11 Mayıs 2011 Çarşamba

PEYGAMBERİMİZİN ÖĞRETTİĞİ DUA

PEYGAMBERİMİZİN ÖĞRETTİĞİ DUA

Allahümme einni ala zikrike ve şükrike ve hüsni ibadetike.

Manası:Ey Allah ım seni zikretmek sana şükretmek ve sana en güzel bir şekilde ibadet edebilmem için bana yardım et.


Ebu Davud un Muaz Bin Cebel (R.A)dan rivayet etmiştir.


ZOR İŞLE KARŞILAŞINCA OKUNACAK DUA

Allahümme la sehle illa ma cealtehü sehla,ve ente tec’alu’l hazene iza şi’te sehla.


PEYGAMBERİMİZİN ÇOK OKUDUĞU DUA

Sübhanallahi ve bihamdihi,estağfirullahe ve etubü ileyh


GÜNAHLARININ AFFINI İSTEYEN İÇİN DUA

Allahümme inni zalemtü nefsi zulmen kesiran ve la yağfiruz zünube illa ente fağfirli mağfiraten min indike verhamni inneke entel ğafurur’Rahim.

Manası:Allah ım kendi nefsime çok zulmettim senden başka günahları bağışlayacak,affedecek yoktur,ind-i ilahinden beni bağışla ve beni esirge zira bağışlayan merhamet eden acıyan ancak sensin

Müslim Hz.Ömer (R.A)den rivayet etmiştir


SALAT-I TEFRİCİYE


Allahümme salli salaten kamileten ve sellim selamen tammen ala seyyidina Muhammedinillezi tenhallü bihil ugadü ve tenfericü bihil kürabü ve tugda bihil havaicü ve tünalü bihir rağaibü ve hüsnül havatimi ve husnül havatimi ve yüstesgal ğamamü bivechihil keriym ve ala alihi ve sahbihi fi külli lemhatin ve nefesin bi adedi külli mağlumin lek.

Manası:”Ey Allah’ım mükemmel (en güzel)bir salat ve mükemmel(tastamam)bir selam ile Seyyidimiz Efendimiz Hz.Muhammed’e salat ve selam eyle.öyle ki onun vesilesiyle müşküller,zorluklar hallolur.onun vesilesiyle sıkıntı ve kederler kendiliğinden kaybolur.onun vesilesiyle hacetler yerine getirilir.onun vesilesiyle gönülden arzu edilen dilek ve muradlar gerçekleşir.güzel akıbetler onunla elde edilir.onun yüzüsuyu hürmetine bulutlardan yağmur dökülür aynı salatü selamı onun al ve ashabına da eyle.öyle ki her an ve her nefes sana malum olan şeyler sayısınca…

İmamı kurtubi hazretleri şöyle buyurmuştur:bir kimse çok önemli bir işinin veya önemlşi bir dileğinin gerçeklerşmesini  ya da üzerinde devam edip duran büyük bir belanın üzerinden çekilip gitmesi için salat-ı tefriciye yi 4444 defa okyup bu mübarek salatü selam ile Yüce Peygamberimizi vesile edinse hiç şüphe ve tereddüt yoktur ki Yüce Allah o kulunun istek ve muradının olması için hayırlı bir kapı açar,hayoırlı bir sebep yaratır,ona muradını verir.”

  • salavat-ı şerife okumanın fydaları:

  • işlerin kolaylaşması

  • sıkıntıların yok olması

  • endişe ve kaygıların silinmesi

  • gamın,kederin,üzüntü ve elemin gitmesi

  • rızkın artması

  • fakirlik ve yoksulluğun yok olması

  • tüm hayırlı istek ve dileklerin yerine gelmesi

  • bütün ümit ve muratlarının gerçekleşmesi

NAZAR DUASI


Euzü billahi mineşşeytanir raciym bismillahirrahmanir rahiym.ve in yekadülleziyne keferu leyüzliguneke bi ebsarihim lemma semiuzzikra ve yegulune innehü lemecnun. vema hüve illa zikrul lil alemiyn.

Bu ayetler nazar değmelerine karşı okunur başta hasan-ı basri hazaretleri olmak üzere ulema-i islam göz değmelerine karşı okumuştur.Bu ayeti kerimeler Peygamber efendimizi ( s.a.v.) nazara uğratarak çatlatmak ve göz değdirmek suretiyle O yüce peygamberin mübarek vücudunu yok etmek için kafirler hain gözleriyle Resulullah’a baktıklarını bildirmek için nazil olmuştur.

Cenab-ı Hak”:Ey Resulüm!o kafirler az kaldı ki çıkası gözleriyle seni devireceklerdi sana çatlatacak gibi çok hain baktılar” buyurdu.

Ayrıca peygamber efendimiz ( s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Fatiha suresini ve ayetel kürsi yi bir kimse herhangi bir evde okursa o gün o evdekiler insan ve cin nazarı değmez.Deylemi den rivayet edilmiştir.Bu dualara ek olarak ihlas,felak ve nas sureleri nazil olduktan sonra efendimiz bu duaları da okurdu.

Bir başka nazar duası: maşa Allah,barekallah,la havle ve la guvvete illa billah

Manası: Allahü Teala mübarek etsin,Allahü Teala diledi de böyle iyi ve güzel oldu,güç ve kuvvet yalnız ve yalnız Allahü Teala nındır.


Duayi gønderen F.A kardesimize tesekkur eder sizlerinde dualarini bekleriz.

.

Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerinden TAVSİYE DUALAR Ebu-l Faruk Süleyman Hilmi Tunahan k.s

. Hazretlerinden

Ey Cemaatı müslimin !

Allahımızın şu üç aylarında , şu üç mihrablı camide, sizlere üç hediyem olsun :

1- Cemaatle namaz kılarken, İFTİTAH TEKBİRinden sonra, SÜBHANEKE yi müteakiben, EUUZUBİLLAHI MINEŞŞEYTANİRRACİİM ide okuyup, BESMELE´yi  imam efendiye bırakınız.

EUZU sebebiyle şeytanın vesvesesinden emin olursunuz.

2- Namazda, Kade-i ahirede, TAHİYYAT, SALLİ BARİK ve RABBENA lardan sonra TEŞRİK TEKBİRİ getirip öyle selam veriniz.

3- Salati vitirde KUNUT DUA larını okuduktan sonra, rukua varmazdan önce SALATI-MÜNCIYE´yi okuyup öyle rukua varınız.

Zira, Salati-vitr, gecenin son namazı olduğundan günde beş vakit kıldığımız namazın sonunda, vazifeli melekler alıp, vechi Rahmana arz´a götürürken, Rasulullah Efendimiz üzerine getirilen salevatı şerife mührünü namazların ahirinde götürdüklerinde, tereddüt etmeden Cenabı Hakka arz ederler.

Namazlarımızın kabülüne vesile olur.

“ Bu  Hediyelerimi  kabul edip yaptığınızda, hasıl olan sevab size aittir. Eğer bir vebal varsa, Oda benim boynumadır ” buyurmuşlardır.

Yine Efendi Hz.leri ( k.s.) buyururlar ki :

Namazın akabinde tesbih duası için okuduğumuz AYETÜL KÜRSİ yi müteakiben, İHLASI ŞERİF, FELAK, NAS surelerini de okuyunuz.

Zira bunları okuduktan sonra tesbihlere geçilirse, Cenabı Hakk, gerek içimizdeki hastalıklara ve gerekse dıştan gelecek hastalıklara, bela ve musibetlere bu sureler sebebiyle mani olur. Nefsimizden ve dıştan gelecek hastalıklara şifa ihsan eder, bela ve musibetlerden muhafaza buyurur.

Ayrıca ; iki rekat son sünneti olan vakit namazlarının , bu son  sünnetlerinin edasında da , Fatiha´dan sonra zammı sure olarak FELAK ve NAS surelerini okuyunuz.Bunun esrarı ; sihirden korunmaktır.

Yani buna devam edenler sihrin kötü tesirlerinden hıfz u himaye olunurlar.


HERHANGİ BİR SIKINTI HALİNDE OKUNACAK DUA.

üşkil vaziyette kalındığında o işin hal ve âsân olması için boy abdesti ile1001 Salat-ı Münciye ve günde 500 Kelime-i Tevhid getiren kula, Mevlâ avuç açtırmaz  müşkilini âsân eder.

