25 Şubat 2013 Pazartesi

ALLAH (C.C) İÇİN SEVMEK, ALLAH (C.C) İÇİN KIZMAK


ALLAH (C.C) İÇİN SEVMEK, ALLAH (C.C) İÇİN KIZMAK

Her insan bir şekilde sever de kızar da... Çünkü sevgi de nefret de, İnsanın hamuruna konmuştur. Bunlar, insan fıtratında mevcuttur. Ancak sevdiklerimizi sevmekle veya kızdıklarımıza kızmakla, sevap mı kazanıyoruz yoksa günah mı işliyoruz?

Hakiki bir müminin en bariz özelliği, Allah için sevmek ve Allah için kızmaktır. Onun her şeyi Allah içindir. Bütün ibadetleri, hayatı ve ölümü Allah için olan mümin, malını ve canını cennet karşılığında Rabb'i olan Allah'a satmıştır (bk. Tevbe, 9/111). Bundan dolayı o, her ne yaparsa Allah rızası için yapan ve maksadı Allah rızası olan bir karaktere sahiptir... Sevdiğini Allah için sever, sevmediğini Allah için sevmez, dostluğu Allah için, düşmanlığı Allah içindir... Sünnet üzere yaşamanın gereği de budur... Zira Resûlullah [sallallâhu aleyhi vesellem] böyle idi ve böyle olmamızı tavsiye etmişti... Nitekim hadislerinde şöyle buyurmuştur:

"Kul, Allah için sevip Allah için nefret etmedikçe, samimi olarak imanı kazanmış olmaz. Allah için sever ve Allah için nefret ederse, Allah Teâlâ tarafından bir velayeti hak eder."[1]

"Kim (sevdiğini) Allah (rızası) için sever, (buğzettiğine) Allah (rızası) için buğzederse, (verdiğini) Allah (rızası) için verir, (vermediğini de) Allah (rızası) için vermezse, imanını kemale erdirmiş olur."[2]

"İmanı en sağlam şekilde ortaya koyan husus, hiç şüphesiz Allah için sevmek ve Allah için nefret etmektir!"[3]

"Allah için sev, Allah için buğzet! Allah yolunda düşmanlık et, Allah yolunda dostluk et! Çünkü sen, Allah'ın dostluğuna ancak bununla ulaşabilirsin. Bir adamın namazı ve orucu çok olsa bile, bu şekilde olmadıkça imanın lezzetini alamaz. Hâlbuki bugün insanların kardeşliği dünya işlerindedir ve bu kardeşlik, kıyamet günü onun sahibine hiçbir mükâfat sağlamayacaktır."[4]

Allah için sevmek, O'nun sevdiği şeyleri sevmektir. Allah için kızmak da O'nun sevmediği, gazap ettiği ve lânetlediği fikir ve fiillerden kaçmaktır. Kalbinde bu hale ulaşan insan, gerçek imanı elde etmiştir. Çünkü bu hal, gerçek muhabbet ve ihlâsın meyvesidir.


Allah (c.c) İçin

İslâm'da nefis için kızmak yoktur. Mücadele ve mücahede Allah içindir. Hz. Ömer'in [radıyallâhu anh] halifeliği döneminde bir sarhoşa rastlayıp had cezası uygulatması üzerine sarhoş ona sövmüş, Hz. Ömer [radıyallâhu anh] onu bırakmış ve, "Beni öfkelendirdin. Ceza verirsem nefsime yardım etmiş olurum. Ben bir kimseyi nefsim için azarlayıp dövmeyi sevmem" demiştir.[5]


Şeytan Sizden Neden Kaçıyor?

Büyüklerden bir zat, Cüneyd-i Bağdâdî'nin [kuddise sırruh] yanına gelmişti. Şeytanın, onun yanından hızla kaçtığını gördü. O kimse Cüneyd-i Bağdâdî'nin yanına yaklaşınca, yüz hallerinden, onun çok öfkelenmiş olduğunu anlayıp, sordu:

"Ey Cüneyd! Biz biliyoruz ki insan öfkelenince şeytan ona yaklaşır. Fakat görüyorum ki bu kadar fazla öfkelenmiş olduğunuz halde, şeytan sizden kaçıyor. Bunun hikmeti nedir?" Cüneyd-i Bağdâdî [kuddise sırruh] cevabında,

"Sen bilmez misin ki biz kendi nefsimiz için kızmayız. Başkaları, nefisleri için kızarlar. Bunun için de şeytan kendilerine musallat olur. Bizim kızmamız, hep Allah için olduğundan, şeytan bizden kızdığımız zaman kaçtığı gibi başka hiçbir zaman kaçmaz" buyurdu.

İMANIN TADINI TATMAK

Gerçek bir müminin en temel özelliği, Allah için sevmek ve Allah için kızmaktır. Fakat bu iş, hiç de kolay değildir. Çünkü sevmekte ve kızmakta edebi gözetmek, hak sınırını korumak ve dengede kalmak, ancak terbiye olmuş ve Allah rızasını biricik hedef haline getirmiş ihlâslı kulların başaracağı bir iştir.

Birçok mümin Allah için sevmenin ve kızmanın ölçüsünü bilmemekte, hatta birçok kişi, nefsin keyfi ile Allah'ın rızasını birbirine karıştırmaktadır. Din adına yapıyorum, Allah için kızıyorum, diye yapılan birçok iş, Allah'ın rızasına uymamaktadır.

Birçok müminin de dini adına hiçbir gayreti ve hassasiyeti yoktur. Öyle ki biraz işi bozulup kazancı azalınca ne olacak halim diye derin derin düşünürken, ahlâkının bozukluğuna, ibadetlerinin aksamasına hiç aldırış etmemektedir. Malına saldırana karşı aslan kesilirken, imanına saldırana karşı korkak bir kedi gibi kenara çekilmektedir.

Her şeyde büyük örnek olan Hz. Peygamber [sallallâhu aleyhi vesellem], Allah için sevmede ve kızmada, bizlere en güzel örnektir. Mümin her işinde onu örnek aldığı gibi bu hususta da onu örnek almalı ve bu husustaki yüce ahlâkını tanımalıdır. Zira onu tanımadan, bu işte muvaffak olmak mümkün değildir. Resulullah Efendimiz [sallallâhu aleyhi vesellem], bu konuya çok önem vermiş. Öyle ki sırf Allah için sevmeyi ve Allah için kızmayı, bir müslümanın imanını gösteren, Allah ile irtibatını ortaya koyan en önemli amel ve en belirleyici sıfat olarak görmüş ve bunu, namazın, orucun ve cihadın önüne almıştır.[6]

Bir kimsenin, sevdiğini Allah için sevmeden, kızdığına da Allah için kızmadan, imanın tadını tadamayacağını belirtmiş ve kâmil iman için bunu şart görmüştür.[7] Allah için sevmenin nasıl olacağını şöyle açıklamıştır:

"Kendin için sevdiğin ve istediğin bir şeyi, insanlar için de sevmelisin ve istemelisin. Kendin için kötü gördüğün ve istemediğin şeyleri insanlar için de kötü görüp istememelisin. İşte Allah için sevgi böyle olur."[8]

Allah Teâlâ, her mümine sevginin hakkını vermesi için Hz. Peygamber'e [sallallâhu aleyhi ve sellem] uymasını emretmiştir. Şu hadis-i şerif bu konuda mühim bir uyarı içermektedir:

"Şirk, gece karanlığında taş üzerinde yürüyen bir karıncanın ayak izinden daha gizlidir. Şirkin en basiti, bir kimsenin zulüm olan bir işe muhabbet beslemesi ve adalet olan bir şeye kızmasıdır. Dikkat edin din, Allah için sevmek ve Allah için kızmaktan başka bir şey değildir. Bunun için Allah şöyle buyurmuştur: Resûlüm de ki, eğer siz Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin."[9],[10]


***
Sahabilerden Ebu İdris el-Havlânî r.a. bir gün Şam mescidine gitmişti. Orada bir genç gördü ki, dişleri parlıyor, yüzü gülümsüyor ve çevresinde kalabalık bir cemaat toplanıyor.

Cemaat herhangi bir konuda ihtilafa düştüğü zaman ona danışıyor, onun görüşünü alıyorlardı. Gencin kim olduğunu sordu. Muaz b. Cebel'dir, denildi.

Ebu İdris r.a. ertesi gün erkenden mescide gitti. O genci mescitte namaz kılar vaziyette buldu. Namazını bitirinceye kadar bekledi. Sonra karşısına geçip selam verdi ve gence şöyle dedi:

- Seni Allah için seviyorum.

Muaz b. Cebel r.a.:

- Allah için mi? dedi. Ebu İdris r.a.:

- Allah için, dedi.

Muaz b. Cebel r.a. Ebu İdris r.a.'ın elbisesinin kuşağından tutup kendine doğru çekti ve şöyle dedi:

- Müjdeler olsun sana! Çünkü ben Allah Resulü'nden şöyle duydum: “Allah Tealâ buyuruyor ki: Benim rızam için birbirini sevenlere, benim rızam için birlikte oturup sohbet edenlere, benim için birbirlerini ziyaret edenlere ve benim rızam için malını ve gücünü sarf edenlere muhabbetim vacip olmuştur.”

***

Hz. Ali r.a. bir harpte müşriklerden birisiyle savaşıyordu. Zorlu bir mücadeleden sonra adamı yere düşürdü ve kılıcını adamın boynuna dayadı. Bu sırada adam Hz. Ali r.a.'ın yüzüne tükürdü. Hz. Ali adamı öldürmekten vazgeçerek hemen bıraktı ve geri çekildi. Müşrik hayretle sordu:

- Neden beni öldürmüyorsun?

Hz Ali r.a.:

- Seninle Allah için dövüşüyordum ve seni onun yolunda öldürecektim. Fakat sen bana tükürünce nefsim adına hiddetlendim. İşime kendi öfkem karıştığı için niyetim zedelendi. Onun için seni öldürmedim, dedi. Adam:

- Seni kızdırayım da beni çabucak öldüresin diye yüzüne tükürmüştüm. Mademki dininiz bu kadar saf ve halis, muhakkak hak dindir, dedi ve müslüman oldu.[11]


***

EN BÜYÜK NİMET

Allah için sevmek, Allah için kızmak, imanın en güvenilir ve en sağlam kulplarındandır. Nitekim Hz. Peygamber [sallallâhu aleyhi ve sellem], "İmanın en sağlam kulpu, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir"[12] diye buyurmuştur.


Müminin en üstün hasleti; sevdiğini, Allah için sevmesi, sevmediğini de Allah için sevmemesidir. İmanın kemalini ve Allah sevgisini bu güzel haslet kazandırır. Mümin bu haslet ile imanın zevkine erişir. Yine bu haslet, Allah için olan amelin en halisidir. Nitekim Resûl-i Ekrem [sallallâhu aleyhi ve sellem], Abdullah b. Ömer'e [radıyallâhu anhüma] bir nasihatinde şöyle buyurmuştur:

"Allah için sev, Allah için darıl, Allah için anlaş, Allah için bozul, velilik mertebesini ancak bununla elde edebilirsin. Namazı ve orucu çok olsa bile bu minval üzere olmayan kişi imanın tadını alamaz."[13]

Allah'ın sevdiklerini sevmek herkese nasip olmaz. Zira Allah'ın veli kullarına muhabbet, insanı saadete ulaştırır. Allah'ın dostlarını sevmekte Allah Teâlâ'nın muhabbet eseri vardır. Çünkü Allah dostlarını seven Allah için sever. Her insan bu muhabbeti hâsıl etmeye ve kemale erişmeye gayret etmelidir.

Allah için sevenlerin hediyesi, Allah'ın sevgisi, cenneti ve cemâlidir. Her şeyi sadece nefis, şehvet, şöhret, servet için sevenler, sevgiyi zayi etmişlerdir. Bunun cezası, sevdiklerinden bir fayda görmedikleri gibi, ebedî sevgiden ve Allah'ın cemâlini seyretmekten mahrum kalmaktır. Bu ne büyük bir azaptır. Allah için sevmek, insana verilmiş en büyük bir nimettir. Kâinatın harcı, sevgi ile yoğrulmuştur. Bu sevginin kaynağı Allah Teâlâ'dır. Kâinatı saran bu sevgi, Allah'ın sonsuz rahmetidir. Ebû Zerr'in [radıyallâhu anh] bildirdiği bir hadiste Resûlullah Efendimiz [sallallâhu aleyhi ve sellem] şöyle buyuruyor:

"Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için nefret etmektir."[14]

Aslında sevgi ve nefret, insanın gönül halini ve akıl seviyesini ortaya koyan iki özelliktir. Bir insanı tanımak için, onun kimi sevdiğini ve neden nefret ettiğini sormalıdır. İnsanın adaletini kızgınlık anında görmelidir. Mertliğini, kavgasında seyretmelidir. Akıl seviyesini, sevdikleriyle ölçmelidir. İnsanı kalbi temsil eder; kalbin içini, davranışları dışa döker.

Allah Teâlâ'nın sevdiği şeyleri seven kalp, cennet yolundadır; meleklerin ahlâkındadır, ilâhî nur ve nazar altındadır; bu gönül sahipleri Allah'ın dostlarıdır.

Haram işleri seven, zulmü beğenen, zalime özenen, hak ve hayırdan nefret eden gönüller, sevgiyi zayi etmiş, nefsin emrine girmiştir. Bu gönlün sahipleri, şeytanın dostlarıdır.

Hz. Ömer [radıyallâhu anh] ve oğlu Abdullah'ın [radıyallâhu anh] şöyle dedikleri rivayet edilmektedir:

"Bir adam gündüzleri devamlı oruç tutsa, geceleri sürekli ibadetle geçirse, fakat yüce Allah için sevip Allah için kızmazsa, bu yaptıkları ona hiçbir fayda sağlamaz."[15]

Allah İçin Sevmek ve Allah İçin Buğzetmek

Haberde geldiğine göre Cenab-ı Hak c.c. şöyle buyurur:
– Ey Musa Sırf benim için yaptığın bir amelin var mı?
– Ya Rabbi! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, rızan için sadaka verdim, secde ettim, sana hamd ettim, kitabını okudum ve seni zikrettim!
– Ey Musa! Namaz senin için kılavuz, oruç sana kalkan, sadaka sana gölgeliktir. Yaptığın tesbihler cennette senin için ağaç, benim için kitabımı okuman senin için huri ve saray, beni zikretmen de senin için nurdur! Benim için hangi ameli yaptın?
– Ya Rabbi! Senin rızan için olan bir ameli bana göster, onu işleyeyim!
– Ey Musa! Bir dostu hiç benim için dost edindin mi? Yine bir düşmanı hiç benim için düşman belledin mi?
Musa a.s., Allah dostlarını sırf Allah için sevmenin ve düşmanlarına da sırf O’nun rızası için buğz etmenin en üstün amel olduğunu anladı.[16]

***


O'NUN SEVDİKLERİNİ SEVMEK

Veli, Allahu Tealâ’nın dostu demektir. Bir müminin, ‘Ben Allah’ın dostlarını sevmiyorum.’ demesi mümkün değildir. Derse küfre düşer. Velileri ölçüsüz yücelten ise şirke girer. Böylece, birisi inkâr etmekle, diğeri de aşırıya gitmekle tehlikeye düşer. Demek ki, doğrudan imanımızı ilgilendiren bu konuda ölçüyü bilmemiz gerekiyor.

Hiç şüphesiz, mutlak sevgiye layık olan Allahu Tealâ’dır. Sevgiyi ve sevdiklerimizi yaratan O’dur. Sevgi, Allahu Tealâ’nın bir sırrı ve insanlığa en güzel hediyesidir. Onu Allah için yerinde kullanmak gerekir.

Bir şahsı veya bir şeyi Allah’ı sever gibi sevmekle, Allah için sevmek arasında fark vardır. Allah için sevmek, Allahu Tealâ’nın: “Bu benim sevdiğimdir; onu siz de seviniz.” dediği şeyleri ve şahısları Allah’ın rızasına ulaşmak için sevmektir.

Allah sevgisini tatmanın ve ispat etmenin tek yolu Yüce Allah’ın sevdiklerini sevmektir. Herkes kalbindeki Allah sevgisini kendisi ölçebilir. Bunun yolu, Allahu Tealâ’nın sevdiği şeyleri ne kadar sevdiğimize ve onlara ne derece değer verdiğimize bakmaktır. Mesela Allah’ın sevgilisi Hz. Peygamber (A.S.), kendisini anne-baba, evlat ve bütün insanlardan daha fazla sevmeyen müminin gerçek imana ve Allah’ın dostluğuna ulaşamayacağını belirtmiştir. (Buharî, Müslim)

Allah için sevilecek kimselerin başında, peygamberlerden sonra Ashab-ı Kiram gelir. Sonra kâmil mürşidler ve diğer bütün müminler gelir.

Her devirde Allah için sevilmeye layık, canını ve malını Allah yoluna adamış öyle kâmil veliler bulunur ki, onlar ilahi aşk için bir merkez durumundadır. Allahu Tealâ yeryüzünde en büyük sermaye olan ilahi aşkı onların kalbine emanet etmiştir. İlahi aşk ve edeb onların her şeyine yansımıştır. Onlar Allah’ın boyası ile boyanmıştır. Onların kalbine bağlanan kalpler, nasip, niyet, samimiyet ve kabiliyetlerine göre o aşktan nasiplenirler. Bu sevgi kalbi saflaştırır, insanı olgunlaştırır.

Allah dostları, yeryüzünde Allahu Tealâ’nın en canlı şahididir. Her şeyleri ile O’nu tanıtır, O’nu hatırlatırlar. Onların yüzüne bakanlar Allah’ı zikreder. Haline uyanlar tevbeye sarılır, takvaya ulaşırlar. Meclislerine katılanlar, günahlardan arınmış olarak kalkarlar. Allah Rasulü (A.S.) buyurur ki:
“Yeryüzünde zikir meclislerini dolaşan ve onların amelini göğe çıkaran meleklere Allahu Tealâ, onların halini sorduktan sonra:

‘Sizleri şahit tutarak söylüyorum, ben onların hepsini affettim’ buyurur. Bunun üzerine içlerinden bir melek

‘Ya Rabbi, onların içinde bir kimse var ki onlar gibi zikir ehli değildir. Onların arasına zikir için değil, bir ihtiyacı için gelmiştir, onu da mı affettin?’ deyince Allahu Tealâ:

‘Onlar öyle bir topluluktur ki onlarla oturan âsi olmaz, onu da affettim’ buyurur.” (Buhari, Müslim)

Üstad Bediüzzaman (Rh.a)’ın belirttiği gibi, Allah dostlarına ve onların bağlı olduğu silsileye azıcık muhabbet eden bir kimse, bu muhabbetin bereketi ile imanını kurtarır. Günaha girse bile küfre girmez. Yüzüne baktığı, elinden tuttuğu velinin muhabbeti, ona Allah’ı inkâr ettirmez. Bu da ona yeter.

Allah için olan sevgi samimiyet ister. Samimi olan kimse, sevdiğini razı etmeye gayret eder. Allahu Tealâ’nın bütün müjdeleri ihlâs ve samimiyete bağlıdır. Kudsi hadiste yüce Rabbimiz:

“Benim rızam için birbirlerini sevenler nerede? Hiçbir gölgenin bulunmadığı bu mahşer gününde onları kendi rahmet gölgemde gölgelendireceğim.” (Müslim) buyurarak bu büyük iltifatı ihlasa bağlamıştır.

Ayrıca bu sevgiye sevinmek ve onu korumak gerekir. Büyük arif İmam-ı Rabbani (k.s.) bu sevginin kıymetini şöyle belirtir: “Allah dostlarını sevmeyi en büyük nimetlerden birisi saymalıdır. Cenab-ı Hak’tan bu sevgide samimiyet ve istikamet üzere olmayı istemelidir. Bu büyüklere bağlılık sebebiyle hâsıl olan az şey de çok kabul edilmelidir. Zira o az değildir.” (Mektubat)

Büyük veli İmam Şa’ranî (K.S.)’yi dinleyelim: “Allahu Tealâ bir müridin kalbini kâmil bir mürşidde topladıktan sonra, artık onun dünyada hiçbir şeye iltifat etmemesi gerekir. Çünkü dünya ve ahirette ona ne nasib edilmişse işte önündedir; nasibini almaya baksın. Mürşidim Ali b. Vefâ (K.S.) derdi ki: Eğer hakiki bir mürşid bulursan, kendi hakikatını bulursun. Hakikatını bulduğunda da Allahu Tealâ’yı bulursun. Allah’ı bulunca her şeyi bulmuş olursun. Bütün mesele, böyle bir mürşidi bulmaktır. Bunu iyi anla ve öyle birisini bulunca onu bir ganimet bil.” (Envaru’l-Kudsiyye)

Bu ganimet dünya servetlerine benzemez. Allah için yapılan dostluklar zayi olmaz, ölümle son bulmaz. Kıyamette geçerli tek sermaye, Allah için olan işler, sevgiler ve sevgililerdir. Yüce Rabbimiz, bütün sevenlere şu uyarıyı yapmıştır: “O gün (Allah için birbirini seven) muttakîlerin dışında bütün dostlar birbirinin azılı düşmanı olur.” (Zuhruf/67).

Öyleyse yarın düşmanlığa dönüşmeyen dostluğun peşine düşmelidir. Allah dostlarıyla ömrünü geçirenler asla pişman olmayacak ve bu dostluk ölümle son bulmayacaktır. Hz. Peygamber (A.S.)’ın: “Kişi sevdikleri ile beraberdir” (Buharî, Müslim) hadisi, ahirette mutlaka gerçekleşecektir.

Ancak bu hadiste sevenlere bir müjde olduğu kadar, bir tavsiye ve bir uyarı da vardır. Müjdeyi Ebû Zer el-Gıfarî (R.A.) anlatıyor: “Hz. Peygamber’e:
‘Yâ Rasulallah! Hayırlı bir topluluğu sevdiği halde, onlar gibi amel etmeye güç yetiremeyen kimse hakkında ne buyurursunuz?’ diye sordum. Rasulullah Efendimiz (A.S.):

‘Ey Ebû Zer! Sen sevdiklerinle beraber olacaksın.’ buyurdu. Ben de:

‘Şüphesiz ben Allah ve Rasulünü seviyorum’ dedim. Efendimiz (A.S.):

‘Muhakkak ki sen, sevdiklerinle berabersin’ buyurdu.” (Buharî, Darimî)

Allah dostlarını samimi olarak seven fakat onlar gibi güzel amel edemeyip hasretini çeken kimseye işte bu müjde yeter.

Hadisten çıkan tavsiye de şudur: Kimi seviyorsan onunla aynı yolda, aynı halde, aynı ahlâkta ol; sevgin dilde kalmasın, sevginde yalancı olma, sevdiğinin hallerine yabancı kalma. Allah dostlarını seviyorsan onlara benze, onların yaptığı güzel amellerden sen de yap, onlar gibi zikir ehli ve halka karşı merhametli ol! Evliyayı seven, eşkıyalık yapmasın!

Hadisteki gizli uyarı da şudur: Herkes kalbindeki asıl sevgi ve niyet ile değerlendirilir. Söze değil kalbe bakılır. Allah’ı ve O’nun dostlarını seviyorsanız, bunu itaat ve edeb ile ispat edin. Kalbe kötü arzu ve sevgiler hâkimse, sözle seviyorum demek bir şey ifade etmez. Yahudi ve Hıristiyanlar: “Biz Allah’ın oğulları ve dostlarıyız!” dediklerinde, Allahu Tealâ: “Öyleyse günahlarınız yüzünden Allah size niçin azap ediyor?” (Maide/18) buyurarak, halleri ve yolları yanlış olduğu için sevgilerinin yalan olduğunu belirtmiştir.

Bir kimsenin Allah için sevilmesi için keşif-keramet sahibi olması şart değildir. Onun ihlas, edeb ve istikamet sahibi olması yeterlidir. Allahu Tealâ kimseyi etine-kemiğine, süsüne-lüksüne, nesebine-milletine, rengine-cinsine bakarak sevmez. O ancak, iman, irfan, aşk ve edeb sahibi müttaki kullarını sever. Her cinsten, her kesimden ve her milletten Allah’ın dostları bulunur. İrşadla görevli olanların dışındaki velilerin çoğu gizlidir. Bunun için herkese karşı edebli davranmaya dikkat etmelidir.

Allah için sevilen bir velinin irşadı ne kadar büyük olursa olsun, hiçbir veli hiçbir peygamberden üstün değildir. Fazilet olarak bütün veliler Ashab-ı Kiram’dan sonra gelir. İlim, irşad ve edebiyle sevilen bir velinin hangi makamda olduğunu bilmek, kimseye şart ve lazım değildir.

Bir insan mürşidini kendi terbiyesi için en yetkili ve rehber olarak görmelidir. Fakat taassuba düşüp, “benim mürşidimden başka yeryüzünde mürşid bulunmaz” dememelidir.

Bütün veliler ve mürşidler birbirlerinin kardeşleridir. Öyleyse, Allah için hepsinin sevilmesi ve hayırla anılması gerekir. Dengesiz bir sevgi sarhoşluğu ile mürşidimi öveceğim ve herkese sevdireceğim diye başka mürşidleri küçümsemek, arkalarından çekiştirmek ve edeb dışı davranışlara girmek kesinlikle doğru değildir.

Gerçek veliler, talebelerinden kendileri için övgü değil, Allah için edeb beklerler. Bir arifin belirtiği gibi; “Gerçek mürid, mürşidi ile övünen kimse değildir. Asıl mürid, mürşidinin onunla övündüğü kimsedir.”

Kâmil mürşidler, dini ve büyükleri kullanarak dünyalık kazanmaya çalışan kimselerden de nefret ederler. Neye muhtaç olduğumuzu ve kimden ne istediğimiz iyi bilmeliyiz. Allahu Tealâ, Yüce Rasulüne: “Habibim! Benden ne istersen iste?” buyurunca, Efendimiz (A.S.): “Allahım senden sevgini, seni sevenlerin sevgisini, beni senin sevgine ulaştıracak amellerin sevgisini istiyorum” dileğinde bulunmuştur. (Tirmizî, Ahmed)

Allah için sevenlerin gözü aydın olsun.[17]






[1] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/430; Münzirî et-Tergib vet-Terhib, nr. 4452.
[2] Ebû Davud. Sünnet, 15 (nr. 4681); Tirmizi, Kıyâmet, 22 (nr. 2642)- Ahmed b. Hanbel el-Müsned, 3/440; 5/247; Münzirî, et-Tergib vet-Terhib. nr. 4454
[3] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/286.
[4] İbnü'l-Mübârek, Kitâbü'z-Zühd, nr. 353.
[5] Gazzâli, İhyâü Ulûmi’d-Dîn, 3/223
[6] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/286; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 13; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 1/89.
[7] Ebû Davud Sünnet, 15; Tirmizi, Kıyâmet, 60; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/430; Hâkim, el-Müstedrek, 1/61: Ebu Ya'lâ, Müsned, nr. 1483
[8] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/247; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 1/89.
[9] Hâkim, el-Müstedrek, 2/291; Ebû Nuaym, Hilyetu’l-Evliya, 9/264; Münzirî, et-Tergîb vet-Terhîb, nr. 4463.
[10] Siraceddin Önlüer, Kalbin Hastalıkları 2/188
[11] Elvida Ünlü, Semerkand Dergisi, 84. sayı
[12] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/286.
[13] Tirmizi, Sıfatü'l-Kıyâme, 60
[14] Ebû Davud, Sünnet, 2 (nr. 4599); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/146.
[15] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb, 2/218; Gazâlî, İhyâü Ulümi'd-Din. 2/936; Sühreverdî, Avârifü'l-Maârif, s. 429.
[16]İmam Gazâlî, Mükâşefetü'l-Kulûb, 100
[17] Dilaver Selvi, Semerkand Dergisi

AİLE SORUNLARI VE ÇÖZÜM YOLLARI


AİLE SORUNLARI VE ÇÖZÜM YOLLARI

Günümüz insanının mühim bir sorunu, aile, çocuklar ve çevredir.

Sözlükte aile; karı-koca, çocuklar ve yakınlarından meydana gelen ve yaratılıştan bir takım manevî bağlar üzerine kurulan, şeklen küçük fakat mahiyet itibariyle büyük olan sosyal bir topluluktur. Örfen ve umumî olarak; aralarında soy, evlilik, süt emme gibi yollarla yakınlık münasebeti olan kimselerin hepsine denir.

Dünyada her şeyin bir esası, bir temeli olduğu gibi milletleri teşkil eden toplumların temeli de ailelerdir.

Ailenin devamı için sevgi ve saygının çok büyük önemi vardır. Sevginin en çok arandığı yer aile yuvasıdır. Aile fertlerini birbirine bağlayan şey sevgidir. Sevgiden mahrum olanlar aileden kopar ve aileye ısınamazlar.

Peygamberimiz (s.a.v) sevgi konusunda şöyle buyurur:

"Mü'min sever ve sevilir. Sevmeyen ve sevilmeyen kimselerde hayır yoktur." [1] [2]

Aile Allah’ın emri ve Peygamber Efendimiz’in [s.a.v] sünneti olan nikâhla kurulan kutsal ve şerefli bir ocaktır.

Aile kurumu, kadın ve erkeğin meşru kurallar çerçevesinde, yani nikâh akdiyle bir araya gelmeleriyle oluşur.

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz de:

“Evlenin, çoğalın. Kıyamet günü ümmetimin çokluğuyla iftihar ederim.” (Beyhaki) buyurarak ümmetini evlenmeye, aile kurmaya teşvik ediyor.[3]

Aile, Allah Teâlâ'nın insanlığa en büyük emanetlerinden biridir. Din ve dünya hayatı aile ile güzel ve düzenli olur. Bunun için aile herkese hayır getiren mübarek, mahrem ve şerefli bir emanettir.

İlk aile cennette kurulmuştur. Hz. Âdem (a.s) ile Hz. Havva validemizin evlilikleri cennette olmuştur. Bu sebeple Allah için yapılan evlilikte, cennetten bir tat vardır.

Aile, insanlık cemiyetinin temelidir. Evlilik, bu temeli Allah'ın (c.c) adıyla atmak ve insanlık şerefine uygun bir bina yapmaktır. Dünyada insanlık hayatı aile üzerine kurulmuş ve aile düzenine göre şekillendirilmiştir.

Aile, karı, koca ve çocuklardan meydana gelen bağlar üzerine kurulan küçük bir sosyal topluluktur. Aile, bir cemiyeti ayakta tutan temel müessesedir.

Her şeyi çift olarak yaratan (Zariyat/49) Allah Tealâ, Hz. Adem’i (a.s) ve Hz. Havva validemizi yaratarak, insan çiftini kadın ve erkekten meydana getirdi. (Nisa/1)

İnsan nesli, ilk aileyi oluşturan bu mübarek çiftten çoğalarak günümüze kadar geldi.

Bugün de toplumların varlığı, neslin çoğalarak devam etmesi aileye bağlı. Kadın, erkek ve bunların çocuklarından oluşan aile, milletlerin üzerine kurulu olduğu temel yapıyı meydana getiriyor.

Bir yuva kurduktan sonra onu korumak,  Allah Tealâ’nın:

قُلْ لِلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ

 “Mümin erkek ve kadınlara söyle. Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar.” (Nur/30-31) emrine uymakla mümkündür.

Bu, hem aile hem de toplum hayatının huzuru, güveni ve geleceği için temel şarttır. Sonra eşler, birbirlerine karşı görevlerini yerine getirmeye çalışmalı, sorumlulukları Allah ve Rasulü’nün (s.a.v) bildirdiği gibi paylaşmalıdır.

Baba, aile reisi olarak çocuklarını yetiştirme ve kötülüklerden korumakla görevlidir. Bu işte anne, babaya yardımcıdır. Çocuklara farz olan ilmihal, buluğ çağına kadar verilmelidir.

Baba, ailenin reisi olup ailedekilerin din ve dünyalarından sorumludur.

Bulûğ çağına kadar bir çocuğun bakım, eğitim, terbiye ve farz olan ilimlerinin öğretilmesi babaya aittir. Baba ya kendisi öğretmeli ya da öğreten birine göndermelidir. Bu işte anne de babanın yardımcısı olup ikinci derece sorumludur. Özellikle kız çocuklarının terbiye ve yetişmesinde annenin hizmeti büyüktür.

Bütün bunlar emanete sahip çıkmak ve yüce Allah'a karşı sorumluluğumuzu yerine getirmektir. Aile içinde Allah rızâsı için yapılan bütün çabalar, çalışmalar ve harcamalar birer sadakadır, hayırdır, hizmettir.

En güzel hizmet, insanın nefsine ve nesline edep kazandırmasıdır; çünkü edebin sonu cennettir. Edep, zengin fakir her ailenin kurtuluş sebebidir. Ona yönelmelidir.


Resûlullah Efendimiz (s.a.v) bir aile reisinin temel görevlerini özetle şöyle belirlemiştir:

"Çocuğun baba üzerinde üç hakkı vardır. Ona kuran-ı kerimi öğretmesi, ismini güzel koyması ve evlenme çağına geldiğinde evlendirmesi.” [4]

Hz. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Çocuklarınıza yedi yaşına geldiği zaman namazı (öğretin ve kılmalarını) emredin. On yaşına geldiklerinde kılmazlarsa el ile hafifçe dövün. On yaşında yataklarını ayırın." [5]

Yüce Allah, rahmet Peygamberinin (s.a.v) şahsında bütün aile reislerine şu emri vermiştir:

وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا نَحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى
"Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; seni biz rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takvâ ile elde edilir.” [6]

Bu âyet indiği zaman, Hz. Fâtıma (r.anha) ile Hz. Ali (k.v) yeni evlenmişler ve özel bir eve ayrılmışlardı.

Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v), sevgili kızı Fâtıma (r.anha) ile damadı Hz. Ali'yi (r.a) sabah namazına kaldırmak için evlerine kadar bizzat teşrif buyuruyor, zahmete giriyor, kendilerine şefkatle seslenerek,

"Allah size rahmet etsin, haydin namaza!”diye çağırıyordu. Buna altı ay devam etti.[7]

Anne ve babalar bu konuda çok hassas olmalıdır. Uyku halindeki bir kimseyi ibadet gibi gönül huzuru isteyen bir işe çağırırken, çok tatlı ifadeler kullanmalıdırlar.

 Sert davranışlar ve hakaret içeren sözlerle ibadete çağrılmaz. Çocuklarımızı ibadete çağırırken gerekirse ciddi olmalı, fakat asla nefret ettirmemelidir. Buna özellikle sabah namazında daha çok dikkat edilmelidir.

Din konusunda baba ve anneye düşen en önemli iş, çocuklarından yapmasını istedikleri güzel şeyleri önce kendilerinin yapmaları ve buna devam etmeleridir.

Âyette,
وَاْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا

"Ailene namazı emret, sen de sabırla ona devam et!" buyrularak bize terbiyenin temel kuralı öğretilmektedir. Bu hüküm, bütün hayırlı işlerde böyledir.      

Hz. Ali (r.a) der ki:

أَدِّبُوا أَوْلاَدَكُمْ عَلَى ثَلاَثِ خِصَالٍ: حُبِّ نَبِيِّكُمْ ، وَحُبِّ أَهْلِ بَيْتِهِ ، وَقِرَاءَةِ الْقُرْآنِ ، فَإِنَّ حَمَلَةَ الْقُرْآنِ فِي ظِلِّ اللهِ يَوْمَ لاَ ظِلَّ إِلاَّ ظِلُّهُ مَعَ أَنْبِيَائِهِ وَأَصْفِيَائِهِ

"Çocuklarınıza şu üç şeyi öğreterek terbiye verin. Peygamber sevgisini, Ehlibeyt sevgisini, Kur’an okumasını. Çünkü Kur’an okuyanlar hiçbir gölgenin bulunmadığı o günde peygamberler ve Allah’ın veli kullarıyla birlikte arşın gölgesinde gölgelenirler. "[8]

Adamın biri yanında oğlu ile birlikte Hz. Ömer'e (r.a) gelerek,

 "Bu benim oğlumdur; bana karşı geliyor" diye şikâyette bulundu. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) adamın oğluna, "Allah'tan korkmuyor musun, niçin anne babana karşı geliyorsun? Anne babanın evlâdı üzerinde şu kadar hakkı var” diye genci uyardı. O zaman genç çocuk,

“Ey müminlerin emîri, çocuğun baba üzerinde hakkı yok mudur?" diye sordu. Hz. Ömer de (r.a),

“Evet vardır. Çocuğa iyi bir anne seçmesi, doğunca güzel bir isim koyması, ona Kur'ân-ı Kerim'i, farz ibadetlerini öğretmesi, evlenecek yaşa gelince evlendirmesi, çocuğun babası üzerindeki haklarındandır" buyurdu. O zaman çocuk,

“Vallahi, babam, Müslüman kadınları bırakıp 400 dirheme satın aldığı bir câriye ile evlendi. Bana güzel bir isim vermedi. İsmimi böcek manasına gelen Cu'la koydu. Bana Kur'ân-ı Kerîm'den ve ibadetlerden hiçbir şey öğretmedi" dedi. Bu sözler üzerine Hz. Ömer, çocuğun babasına dönerek,

"Oğlum bana itaat etmiyor, diyorsun. Hâlbuki o sana karşı gelmeden önce sen onun haklarını çiğnemişsin; şimdi kalk ve oğluna karşı vazifeni yap" diye adamı azarladı.


Adamın biri Abdullah b. Mübârek'e (rah) gelerek, çocuğundan şikâyet etti. Abdullah b. Mübarek,

"Çocuğuna hiç beddua ettin mi?" diye sordu. Adam,

"Evet, ettim" deyince, Abdullah b. Mübarek

"Çocuğun ahlâkını sen bozmuşsun" dedi.[9]


Ebü'l-Esved ed-Düelî (r.a) oğullarına hitaben,

"Ben sizin küçüklüğünüzde, büyüklüğünüzde ve hatta siz doğmadan size iyilik ettim" dedi. Onlar da,

"Öbürlerini anladık, ama biz doğmadan bize nasıl iyilik ettin ki?" dediler. Cevap şu oldu:

"Ben size soyu temiz, asalet ve edebi yerinde bir anne seçtim; kimsenin ona bir şey söylemeye dili varamaz."[10]


İnsan anne babasına, büyüklerine ve üstatlarına karşı yaptığı kusurlarına samimi bir tövbe edip helâllik almazsa, cezasını dünyada benzer bir kusur ile çeker.

Bunun bir de âhireti vardır. Bir işte hüküm sahibi yüce Allah olursa, kimse haksız iken haklı duruma geçemez. Şimdiden bunu düşünmeli ve bütün kusurlarımıza tövbe etmeliyiz.

Abdullah b. Ömer (r.a) şöyle demiştir: "Çocuğunu terbiye et; çünkü sen, çocuğuna öğrettiğinden mesulsün. O da sana yapacağı iyilik ve itaatten mesuldür."

Sa'dî-i Şîrâzî (k.s) şöyle der: "Ey insanoğlu! Adının unutulmamasını istersen, çocuğuna ilim, hüner, mârifet öğret ve onu akıllı yetiştir. Böyle yaparsan arkanda seni rahmetle anan bir kişi bırakmış olursun."[11]

Bir baba, çocuğuna bulûğ yaşına kadar farz ilimleri ve ibadetleri öğretir, kendisi de yaparak örnek olursa temel vazifesini tamamlamış olur.

 Çocuğun bulûğ çağından veya evlendikten sonra yapacağı kusurlarından baba sorumlu olmaz. Yeter ki o kötü işlere baba sebep olmasın. Ancak yine de babanın, çocuğunun yanlışları karşısında nasihatçi bir yaklaşım sergilemesi, sabırla ve yılmadan hakkı hakikati kendisine anlatması gerekir.

Baba ve annenin yapacağı en güzel eğitim, güzel olan işleri çocuklarına yaşayarak göstermek ve kötü işlerde asla örnek olmamaktır.

Çocuklar anne-babalarının karneleridir.

İyi çocuklar yetiştirmek için bütün mesele, anne-babanın kendisini eğitmesi ve bu bilgileri hayata geçirmesiyle halledilebilir. Çocuklarda görülen birçok yanlış, anne-babaların hatalı tutumları sebebiyledir.

Aslında problemli çocuk yok, problemli anne-baba vardır. Başarılı çocuk için de başarılı anne-baba gerekir (istisnalar, kaideyi bozmaz).

(Anne-baba akşamları eline kitap alıp okursa, çocuklar kitaba ve okumaya ilgili duyarlar. Ancak anne-baba zamanını televizyon karşısında geçirirse çocuklar bu sefer televizyona ilgili duyarlar.)

Eskiler der ki: “Eğri ağacın gölgesi de eğri olur.” Eğer biz iyi olursak, çocuklarımız da iyi olmaya meyilli olur. O yüzden çocuk yetiştirme işini kolayına kaçmadan, ciddiye almak gerekir.

Çocuk doğduğu andan itibaren, kameraya kayıt yapar gibi, bütün olayları kaydeder. Hatta doğum öncesinden anne karnında kayıt başlar. 5 yaşına kadar devamlı kaydeder. Çocuk aileyi bir sahnede seyreder. Anne-baba sahnede oynarken, problemlerini saygı ve sevgiyle çözerlerse, çocuk da öyle çözmeyi öğrenir. Evde sürekli yapılmayan davranışlar, çocuklar tarafından da yapılmaz.

Anne-babanın çocuğunu eğitirken 3 temel prensibi olmalı: ÖĞRET-TEKRAR ET-TAKDİR ET.

Biz çocuğa öğretiyoruz, daha sonra tekrar etmiyoruz, çocuk yapınca da takdir etmiyoruz.

Mesela büyüklerine karşı saygıyı öğretiyorsak; bu davranışı oturana kadar sabırla tekrar etmeli ve çocuk bu davranışı her yaptığında takdir etmeliyiz. Bu arada çocuklardan istediğimiz davranışların daha iyisini, kendimiz yapmalıyız. Yani kendimiz de büyüklerimize karşı saygıda kusur etmemeliyiz.

Hadis-i Şerifte buyruldu ki:
أَكْرِمُوا أَوْلاَدَكُمْ، وَأَحْسِنُوا أَدَبَهُمْ.

 "Çocuklarınıza ikramda bulunun ve onları en güzel şekilde terbiye edin." (İbni Mace, Edep 3)

Anne-baba önce kendi içlerindeki güzellikleri görüp, sonra çocuğun içindeki güzellikleri ona göstermeli. Çocuklar bizden güler yüzlü olmayı ve şükretmeyi öğrenir:

 "Kuru ekmeğimiz var ama çok şükür.." dediğimizi taklit ederler.

Siz televizyon seyrederken çocuğa, "Git, sen dersini çalış!" diyemezsiniz, çocuğun ders çalışması için sizin de oturup, kitap okumanız gerekir.

Eğer evde anne-baba devamlı maddi imkânsızlıkları konuşuyorlarsa, çocuk parayı gözünde büyütür, bir an önce zengin olmak için, haksız kazanç yollarını araştırabilir. Eğer evde devamlı Kur'an tefsiri konuşulursa, çocuk gözünde onu büyütür. Örnekleri çoğaltmak mümkün…

Fatih Sultan Mehmet gibi bir evlat yetiştirmek için Fatih'in annesi ve babası gibi olmalı. Fatih Sultan Mehmet'in annesi oğlunun ruhuna damgasını vurmuştu.

Anlatıldığına göre Bediüzzaman hazretlerinin babası, ineğini otlatmaya götürürken, başkalarının bahçelerinden otlamasın diye yolda ineğin ağzını bağlarmış. Evlatlarına haram yedirmeme konusunda bu derece hassas davranan babanın oğlu da, fikirleriyle tüm dünyayı aydınlatır. Hayırlı evlat yetiştirmenin sırrı, çocuğa haram yedirmemekte gizli.[12]


Baba ve anne, tövbe, dua ve sadaka ile yuvalarına ilahi rahmeti çekmelidir.

Bir insan için anne babasından daha samimi ve içten dua eden insan bulunamaz. Onların dualarında hiçbir gösteriş yoktur.

Allah-u Teala (c.c.) Kuran-ı Kerim’ de:

يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا قُوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ

"Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun."[13]buyurmaktadır.

Peygamber efendimiz ise: "Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz" [14]buyurur.

Hz. Peygamber [s.a.v] torunları Hasan ve Hüseyin'i (r.anhuma) gördüğü yerde kucaklar, onları öper, "Allahım, ben bu ikisini seviyorum, sen de sev" diye dua ederdi. [15]

Hz. Peygamber’in (s.a.v), Sahabe ve salih insanların aile sorunlarını çözmedeki örnek halleri iyi bilinirse, pek çok sorun daha kolay çözülür.

Ailede huzuru bulmanın en büyük şartı; aile bireylerinin, hak ve sorumluluklarının ne olduğunun bilincinde olmasıdır.

Öte yandan, mükemmel ve cennetlik bir mü'min olmak için insanlarla iyi geçinmek ve onlarla iyi bir diyalog kurmak şarttır.
                                                         
Peygamberimiz (s..a.v.), Sahabe-i Kiram'a "Cehennem ateşinin kime haram olduğunu, kimin cehenneme haram olduğunu söyleyeyim mi?" diye buyurunca sahabe, "Elbette Ey Allah’ın Resûlü?" dediler. Peygamberimiz şunları söyledi.

1. Cana yakın, şefkat ve merhameti çok olan, herkese ayıp aramadan, sevgiyle bakan kimse,
2. Geçim ehli olup herkesle iyi geçinen, tatlı dilli, güler yüzlü olanlar,
3. Herkesin işini bitiren, kimseyi boş çevirmeyen kimselerdir.[16]

Görüldüğü üzere, Peygamberimiz bizlere cennete girmenin bir yolunun da insanları ve anne ve babayı sevmekle, onlarla iyi geçinmekle mümkün olacağını haber veriyor. [17]

Güzel geçimin başladığı nokta gönüldür. Gönlün gıdası sevgidir. Sevginin kaynağı yüce Allah'tır. Dâimî huzur yüce Allah iledir.

Hep "ben" diyende huzur olmaz, "ben haklıyım" diyenle hak bulunmaz.

Güzel geçim güzel ahlâktır. Güzel ahlâkın temeli tevazudur. Tevazu, ailede, işte, cemiyette ve her yerde güzel geçim için vazgeçilmez bir ahlâktır. O elde edilmeden gerçek huzur bulunmaz.

Kusuru kendisinde arayan kimse, hem kusurunu kolay bulur hem de karşısındakine karşı edepli olur. Niyeti doğruyu bulmak olana yüce Allah yardım eder, sabır verir, anlayışını açar, kalbini genişletir, nefsinin sertliğini giderir, şeytanın hilesini gösterir, Hakk'ı sevdirir, haklıyı buldurur.

Hz. Ömer (r.a) devrinde bir adam hanımı ile arada bir ağız kavgası edip çekişiyordu. Adam hanımına laf anlatamayınca bunalmış, halifeden yardım ve akıl istemek için evine gelmişti.

Evin kapısını çalmak için yaklaştığında içeriden bir kadının yüksek sesle konuştuğunu duydu. Biraz dikkat edince, bunun Hz. Ömer'in (r.a) hanımı olduğunu anladı. Baktı ki Hz. Ömer de aynı durumda. Adam şaşırdı; koca halife, kendisine karşı sesini yükselten hanımını sükûnetle dinliyordu. Kapıyı hiç çalmadan hemen geri döndü.

O sırada Hz. Ömer (r.a) birinin kapıya doğru geldiğini fark etmişti. Gelen kimsenin kapıyı çalmadan geri döndüğünü görünce, hemen arkasından çıkıp adamı geri çağırdı ve ne için geldiğini, niçin geri döndüğünü sordu. Adam,

"Yâ Ömer, bir derdim vardı, size akıl danışmaya gelmiştim; fakat gördüm ki siz de aynı dert içindesiniz. Onun için rahatsız etmek istemedim!"dedi Hz. Ömer (r.a),

"Derdin neydi?" diye sordu. Adam,

"Hanımım, bazen bana karşı evde yüksek sesle konuşuyor, sözlerime sertçe karşılık veriyor, canımı sıkıyor. Gördüm ki bu durum sizin evde de oluyor" dedi. O zaman Hz. Ömer (r.a) adamı bir kenara çekerek ona,

"Bak, hanımların kocaları üzerinde pek çok hizmeti ve hakkı vardır. Bunun için onlara tahammül etmeliyiz. Onlar bizim evimizi beklerler. Ekmek ve yemeğimizi pişirirler. Çocuklarımızı emzirirler. Elbise ve evimizi temizlerler. Nefsimizi teskin eder ve bizi harama düşmekten korurlar. Ben bana bu kadar hizmeti dokunan bir kadına niçin tahammül etmeyeyim" dedi.

Bunları bir halifeden dinleyen adam, biraz düşündü ve,

"Benim eşim de aynı hizmetleri görüyor" dedi. O zaman Hz. Ömer (r.a),

"Kardeşim, hanımının sıkıntısına tahammül göster. Dünya hayatı çok kısadır, gelir geçer" dedi. [18]

Hak adına yeri gelince demir gibi sert olan Hz. Ömer (r.a), yine Hak hatırına yeri gelince kadife gibi yumuşak olabilmekteydi. Onun tek derdi Hakk'ın hatırını korumaktı.

Asıl güzel geçim, kötü ve aksi insanla olur. Güzel huylu kimse ile hoş geçinmek kolaydır; buna gerçek manada güzel geçim denmez.




[1] Ahmed b. Hanbel. Müsned, II, 400
[2] Hasan Çalışkan, Nesil Yayınları, Anne Baba Hakları ve Evlatlık Görevleri, Sf.52.
[3] S. M. Saki Erol, Aile Toplumun Direğidir, Semerkand Dergisi, Ekim, 1999.    
[4] Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 45416.
[5] Ebû Davud, Salât, 26; Tirmizî, Salât, 182.
[6] Tâhâ 20/132.
[7] bk. Süyûtî, ed-Dürrü'I-Mensûr, 5/613.  
[8] Muttaki-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 45409.
[9] Gazzâlî, İhyâ, 2/1037.
[10] Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve’d-Dîn, s. 236.
[11] Şeyh Sa'dî, Bostan, s. 360.
[12] Şeniz Yücel, Kalbi Kitaplar, Bebeklikten Ergenliğe Çocuklarımızı Nasıl Yetiştirelim?, Sf.15.
[13] Tahrîm, 66/6.
[14] Buhârî, Cum'a, 11; Müslim, İmâre, 5.
[15] Buhârî, Edeb, 18/40; Müslim, Tahâret, 1/237.
[16] Müslim C:4 S.2019
[17] Bkz. Hasan Çalışkan, Nesil Yayınları, Anne Baba Hakları ve Evlatlık Görevleri, Sf.59.
[18] bk. Zehebi, el-Kebâir, s. 179.