım var ya, çok saf bir kadındır. Böylesine saf bir kadınla Hacı Cemal nasıl idare etsin? Neden mi saf diyeceksiniz. Bakın anlatayım da siz hak verin. Dikkat edin, hanımların içinde sakın bizimki de olmasın ha, diyerek şöyle devam ederdi:
— Geçen gün abdestimi alıp buraya vaaza gelmek için pardesümü giydiğim sırada, bizim hanım aniden bir çığlık attı.
— Hayrola Hatun, ne var ki, yangın alarmı gibi bağırıyorsun, dedim.
— Ne olacak, görmüyor musun, kedi iftarlık pideleri yiyor, dedi.
— Yahu, insan bir pide için bu kadar telâşlanır mı? İşte gidiyorum, vaazdan sonra istediğin kadar pide alır gelirim iftara, merak etme...
Fakat baktım, Hanım büsbütün hiddetlendi:
— Ayol ben pidelere acımıyorum. Evde pidemiz var. Benim hayret ettiğim şey, bu kedinin böyle mübarek Ramazan'da oruç tutmayışıdır. Baksana, hayvancağız şıpır şıpır durmadan ekmek yiyor...
Bu sefer de ben hiddetlendim:
— İlâhi Hatun, sen ne kadar da safsın! Bilmiyor musun ki:
Hayvanlar oruç tutmaz! Hayvanlar namaz kılmaz! Hayvanlar açık yerlerini örtmez! Hayvanlar komşu hakkı diye bir şey bilmez!
Nasol, iyi demiş miyim?
Cemaatte kahkahaya yaklaşan bir tebessüm ve birbirlerine bakışmalar olur. Cemal Hoca gaileden saydığı komşusuna dersini vermiştir.»
ÇOK YÖNLÜ BİR HAYAT
Çok yönlü bir insan olan Cemal Hoca, gençliğinde güreşmiş, ney üflemiş, hat san'atıyla meşgul olmuş, astronomiye merak salmış ve dinî konularda değerli, istifadeli eşerler yazmıştır. Allah ve Resûlü'nün aşkıyla dolu yüreği, O'nu dört defa mukaddes beldelere  yollamıştır. 'Sağlığında yayınladığı on beş eserinden başka henüz neşredilmemiş olanları da vardır. Devrinin birçok dergisinde de yazıları yayınlanmış olan Cemal Hoca'yi, Necip Fazıl, Büyük Doğu'da şöyle takdim etmişti:
«— Dinî ve şer'î ilimlerde asrımızın en mümtaz örneklerinden, Fatih Camii vaizi, 77 yaşında, 27 yaşındaki delikanlıdan daha genç Hacı Cemal Öğüt...»
Gerçekten de Hoca, çok hareketli bir hayat geçirmiş, bir yandan İstanbul Îmam-Hatip Okulu'nda Siyer ve Ahlâk okutmuş, bir yandan da çok çeşitli yerlerde, radyoda konuşmalar yapmıştır. Bir ara İmralı açık cezaevinde görevlendirilmiş, o dönemde «İmralı bir ıslahhane oldu» denilmiştir.
HOCA'NIN KURDUĞU  MİLLÎ MÜDAFAA TEŞKİLÂTI
Ancak, Hoca'nın engin vatan sevgisi, asıl önemli etkisini İstanbul'un işgali şuasında göstermiştir. Daha işgalin ilk günlerinden itibaren İstanbul'da kurulan M.M. Grubu'nun (Milli Müdafaa) Beşiktaş semtindeki çalışmalarına katılır. Bu teşkilât, Kurtuluş Savaşı'nın gizli örgütlerinden biridir. Hoca Efendi, Beşiktaş ve civarındaki yakın arkadaşlarını toplayarak müstakil bir faaliyet yapar. Merkezi Anadolu'da olan «Müdafaa-i Milliye»de görev alır. Teşkilâtın Beşiktaş şubesinde çalışanlar bile, birbirlerini ancak belli seviyelerde tanıyabilirler. Müthiş bir gizlilik içinde yapılan çalışmalar, gizli tüzüğünün müsveddesi Cemal Öğüt Hoca'nın el yazısıyla kaleme alman Milli Mü¬dafaa Teşkilâtı'nın esaslarına göre yürütülür. 44 maddeden meydana gelen bu tüzük, «Teşkilâtın maksat ve mesleği» ni açıklayarak başlıyor. Bu kısımda, «muzır* unsurların, müslüman ve özellikle de Türk unsuruna karşı cibüliyetleri gereği besledikleri emel ve niyetler açıklanıyor.»
Bu -imhakâr ve gayr-i insani teşkilât ününde, ismet-i kalbiye ve saf düşünce ile hâdiselerin cilveleri beklenir ve onlara mâni olucu sebebler hazırlanmazsa; (Allah korusun), mukaddesatımız, şahsî ve millî namusumun, çoluk çocuklarımız, meskenlerimiz ve elhâsıl bütün mevcudiyetimiz heder olup» gidecektir.
Buna meydan vermemek için bir Müdafaa-i Milliye Teşkilâtı kurulduğu ve Allah'tan başarı niyaz edildiği açıklanır. Mühim anlarda başsız vo intizamsız kalınanın elim neticeleri belirtilerek, teşkilâtın lüzumu tekrarlanır. Çünkü muzır unsurların Patrikhâne'yi bir silâh deposu haline getirdikleri, ayrıca çeşit çeşit zararlı teşkilâtlar kurdukları ifade edilir. Bunlardan bazıları şöylece sayılır: "ilmî ve dini kisvelere bürünmüş birçok gizli teşkilâtlardan başka, ingiliz Muhibieri Cemiyeti, Nigehban Cemiyeti, Amele Siyanet Cemiyeti, Komünist Cemiyeti...»
Gizli ve muzır gayeler taşıyan bu teşkilâtların görünürdeki programlarına bakarak birçok müslümünanın bunlara aldanabileceği de açıklanıyor. Nifak çıkarmak ve tefrika yaratmak maksadiyle kurulan bu teşkilâtlara karşı, vatanın yüksek menfaatlerini ve milli birliği te'mine çalışacak milliyetperver zatlar, Müdafaa-i Milliye'ye çağrılır.
Elimizdeki vesikalara göre, Cemal Hoca, evini merkez yaptığı gizli teşkilâta yakın dostları Miralay Halil Bey'i, Etfal Hastanesi eczacısı Cemal Bey'i, Sabri Bey'i ve komiser Rİfat Bey'i alır. Fakat kısa zamanda teşkilâta canla başla hizmet edenlerin sayısı artar. Çünkü, Beşiktaş camilerinden başlatılan bir eleman toparlama faaliyeti hızla yürütülür. Bilhassa yatsıdan sonra eve getnecekleri kimselerin güzlerini bağlayıp Kollarına giriliyor ve alt taraftaki kapıdan içeriye sokuluyordu. Bunlar, evin arka tarafındaki diğer kapıdan çıkarılarak geldikleri yeri tanımamalarına çalışılıyordu. Üst kattaki salonda Hoca Eîendi'nin Hanı¬mı, dekoru çoktan hazırlamıştır. Uzunca bir sedirin yarım metre kadar yukarısına değin uzanan birbirine eklemiş yatak çarşaflan sarkıyor. Bu tavandan sarkan çarşafların arkasındaki sedirde oturmuş üç-beş adamın, yüzleri görünmüyor. Önlerindeki masanın üzerinde ise, Kur'ân-ı Kerim, ekmek ve tabanca vardır.
Bu masanın önüne Metinleri adamın gözlerini açan Cemal Hoca, »bak kardeşim', diyor, »vatanımız, milletimiz, halifemiz, namus ve şerefimiz tehlikededir. Şimdi bir teşkilât kurup elbirliğiyle mücadele etmek ve bu suretle vazifemizi yapmak emr-i İlâhi'dir. Şu anda sen beni gördün, istersen ihbaredip yakalatabilirsin. Benim bir kurşunluk işim var. Fakat, bak, şu perdenin arkasında oturanlar da seni gördüler. Şimdi kararın; ver. Kurduğumuz teşkilât içinde bizimle çalışacak mısın?
Bu gelen adam, ya da adamlar, »evet, çalışacağım» deyince, masanın üzerinde bulunan ekmek ve tabancaya el basarak, Kur'ân-ı Kerim'i de öperek şöyle yemin ederler:
- Miiii Müdafaanın yüce gayesine malul' herhangi' bir vazifeyi iktidarım dahilinde ifa edeceğime ve nizamnamesi hükümlerine sâdık kalacağıma yemin ederim, vallahi, billahi, tallahi..."
Bazan, eve getirilenler olur. Fakat hazırlıklar tamam değildir. Meselâ, salonun dibindeki sedirde oturacak yüzleri kapalı adam sayısı yeteri kadar olmayabilir. Halbuki teşkilâtı güçlü gösterebilmek için hiç olmazsa, orada üç kişi bulunmalıdır. Böyle düşünen Cemal Hoca, ortada oturan tek kişinin sağına, soluna iki kişi daha oturtur. Ancak bunlar, teşkilâta alınmak üzere olan adamın gördüğü gibi gerçek adamlar değildir. Hoca Efendi'nin, içi küçük yastıklarla doldurulmuş pantalonu vo gömleğidir. Bu hazırlık, her ihtimale karşı evde hazır bulundurulmaktadır.
MAÇKA SİLAHHÂNESİ'NDEN ÇALINAN SİLÂHLAR
Ne var ki, merhum Cemal Hoca'nm bütün hizmeti sadece teşkilâta- adam kazandırıp teşkilâtı genişletmekle sınırlı kalınıyordu. Anadolu'daki Kuva-yi Milliye'ye silâh ve cephane te'min etmek hususunda da çok mühim çabaları ve başarıları olmuştur. İşte cesur bir plânlama gerektiren bu hizmetlerinden birini, kızları Hikmet Öğüt Hanımefendi'den dinliyoruz :
— Şimdi Teknik, Üniversite'ye ait bulunan Maçka Silâhhânesİ, o zaman işgal kuvvetlerinin çok sıkı kontrolü altındadır. Bu sıkı kontrol altındaki silâhhâneye girmek ve hele do oradan silâh kaçırmak âdeta imkânsız bir iştir. Ama, babacığım kafasına koymuştur; mutlaka oradaki silâhlar alınmalı ve Anadolu'daki mücahitlere sevkedilmeliydi. Ama kuş uçurtulmayan bu binadan silâh nasıl kaçırılacaktı? Efendi Baba, kocaman bir tabut hazırlatır. Etrafına da beş on cemaat... Bullardan birinin Maçka Silâhhânesi'ndeki asker oğlu ölmüştür. Şimdi gidip cenazeyi oradan alacaklar ve gerekli vazifeler yapıldıktan sonra, götürüp defnedeceklerdir. Cenaze sahibi rolündeki zatın eline, mendile sarılmış acı soğan verilir. Adamcağız bunu ikide bir yüzüne gözüne sürüp ağlamalıdır. Tabutun önünde sarığı ve cübbesi ile Hoca Efendi, arkasında da cenaze sahibi ve tabutu taşıyanlar, Maçka Kışlasına girerler. Kapıdaki nöbetçiler durumdan şüphelenmezler. İçeriye giren cemaat, kendi üzerlerini ve o kocaman tabutu ağzına kadar silâhlarla
doldururlar. Ve yine üzgün ve süzgün bir edâ ile çıkıp giderler.»
Kendi ifadesine göre, Hoca Efendi oraya zayıf girip şişman çıkmaktadır. Çünkü, cübbesinin altım, alabildiği kadar silâhlarla doldurmaktadır. Oradan alınan bu tabut, yine aynı cemaatin refakatinde Feriköy mezarlığına getirilmekte ve daha önce hazırlanan mezara gömülmektedir. Hava kararıp ortalıktan el ayak çekilince de Ayazağa köyünden Mandacı Fehmi'Efendi ve adamları gelip, bu taze mezarı kazarak silâhları götürürler. Bunlar, sahile yakın bir yerde toplanabilen diğer silâhlarla birlikte, takalara yüklenip İnebolu üzerinden Anadolu'ya ulaştırılırlar.
Cemal Hoca, Müdafaa-i Milliye Teşkilâtının bütün çalışmalarını büyük bir gizlilik içinde yürütülür. Ancak, her türlü tedbire rağmen, faaliyeti etraftan sezilir. Komşusu olan bir Rum bakkal, bir gün ona gruplar halinde dolaşan İngiliz askerlerini göstererek der ki:
«— Hoca, farkındayım, iyi çalışıyorsun. Şimdi seni şunlara söylesem bir kurşunluk canın var. Fakat söylemiyeceğim, çünkü ben de komitacıyım, sizi takdir ediyorum.»
Hoca, hiç bozuntuya vermez ve tebessüm ederek sessizce oradan uzaklaşır.
TULUMBACILARIN REİSİ
Cemal Hoca, sadece cami cemaatinin değil çevresindeki her çeşit insanın sevgi ve saygısını  kazanan bir sempati merkezi oluşturmuştur. Bunun  bir' işareti olarak, devrin en bıçkın delikanlılarının teşkil ettiği Tulumbacıların da reisliğini kabul etmişti. Tulumbacılar o devrin itfaiye teşkilâtı idi. İşte, bu tulumbacılardan birinin Beşiktaş'la hâlâ bulunan bir Rum birahanesini basması, o günlerde halka moral veren bir hâdise olmuştu. Birahanede Türk bayrağını yere atıp üstünde hora tepen Rumları, tabancasını çekip durduran ve duvarda, asılı duran Yunan bayrağını yere atıp onun üzerinde hepsini tepindiren, sonra da geri geri kapıya kadar giderek, oradan uzaklaşan bu gencin hikâyesi dilden dile dolaşır...
TÜRK MİLLETİ HER ZAMAN MÜSLÜMANDIR VE MÜSLÜMAN  KALACAKTIR
Zafer kazanıldıktan sonra Cemal -Hoca'ya istanbul mebusluğu teklif edilir. Fakat Hoca bunu kabul etmez ve «ben vatanını için çalıştım, vazife istemem der. Ancak, Teşkilâtı birlikte yürüttüğü diğer arkadaşları, çeşitli vazifelere getirilirler. Meselâ bunlardan biri olan komiser Rifat Bey, Emniyet Genci Müdürü olur. Hoca Efendi'nin Rifat Bey'le olan dostlukları, daha sonralar; da devam eder. Hatta bir ara, Türkiye Cumhuriyetinde yapılan inkılâpları islâm Aleminin nasıl karşıladığını öğrenmekle vazifeli olarak, uzun, bir seyahata çıkar. Bu seyahat sırasında Mısır'a da 'uğrar. Orada bulunan son Osmanlı Şeyhülislâmlarından olan Mustafa Sabri Efendi'yi de ziyaref eder. Mustafa Sabri Efendi, Hoca'yı oradaki dostlarına takdim eder. Kendisine, «diyar-ı küfrün vaizi mi olur?- diyen bir Mısırlı hocaya, Cemal Hoca, -her zaman olduğu gibi, Türk milletinin yine müslüman olduğunu ve müslüman olmaya devanı edeceğini»  söyleyerek karşılık verir.

KABUSLU GÜNLER
Bir gün, eski dostu Rifat Bey, Hoca'yı Ankara'ya çağırır. Çok önemli bir mes'ele olmasa böyle bir davet o günkü şartlar altında yapılmayacağı düşüncesiyle, Cemal Hoca Ankara'ya gider. Görüşmeleri sırasında Rifat. Bey, Hoca'ya şöyle der:
— Artık, Esad Efendiyi ziyarete gitme. Çünkü, O'nu istemiyorlar. 70 bin müridi var, diye korkuyorlar. Bu adamın mutlaka ortadan kalkması lâzım diyorlar. Ben, «niçin?" diyorum, «kabahati nedir?», diye soruyorum.
Ve bu makamda kaldığım sürece de, böyle bir işe âlet olmayacağım. Ancak, beni buradan alıp vali yapacaklar ve bu makama da bir adamlarını getirip hu işi halledecekler. Sakın sakın, Esad Efendiyi ziyaret etme... Hatta birkaç ay, evinden dışarı çıkma!

Cemal Hoca, kendisine yapılan bütün sıkı tembihata rağmen, Ankara'dan dönerken Pendik'te trenden iner ve Erenköyü'nde oturan Esad Efendi'ye gider, öğrendiği bilgileri aktarıp aktarmama kararsızlığı içinde iken Esad Efendi, gayet sakin bir tevekkülle, âdeta başına gelecekleri haber verir. Hatta, içinde şöyle mısralar geçen bir de şiir okur;
Esad unuttu Erbil'i,
Kabe'yi Canımı cananıma  vermişim,  artık...
Hoca Efendi, bu durum karşısında öğrendiklerini söylemeye gerek duymaz ve Şeyh'in elini Öperek veda eder. Gerçekten de bu son görüşmeleri olur. Çünkü çok kısa bir zaman sonra meydana gelen Menemen hâdisesi ile ilgili görülen Esad Efendi, için idam karrı verildi. Ancak aynı gece ilahi tecelli gerçekleşti. Erdebilli vefat etti. Onun yerine 65 yaşındaki oğlunu astılar.

Bu bilgileri kendisinden öğrendiğimiz, değerli kızları Hikmet öğüt Hanımefendi, Cemal Hoca'nm o sıralar epey bir müddet evden çıkmadığını ve âdeta inziva bayatı yaşadığını da söylemektedir.
Ne var ki, Hoca Efendi'nin bütün tedbiri onun da zulme uğramasına mani olamamıştır. Mısır'da yaşayan Mustafa Sabri Efendi'nin oğlu İbrahim Sabri Bey'in kendisine yazdığı birkaç mektup bahane edilerek, evi üç defa basdıp aranmış, mühürlenmiş ve kendisine -hilâfeti isteme- ithamı yapılmıştır. Fakat kendisini suçlayacak bir delil de ele geçirilememiştir. Hoca efendi, kendisine yapılan bütün bu kötü muamelelere karşı, sabırla karşı koymuş ve -ne yapalım zulüm her devirde olmuştur» diyerek teselli bulmuştur.
TABUTTA YATAN TALEBE
Ancak, onun bütün gayreti ilme, irfana hizmet istikametinde daima canlılığını korumuştur. Kur'an öğretiminin bile suç sayıldığı bir dönemde, Cemal Hoca, tanıdığı bütün ilim yolcularının elinden tutmuştur.
Bir vaazından sonra yanına mahcup bir delikanlı yaklaşır.' İstanbul'a dini ilimler tahsil etmek için geldiğini söyler. Hoca Efendi hemen nerede ve nasıl kaldığını sorar. Mahcup delikanlı, bir camide müezzinlik yapan bir yakınının yanında barındığım söyler. Cemal Hoca, o zamanki şartlar icabı kendini geçindirmekten aciz bulunan müezzinin ne imkânlar te'min edebildiğini merak eder:
— Evlâdım, yorganın döşeğin var mı?
— Efendim, döşeğim yok ama, yorganım kâfi geliyor.
— Yavrum,  düşeksiz   yorganla  yatılır mı?
— Hocam, yorgan bana kâfi geliyor. Çünkü, bir ucunu altıma alıyorum, diğer tarafını da üstüme çekip camideki bir tabutun içine giriyorum. Kapağını da üzerime çektim mi, sıcacık oluveriyor...
Bu sözler üzerine gözyaşlarını tutamayan Cemal Hoca, bu genci himayesine alır ve iyi bir tahsil yapmasına önayak olur. Böylece, daha sonraları birçok yerde müftülükler yapacak olan bir değerli insan, kazanılmış olur.
YETİŞTİRDİĞİ TALEBELER
Bütün dini eğitim ve öğretim müesseselerinin kapalı olduğu o dönemlerde, Cemal Hoca, meydana getirilen boşluğa kendi özel gayretleriyle bir tarafından doldurmaya çalıştı. Evini bir mektep haline getirdi. Ders verdiği kapının arkasına kalın direkler koyup kapatarak herhangi bir baskına karşı tedbir alır, talebelerini öylece okuturdu. Dini ilimlerde yetiştirip icazet verdiği zatlar arasında, Adalar Müftüsü Fahri Dinçkol, Tayfur Efendi ve Kıbrıslı Şeyh Nazım Efendi gibi değerli insanlar vardır.
MAREŞALİN CENAZE TÖRENİNDE GENÇLİĞİN GALEYANI
Mareşal Fevzi Çakmak, Hoca Efendi'nin yakın dostu idi. Zaman, zaman evine gelerek, onun sohbetlerini dinlemekten derin bir zevk alırdı. Bu bakımdan Mareşalin, hâdiseli geçen cenaze törenine iştirak eden Hoca, bir ara gençler tarafından omuzlara alınarak taşınır. Hükümet erkânının cenazeye karşı ilgisizliğini protesto mahiyetine de dönüşen bu olaylar sırasında, gençliği teskin edici konuşmalar yaparsa da, akşam evine paramparça olmuş üstbaşıyla, döner. Kendisini gayet yorgun ve paralanmış elbisesiyle gören ev halkım,' «müsbet tezahürattan oldu-  diyerek yatıştırır.
RADYODAN İLK MEVLİT YAYINI
Cemal Hoca, Kore'de şehit düşen mehmetçikler için ilk defa radyodan yayınlanan mevlit programına katılarak konuşma yapar. Böylece Süleymaniye Camii'nden naklen verilen ilk mevlit yayınında dinî konuşma yapmak şerefini kazanır (10 Aralık 1950).
Hoca Efendi, çok hareketli ve içtimai münasebetleri çok çeşitli ve zengin bir hayat sürmüştür. Bu balamdan da mevcut evrakı arasında, Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu, Hayvanları Koruma Derneği vs. gibi çok sayıda teşkilâtın, kendisine gönderdiği tebrik ve teşekkür yazdan vardır.
UNESCO TEMSİLCİSİNİ HAYRAN EDEN KİTAP
Hoca efendi, özellikle sağlık konularına büyük ilgi duymuş ve bu konularda sadece vaazlarıyla değil, yazdığı eserlerle de halkı aydınlatmaya uğraşmıştır. UNESCO'nun katkısıyla Verem Savaş Derneği'nin yaptığı bir toplantıda, «İçtimaî ve Ahlâkî Temizlik: Yerlere ve Yollara Tükürenlerin Suçları» isimli eserini dağıtır. Bir gün sonraki toplantıda, UNESCO temsilcisi olan Doktor, bu kitabı göstererek, «bunu bana kim verdi diye sorar. Hoca Efendi de, "ben verdim der. Fransız Doktor, «kitabın yazarını tanımak istediğini» söyleyince de, Hoca, kendisini, «ben, yobaz» diye takdim eder. Toplantıda bulunan Tevfik Sağlam Paşa, hemen söze girerek:
— Hocam, yobaz olsan seni bu toplantıya çağırır mıydık?» deyince, Hoca taşı gediğine koyar:
— Paşam, maalesef, yıllarca sizin durumunuzdakiler bizlere 'yobaz', bizim durumumuzdakiler de buna tepki olarak sizlere 'gâvur' dediler. İşte şimdilerde ancak birbirimize yaklaşmaya, birbirimizi anlamaya çalışıyoruz. Sizlerin ve bizim bir ve beraber oluşumuzla ancak millî birlik ve beraberliğimiz sağlanabilir. Ve ancak bu suretledir ki, vatanımızın kalkınması yolunda ciddi adımlar atılabilir. Elbirliğiyle aramızdaki sun'î uçurumları kapatmak bugünümüzün ve yalanımızın en hayati faaliyetidir kanatindeyim.»
Hoca'nın sözlerini hararetle tebrik eden UNESCO temsilcisi Doktor Etienne Berthct ise şu dikkate değer açıklamayı yapar:
«— Hoca Efendi, ben sağlık ve temizlik konusunda UNESCO bünyesinde bazı çalışmalar yapmak istedim. Bu maksatla da, Fransadaki en yetkili Kardinallere ve Hahambaşı'na müracaat ederek, dinimizin bu konulara dair görüşlerini sordum.
Fakat, hiçbirinden sağlık ve temizlik konusunda ciddi bir bilgi alamadım. Sonradan anlattım ki, Hiristiyanlığın bu konuda getirdiği kayda değer bir fikir yoktur. Fakat şimdi sizin kitabınızdan öğreniyorum ki, İslâmiyet, temizlik ve sağlık konusunda incelemeye değer bir hazine gibidir. Bunu anlamama vesile olduğunuz için size çok teşekkür ederim.»
NECİP FAZIL VE CEMAL HOCA
27 Mayıs İhtilâli'nden sonra, Diyanet İşleri Başkanı olması yolundaki ısrarlı talebîeri kabul etmedi. Araya giren dostlarını da hastayım, yapamam» diye ikna etti. Aslında u, 27 Mayıs'ın mağdurlarına daha çok yakınlık duymaktaydı. Meselâ, bunlardan biri olan dostu Necip FazıL Kısakürek, ihtilâlcilerce Balmumcu'da gözetim altına alınmış ve çileli günler yaşamıştı. Kendisine yazı yazması için kâğıt bile verilmeyen. Şairler Sultanı, ailesinin fırsat bulabildikçe içeriye sokabildiği gazetelerin kenarlarına, boş kısımlarına, hatta satır aralarına yazılar yazmış... Sonra da bu gazetelere kirli çamaşırlarım sararak dışarı yollamış... Bu suretle biriken gazetelerden bir kitap hazırlanmış ve bunları tahliye edildikten sonra bir bavul dolusu Cemal Hoca'ya getirerek :
— Hocam, şunlara bir bakınız, âyet ve hadîse aykırı birşey varsa, işaret ediniz» demiş...
Kızları Hikmet Hanmıefendi'nin ifadesine göre, birkaç husus hariç hepsinin isabetli olduğunu tesbit eden Hoca Efendi, Necip Fazıl'ı tebrik ve takdir etmiş.
FEZA İLE İLGİLİ KIYMETLİ BİR ESER
Hoca Elendi'nin, «Kur'ân-ı Azimüşşân'a Göre Maddî ve Manevî Feza Âlemleri isimli eseri konusunda, Üstad Necip Fazıl, şu görüşleri ileri sürer;
— Derin ve gerçek ilim adamlarından merhum Alasonyalı Hacı Cemal Öğüt'ün son günlerine kadar hazırlamakta olduğu bir eser, 20. asrın en büyük keşif ve hamlelerinden biri olan feza dâvasını ele almakta ve bu bahiste, Kur'an'ın 14 asır evvel açtığı yolu ve sırları güstermekteydi.
Herşeyden evvel insan güzü,  Allah buyruğunun birçok noktasında yerle beraber göğe çekiliyor. Kur'an'da sema kelimesi 119 yerde, semavât şeklinde, çoğul olarak da 135 yerde karşımızdadır.

- En'am sûresinin 59. âyeti, gâibier âlemini Allah'ın emrinde ve nezdinde göstermekle, insanoğlunun gözünde sonsuz bir kâinat açar. Yine aynı sürenin 38. âyeti de, yerde ve gökteki canlı mahlûkların insanlar gibi, Allah'ı anmaya ma'mur ümmetler ve milletler teşkil ettiğini bildirmekle de, hudutsuz kâinat içinde sayısız yaratıkların haberini verir.
- Bakara sûresinin 29. âyeti, yerde ne varsa insan için yaratıldığını, sonra da göklere inayet edildiğini ve onların kat kat düzene sokulduğunu kaydetmekte ve görünür, görünmez âlemlerin Rabbini ve Bilginini hatırlatmakdadır.
İşte Hacı Cemal Öğüt'ün, Fezaya yol açılacağını 1300 küsur yü evvel haber veren Kur'an kaydiyle satırları:
— Şu halde insan, yalnız yere mahsus olarak yaratılmış bîr mahlûk değildir. O, yer kadar göklerden de faydalanmaya mezundur. Fakat, bunun için insanlar, herşeyden evvel, kendi ruhlarına semayîlik hislerini duyurmalı ve Allah'ı tanımalıdırlar.*
Ve işte bir tefsirden verdiği misal:
— Yarın, yerdeki nimetler tükenecek ve biz aç kalacağız diye ağlar dururlar.
Bu son misal gerçekten pek mühim ve asrımızın iktisadi faciasına yüzde yüz uygundur.
Şûra sûresinin 29. âyeti ise demektedir ki:
— Allah'ın varlığına ve birliğine delil, gök ve yerdir. Ve göklerde ve yerde ürettiği canlı varlıklar...
Aynı sûrenin aynı âyetini tefsir eden meşhur İbn-i Kesir, âyetteki 'canlı mahlûk' mânâsına gelen "dabbe' kelimesini, meleklere, ayrı insanlara ve sıfatları bilinmez daha nice mahlûklara kadar şümullendirerek, gökleri, bütün bu sekeneye (sakinlere) mâlik hudutsuz bir sular âlemi diye gösterir.

Merhum Hacı Cemal öğüt'ün, ikmâl edemeden rahmete ikmal ettiği eserini ve onun asrımıza mahsus muazzam tezini böylece özleştirdikten sonra, eski âlim ve ariflerden, Bursa'da gömülü üftade Hazretleri'nin, bağlılarından meşhur Üsküdarlı Mahmud Hüdai Hazretleri'ne verdiği bir cevabı belirtelim:
— Bu kâinatta öyle âlemler vardır ki, onlarda benini gibi nice Üftade'ler ve senin gibi Mahmud Hüdaî'ler mevcuttur.
Eserin tamamlanmamış olsa da, mevcut kısımlarının neşredilmesini, mübarek Zât'ın vârislerinden bekleriz.
Merhum Necip Fazıl Bey'in bahsettiği bu eser tamamlanmış, hatta dizgiye de verilmiş halde, o zamanki İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'ne verilmiştir. Fakat, ne acıdır ki, hâlâ ne orijinal nüshası, ne de matbaadaki hâli bulunamamıştır. Ancak, «Maddi ve Manevî Feza Alemleri, eserinin bir özeti ve fihristi mahiyetindeki Kılavuz 1964 yılında basılmıştır.
29 Mart 19ö6'da İstanbul'da vefat eden Cemal öğüt Hoca, arkasında, hâlâ zevkle okunan değerli eserler bırakmıştır. Meselâ bunlardan biri olan «Kadın İlmihali, 16. baskısını», Fâtımatü'z-Zehra. ise 6. baskısını yapmıştır. Bir de, «benim Fatimam» dediği muhterem kızları Hikmet Öğüt Hanımefendi... Vefatına yakın günlerde Amerika'da bulunan Detroit'li muslümanlar tarafından dini tedrisat için çağrıldıysa da bu hizmet için ömrü vefa etmedi.
CEMAL HOCA ÇOCUKLARI ÇOK SEVERDİ
Cemal Hoca'nın neş'eli vaazları, kahramanlığı, hâlâ istifade edilen ilmî kitapları yanında Önemli bir Özelliği de, kalbindeki engin sevginin İnsanları, özelilkle de çocukları sımsıcak sarmasıydı. Meselâ evinde çalışırken, sokaktan ağlayan bir çocuk sesi duydu mu, mutlaka ilgilenir, odasında bulundurduğu meyveleri bir sepetle pencereden sarkıtır ve onları avutuncaya kadar meşgul olurdu.
Bazı ay sonlarında, maaşından artan parayla kızını, Beşiktaş pazarına gönderip çocuk ayakkabıları aldırır, kenar mahallelerin çamurlu sokaklarında oynayan yavrulara bunları kendi eliyle vermekten büyük bir haz duyardı. Üstü başı perişan çocukcağızların bu beklenmeyen hediyeyi alıp evlerine koşmalarını zevkle seyreder, hemen de -hadi kızım, kimse görmeden kaçalım.- derdi.
İHTİYAÇ SAHİPLERİNE YARDIM EN BÜYÜK ZEVKİYDİ
Yine kızlarının anlattığına göre, bir gün Hacı Osman Bayırı'ndan aşağı doğru inmekledirler. Yokuşu ağır ağır çıkan bir at arabası üstünde uyuyan ihtiyar bir adama rastlarlar. Kızım duruver diyerek arabayı kenara aldırır ve cebinden çıkardığı 10 küsur lirayı bu ihtiyar arabacıya gönderir. Adamcağız daldığı uykudan silkinerek uyanır ve eline sıkıştırılan paraya, ahhh!... diye bir hayret çığlığı ile karşılık verebilir. Yine Hoca Efndi'nin tatlı telâşı vardır; -Haydi kızım, hemen kaçalım buradan...» der.
Bir başka gün de, sokaktan geçen yoğurtçunun sesini duyar ve kızından yoğurt almasını ister, O da, babacığım, yeteri kadar yoğurdumuz var deyince, Hoca, sesine tatlı bir sitem karıştırarak konuşur:
— Kızım, zararı yok, fazla olsun. Sen harcayacak yer bulursun. Hiç satabilse, adamcağız, bu soğukta sokağımızdan üçüncü defa geçer mi?» der.
NEZAKET VE EFENDİLİĞİ
Hoca Efendi'nin gerçek bir İstanbul efendisi olduğunu gösteren bir davranışını, kızları Hikmet öğüt Hanımefendi o günleri âdeta yeniden yaşayarak şöyle anlatıyor:
- Beşiktaş'taki evimizin bahçesinde eski bir bina vardı. Onları biraz düzene sokup, bölümlere ayırdık ve kiraya verdik. Orada oturan kiracılarımız sık sık evimize gelir misafirimiz olurardı. Yine bir gün bizde otururlarken, başka bir tanıdığımız da geldi ve onların kim olduğunu sordu. Ben de, «bunlar bizim kiracılarımızdır dedim. Babam, bunu duyunca, beni çağırarak dedi ki:
— Yavrum, hiç öyle denir mi? Misafirlerimiz demeliydin. Kiracılarımız sözünde bir gurur ve enaniyet havası var.
Sen bu sözünle onları mahcup etmiş olabilirsin. Halbuki Allah bu nimeti bize, başkalarına üstünlük taslamak için vermedi. Olsa olsa nimete şükretmek gerekir."
Ben de bir dalıa onlara daha yakın davrandım ve kat'iyyen kiracılanımız lafını etmedim.
KİMSENİN YANLIŞINI YÜZÜNE VURMAZDI
Soğuk kış yatsılarında camiye ateş dolu bir mangal götürerek, cemaatin sadece gönüllerini değil, vücutlarını da ısıtmaya çalışan Cemal Hoca, meslektaşlarına da azami bir yakınlık içindeydi. Biri gelip 'filân hoca böyle dedi, falan da söyle dedi, hangisi doğrudur?- diye bir mes'ele sorduğu zaman,' kesinlikle yanlışı, o kimsenin gıyabında da olsa açıklamazdı. Sadece, ben bilmem, getir bakalım şu raftaki kitabı, bakalım nasıl açıklıyor? der ve işi kaynağından hallederdi.
MANEVİYAT BÜYÜKLERİNE SAYGISI
Devrin maneviyat büyükleriyle hep iyi ilişkiler içinde olduğu içinde hepsi onu çok sever, sayardı. Meselâ, Tahirü'l'Mevlevi, sen bizdensin, Mevlevisin der... Şeyh Esad Efendi, oğlum Cemal Efendi diye hitap eder. Said Nursî Hazretleri, hasta yatağından doğrulur, tebessümle karşılar; Kenan Rifaî ise, siz tarikat mensubusunuz diyerek eline eğilince, siz de şeriat ilmini haizsiniz diyerek mukabele eder, birbirlerinin elini öpmek gayretiyle âdeta yuvarlanacak kadar eğilirlerdi.
AKTÜEL KONULARDA GÖRÜŞLERİ
Cemal Öğüt Hoca, gayet ileri görüşlü ve kültürlü bir zattı. Zaman, zaman gazete ve dergilerde kendisiyle aktüel ve dini konular üzerine mülakatlar yapılmıştır, Ahmed Emin Yalman'ın çıkardığı Hür Vatan gazetesinde kendisine sorulan bazı soru ve cevaplar şöyle yer almıştır:
— îçtihad kapısı kapalı mıdır?
— Îçtihad kapısı kapanmaz. Kapanırsa, İslâm âlemine cehalet hâkim olur, ahlâksızlıklar başgösterir. Bütün cemiyet kötü bir gidişe yönelmiş olur. Ve dolayısiyle de İslâm hedeften ayrılmış olur.
— Öyleyse neden içtihad kapısının kapalı olduğu söylenir?
— Her mevzuun mütehassısları vardır. Bu mevzuda da, mutlak mütehassıslar var idi. Fakat bunlar zamanla eksildi. Ve bazı yerlerde hiç kalmadı. Binaenaleyh, «içtihad kapısı kapandı» demek, -ehli kalmadı- mânâsına gelir, içtihadın birçok şartları vardır. Meselâ ben bir hocayım diye, apandist ameliyatına çağırılırsam, yapacağım iş, bunu mütehassısına göndermek olmalıdır. Herşey böyledir. Ehil olmayan kimseler, içtihad yapmaya kalkarlarsa, yanlış hükümler verirler.
İki türlü, içtihad yapılır. Birincisi İmam-ı A'zam'-ın içtihadıdır (Dinden müçtehid). İmam-ı A'zam, doğrudan doğruya Kur'an'dan ve Hadis'ten içtihad yapmıştır. İkincisi ise, (Mezhebten müçtehid) tir. İmam-ı A'zam'ın mezhebinden içtihad yapılmıştır. Bunlar da gösteriyor ki, içtihad kapısı kapanmaz. Ehli bulunduğu sürece içtihad kapısı açıktır.
— Günümüzde içtihad yapacak din adamları varmıdıı?
- Günümüzde mezhebten içtihad yapabilecek ulemâ bulunabilir.

Cemal Hoca Batı medeni ye tiyle ilgili fikrini de şöyle açıklıyor:
— Şark âlemi, Batı medeniyetini hazmetmek mecburiyetindedir. Bizim dinimize, mukaddesatımıza, ahlâkımıza manî olmayan herşey, bizim için mubahtır. Türk milletinin medeniyetlere erişmesi için, müsbet ilim yolunda gece gündüz çalışması gerekir.
- Ancak, kanunlar Batı'dan ithal yoluyla alınmamalı; onları biz kendi örf, âdet ve kültürümüze uyacak biçimde hazırlamalıyız. Bizim ithal ettiğimiz kanunlar hazır elbise gibi oluyor; üzerimize tanı olarak uymuyor. Nasıl ki çarşıdan elma alırken bile önümüze geleni hemen kapmayız, çürüğünü çarığını seçerek, güzelini alırız. Dışarıdan aldığımız şeylerin de iyisini, güzelini, kendimize uyanını alalım; çürüğünü, bozuğunu değil...
Merhum Hoca, komünizmi, İslah edilmiş bir haraya benzetir, bu illetin Türkiye'mize yerleşeceğim görmektense, ölmeyi tercih ederim derdi, komünizme karşı olan bu hassasiyeti sebebiyle de, Mehmedçiğin Kore zaferine büyük bir önem vermiş, Süleymaniye Camii'nde bir kadir gecesi sabah namazına kadar büyük bir heyecanla vaaz etmiş ve komünist saldırganları Ye'cüc ve Me'cüc mes'elesi olarak ele almıştır.

Kaynak: Osmanlı'dan Cumhuriyet'e / İslam alimleri, Vehbi Vakkasoğlu cihan yayınları 1987 / adlı eserin 55-77 sayfalarından alınmıştır.