Cin mektubu ve âyât-ı hırz hakkında

Sual: Cin mektubu nedir?
CEVAP
Peygamber efendimizin, cinlerin zararlarından Müslümanları korumak için Hazret-i Ali’ye yazdırdığı bir mektuptur. Üzerinde taşıyana ve evinde bulundurana o mahluklar zarar veremez.
Eshab-ı kiramdan Ebu Dücane hazretleri anlatır:
Yatıyordum. Değirmen sesi gibi ve ağaç yapraklarının sesi gibi, ses duydum ve şimşek gibi, parıltı gördüm. Başımı kaldırdım. Odanın ortasında, siyah bir şey yükseldiğini gördüm. Elimle yokladım. Kirpi derisi gibi idi. Yüzüme, kıvılcım gibi şeyler atmaya başladı. Hemen Resulullaha gidip, anlattım. Buyurdu ki: (Ya Eba Dücane, Allahü teâlâ, evine hayır ve bereket versin!)
Kalem ve kağıt istedi. Hazret-i Ali’ye bir mektup yazdırdı. Mektubu alıp, eve götürdüm. Başımın altına koyup, uyudum. Feryat eden bir ses, beni uyandırdı. Diyordu ki: (Ya Eba Dücane, bu mektupla bizi yaktın. Senin sahibin, bizden elbette çok yüksektir. Bu mektubu bizim karşımızdan kaldırmaktan başka, bizim için kurtuluş yoktur. Artık, senin ve komşularının evine gelemeyeceğiz. Bu mektubun bulunduğu yerlere gelemeyiz.)
Ona dedim ki, sahibimden izin almadıkça bu mektubu kaldırmam. Cin ağlamasından, feryadından, o gece, bana çok uzun geldi. Sabah namazını, mescitte kıldıktan sonra, cinnin sözlerini anlattım. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(O mektubu kaldır. Yoksa, mektubun acısını, kıyamete kadar çekerler.) [Delail-ün-nübüvve, Tezkire-i Kurtubi]

Sual: Cinlerin sebep olduğu hastalıklardan ve yapılan büyüden kurtulmak için, hangi duaları okumak gerekir?
CEVAP
Âyat-ı hırz denilen duayı okumalı. Arkasından da aşağıda tercümesi yazılan dua okunursa, biiznillah bir şey kalmaz.
Bu konudaki bir mektup
Muhammed Masumi Serhendi hazretlerinin üçüncü oğlu Muhammed Ubeydullah Serhendi’nin Hazinet-ül-me’arif isimli kitabındaki 148. mektup, Teshil-ül-menafi’ kitabına da eklenmiştir. Bu mektup şöyledir:
[Bu mektup, vilâyet penah pîrzâde-i irfan-ı destgah Hâce Muhammed Parisa’nın oğluna yazılmıştır. Mektup, tecrübe edilmiş bazı faydalı bilgileri açıklamaktadır.]
Mektubuma besmele ile başlıyorum. Allahü tealaya hamd eder, Resulüne salât ve selam ederiz. İmam-ı Serahsi şöyle buyurdu:
Ahmed bin Salih anlatır:
Hizmetçime cinler musallat olmuştu. Başka bir hizmetçi aldım. Ona da musallat oldular. Bir gün namaz kıldım, otururken birisi selam verdi, ben de selamını aldım. Kim olduğunu sordum. (Ben Cinlerden Zekeriya… Sana bir dua öğretmek için geldim. Senin cariyene olduğu gibi, bir kimsenin başına bir hal gelir de, bu duayı okursa, biiznillah o kimse sağlığına kavuşur) dedi. Bu duayı yazmak için kalem aradım; fakat bulamadım. Divanın altında olduğunu söyledi. Sonra bana şu duayı yazdırdı:
“Allahü tealaya hamd olsun ki, göğü yüksek, yeri alçak ve dağları dik yarattı. Rüzgârlar gönderdi. Geceyi karanlık ve gündüzü aydınlık yaptı. Görülen ve görülmeyen varlıkları yarattı. Bunları, yarattıklarından hiçbirinin yardımına muhtaç olmadan yaptı.
Ya Rabbi! Seni tesbih ederim (noksan sıfatlardan tenzih ederim). Kudretini düşünen için, senin şanın ne yücedir. Sen kendine mahsus yücelikle yücesin, kendine mahsus yakınlıkla yakınsın. Sen yarattıklarına kudretinle galipsin. Sana isyan eden, Cehennemde, sana itaat eden ise, Cennettedir.
Ya Rabbi! Dua etmeyi emrettin ve edilen duaları kabul edeceğini bildirdin. Yaptığımız dualar senin kazanı geri çevirdi. Dualarımızı kabul eyle! Sen, güç ve kuvvet sahibisin. Senden daha güçlü ve kudretli kimse yoktur. Sen, Rahimsin. Senden daha merhametlisi yoktur. Sen, Yakub aleyhisselama merhamet edip tekrar görmesini sağladın. Yusuf aleyhisselama da merhamet edip, onu kuyudan kurtardın. Eyyüb aleyhisselama da acıyıp bela ve musibetlerni kaldırdın.
Ya Rabbi, ben de senden istiyorum, sana yalvarıyorum. Çünkü kendisinden bir şey istenilenlerin en hayırlısı sensin. Ey zorbaları kahreden, kıyamet günü amellerin karşılığını veren, çürümüş kemikleri dirilten Rabbim, sen yarattıklarının geçmesi için, Cehennem üzerine kıldan ince ve kılıçtan keskin köprü kurdun! Sen, [filan oğlu filanı veya filan hanımın kızı filanı], bu acılara, şu sıkıntılara, bu hastalıklara müptela kıldın. Sen onları gidermeye kadirsin, Ya Erhamerrahimin (Ey merhametlilerin en merhametlisi)!”
(O inkârcıların durumu, tıpkı bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyenlere [işittiği sesin manasını anlamayan hayvanlara] haykıran çobanın durumuna benzer. O inkârcılar sağır, dilsiz ve kördürler. Çünkü onlar düşünmezler.) [Bekara171]
Ahmed bin Salih hazretleri buyurdu ki:
Bu dua suya okunup, hasta ondan içer ve onunla abdest alırsa biiznillah iyileşir. Bu dua vasıtasıyla iki cariyeyi tedavi ettim. Bir hafta geçmeden, ikisi de sıhhatlerine kavuştu. Her hastaya bu duayı okuyorum, Allahü tealanın izniyle iyileşiyorlar. Elhamdülillahi Rabbil âlemin.
 NOT : Cin mektubunun aslı ,Ayat-ı hırz ve  duanın Arapçasıni ønceden mail ile gønderiyordum,ama bu benim icin yorucu ve zaman alici birsey oluyordu, linkler øluyor ve yeniden link ekle falan derken bizi ugrastiriyor, bundan sonra bu adresi :yukarikayalar@hotmail.com  msn messengerinize ekleyin oradan direk gøndereyim, veya  istek olursa bende  (isteyen kim ise onun) mail adresini ekler ve gøndermeye calisirim insaallah.

Cinler hakkında genel bilgi


İslam’a göre cinler; akıl, idrak, irade ve şuur sahibi varlıklardır. Bu sebeple Allah’a iman etmek, Onun emirlerine itaat ve ibadet etmekle mükelleftirler. Bu Kur’an-ı Kerim’de Cin Suresinde ve diğer ayetlerde bildirilmektedir.
Cinler hem Peygamberimize hem de Hz. Musa ve diğer peygamberlere muhatap olup tebliğlerini dinlemişler ve bir kısmı iman edip bir kısmı da inkar etmişlerdir.
Müslim’in rivayet ettiği bir hadisi şerifte, “Her insanın meleklerden ve cinlerden bir yoldaşı bulunduğu” bildirilmiştir.(1) Cabir’den nakledilen bir hadisi şerifte Peygamberimiz (s.a.v); “Yanlarında kocaları bulunmayan kadınları ziyaret etmeyin. Çünkü şeytan, herhangi birinizin damarlarında, kan nasıl akıyorsa o şekilde dolaşmaktadır.” Buyurmuştur. Bunun üzerine ashab: “Seninde mi?” diye sordular. Hz. Peygamber: “Benim de, fakat Allah, şeytana karşı bana yardım etti de, o bana teslim oldu (veya Müslüman oldu) buyurmuştur.(2) Hadiste parantez içinde verdiğimiz “Müslüman oldu” ifadesi tercih edilen bir başka anlamdır. Ancak hadisçiler, şeytanın Müslüman olmasının söz konusu olmadığını söyleyerek, “teslim oldu, boyun eğdi” anlamına kullanmanın daha doğru olacağını söylemişlerdir.(3) Burada kastedilenin kafir bir cin olduğunu düşünmek, problemi çözer. Nitekim cinlerin kafirlerine şeytan denilmektedir.
Evlenip çoğalmaları ve ömürleri
Cinler, erkeklik ve dişilikleri olan, insanlar gibi nikah yoluyla evlenen, insanlar gibi üreyip çoğalan, doğup büyüyen ve ölen varlıklardır. Ancak ne var ki ömürleri insanlarınkinden çok daha fazla uzundur. Bu konuda cinlerin 1000 ila 1500 seneye kadar yaşayabilecekleri söylenmektedir. Çünkü cinler farklı bir zaman boyutunda yaşamaktadırlar. Orada zamanın akışı da farklıdır. Buna bağlı olarak, cinler yoluyla alındığı iddia edilen haberlerin gaybi bilgiler değil, yaşa ve tecrübeye dayanan bilgiler olduğu ortadadır.
İman ve küfür bakımından durumları
Mümin, münafık ve kafirleri bulunan cinlerin, kafirlerine şeytan denilmektedir. Cinler de bu dünyada imtihan oluyorlar ve ahirette hesaba çekilip, cennete ya da cehenneme gideceklerdir. İnsanlarda olduğu gibi, iman edip salih amel yapan, hayırlı işler işleyenler cennete; inkar edip kafir olanlar, iman ve tevbe etmeden ölenler de cehenneme gidecekler ve ceza göreceklerdir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
“Andolsun ki, Cehennem için de birçok cin ve insan yarattık. Onların kalpleri vardır ama anlamazlar, gözleri vardır görmezler, kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta yol bakımından daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.”(7:179; 72:5)
Cinleri inkar etmenin hükmü
Cinlerin varlığı Kur’an ve Sünnetle sabit olduğundan varlıklarını inkar etmek küfür sayılmıştır.
Eskiden tespit edilemeyen pek çok şey bugün bilimsel yollarla ispat edilmektedir. İnsanların onları görememesi yok olduklarına delil olmaz. Çünkü insan, sadece cinleri değil, daha pek çok şeyi de görememektedir. İnsanın görmesi, duyması, anlaması sınırlıdır. Özellikle varlıkların milyonda beşini ancak görebildiğimiz ve ağrı, sızı, sevgi, nefret, korku, akıl, elektrik, rüzgar vs. gibi, görmediğimiz şeylerin pek çoğuna inandığımız da düşünülürse, cinlerin görünmemesi onların olmadığı anlamına gelmez.
Cinlerin meskenleri
Cinlerin ev ve mesken edindikleri yerlerin genellikle çöplük gibi pis yerler oldukları, buraları yer edindikleri anlaşılmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v); evlerde bırakılan çöplerin cinlerin toplantı yerleri olacağını bildirmiştir.(4) Hz. Peygamberin İslam’daki temizliğe dikkat çektiği ve görünmeyen cinler gibi, görünmeyen mikropların da çabuk üreyip çeşitli hastalıklara sebep olabileceği hakkında da bazı alimler görüş beyan etmişlerdir. Çünkü bazı hadislerde cin kavramıyla mikropların kastedildiğini de söylemişlerdir. Ayrıca, Sahabe ve Tabiin döneminde, cinlerin deliklerde yaşadığına dair bir inancın var olduğu da görülmektedir. Bununla ilgili bir hadisi şerif şöyledir:
Abdullah b. Sercis (r.a) anlatıyor: “Resulullah (s.a.v), (Yeryüzündeki haşarat) deliklerine idrar yapmayı yasakladı.” Bunun sebebi müfessirlerden Katade’ye: “Bu deliklere akıtmak niye mekruh kılındı?” diye sorulmuştu. O da şu cevabı verdi: “Bunların cinlere ait meskenler olduğu söyleniyordu.”(5)
(1) Müslim, Münafikin, 69.
(2) Tirmizi, Rada, 17/1172; A. H. Müsned, III, 309; Darimi, Sünen, II, 320, Rikak, 66.
(3) Tirmizi, Rada, 17/1172; İ. Cevzi, Telbisü İblis, s. 34.
(4) Abdurrezzak, Musannaf, XI, 32.
(5) Ebu Dâvud, Tahâret, 16, (29)
Cinler gaybı bilemezler.
(Sebe, 34/14)
Allah’ın peygamberlerine bildirdiği şeyleri öğrenemezler:
“Şüphe yok ki onlar (meleklerin sözünü) işitmekten kat’i surette azledilmişlerdir. “
(eş-Şuarâ, 26/212)
Cinler insanlardan önce yaratılmışlardır,
Kur’an-ı Kerîm’de çok zehirli bir ateşten yaratıldıkları haber verilir:
“Cânnı da, daha önce çok zehirli ateşten yarattık. “
(el-Hicr, 15/27)
Cinlerin erkek ve dişi olanları vardır.
Evlenirler, çoğalırlar, yerler, içerler.
İhtiyarı, genci vardır.
Cinler de mükellef olup insanlar gibi Allah’ın emir ve yasaklarına uymak zorundadırlar:
“Ben cinleri ve insanları ancak ibadet etsinler diye yarattım. “
(ez-Zariyat, 51/56).
Cinlerin yaratılışları türlü şekillere girmeye, ağır işler görmeye elverişlidir.
Nitekim Kur’an’da ifade olunduğuna göre
(en-Neml, 27/39)
Hz. Süleyman Belkıs’ın tahtını Yemen’den getirmek isteyince, bir cin, daha sen makamından kalkmadan ben sana onu getiririm, benim herhalde buna yetecek gücüm var demiştir.
Süleyman (a.s.) Kudüs’te, getirilecek taht Yemen’deydi.
Onu bir saniyede getirmek büyük bir hız ve güce sahip olmak demekti.
Süleyman peygamber, cinleri ağır ve güç işlerde çalıştırmıştır.
“Süleyman (a.s.)’ın önünde, Rabbı’nın izniyle iş gören bazı cinler de vardı.
İçlerinden kim bizim emrimizden ayrılıp saparsa ona çılgın azabdan tattırdık. “
(Sebe, 34/12)
Şeytan da cinlerdendir.
Allahu Teâlâ kendisini Hz. Adem (a.s.)’e secde etmekle mükellef tutmuş;
şeytan ise, kendisinin ateşten, Adem’in topraktan yaratıldığını ileri sürerek secde etmemiştir.
Bunun üzerine Allahu Teâlâ onu rahmetinden kovmuş o da kâfir olmuştur
(el-Bakara, 2/24)
Şeytanların amiri durumundaki şeytana İblis denir.
Şeytan, insanları azdırmak için çeşitli yollara başvurur.
Ondan sakınmak gerekir:
“Ey Ademoğulları, Şeytana tapmayın.
Çünkü o sizi Rabbınız’dan ayıran bir düşmandır, diye size emretmedim mi?”
(Yasin, 36/60)
“Şeytan sizin için yaman bir düşmandır.
Bu sebeple siz de onu düşman edinin. “
(el-Fatır, 35/6)
Hz. Peygamber (s.a.s.) de şöyle buyurmuşlardır:
“Allah sizden her biri için, bir cinni arkadaş kılmıştır.”
Ashab:
“Size de mi yâ Rasûlallah?” diye sorduklarında, Rasûlullah:
“Bana da ancak Allah ona karşı bana yardım etti de, o (cin) müslüman oldu,
artık o, bana ancak hayır emrediyor. ” buyurdu.
(et-Tâc, V, 233).

Cinlerin ve Şeytanın yaşadığı yerler nerelerdir?


İslam’a göre cinler; akıl, idrak, irade ve şuur sahibi varlıklardır. Bu sebeple Allah’a iman etmekle, Onun emirlerine itaat ve ibadet etmekle mükellef oldukları da kaçınılmaz olacaktır. Bu gerek Kur’an-ı Kerim’de Cin Suresinde ve diğer ayetlerde, gerekse hadisi şeriflerde bildirilmektedir.(1) Nitekim hem Peygamberimize hem de Hz. Musa ve diğer peygamberlere muhatap olup tebliğlerini dinlemişler ve bir kısmı iman edip bir kısmı da inkar etmişlerdir.(2)
Evlenip Çoğalmaları ve Ömürleri

Cinler, erkeklik ve dişilikleri olan, ve Kur’an-ı Kerim’de, cinsel yönlerine işaret edildiğine göre de, insanlar gibi nikah yoluyla evlenen(3), insanlar gibi üreyip çoğalan, doğup büyüyen ve ölen varlıklardır.(4) Ancak ne var ki ömürleri insanlarınkinden çok daha fazla uzundur. Bu konuda cinlerin 1000 ila 1500 seneye kadar yaşayabilecekleri söylenmektedir.(5) Çünkü cinler farklı bir zaman boyutunda yaşamaktadırlar. Orada zamanın akışı da farklıdır. Buna bağlı olarak, cinler yoluyla alındığı iddia edilen haberlerin gaybi bilgiler değil, yaşa ve tecrübeye dayanan bilgiler olduğu ortadadır. Zira bize kapalı olan gayb alemi onlara da kapalıdır.
İman ve Küfür Bakımından Durumları
Mümin, münafık ve kafirleri bulunan cinlerin, kafirlerine şeytan denilmektedir.(6) Cinler de bu dünyada imtihan olmak ve ahirette hesaba çekilip, cennete ya da cehenneme gidebileceklerdir. İnsanlar da olduğu gibi, iman edip salih amel yapan, hayırlı işler işleyenler cennete, inkar edip kafir olanlar, iman ve tevbe etmeden ölenler de cehenneme gidecekler ve ceza göreceklerdir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
Andolsun ki, Cehennem için de birçok cin ve insan yarattık. Onların kalpleri vardır ama anlamazlar, gözleri vardır görmezler, kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta yol bakımından daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.”(7) Başka bir ayet de şöyledir: “Allah hepsini bir araya topladığı gün, Ey cin topluluğu! İnsanlardan birçoğunu yoldan çıkardınız’ der. İnsanlardan onlara uymuş olanlar, ‘Rabbimiz! Bir kısmımız bir kısmımızdan yararlandık ve bize tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık’ derler. Allah da buyurur ki: ‘Cehennem Allah’ın dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız durağınızdır’ der. Doğrusu Rabbin Hakim’dir, Bilendir.”(8)
Cinler Yeryüzünün Sakinleridir
Yukarıda mealini verdiğimiz ayet-i kerimeye ve diğer bazı ayetlere göre gerek kafir cinlerden olan şeytanlar, gerekse cinler, insanlara görünmeden onları gözleyebilir. Sağından solundan, ardından ve önünden sokularak onlara vesvese verip saptırabilir ve yanlış yollara sevk edebilirler.(9) Yine cinlerin de insanlar gibi yeryüzünün sakinlerinden olduğu, varlıkları Kur’an ve Sünnetle sabit bulunduğu için, varlıklarını inkar etmek küfür sayılmıştır.(10)
İnsanların onları görememesi yok olduklarına delil olmaz. Çünkü insan, sadece cinleri değil, daha pek çok şeyi de görememektedir. İnsanın görmesi, duyması, anlaması da sınırlıdır. Özellikle varlıkların milyonda beşini ancak görebildiğimiz ve ağrı, sızı, sevgi, nefret, korku, akıl, elektrik, rüzgar vs. gibi, görmediğimiz şeylerin pek çoğuna inandığımız da düşünülürse, konunun daha rahat anlaşılacaktır.
Cinler Yalancı mı?

Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde Cinlerin yalancı oldukları ve Allah’a karşı yalan uydurdukları bildirilmektedir.(11) Ancak bunun yine iman ve takva ile alakası olmalıdır. Çünkü müminin yalan söylemesi yasak olduğu gibi, cinlerin müminlerinin de aynı durumda olmaları söz konusudur. Bu itibarla yalancılar, ya kafir, ya da münafık cinler olmalı ya da imanda kemale ermemiş cinlere mahsus olmalıdır.
Her Ülkede ve Her Şehirde Yaşarlar
Cinler, insanların meskûn olduğu yerlerde yaşadıkları gibi, yeryüzünün diğer yerlerinde de yaşayabilirler. Asya, Avrupa, Amerika, Arabistan, Türkistan, Rusya vs. gibi ülkelerde yaşadıkları ve buralara mensup oldukları gibi, bu ülkelerin şehirlerinde yaşayıp oralara da mensup olabilirler ve Ankaralı, İstanbullu, Konyalı, Antalyalı, Bursalı vs. diye adlandırılabilirler. Nitekim Rasülullah (s.a.v)’i dinlemeye gelen bir kısım cinlerin Diyarbakır civarında bulunan Nusaybin’den oldukları bildirilmiştir.(12) Ayrıca Hz. Peygambere gelen başka bir cin heyetinin, Cezireli(13) olduğu ve Hz. Peygamberin, Medine’de Müslüman olmuş bir gurup cin bulunduğunu(14) haber verdiği de yine hadislerle bildirilen hususlardandır. Buna ilaveten, Hz. Peygamberi dinlemeye gelen bazı cinlerin de Yemenli ve o civarda bulunan Nasibîn’li (veya Nusaybin) cinler oldukları da bildirilmektedir.(15)
Her İnsanın Bir Cini Vardır

Cinlerin insanlarla beraber yaşadıkları da öteden beri bilinen hususlardan biridir. Buna göre onların da insanlar gibi teşkilatlanması, askeri, polisi ve bunların rütbelerinin olması, her türlü İslami ve İslami olmayan sosyal, siyasi gurupların ve partilerin de bulunması, insanlarda galip olan zihniyet ve düşüncenin onlarda da galip veya mağlup olması, gelişmişliğin veya geri kalmışlığın bulunması mümkündür. Yani onlardaki hayat düzeni ve idare sisteminin de insanları bir çeşit taklit etmekten ibaret olabilir. Nitekim Müslim’in rivayet ettiği bir hadisi şerifte, “Her insanın meleklerden ve cinlerden bir yoldaşı bulunduğu” bildirilmiştir.(16) Cabir’den nakledilen bir hadisi şerifte Peygamberimiz (s.a.v); “Yanlarında kocaları bulunmayan kadınları ziyaret etmeyin. Çünkü şeytan, herhangi birinizin damarlarında, kan nasıl akıyorsa o şekilde dolaşmaktadır.” Buyurmuştur. Bunun üzerine ashab: “Seninde mi?” diye sordular. Hz. Peygamber: “Benim de, fakat Allah, şeytana karşı bana yardım etti de, o bana teslim oldu (veya Müslüman oldu) buyurmuştur.(17) Hadiste parantez içinde verdiğimiz “Müslüman oldu” ifadesi tercih edilen bir başka anlamdır. Ancak hadisçiler, şeytanın Müslüman olmasının söz konusu olmadığını söyleyerek, “teslim oldu, boyun eğdi” anlamına kullanmanın daha doğru olacağını söylemişlerdir.(18) Burada kastedilenin kafir bir cin olduğunu düşünmek, problemi çözer. Nitekim cinlerin kafirlerine şeytan denildiğini söylemiştik.
Cinlerin Meskenleri

Cinlerin ev ve mesken edindikleri yerlerin genellikle çöplük gibi pis yerler oldukları, buraları yer edindikleri anlaşılmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v); evlerde bırakılan çöplerin cinlerin toplantı yerleri olacağını bildirmiştir.(19) Ancak mümin hangi cinsten olursa olsun pislikten hoşlanmaz. Bunun insanların pislikten hoşlanan veya dinen pis sayılan şeyleri yapanlar gibi anlaşılmaları ve bundan cinlerin de pislerinin ve kötülerinin ancak böyle pis yerlerde yaşadıkları ve pislikten hoşlanıp lezzet aldıkları akla gelmelidir. Bununla Hz. Peygamberin İslam’daki temizliğe dikkat çektiği ve görünmeyen cinler gibi, görünmeyen mikropların da çabuk üreyip çeşitli hastalıklara sebep olabileceği hakkında da bazı alimler görüş beyan etmişlerdir. Çünkü bazı hadislerde cin kavramıyla mikropların kastedildiğini de söylemişlerdir.(20) Ayrıca, Sahabe ve Tabiin döneminde, cinlerin deliklerde yaşadığına dair bir inancın var olduğu da görülmektedir. Bununla ilgili bir hadisi şerif şöyledir:
Abdullah b. Sercis (r.a) anlatıyor: “Rasülullah (s.a.v), (Yeryüzündeki haşarat) deliklerine idrar yapmayı yasakladı.” Bunu sebebi müfessirlerden Katade’ye: “Bu deliklere akıtmak niye mekruh kılındı?” diye sorulmuştu. O da şu cevabı verdi: “Bunların cinlere ait meskenler olduğu söyleniyordu.”(21)

Cin ve Şeytanların Hakikati !

Cin ve şeytanların hakikaten mücerred varlıklar oldugunu söylemeyenlere göre şeytanlar ‘’ havai cisimler ‘’ dir.
Bir rivayete göre ‘’ Nari cisim ‘’ oldukları söylenildi. Cinler, gerçekten ateşten yaratılmış varlıklardır. Muhtelif şekillere girebilme gücüne sahiptirler. Yılan,Akrep,köpek,deve,sıgır,koyun,at,katır,eşek,kuş ve insaoglu şekilleri gibi degişik şekillere girebilirler.Cin ve şeytanların akıl ve anlayışları vardır. Zor işlerde çalışabilirler. Süleyman Aleyhisselam için, kaleler,heykeller, havuzlar genişliginde,legenler ve sabit kazanlar yaparlardı.Bu ayet-i kerime ile sabittir:
‘’ Süleyman’a da rüzgar- sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay-, erimiş bakır menbaını da ona sel gibi akıttık. Hem rabbinin izniyle elinin altında cinnilerden de çalışan vardı – onlardan da her kim emrimizden inhiraf ederse, ona sair olan azabını tattırırız-: Onlar ona mıhrablar, timsaller ve havuzlar gibi çanaklar ve sabit kazanlardan her ne isterse yaparlardı. Çalışan ey Davud hanedanı, şükr için çalışın ! Mamafih kullarım içinde şekür olan azdır.’’ ( Sebe -34/12 , 13 )
Cinler mücerred ‘’ arzi ve süfli ‘’ varlıklar oldugunu söyleyenlerin görüşlerine göre, cinlerin bu mücerredligi kütlesi olmayan varlıklardır.Kütlevi olmak gibi bir halleri yoktur.
Gözle görülmeyen varlıklardan ‘’ Ali ve mukaddes ‘’ olanlar cisimlerin tedbirlerinde bulunurlar. Bunlar, mukarrabun ( Allaha yakın ) meleklerdir. ‘’Meşşaiyyun ‘’ alimler bunları ‘’ akıl ‘’ diye isimlendirir.’’ İşrakiyyun ‘’ hükeması ise, onları güçleri yeten yüksek nurlar veya tedbirine baglı varlıklar olarak kabul ederler. Meşşaiyyun  bunları, semavi varlıklar diye isimlendirirler. İşrakiyyun, onları müdebbir nurani varlıklar olarak isimlendirirler.
Onların en şereflileri, Hamele-i arş ( arşı yüklenen ) Meleklerdir.Onlar ( Hamele-i arş ) şu an dört melektir. Kıyamet günü sayıları sekiz olacaktır. Sonra Arşın etrafını ziyaret eden Meleklerdir. Sonra Kürsi Melekleridir. Sonra tabaka tabaka göklerin Melekleridir. Yer kürenin geride kalan güzide melekleri, temiz tabiattaki hava vazifeli, sonra zemherir’in melekleri, sonra denız melekleri, sonra dagların, sonra hayvan ve nabatatın cisimlerinde tasarruf eden süfli ruhlardır.
Bunlar, bazen hayırlı şlahi bir ışık olurlar. Bunların Salihlerine cinler denir. Bazen de kötü, bulanık ve şerli olurlar, bunlar da şeytanlardır. Fenari’nin Tefsirinde böyledir.
Meşşaiyyun :
Yürüyen hukema demektir. Aristo ve talebelerine denir. Bilgiyi  ‘’ Mükaşefe ‘’ yolu ile talebelerine aktarırdı. Eflatun talebelerini ilmi seviyelerine göre etrafında üç daire şeklinde oturtturur. Kendisi de ortalarına otorur. Bütün talebeleri ona teveccüh eder, hiç konuşmadan mükaşefe yolu ile hocalarına sorularını yöneltir ve hocalarının kalbinden sorunun cevabı onların kalbine gelirdi. Aristo hocasının bu gelenegini terk etti. Aristo İskender-i  Rumi’nin veziri oldugu için ilim okutacak zamanı yoktu. Devlet işlerinde Egitim ve ögretime zaman bulamadıgından sabahları işe giderken ve akşamleyin eve dönerken talebeleri at ( hayvan ) üzerinde onunla beraber hem yürür ve hem de ilim tahsil ederlerdi. Onlara da ‘’ Hükema-i Meşşaiyyun ‘’ yürüyen hükema denirdi. ( Teshilü’l – Efkar s.3 )
İşrakiyyun :
Nurlu hükema demektir. Eflatun ve talebelerine denir. Eflatun, talebelerine ilmi mükaşefe yoluyla aktarırdı. Eflatun derse otururdu,talebeleri de mertebelerine göre halka halka daire şeklinde otururlardı. Kalben hocalarına yönelirlerdi. Eflatun kalb yoluyla talebelerinin sordukları sorulara cevap verir ve her talebe derecesine göre ilimden nasibini alırdı. Aristo üçüncü halkada oturan bir talebeydi. Eflatun’un ilmi, Bokrat ve Sokrat yoluyla Lokman Aleyhisselam’a ve Davud Aleyhisselam’a dayanır. ( Teshilü’l – Efkar s.3 )

Ruh çağırma

Asrimizda, bazı kimseler arasında, ruh çağırma ve ruhlarla temas kurma özentisi mevcuttur. Derinliğine İslami bilgisi bulunmayan hayal sahiplerinin saplanıp kaldığı bir özentidir…
Kimi bir masanın etrafına toplanıyor, alfabe harfleri yazılmış bir kağıdı masa camının altına yerleştirip camın üzerine bir fincan koyuyor, fincanın üzerinede parmaklarını temas ettiriyor. Böylece sözüm ona ruh çağrılmış olunuyor.
Kimi de medyum (uyur konuşur) aracılığıyla kah babasının kah dedesinin ruhunu çağırıp, geçmişten gelecekten sorular sorulup, sözüm ona keyifli epeyide heycanlı dakikalar geçirmkteymişler. Kim zaman bir şair kimi zaman da sözüm ona bir velinin ruhu çağırılır bu seanslarda.
Evet, çağın bir çok manevi hastalığından biride ruh çağırmadır. Çağrıya uyanın ruh olduğu sanılmakta, şeytan olduğunun hiç farkına varılmamaktadır. Bir kimsenin rüyada ihtilamına sebep olan hayal, hakikatte şeytanın ta kendisidir.
Nârı Nur sanma ateş yakar
Cini Cân sanma şeytan çarpar
Meselenin esası şudur: Insanğlu dünyaya geldiği zaman, onu itikad bakimindan saptırmak , küfre ve günaha sokmak icin Şeytanların piri ve reisı olan İblisi, o kimseye emrindeki şeytanlardan birini tayin eder. Bu habis ruh hayatinin sonuna kadar ondan ayrılmaz, her hal-ü karda onu zarara sokmak ister. Cenab-ı Hak da o kulunu, şeytanların zararından korumak için koruyucu melekler tahsis eder. Ölüm vaki olunca melekler âlam-i melekût’a, rûh Berzah âlemine döner. Şeytan ise burada kalır.
Berzah alemine göçeden ruh, bir kâfirin ruhu ise müebbed hapse mahkumdur.Berzah Cehennemindedir. Müminlerin avamının ruhları ise, muayyen gün ve zamanlarda, izne bağlı olarak çıkabilmektedirler. Peygamberlerin ve velilerin ruhları ise, serbesttirler, fakat onları getirmek medyumun haddi değildir.
Medyumun, bir gayri muslimin ruhunu getirebilmesi aklen ve naklen çok uzaktır. Berzah aleminden dışarı çıkması izne bağlı bulunan müminlerin ruhunu getirmesi ise zayıf bir ihtimaldir, bir peygamberin ve bir velinin ruhunun getirilmesi ise hayal ötesinde hayaldir.
Medyumun davetine bir velinin geldiğine ancak şeytanın ağına düşmüş olanlar inanabilir.
Medyum tarafından yapılan davet, hava dalgalarıyla şeytanın antenlerine ulaşır. Çağrılan kimseye hayatta iken musallat olan şeytan hemen oraya gelir. Ölen kimsenin kimsenin yaptığı iş ve konuşmalara ve hayatta olan kimse ile olan münasebetlerine vakıf olduğu için sorulanlara gerekli ve çok kere isabetli cevabı vermeye ve bu yoldan da oradakileri kendine bağlamaya çalışır ve ağına düşürür. sıra zehirini sunmaya gelmiştir.
Hatta Şüphe uyandırmamak için o seansa iştirak eden yakınına namaz kılmasını ve içki gibi haramlardan el çekmesini bile tembih eder. Kazın geleceği yerden tavuğun esirgenmiyeceği gibi imanını çalacağı insanlara bu gibi tavizler vermekten çekinmez. Onun hilesi çoktur. Yetersiz bilgisi olanı kolaylıkla saptırabilir.
Unutulmamlıdır ki, bu olayları meydana getirenler cin ve şeytan alemine mensupturlar. Hadis-i Şerif: “Hiç bir kimse yoktur ki onun bir şeytanı olmasın
Âyet-i Celile:
Onun dünyadaki arkadaşı olan şeytan şöyle der: “Ey Rabbimiz, onu ben azdırmadım, fakat kendisi uzak bir sapıklık içindeydi.” (Kaf Suresi 90)
Ruh çağırma iş ile uğraşanlar cin ve şeytanın maskarası olan insanlardır. Allah korusun.

Cinlerin Babası Cânn’ın Yaratılışı Ve Kavmi

Allahü Teâlâ Hazretleri, gök ve yeri yarattı. Melekleri ve cinleri de yarattı. Melekleri semâ’da iskân etti (yerleştirdi), cinleri de yeryüzüne yerleştirdi. Cinler, “Cânn”ın evlâdıdır. Cânn, cinlerin babasıdır. Âdem Aleyhisselâm, beşerin (insanlığın) babası olduğu gibi… Allahü Teâlâ Hazretleri, Cânnı ateşin dumansız alevinden yarattı. Semâ ile gök arası onundur. Yıldırımlar oradan iner. Orada oturduklarında nesilleri çoğaldı. Cânnın yaratılması, yerle gök arasında yaşaması, Adem Aleyhisselâm’dan altmış bin sene önceydi. Cann ve kavmi, bu âlemde, yedibin sene kadar uzun bir ömür sürdüler.

Sonra onların arasında hased (kıskançlık), aşırılık ve zulümler başgösterdi.  Fesat ve fitne çıkarttılar.  Birbirlerini öldürdüler.

Allahü Teâlâ Hazretleri, onların başına dünya semâsının meleklerini gönderdi. İblis’i onların başına “âmir” tayin etti. İblisin (şeytanın) adı (o zaman) Azâzil idi. iblis, cinlerin en bilgi­niydi. Yeryüzüne indirildiler. Melekler, cinleri hezimete uğratıp, onları yerden çıkarıp, deniz adalarına ve dağların yüksek tepe ve oyuklarına sürdüler. Arzda sakin oldular. Üzerlerindeki ibâdet emri hafif idi. Çünkü meleklerden sınıfın her biri göklere yükselirdi. Korkulan şiddetli olurdu. Dünya semâsının melekle­rinin işleri bir üsttekilerine nazaran kolay olurdu. Allahü Teâlâ Hazretleri İblise yeryüzünün mülkünü (saltanatını) ve cennetin hazinelerini verdi. İblisin yeşil zümrüdden iki kanadı vardı. Bazen yerde Allah’a ibâdet ederdi, bazen gökte ve bazen de cennette ibâdet ederdi…

Zamanla içine “ucub” girdi. Kendi kendini beğenme kaprisine kapıldı. Kendi kendine şöyle düşündü.

-”Allahü Teâlâ Hazretleri, bu maddî ve manevî saltanatları bana verdiğine göre, ben Allah’a karşı meleklerden daha müker-rem ve sevimliyim,” dedi. Yine böylece dünyaya yönelip onunla mutmain olan herkese işinin değiştirilmesi emredilmiştir. Allahü Teâlâ Hazretleri, İblis ve ordusuna: “ben kılacağım, yaratacağım,” yapacağım,  “Yeryüzünde,” gökte değil, çünkü, azgınlıklar ve zulümler yeryüzünde olmaktadır.

“Halife“…

Halife, Âdem Aleyhisselâm’dir. Çünkü Âdem aleyhisselâm, cin’den sonra geldi. Âdem Aleyhisselâm, yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Yani, “yeryüzünde siz meleklerden bedel bir halife yaratacağım ve sizleri kendime yükselteceğim.” Dedi. Onlar bunu kerih (sevimsiz) gördüler, hoş karşılamadılar. Çünkü onlar, ibâdet cihetinden meleklerin en önde gelenleriydiler.

Cinnin musallat olmaması için okunacaklar

Cinden kurtulmak için en iyi on şeyi yapmalıdır:
 
1- E’ûzü Besmele ile Fâtiha sûresi okumalıdır. 
2- E’ûzü Besmele ile iki Kul-e’ûzüyü okumalıdır. 
3- E’ûzü Besmele ile Bekara sûresini okumalıdır. 
4- E’ûzü Besmele ile Âyetelkürsî okumalıdır. 
5- E’ûzü Besmele ile Bekara sûresinin son âyetini okumalıdır. 
6- E’ûzü Besmele ile Ha-Mîm Mü’mîn sûresinin başından (masîr)e kadar ve Âyetelkürsî okumalıdır. 
7- “Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ şerîke leh lehülmülkü ve lehülhamdü yühyi ve yümiyt ve hüve hayyün la yemüt biyedihilhayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr” okumalıdır. 
8- Çok (Allah) demelidir. 
9- Hep abdestli bulunmalı, farzları ve sünnetleri hiç terk etmemelidir. 
10- Günah işlemekten, kadınlara bakmaktan, çok konuşmaktan, çok yimekten ve galabalıktan sakınmalıdır.

(Berekât) kitabında, imam-ı Rabbânî hazretlerinin Cinden korunmak için, “Lâ havle velâ kuvvete illâ billah-il-aliyyil’azîm” okuduğu yazılıdır. 
İmam-ı Şaranî hazretleri, “Kuşluk namazına devam edene, cin musallat olmaz” buyurdu.
 
Eshâb-ı kiramdan Ebû Dücâne hazretleri anlatır: 
Bir gece yatarken, değirmen sesi gibi ve ağac yapraklarının sesi gibi, ses duydum ve şimşek gibi, parıltı gördüm. Başımı kaldırdım. Odanın ortasında, siyah birşey yükseldiğini gördüm. Elimle yokladım. Kirpi derisi gibi idi. Yüzüme, kıvılcım gibi şeyler atmaya başladı. Hemen Resûlullaha gidip, anlattım. “Yâ Ebâ Dücâne! Allahü teâlâ, evine hayır ve bereket versin!” buyurduktan sonra kalem ve kâğıd istedi. Hz. Aliye bir mektûb yazdırdı. Mektûbu alıp, eve götürdüm. Başımın altına koyup, uyudum. Feryâd eden bir ses, beni uyandırdı. Diyordu ki, “Yâ Ebâ Dücâne! Bu mektûbla, beni yaktın. Senin sahibin, bizden elbette çok yüksektir. Bu mektûbu, bizim karşımızdan kaldırmaktan başka, bizim için, kurtuluş yoktur. Artık, senin ve komşularının evine gelemiyeceğiz. Bu mektûbun bulunduğu yerlere gelemeyiz”. Ona dedim ki, sahibimden izin almadıkca bu mektûbu kaldırmam. Cin ağlamasından, feryâdından, o gece, bana çok uzun geldi. Sabah namazını, mescidde kıldıktan sonra, cinnin sözlerini anlattım. Resûlullah buyurdu ki, “O mektûbu kaldır. Yoksa, mektûbun acısını, kıyâmete kadar çekerler!”. 
Bir kimse, bu mektûbu, yanında taşısa veya evinde bulundursa, bu kimseye, eve ve etrâfına cin gelmez ve dadanmış olup zarar veren cin de gider.
 
Bu âyet-i kerimeleri okumakla ve bu mektûbu taşımakla ve şifâ âyetlerini okumakla ve yazıp suyunu içmekle faydalanmak istiyenlerin Ehl-i sünnet îtikatına uygun olarak doğru îman sahibi olması lâzımdır. Bunları yazanın ve kullananın îtikadı doğru olmazsa ve küfür alâmetlerini kullanır, haram işlerse, faydaları görülmez.

Cehennemliklerin Yiyecek Ve İçeceği

Yüce Allah buyurdu ki:

Âyetin aslında geçen ve “kötü kokulu bir diken” diye terceme ettiğimiz, Hicaz diyarında yetişen Şabrak adını alan bir dikendir; pis kokulu oluşu nedeniyle hayvanlar onu yemezler. Dahhâk’ın, İbn Abbas’tan nerfu olarak rivayet ettiği bir hadiste anlatıldığına göre “Dan“; cehennemde­ki bir şeydir. Denildiğine göre dikene benzer. Sabir bitkisinden daha acı, leş­ten daha pis kokar. Ateşten daha sıcaktır. Kişi onu yer; ama karnına girmez, ağzına da yükselmez. Bu ikisi arasında kalır. Semirtmez; açlığı da gidermez.” Bu, cidden garip bir hadistir.

Yüce Allah buyurdu ki:

“Şüphesiz katımızda onlar için ağır boyunduruklar, cehennem, boğazı tıkayan bir yiyecek ve can yakan azâb vardır.” (Müzzemmil, 73/12-13)

“Peygamberler yardım istediler ve her inatçı zorba hüsrana uğradı. Ar­dında cehennem vardır. Orada kendisine irinli su içirilecektir. Onu yudum yudum alacak fakat yutamıyacaktır. Ölüm ona her taraftan geldiği halde öle-meyecek, arkasından da çetin bir azâb gelecektir.” (İbrahim, 14/15-17)

“Sonra siz ey sapıklar, yalanlayanlar! Doğrusu zakkum ağacından yiye­ceksiniz. Karınlarınızı onunla dolduracaksınız. Onun üzerine kaynar su içe­ceksiniz. Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz. İşte onla­ra, ceza günü sunulacak konukluk budur.” (Vakıa, 69/51-56)

“Konukluk olarak bu mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı? Biz o ağacı, zâ­limler için bir dert yaptık. O, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Tomur­cukları şeytan başı gibidir. İşte cehennemlikler bundan yerler. Karınlarını onunla doldururlar. Sonra üzerine kaynar su katılmış içki, şüphesiz onlar içindir. Doğrusu sonra dönecekleri yer yine cehennemdir.” (Saffât, 37/62-68)

“Orada kendisine irinli su içirilecektir. Onu yudum yudum alacak fakat yutamayacaktır.” (İbrahim, 14/16-17)

Abdullah b. Mübarek… Ebû Ümame’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), yukarıdaki âyet-i kerimeyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

“İrinli su, cehennemliğe yaklaştırıldığında yüzü yanıp kavrulacak ve ba­şının derisi içine düşecektir, içince bağırsakları paralanacak, öyleki anusun-dan dışarı çıkacaktır!” Yüce Allah buyurmuş ki: “Onlara kaynar su içirildi ve o su, bağırsaklarını paraladı.” (Muhammed, 47/15)

Yüce Allah buyurdu ki:

“Onlar yardım istediklerinde, erimiş maden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. Bu ne kötü bir içecektir.”

Ebû Davûd et-Tayalisî… İbn Abbas’tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şu âyet-i kerimeyi okudu: “Allah’tan, sakınılması gerektiği gibi sakı­nın sizler, ancak müslüman olarak can verin.” (Âi-i imrân, 3/102)

Rasûlullah (s.a.v.) yukarıdaki âyet-i kerimeyi okuduktan sonra şöyle bu­yurdu:

“Zakkumun bir damlası dünya denizlerine düşse, dünyalıların hayatını alt üst edeceğine göre, onu yiyenlerin durumu acaba nice olacaktır?!.”

Ebû Ya’lâ… Ebû Saîd’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

“(Cehennemliklerin irininden ibaret olan) gassak suyundan bir kova, dünyaya akıtılacak olsa, dünyalıları kokuşturur.“

Tirmizî… Kâ’bü’l-Ahbar’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Kıyamet gününde Cenab-ı Allah öfkeli bir halde kuluna bakıp, “Şunu yakalayın!” der ve yüzbin yahut daha fazla sayıda melek onu yakalar. Allah’ın ona gazaplan-ması nedeniyle onlar da o kula gazaplanarak perçemini ayaklarına bağlar ve yüz üstü onu cehenneme sürüklerler. Cehennem de ona onlardan yetmiş kat daha fazla gazaplanır. O kul meded dileyerek su ister. Kendisine bir su içiri-lir. İçtiği o sudan ötürü eti ve sinirleri (sıyrılıp) düşer; ateşte üst üste yığılır, Ateşten vay haline onun!“

Yine Kâ’b'ül-Ahbar demiş ki:

— Gassak’ın ne olduğunu biliyor musunuz?

— Hayır.

— O, cehennemde bir pınardır. Oraya yılan, akrep ve diğer zehirli hay­vanların tümünün zehiri akar. O zehirler bir çukurda yığılıp bekler. Daha da zararlı ve tehlikeli olur. Sonra bir adam getirilip oraya bir kez daldırılır; çı­karıldığında derisi kemiklerinden sıyrılmış olur! Derisi ve eti topuk kemiği­ne takılır. Kişinin elbisesini ardından sürümesi gibi o da etini ve derisini ar­dından sürüyüp çeker.”

Cehennemin ve Cehennemliklerin evsafına dâir hadis-i Şerifler

Ebü’l-Kasım et-Taberanî… Ebû Musa’dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Cehennemlikler ateşe girmelerini Allah’ın dilemiş olduğu kıble eh­linden bazıları ile bir araya gelip toplandıkları kâfirler, müslümanlara şöyle sorarlar:

— Siz müslüman değil miydiniz?

— Evet müslümandık.

— Müslümanlık size yarar sağlamadı mı? Siz de bizimle beraber Cehen­nemdesiniz!

—  Bizler günahkârdık. Günahlarımız nedeniyle sorumlu tutulup yaka­landık.

Cenab’i Allah onların konuşmalarını duyar ve cehennemdeki ehl-i kıb­lenin çıkarılmalarını emreder; çıkarılırlar. Cehennemde kalan kâfirler bu du­rumu görünce “Keşke biz de müslüman olmuş olsaydık ta bunlar gibi bura­dan çıksaydık” derler.” Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) şunu okudu: “Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım. Bunlar Kitabın ve apaçık olan Kur’ân’ın âyetleridir. İnkâr edenler, daha önceden müslüman olmuş bulun­malarını nice kereler dileyecekleri günler göreceklerdir.“

Taberanî… Salih b. Ebi Tarifin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebû Sa-îd el-Hudrî’ye şöyle bir soru yönelttim: “Sen Rasûlullah (s.a.v.)’in, “İnkâr edenler, daha Önceden müslüman olmuş bulunmalarını nice kereler dileye­cekleri günler göreceklerdir.” âyet-i kerimesi hakkında bir şey söylediğini duydun mu?” cevaben şöyle dedi: Evet, onun şöyle dediğini duydum:

“Cenab-ı Allah, kendilerinden intikamını almadan (onlara azâb etme­den) bazı kimseleri cehennemden çıkaracaktır. Onları müşriklerle birlikte ce­henneme koyduğunda müşrikler onlara: “Siz, kendinizin Allah’ın dostları ol­duğunuzu iddia ediyorsunuz. Şu halde bizime beraber ateşte ne işiniz var?!” derler. Cenab-ı Allah onların böyle dediklerini duyunca o günahkâr (müslüman)lara şefaat edilmesine izin verir. Bunun üzerine Melekler, peygamberler ve müminler onlar için şefaatte bulunurlar. Nihayet Allah’ın izniyle ce­hennemden çıkarlar. Müşrikler bu durumu görünce “Keski biz de bunlar gi­bi olsaydık. Şefaate nail olur ve bunlarla birlikte cehennemden çıkardık.” derler. “İnkâr edenler, daha önceden müslüman olmuş bulunmalarını nice ke­reler dileyecekleri günler göreceklerdir.” âyetinin manâsı işte budur. Bunlar cennete girer ve orada (yanık lekesi olarak duran) yüzlerindeki siyahlık nedeniye cehennemlikler adını alırlar. “Ya Rab! Bu adı üzerimizden kaldır” derler. Cenab-ı Allah onlara emir verir; Cennet ırmağında yıkanırlar ve üzer­lerindeki bu (leke, dolayısıyla o) ad yok olup gider.“

Taberanî… Enes b. Mâlik’ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

“Lâilâhe illallah diyenlerden bir kısım kimseler günahları sebebiyle ce­henneme girerler. Lâta ve Uzzâ’ya tapanlar, onlara: “Lailahe illallah deme­nizin size yararı olmadı. lakın, bizimle birlikte cehennemdesiniz!..” derler. Cenab-ı Allah onların bu sözüne kızar ve günahkâr müsümanları cehennem­den çıkarır, hayat nehrine atar. (O nehirde yıkanınca) tutulmanın ardısıra açı­ğa çıktığında ayın kara lekelerden arınışı gibi onlar da yanık izi ve lekelerin­den arınıp iyileşirler. Sonra da Cennete girerler. Cennete onlara cehennem­likler denir.“

Adamın biri bu hadisi nakleden Enes’e dedi ki: “Ey Enes! Sen, Rasûlull-lah(s.a.v.)’in, “Her kim bana yalan isnad ederse ateşteki yerini hazırlasın” dediğini işitmişsindir. Şimdi nakletmiş olduğun sözleri sen RasÛullah (s.a.v.)’in kendisinden duydun mu?” Enes: “Ben bunu Rasûlullah (s.a.v.)’in kendisinden duydum.“ diye cevap verdi.”

Garip bir eser ve tuhaf bir ifade:

Ebubekir b. Ebi’d-Dünyâ… Şa’bî’den rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiştir:

«Kıyamet gününde cehennem, her birini yetmiş bin meleğin tuttuğu yet­miş bin yulara bağlı olarak huzur-u ilâhîye getirilir. Cehennem üzerlerine meyleder. Nihayet götürülüp Arş’ın sağ yanında durdurulur. O gün Cenab-ı Allah cehennemi zelil kılar ve ona: “Bu ne zillettir?” diye vahyeder. O da: “Ya Rab! Korkarım ki bu surette benden intikam alacaksın” der. Cenab-ı Al­lah ona:“Ben seni intikam aracı olarak yarattım. Senden alınacak intikamım yoktur”der. Sonra Cenab-ı Allah ona vahyeder. O da öyle bir kükrer ki göz­lerde olan yaşların tümü akar. Sonra yine kükrer. Bu defa rahmet peygambe­ri olan peygamberinizden başka bütün gözde melekler ve mürsel peygamber­ler düşüp bayılırlar. Ancak peygamberiniz: “Ya Rab! Ümmetim, ümmetim.” der.»

En garip haber ve eserlerden biri daha:

Hafız Ebû Nuaym el-İsbahanî… Zadân’dan rivayet etti ki; Kâ’b'ül-Ah-bâr şöyle demiştir:

“Kıyamet günü olduğunda Cenab-ı Allah, evvelki ve sonraki ümmetleri aynı alanda toplar. Melekler inip sıra halinde dizilirler. “Ey Cibril! Cehenne­mi bana getir” denir. Cibril, yetmiş bin yulara bağlanmış olarak güdülen ce­hennemi getirir. Sonra yaratıkların üzerinden yüz yıl kadar bir zaman geçer. Cehennem bir daha kükrer; halkın (korkudan adeta) yüreği uçar. İkinci kez kükrer; gözde meleklerin ve mürsel peygamberlerin hepsi diz üstü çökerler. Üçüncü kez üfieyince yürekler ağızara gelir; akıllar baştan gider. O zaman herkes kendi ameli nedeniyle paniğe kapılır. Öyle ki İbrahim Halil (a.s.) bi­le; “Seninle olan dostluğum hatırına senden ancak nefsimin bağışlanmasını diliyorum ya Rab!”der. İsâ (a.s.)’da; “Beni üstün ve şerefli kılman hürmeti­ne senden beni doğuran Meryem’in değil, sadece nefsimin bağışlanmasını diliyorum.” der. Muhammed (s.a.v-)’e gelince O, “Bu gün senden kendi nef­simin değil, ümmetimin bağışlanmasını diliyorum Ya Rab!” der. Yüce Allah ona şöyle cevap verir: “Ümmetinden olan dostlarıma korku yoktur; onlar üzülmeyeceklerdir de. Onur ve üstünlüğüme yemin ederim ki; ümmetin ko­nusunda senin gözünü aydınlatacağım.”

Bundan sonra meleker, Aziz ve Celil olan Allah’ın huzurunda durur, kendilerine verilecek olan emirleri beklerler. Yüce ve Mukaddes Rab onlara der ki: “Ey zebaniler topluluğu! Muhammed (s.a.v.)’in ümmetinden olup bü­yük günah işlemekte ısrar edenleri alın, ateşe götürün! Dünyadayken emrimi Önemsememeleri, hakkımı hafife almaları ve saygınlığım hiçe saymaları ne­deniyle onlara karşı gazabım şiddetlenmiştir. Kötülüklerini insanlardan giz­liyorlar, ama bana açıklıyorlar. Oysa ben kendilerim diğer ümmetlerden üs­tün ve kıymetli kılmıştım. Benim lutfumu ve nimetimin büyüklüğünü takdir etmediler.“

O esnada Zebaniler erkeklerin sakalından, kadınlarında saç örgülerinden tutarak onları cehenneme götürürler. Bu ümmetten başka cehenneme götürü­len her kulun yüzü mutlaka kara olacaktır. Götürülürlerken ayaklarına buka­ğı, boynuna da pranga vurulacaktır. Ama bu ümmetten cehenneme götürü­lenler kendi aslî renkleriyle götürüleceklerdir. Bunlar cehennem bekçisinin yanına götürüldüklerinde bekçi onlara der ki:

— Ey bahtsızlar topluluğu! Siz hangi ümmettensiniz? Şimdiye kadar ya­nıma sizden daha güzel yüzlü kimse gelmedi!

— Ey bekçi! Biz Kur’ân ümmetiyiz.

— Ey bahtsızlar topluuğu! Kur’ân, Muhammed (s.a.v.)’e inmedi mi?

Bundan sonra o bahtsızlar yüksek sesle feryâd edip ağlayarak “ey Mu­hammed! Ya Muhammed! Ümmetinden ateşe götürülmeleri emredilenler için şefaat et” derler. Cehennem nöbetçisine (Mâlik’e) şöyle seslenilir: “Ey Mâlik! O bahtsızları kınamanı, onları muhakeme etmeni, onları azâb içine sokmakta gecikmeni kim sana emretti? Ey Mâlik, onların yüzleri kararmayaçaktır. Çünkü onlar dâr-ı dünyadayken âlemlerin Rabbi Allah’a secde eder­lerdi. Ey Mâlik! Onların vücutlarını prangalarla ağırlaştırma. Çünkü onlar cünüb olunca guslederlerdi. Ey Mâlik! Onların ayaklarını bukağı vurma. Çünkü onlar, saygın olan beytimi tavaf ederlerdi. Ey Mâlik! Onlara katran­dan giysiler giydirme. Çünkü onlar ihrama girmek için elbiselerini çıkarıp soyunmuşlardı. Ey Mâlik! Ateşe de ki: Onları amellerine göre yakalasın. Ateş onları ve hakettikleri cezanın miktarını, annenin kendi evladını tanıma­sından daha iyi tanıyıp bilirler. Ateş onlardan kimini topuklarına, kimini diz­lerine, kimini göbeğine, kimini göğsüne kadar yakalar. Cenab-ı Allah onla­rın günahları, taşkınlıkları ve masiyet işlemekteki ısrarları nispetinde onları cezalandırdıktan sonra onlarla müşriklerin arasında bir kapı açar. Onlar, ce­hennemin üst tabakasında bulunup orada ne bir soğukluk ne de içecek tadar­lar. Ağlayıp şöyle derler: “Ey Muhammed! