5 Temmuz 2013 Cuma

Mevlana'nin Güzel Sözleri

Mevlana'nin Güzel Sözleri 



1) Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok. 
2) Aşk, davaya benzer, cefa çekmek de şahide: Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki.. 
3) Sen diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı hiç?
4) İsa’nın eşeğinden şeker esirgenmez ama eşek yaratılışı bakımından otu beğenir.
5) Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.
6) Ehil olmayanlara sabretmek ehil olanları parlatır.
7) Leş, bize göre rezildir ama, domuza, köpeğe şekerdir,helvadır.
8) Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?
9) Pisler, pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır.
10) Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir.
11) Nasıl olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir, nasıl olur da güneş üflemekle söner?
12) Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar
13) Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir.
14) O beden testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu beden testisi ise ölüm zehiri ile. İçindekine bakarsan padişahsın, kabına
bakarsan yolu yitirdin.
15) Genişlik, sabırdan doğar.
16) Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.
17) Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur. Kıskançlık ateşten meydana gelir.
18) Dünya tuzaktır. Yemi de istek. İstek tuzaklarından kaçının.
19) Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok ama susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok.
20) Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.
21) Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi. Sonunda sana da dikişsiz elbiseyi giydirecekler.
22) Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek, inciyle denizin varlığından da şüphe eder.
23) Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.
24) Oruç tutmak güçtür, çetindir ama Allah’ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından, bir derde uğratmasından daha iyidir.
25) Ayın, geceye sabretmesi, onu apaydın eder. Gülün, dikene sabretmesi, güle güzel bir koku verir. Arslanın, sabredip
pislik içinde beklemesi, onu deve yavrusu ile doyurur.
26) Zahidin kıblesi, lütuf, kerem sahibi Allah’tır. Tamahkarın kıblesi ise altın torbası.
27) Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur..
28) Sarhoş, cinayeti yapar da sonra “özrüm vardı, kendimde değildim”der. Kendinde olmayış, kendiliğinden gelmedi sana,
onu sen çağırdın.
29) İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır.
30) Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz. Suyu başına döksen, başı kırılmaz. Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan, toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.
31) Yoldaki bir tepecik seni bunaltmış,oysa önünde yüzlerce dağ var
32) Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.
33) Adalet nedir? Her şeyi yerine koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi yerine koymamak,başka yere koymak.
34) Hiçbir kafire hor gözle bakmayın. Müslüman olarak ölmesi umulur çünkü.
35) Şu deredeki su,kaç kere değişti,yıldızların akisleri hep yerinde.
36) Yol kesenler olmadıkça ,lanetlenmiş şeytan bulunmadıkça,sabırlılar ,gerçek erler,yoksulları doyuranlar nasıl belirir,anlaşılır?
37) Oyun ,görünüşte akla uymaz ama çocuk oyunla akıllanır.
38) Anlayış,edep şehirlilerdedir. Ziyafet,garip konaklamak da köylülerde.
39) Resimler ister haberleri olsun,ister olmasın,hepsi de ressamın elindedir,o elden çıkar.
40) Alışsan güvercin sallanan kamıştan kaçar mı hiç?O kamıştan göklere uçan yere alışmamış olan güvercin ürker,kaçar.
41) Mal, sadakalar vermekle hiç eksilmez. Hayırlarda bulunmak,malı yitmekten korur.
42) Çalınmış kumaş,devamlı kalmaz insanda. Hırsızı da darağacına götürür.
43) Ağlayışın,feryat edişin bir sesi,sureti vardır. Zararınsa sureti yoktur. Zararda insan elini dişler ama zararın eli yoktur.
44) Her korkuda binlerce eminlik vardır,göz karasında onca aydınlık mevcut.
45) Verdiğini geri alan kişi, köpek gibi kusmuğunu yemiş olur.
46) Şarap kadehtedir ama kadehten meydana gelmemiştir ki. Ağzını,şarabı verene aç.
47) Ekme günü gizlemek toprağa tohumu saçmak günüdür. Devşirme günüyse tohumun bittiği gündür,karşılığını bulma günüdür.
48) Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.
49) Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?
50) Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?
51) Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler
52) Çayırlıktan, çimenlikten esip gelen yel, külhandan gelen yelden ayırt edilir.
53) Dünya malı, bedene tapanlara helaldir.
54) Gerçek kokusuyla, ahmağı kandıran yalan sözün kokusu, miskle sarımsak kokusu gibi, söz söyleyenin soluğundan anlaşılır. 
55) Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır. 
56) Ahlaksızların bağırışıyla, yürekli yiğitlerin naraları, tilkiyle arslanın sesi gibi meydandadır.
57) Kötü nefis, yırtıcı kuştur.
58) Hırsın yemdir, cehennemse tuzak.
59) Doğan, avdan av getirir, fakat kendi kanadıyla uçar da avlanır. Padişah da bu yüzden onu keklikle, çil kuşuyla besler. 
60) Dil, tencerenin kapağına benzer. Kıpırdadı da kokusu duyuldu mu ne pişiyor anlarsın.
61) Yemekle dolu karın, şeytanın pazarıdır.
62) Sözle anlatılan şey, yalan bile olsa, kokusu, gerçek olduğunu da haber verir, yalan olduğunu da.
63) Canım bedenimde oldukça, kulum, köleyim, seçilmiş Muhammet’in yolunun toprağıyım. Birisi sözlerimden bundan başka söz
naklederse, o kişiden de bezmişim ben, o sözden de.
64) Sevgiden, tortulu bulanık sular arı-duru bir hale gelir. Sevgiden, dertler şifa bulur. Sevgiden, ölüler dirilir. Sevgiden, padişahlar
kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir. 
65) Mumundur karanlık veren sana. Anlatırdım bunu ama, gönlünün beli kırılıverir. Gönül şişesini kırarsan artık, yaşamak fayda vermez. 
66) Rüşvet alan para pul padişahı değiliz. Paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız biz.
67) Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.
68) İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir.
Görememek ayıbı, göstermemek kusuru, uğursuz nefsin parmağına ait işte.
69) İnsan, gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir. Göz ise ancak dostu görene denir. . 
70) Bir gömlek derdine düşeceksin ama belki o gömlek kefen olacaktır sana. 
71) Dün geçti gitti. Dün gibi, dünün sözü de geçti. Bugün yepyeni bir söz söylemek gerek.
72) Saman çöpü gibi her yelden titrersin. Dağ bile olsan, bir saman çöpüne değmezsin. 
73) O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.
74) Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra
75) Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor, gama binlerce defa aferin.
76) Nefsin, üzüm ve hurma gibi tatlı şeylerin sarhoşu oldukça, ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?
77) Ağzını kapa ve altın dolu avucunu aç. Ceset cimriliğini bırak da cömertliği seç. 
78) İnanmışsan, tatlı bir hale gelmişsen, ölüm de inanmıştır, tatlılaşmıştır. Kafirsen, acılaşmışsan, ölüm de kafirleşir, acılaşır sana. 
79) Doğruluk, Musa’nın asası gibidir. Eğrilik ise sihirbazların sihrine benzer. Doğruluk ortaya çıkınca, bütün eğrilikleri yutar. 
80) Bir kötülük yaptıktan sonra pişmanlık hissetmek Allah’ın inayet ve muhabbetine mazhar olmanın delilidir. 
81) Sıkıntı ve huzursuzluk mutlaka bir günahın cezası, huzur ise bir ibadetin karşılığıdır.
82) Üzerinde pek çok meyveler bulunan bir dalı, meyvalar aşağı doğru çeker. Meyvasız bir dalın ucu ise, servi ağacı gibi
havada olur.
83) Topluluk bizim yanımıza geliyor. Susacak olsak, incinirler. Bir şey söyleyecek olsak, onlara göre söylemek lazım geldiğinden o zaman da biz inciniriz
84) Ümit, güvenlik yolunun başıdır. 
85) Kuş seslerini öğrenen kimse, kuş olmadığı gibi aynı zamanda kuşların düşmanı ve avcısıdır. 
86) Dert, insana yol gösterir. 
87) İman, namazdan daha iyidir. Çünkü namaz beş vakitte, iman ise her zaman farzdır. 
88) İki canlı kuşu birbirine bağlasan, dört kanatlı oldukları halde uçamazlar, çünkü ikilik mevcuttur. 
89) Sokak köpeğine ister altın, ister yünden tasma tak, yine sokak köpeği olmaktan kurtulamaz. 
90) Cübbe ve sarık ile alimlik olmaz. Alimlik, insanın zatında bulunan bir hünerdir. 
91) Değil mi ki gönül mutfağında yemekler tabak tabak, peki ne diye aşağılık kişilerin mutfağına kase tutacakmışım?
92) Hangi tohum yere ekildi de bitmedi, ne diye insan tohumunda böyle bir şüpheye düşüyorsun?
93) Testi taştan korkar ama o taş çeşme oldu mu, testiler her an ona gelmeye can atar.
94) Sus artık yeter! Sır perdelerini pek o kadar yırtma. Çünkü bize, kırıkları sarıp onarmak, sırları örtmek yaraşır.
95) Altın aramıyorum, altın olmaya yeteneği olan bakır nerede? 
96) Varlık peteğini ören arıdır. Arıyı vücuda getiren mum ve petek değildir. Arı biziz. Şekil sadece bizim imal ettiğimiz mumdur
97) Dünya köpüktür. Tanrı sıfatlarıysa denize benzer. Fakat şu cihan köpüğü, denizin arılığına, duruluğuna perdedir. 
98) Sözün içini elde etmek için harf kabuğunu yar. Saçlar da sevgilinin yüzünü, gözünü örter. 
99) Burnuna sarımsak tıkamışsın, gül kokusu arıyorsun. 
100) Biz, tulumla, küple, testilerle tatmin olmayız. Bizi çekip ırmağınıza götürün.

Ağıt Mevlana Celaleddin Rumi

Ağıt
Göz gamın ne olduğunu bilseydi,
gökyüzü bu ayrılığı çekseydi,
padişah bu acıyı duysaydı;
göz gece demez gündüz demez ağlardı,
gökler yıldızlara, güneşle, ayla
gece demez gündüz demez ağlardı.
padişah bakardı ününe,
tacına, tahtına, tolgasına, kemerine,
gece demez gündüz demez ağlardı.

Gül bahçesi güzün geleceğini duysaydı,
uçan kuş avlanacağını bilseydi,
gerdek gecesi bu özlemi görseydi;
gül bahçesi hem güle hem dala ağlardı,
uçan kuş uçmaktan vazgeçer ağlardı,
gerdek gecesi öpüşmeye, sarılmaya ağlardı.

Zaloğlu bu zülmü görseydi,
ecel bu çığlığı duysaydı,
cellâdın yüreği olsaydı;
Zaloğlu savaşa, yiğitliğe ağlardı,
ecel bakardı kendine ağlardı,
cellât, yüreği taş olsa, ağlardı.

Kumru, başına geleceği duysaydı,
tabut, içine gireni bilseydi,
hayvanlarda bir parça akıl olsaydı;
kumru selviden ayrılır ağlardı,
tabut omuzda giderken ağlardı
öküzler, beygirler, kediler ağlardı.

Ölüm acılarını gördü tatlı can,
koyuldu işte böyle ağlamaya.
Olanlar oldu, gitti dostum benim.
şu dünya bir altüst olsa, aülasa yeri var.
öylesine topraklar altında kalmışım.
 
Mevlana Celaleddin Rumi

Mevlana Celaleddin Rumi Allahım Bu Vuslatı Hicran Etme

Allahım Bu Vuslatı Hicran Etme
Allahım bu vuslatı hicran etme
Aşkın sarhoşlarını nalan etme

Sevgi bahçesini yemyeşil bırak
Bu mestlere bahçelere kasdetme

Dalı yaprağı vurma hazan gibi
Halkını başı dönmüş zelil etme

Kuşunun yuvasının ağacını
Yıkma da kuşlarını perran etme

Kumunu ve mumunu karıştırma
Düşmanları kör et de şadan etme

Hırsızlar aydınlığın düşmanıdır
Onların işlerini asan etme

İkbal kıblesi yalnız bu halkadır
Umut kabesin öyle viran etme

Bu çadır iplerini öyle katma
Çadır senindir eya sultan etme

Yok dünyada hicrandan daha acı
Ne istiyorsan et de onu etme

 
Mevlana Celaleddin Rumi

Mevlana Celaleddin Rumi Dünya Bir Av Evi

Dünya Bir Av Evi
Dünya Bir Av Evi
Bu öyle tuhaf bir ateş ki bir an bile sabrı,kararı yok.Nasıl olabilir ki hem sevgilinin yanında alevlenmiş,hem sevgilinin yanında değil.
Şekil nasıl ayak direyebilir ki sebatı yok.Öz nasıl elden tutabilir,nasıl yardım ader ki görünmez.
Dünya bir av yeri,yaratıkların hepsi de bir av.Fakat avlananların beyinden,bir eserden başka hiçbirşey belirmiyor.
Her yanda yükler var,denkler var,her yanda biz beyiz,uluyuz diyenler var; fakat asıl beyin konağında ne yük var,ne denk.
Ey can,elini çek de yüzünün rengi görünsün.Çünkü şu görünenlerin hepsi de ancak köpük,ancak şekil,ancak resim.
Nerde toz koparsa orda bir ordu vardır.Çünkü izsiz,dumansız ateş olmaz.
Sen eri tozdan anla,ne biçim erdir,tozundan anla; toz içinde insanı aramaya bak,tozda iş yok.
A bahtı kutlu,sen arar istersen,rahmetine sayı olmayan arayacı da seni arar ister.
Seni sel alıp götürürse anlarsın ki onun yolunda halkın ihtiyarı var gibi görünür amma gerçekte ihtiyar denen şey yoktur.
Yokluk aleminde az söz söylemeye ahdettim amma dikensiz gülü kim görmüş?
Kardeş,tanık ol,biz bu gülün dikeniyiz; bu çeşit diken olmakla da övünülür,arlanılmaz bundan.
MEVLANA CELALEDDİN
 
Mevlana Celaleddin Rumi

Mevlana Celaleddin Rumi Aşk Nedir?

Aşk Nedir

*Şarabım aşk ateşidir,hele onun eliyle sunulursa öyle bir ateşe odun kesilmezsen yaşamak haram olur sana.
*Söz dalga dalga coşmada amma onu dudakla,dille değil,gönülle canla anlatman daha iyi.
*Aşk nedir,bilmiyorsan gecelere sor,şu sapsarı yüzlere,şu kupkuru dudaklara sor.
*Su nasıl yıldızı,ayı aksettirir,gösterirse bedenler de canı,aklı bildirir,gösterir.
*Can,aşktan binlerce edep öğrenmede,öylesine edepler ki mekteplerde okunup öğrenilmesine imkan yok.
*Gökyüzünde,yıldızlar arasında parlak ay nasıl görünürse aşık da yüzlerce kişi arasında öyle görünür,o göründümü herkesin parlaklığı söner.
*Akıl bütün gidilecek yolları bilse bile,gene aşk yolunu bilemez,şaşırır kalır.
Mevlana Celaleddin Rumi


ÇOK GÜZEL BİR YORUM CEMAL SAFİ DEN TEK HECE AŞK

Şems-i Tebrizi

1244'te Konya'nın ünlü Şeker Tacirleri Hanı'na (Şeker Furuşan) baştan ayağa karalar giymiş bir gezgin indi. Adı Şemsettin Muhammed Tebrizi (Tebrizli Şems) idi. Yaygın inanca göre Ebubekir Selebaf adlı Ümmî bir şeyhin müridi idi. Gezici bir tüccar olduğunu söylüyordu. SonradanHacı Bektaş Veli’nin "Makalat(Sözler) adlı kitabında da anlattığına göre, bir aradığı vardı. Aradığını Konya'da bulacaktı, gönlü böyle diyordu. Yolculuk ve arayış bitmişti. Ders saatinin bitiminde İplikçi Medresesi'ne doğru yola çıktı ve Mevlânâ'yı atının üstünde danişmentleriyle birlikte gelirken buldu. Atın dizginlerini tutarak sordu ona:
- Ey bilginler bilgini, söyle bana, Muhammed mi büyüktür, yoksa Beyâzîd Bistâmî mi?"
Mevlânâ, yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş, sorduğu sorudan ötürü şaşırmıştı:
- Bu nasıl sorudur?" diye kükredi. "O ki peygamberlerin sonuncusudur; O'nun yanında Beyâzîd Bistâmî'in sözü mü olur?"
Bunun üstüne Tebrizli Şems şöyle dedi:
- Neden Muhammed "Kalbim paslanır da bu yüzden Rabb'ime günde yetmiş kez istiğfar ederim" diyor da, Beyâzîd, "kendimi noksan sıfatlardan uzak tutarım, cüppemin içindeAllah'tan başka varlık yok' diyor; buna ne dersin?"
Bu soruyu Mevlânâ şöyle karşıladı:
- Muhammed her gün yetmiş mâkam aşıyordu. Her mâkamın yüceliğine vardığında önceki mâkam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden istiğfar ediyordu. Oysa Beyâzîdulaştığı mâkamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve kendinden geçti, gücü sınırlıydı.; onun için böyle konuştu".
Tebrizli Şems bu yorum karşısında "Allah, Allah" diye haykırarak onu kucakladı. Evet, aradığı O'ydu. Kaynaklar, bu buluşmanın olduğu yeri Merec-el Bahreyn (iki denizin buluştuğu nokta) diye adlandırdı.
Oradan birlikte Mevlânâ'nın seçkin müritlerinden Selahaddin Zerkub'un hücresine (medresedeki odası) gittiler ve halvet (iki kişilik kesin bir yalnızlık) oldular. Bu halvet süresi hayli uzun oldu ki kaynaklar 40 gün ile 6 aydan söz eder. Süre ne olursa olsun, Mevlânâ'nın yaşamında bu sırada büyük bir değişme oldu ve yepyeni bir kişilik, yepyeni bir görünüm ortaya çıktı. Mevlânâ artık vaazlarını, derslerini, görevlerini, zorunluluklarını, kısaca her davranışı, her eylemi terk etmişti. Her gün okuduğu kitapları bir yana bırakmış, dostlarını, müritlerini aramaz olmuştu. Konya'nın hemen her kesiminde, bu yeni duruma karşı bir itiraz, bir isyan havası esiyordu. Kimdi bu gelen derviş? Ne istiyordu? Mevlânâ ile hayranları arasına nasıl girmiş, ona bütün görevlerini nasıl unutturmuştu. Şikayetler, ayıplamalar o dereceye vardı ki, bazıları Tebrizli Şems'i ölümle bile tehtit ettiler. Olaylar böyle üzücü bir görünüm kazanınca, bir gün canı çok sıkılan Tebrizli Şems, Mevlânâ'ya Kur'an'dan bir ayet okudu. Ayet,
İşte bu, sen ile ben'in arasındaki ayrılıktır. (Kehf Suresi, 78. ayet)
anlamına geliyordu. Bu ayrılık gerçekleşti ve Tebrizli Şems bir gece habersizce Konya'yı terk etti (1245). Tebrizli Şems'in gidişinden son derece etkilenen Mevlânâ kimseyi görmek istememiş, kimseyi kabul etmemiş, yemeden içmeden kesilmiş, sema meclislerinden, dost toplantılarından büsbütün ayağını çekmişti. Özlem ve aşk dolu gazeller söylüyor, gidebileceği her yere gönderdiği ulaklar aracılığıyla Tebrizli Şems'i aratıyordu. Müritlerin bazıları pişmanlık duyup Mevlânâ'dan özür dilerken, bazıları da Tebrizli Şems'e büsbütün kızıp kinlenmekteydiler. Sonunda onun Şam'da olduğu öğrenildi. Sultan Veled ve yirmi kadar arkadaşı Tebrizli Şems'i alıp getirmek üzere acele Şam'a gittiler. Mevlânâ'nın geri dönmesi için yanıp yakardığı gazelleri ona sundular. Tebrizli Şems, Sultan Veled'in ricalarını kırmadı. Konya'ya dönünce kısa süreli bir barış yaşandı; aleyhinde olanlar gelip özür dilediler. Ama Mevlânâ ile Tebrizli Şems gene eski düzenlerini sürdürdüler. Ancak bu durum pek fazla uzun sürmedi. Dervişler, Mevlânâ 'yı Tebrizli Şems'ten uzak tutmaya çalışıyorlardı. Halk da Mevlânâ'ya Tebrizli Şems geldikten sonra ders ve vaaz vermeyi bıraktığı, sema ve raksa[kaynak belirtilmeli] başladığı, fıkıh bilginlerine özgü kıyafetini değiştiripHint alacası renginde bir hırka ve bal rengi bir küllah giydiği için kızıyordu. Tebrizli Şems'e karşı birleşenler arasında bu kez Mevlânâ'nın ikinci oğlu Alaeddin Çelebi'de vardı.
Sonunda sabrı tükenen Tebrizli Şems "bu sefer öyle bir gideceğim ki, nerde olduğumu kimse bilmeyecek" deyip, 1247 yılında bir gün ortadan kayboldu (ama Eflaki onun kaybolmadığını, aralarında Mevlânâ'nın oğlu Alaeddin'in de bulunduğu bir grup tarafından öldürüldüğünü ileri sürer). Sultan Veled'in deyişine göre Mevlânâ adeta deliye dönmüştü; ama sonunda onun gene geleceğinden umudunu keserek yeniden derslerine, dostlarına, işlerine döndü. Tebrizli Şems'in türbesi Hacı Bektaş Dergahı'nda diğer Horasan Alperenleri'nin yanındadır.

Hz.Mevlana Celaleddin-i Rumi

       Hz.Mevlana Celaleddin-i Rumi 

          Mevlana'nin asıl adı Muhammed Celaleddin'dir. Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasına gelen Mevlana ismi O'na daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya basladığı tarihlerde verilir. Bu ismi, Semseddin-i Tebrizi ve Sultan Veled'den itibaren Mevlana'yi sevenler kullanmış, adeta adi yerine sembol olmuştur. Rumi, Anadolu demektir. Mevlana'nin, Rumi diye taninmasi, geçmis yüzyillarda Diyar-i Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da uzun müddet oturmasi, ömrünün büyük bir kisminin orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasindandir.

           Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur. Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrıldı. 


          Sultânü'l-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır. 
 
        Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'te "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar. 

        Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadrettin Konevi kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırdı. 

         Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.


        "Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir" 

          2007 Mevlana Yılı 

        Hz. Mevlana'nın doğum yılı olan 30 Eylül 1207 tarihi oluşuna dolayısıyla, Türkiye,Afganistan ve Mısır'ın teklifi üzerine, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO), 800'üncü doğum yılı olan 2007 yılının "Mevlana Yılı" olarak anılmasını kararlaştırdı.
          Mevlana'nın Yedi Öğüdü 

1. Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
2. Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
3. Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
4. Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
5. Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
6. Hoşgörülülükte deniz gibi ol.
7. YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL. 


        Hz.Mevlana'dan birkaç söz: 

Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim
Ben Hz.Muhammed'in ayağının tozuyum
Biri benden bundan başkasını naklederse
Ondan da bizarım, o sözden de bizarım, şikayetçiyim...

Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
Yüz rüzgarı olmak isterdim...

Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap...

Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz
Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz...

Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir
Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır...

Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze kendini
Bizim huyumuzla huylan, bize alış başkalarına değil...

Bir katre olma, kendini deniz haline getir
Madem ki denizi özlüyorsun, katreliği yok et gitsin...

Beri gel, beri ! Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk ?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...
             Sorularla Hz.Mevlana'nın Hayatı 

Mevlana’nın Asıl Adı Nedir?

Asıl adı, Muhammed olan Celaleddin’in daha yaygın unvanı Mevlana Celaleddin-i Rumi’dir. Ona Rumi denilişi, sanat ve düşünce hayatının o asırlarda diyarı Rum diye anılan Anadolu’da geçmiş ve bu yurtta ebedileşmiş olmasındandır. Horasan’ın (Afganistan Türkistan’ı) Belh şehrinde doğmuştur.
Mevlana’nın Ana ve Babası Kimdir?

Babası Sultanu’l ulama (Bilginlerin sultanı) diye tanınan Bahattin Velet’tir. Annesi ise Mümine Hatun’dur.
Babası, çağının en büyük bilginlerindendi. Annesi Mümine Hatun ise Harzemşahlar İmp. hanedanından gelme bir prensestir.


Mevlananın Eş ve Çocukları Kimlerdir?

Mevlana, daha 18 yaşında iken Karaman’da babası tarafından Semerkandlı Hace Şerafettin’in kızı Gevher Hatun’la evlendirilmiş ve bu evlilikten iki erkek evladı olmuştu. Bunlardan ilk oğlu Sultan Veled, ikinci oğlu ise Alaeddin’dir. Ancak Alaeddin, daha Mevlana hayatta iken 1262 yılında vefat etti. Mevlana birinci karısının vefatından sonra Konya’da Kerra Hatun’la evlendi. Bu evlilikten ise Muzafferüddin Alim Çelebi ile Melike Hatun dünyaya geldi. 

Mevlana Kimlerden Ders Aldı?

Mevlana, ilk eğitimini babasından aldı. Babası, çağının en büyük bilginlerindendi. 12 Ocak 1231’de babasının ölümü üzerine, eğitimini Seyyit Burhanettin Tirmizi’nin yanında sürdürdü. Mevlana babasından Fen ve Din ilimleri, Tirmizi’den de Tasavvuf ilmini öğrendi. Onun hayatında dönüm noktası olan diğer bir alimse Şemsi Tebziri’dir.

Mevlana’nın Babası, Horasan’dan Anadolu’ya Niçin Göç Etmiştir?

Harzemşahlar, Bahattin Velet’in manevi nüfuzundan çekinirlerdi. Bir süre sonra bu yüzden araları açıldı. Bunun üzerine Bahattin Velet, Belh’ten ayrılmak zorunda kaldı. O sıralarda Mevlana, daha küçük bir çocuktu. Babası ile birlikte, İran’dan, Bağdat’tan geçerek Hicaz’a geldi. Hac ibadetinden sonra da, Şam yoluyla, Anadolu’ya geçtiler. Anadolu’daki Selçuklu İmparatorluğunun ihtişamlı bir çağıydı. Bahattin Velet, Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezi Konya’da çok büyük bir saygıyla karşılandı. Mevlana yirmi dört yaşlarındaydı.
Mevlanna’nın Ana ve Babası Nerede Öldü?

Mevlana’nın annesi Mümine Hatun Karaman(Larende) şehrinde, babası Bahattin Velet ise 1231 tarihinde Konya’da vefat etti.

Mevlana’nın Hayatındaki En Önemli Kişi Kimdi?

1244 yılında Konya’ya Tebrizli Mehmet Şemsettin adında bir derviş geldi. Bu esrarlı kişinin Pek yüksek duyguları ve görüşleri vardı. Tebrizli Şems’in Konya’ya gelişi Mevlana’nın hayatını büsbütün değişik bir yöne yöneltti. Mevlana o sıralarda 37 yaşlarındaydı. O güne kadar Mevlana; ciddi, ağır başlı büyük bir bilgin olarak tanınmıştı. Büyük bir fikir adamıydı. Tevrizli Şems’in gelişi ise Mevlana’nın duygu dünyasını alt üst etti ve onu bir gönül adamı haline getirdi.
Şems-i Tebrizi, Konya’dan Neden Kaçtı?

Şems-i Tebrizi, Mevlana’nın duygu dünyasını alt üst etmiş ve onu bir gönül adamı yapmıştır. Şems, Mevlana’daki deha ateşini büsbütün tutuşturdu. Mevlana, Şems’ten başka herkesi ihmal etmeye başlamıştı. Bu durum, kendisini sevenleri de, çömezlerini de son derece üzüyordu. hatta Şems’i ölümle bile tehdit etmekten geri kalmadılar. Bu durumdan sıkılan Şems de, 1246 yılında, Konya’dan gizlice Şam’a kaçtı.
Şems-i Tebrizi Konya’ya Geri Döndü mü?

Mevlana, Şems-i 15 ay süren sohbetine dayanamamıştı. Onun gitmesiyle perişan oldu. Bu sonucu beklemeyen çömezleri ise, yaptıklarına pişman oldular. Şems’in Şam’da olduğunu biliyorlardı. Mevlana, dönmesi için ona birçok mektup yazdı. Sonra da, oğlu Sultan Velet’i 20 kişilik bir kafileyle Şam’a gönderdi. Mevlana’nın mektuplarıyla Şems, yumuşayarak, ayrılmasından 9 ay sonra 1246 yılında Konya’ya dönmeye razı oldu.
Daha Sonra Şems Nereye Gitti?

Mevlana, Konya’nın en yüksek, en aydın tabakası ile birlikte Şems’in meclisine devama başladı. Mevlana artık ne ders ne de vaaz veriyordu. Kendi iç dünyasına dalmıştı. Öğrencileriyle çömezleri bu durumdan da hoşnut olmadılar. Bu kuvvetli hoşnutsuzluk karşısında Şems, 1247 yılında ansızın ortadan kayboldu. Bu esrarengiz gidiş, hiçbir zaman aydınlanamadı.
Mevlana Nerede ve Ne Zaman Öldü?

Mevlana, 17 Aralık 1273 tarihinde 66 yaşındayken Konya’da öldü. Hastalığı, yüksek ateş yapan bir karaciğer rahatsızlığıydı. Cenazesinde, bütün Konyalılarla birlikte Hıristiyanlar ve Yahudiler de vardı. Türbesini Selçuklu veziri Alemettin Kaysar yaptırdı. Mevlana’nın ölüm anına, Şeb-i arus (Düğün gecesi) denir. Bu gece, aşığın maşuğa (Allah’a) kavuştuğu gecedir.
Mevlana Nasıl Bir Kişiliğe Sahipti?

Mevlana, islam ve gayri islam bütün insanlıkça beğenilmiş bir sanat adamıdır. Fikir ve kişi özgürlüğüne olağanüstü değer vermiş, insanı adeta kutsal bir varlık derecesine yükseltmiştir. Sonsuz derecede hoşgörülüdür. Büyük bir Türk şairi ve mutasavvıfı, bilgin ve fikir adamıdır. En kötü insanı bile, bağışlanmaya, sevilmeye laik görür. Pakistan’ın dev şairi Muhammed İkbal’e ilham kaynağı olmuştur. Alman şairi Goethe’yi ve ünlü ressam Rembrant’ı derinden etkilemiştir.

Mevlana Şiirlerini Niçin Farsça Yazmıştır?

Mevlana’da Türklük sevgisi çok güçlüdür. O yüzyılda Türkçe, Anadolu’da ileri bir şiir dili olarak daha gelişmemiş bulunuyodu. Mevlana da bu yüzden şiirlerini Farsça yazıyordu. Hatta buna üzülerek söylediği şu mısra pek ünlüdür: "Aslem Türk-est egerci hinduguyem" (Her ne kadar Farsça söylüyorsam da, aslım Türk’tür.)
Mevlevi Tarikatı Nedir?
Mevlana Celaleddin Rumi tarafından kurulan, oğlu Sultan Velet tarafından tanzim edilen bir tarikattır. Şems-i Tebrizi Mevlana’nın hayatında bir dönüm noktasıdır. Şems, Mevlana’yı kitapların dışında ki sırlara ermek yolunda, ileri bir iman ve heyecan alemine götürür, Ona sema zevkini tattırır, onu Ney’in büyülü dünyasına sokar.

Çelebi: Tarikatın başına denir. Mevlana’nın torunlarından seçilir. Konya’da Mevlana’nın türbesi olan dergahta otururdu.
Şeyh: Mevlevi hanenin başına şeyh denirdi. Şeyh, dedeler arasından seçilirdi; yalnız şeyhliği Çelebinin tastik etmesi gerekirdi.
Dede: 1001 günlük çileyi tamamlayan dervişe denirdi.
Sema: Mevlevi dervişlerinin ney, nısfiye gibi çalgılar eşliğinde, kollarını iki yana açıp, sağ avucunu gökyüzüne, sol avucunu yeryüzüne döndürerek Hakk’tan alıp halka dağıtarak yaptıkları ayin.
Ayin: Mevlevi dervişlerinin katıldığı müzikli raks töreni. Aynı zamanda tören esnasında okunan şiirlerede ayin denirdi. Ayinde, "Mutrip" denilen saz heyetiyle "Ayinhan" denilen okuyucular bir "Ayin-i Şerif" çalıp okurlar. Dervişler de bu nağmeye uyarak, "Sema" raksı yaparlar, kendilerinden geçercesine dönerler.
Ney: Türk müziğinde ve özellikle tasavvuf müziğinde yer alan kaval biçiminde, yanık sesli, kamıştan bir üfleme çalgısıdır.
Nısfiye: Bir çeşit kısa ney.

Alemler Hz. Muhammed (s.a.v) için mi yaratıldı?


Çoğunlukla ''Tasavvuf ve Taklitçi Halkınız arasında Meşhur olan Bu Rivayet''in Sıhhatı ve ''Tevhid Akidesi'' ne verdiği Zararları Değerlendireceğiz...

Altta Adı geçen Alıntıda: Tasavvuf Eksenli Yayın yapan Bir Web Siteden alınmıştır...Konuyu Değerlendireceğiz...

Soru: Allahü teâlâ, Peygamber efendimiz için, (Eğer sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım) buyuruyor. Bu kudsi hadis hakkında bilgi verir misiniz? 


Cevap: Âdem aleyhisselam, Arş'ta gördüğü nurun mahiyetini sual etti. Hak teâlâ buyurdu ki: (Bu nur, gökte Ahmed, yerdeMuhammed denilen, zürriyetinden bir peygamberin nurudur. O olmasaydı, seni de, yer ve gökleri de yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye]

Allahü teâlâ yine buyuruyor ki:
(Ya Âdem, Muhammed aleyhisselamın ismi ile her ne isteseydin, kabul ederdim. O olmasaydı, seni yaratmazdım.) [Hakim]

(Ey Resulüm, İbrahim'i halil [dost], seni de habib [sevgili] edindim. Senden daha sevgili hiç bir şey yaratmadım. Senin, benim indimdeki yüksek derecenin bilinmesi için dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye]

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Âdem aleyhisselam Cennetten çıkarılınca, ya Rabbi, Muhammed aleyhisselamın hürmetine beni affet diye dua etti. Allahü teâlâ ise, [ne cevap vereceğini bildiği halde, cevabını da diğer insanların duyması için] "Ya Âdem, onu henüz yaratmadım. Nereden bildin?" buyurdu. Âdem aleyhisselam da, Arşta "La ilahe illallah Muhammedün Resulullah" yazılı olduğunu gördüm. Anladım ki, şerefli isminin yanına ancak en çok sevdiğinin, en şerefli olanın ismini layık görürsün dedi. Allahü teâlâ buyurdu ki: "Ya Âdem doğru söyledin. O bana insanların en sevgilisidir. Onun hürmetine dua ettiğin için seni affettim. Eğer Muhammed aleyhisselam olmasaydı, seni yaratmazdım") [Taberani]


(Allahü teâlâ, İbrahim'i halil edindiği gibi beni de halil edindi.) [Mevahib-i ledünniyye]

Şu halde Peygamber efendimiz hem habibdir, hem halildir.
(Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım) kudsi hadisi, Marifetname'nin ön sözünde, Yusuf-i Nebhani hazretlerinin Envar-ı Muhammediyye kitabının 13. sayfasında ve imam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat'ının 122. mektubunda vardır. 

Mektubat'ın farisi haşiyesinde, bu hadisin Deylemi'nin Firdevsi'nde bulunduğu bildirilmektedir. Deylemi de, Buhari ve diğer muhaddisler gibi, meşhur ve muteber bir hadis âlimidir.
Mektubat-ı Rabbaninin 3.cildinde, (Sen olmasaydın Cenneti yaratmazdım), (O olmasaydı kâinatı yaratmaz, rububiyetimi izhar etmezdim) kudsi hadisleri de bildirilmektedir. 

Mirac'da Allahü teâlâ, Peygamber efendimize, (Senden başka her şeyi senin için yarattım) buyurunca, Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de, (Ben de senden başka her şeyi senin için terk ettim) dedi. (Mirat-i kâinat) denilmektedir."
Allahü teâlâ, Peygamber efendimiz için, (Eğer sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım) buyuruyor. Bu kudsi hadis hakkında bilgi verir misiniz? 

CEVAP: Bu sözlerle ilgili açıklama yapmadan önce, bir Müslüman'ın inancını ilgilendiren konularda nasıl bir yol izlemesi gerekir? Öncelikle bu konuda bilgi sahibi olmamızın bizi bu tür yanlışlardan koruyacağına inanıyoruz.

İnanç konuları dinin sahibi tarafından belirleniraçık, anlaşılır ve kesin deliller ile ortaya konularak herkesin inanması istenir.İnanç konusunda zanna ve zanni delile yer yoktur. Bu nedenle itikadın tamamı sübut-i kat'i ve delalet-i kat'i olan Kur'an ayetlerinden başka bir delile dayandırılmaz. Bunun anlamı şu demektir:


Bizi inanç olarak ilgilendiren bir konu mutlaka Kur'an'dan olacak ve ayetin delaleti de açık ve anlaşılır olacaktır. Bu özelliklere sahip olmayan bir delil ile ifade edilen bir şeye inanmak zanna tabi olmaktır. Allahü Teala şöyle buyurur:


وَمَا لَهُم بِهِ مِنْ عِلْمٍ إِن يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَإِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئاً

Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez.(53 Necm 28)

Müslümanlar zandan şiddetle sakındırılmış ve "zan gerçekten hiçbir şey ifade etmez " buyurulmuştur.

Sorunuza sebep olan nakillerin hepsi Kur'an-dışı rivayetlerden oluşmaktadırBu rivayetler kimden gelirse gelsin zannidir.

Hadis adı altında nakledilen bu rivayetler, peygamber sözü olmaya mani illetler taşımaktadır. Adına Kutsilik eklemekle bir söz kutsi olmaz. Allah'ın elçisine vahyettiği Kur'an'a uygun olmayan bir anlayışı Kur'an-dışı bir yolla söylemesini düşünmek mümkün değildir. Bu anlayışların hiç birisini onaylayan bir ayet bulmanız da mümkün değildir

Öncelikle, "sen olmasaydın, alemi yaratmazdım" sözünün hadis bile olmadığını söyleyen Molla Aliyyü'l-Kari, "Mevzuat'ül-Ulum" isimli eserinde "levlake lemma halaktül eflak" (sen olmasaydın eflaki/alemi yaratmazdım) metniyle zikretmekte ve "böyle bir hadis metnine rastlanmamıştır" kaydını ilave etmektedir. Yani sözün aslı mevzudur
. İslam dünyasında Müslümanların dillerine dolayıp durdukları, birilerini övmek için nice meşhur olmuş sözlerin durumu yakından ele alındığında gerçekleri görmek mümkün olacaktır. 

Ne gariptir ki, Allah'ın elçisine bizzat vahyetmiş olduğu kitapta ne Hz. Muhammed (as) için, ne de diğer peygamberlerden biri için buna benzer bir ifade bulmak mümkün değildir. Bizzat peygamberimizin yaptığı hatalarını zikredilerek düzeltilmesine (Tahrim/1-5, Abese/1-10) yer verilirken, Kur'an'da bu tip övgülere yer verilmemesini düşünmeli değil miyiz?


Bu tip övgülerin Kur'an'da olmamasının nedeni, bu anlayışların gerçeklerle alakasının olmadığındandır. Allah kitabını tavsif ederken:


أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِندِ غَيْرِ اللّهِ لَوَجَدُواْفِيهِ اخْتِلاَفاً كَثِيراً

"Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, onda birçok çelişkiler bulurlardı." (4 Nisa 82) 


يَا أَيُّهَا النَّاسُقَدْ جَاءكُم بُرْهَانٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ نُوراً مُّبِيناً {174}

"Ey insanlar! Rabbinizden size kesin bir delil geldi; ve size aydınlatıcı bir nur indirdik." (4 Nisa 174) demektedir.
İşte gelen bu kesin delilde Allah peygamberi için şöyle buyuruyor:


وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ{107}

"Ey Resulüm! Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik." (21 Enbiya 107)

Bu ayet "Sen olmasaydın alemi yaratmazdım" anlayışı ile bağdaşmaz, aksine çelişki arz eder.Allah bütün elçilerini insanlık alemine olan merhametinden göndermiştir. Bu nedenle bütün elçiler onun rahmetinin eseri ve gönderildiği aleme rahmettir. Bu konuda hepsi eşittir ve aralarında bir fark yoktur

Allahü Teala şöyle buyurur:

قُولُواْ آمَنَّا بِاللّهِ وَمَاأُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَوَالأسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَمَا أُوتِيَ النَّبِيُّونَمِن رَّبِّهِمْ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ {136}

"Onlara deyin ki; 'Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene; Musa'ya ve İsa'ya verilene ve diğer peygamberlere Rabbleri tarafından verilene inanırız. Onlar arasında ayırım yapmayız. Biz Allah'a teslim olanlarız." (2 Bakara 136) 

Bu konuda peygamberler ve müminler de farklı değildir. İman edenlerin hepsi aynı inancı paylaşırlar:


آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَإِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِوَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَاوَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ{285}


"Peygamber, Rabbi'nden kendisine ne indirildiyse ona iman etti. Müminlerin de, hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. `Biz Allah'ın peygamberleri arasında ayırım yapmayız, duyduk ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, bağışlamanı dileriz, dönüş ancak sanadır.` dediler." (2 Bakara 285)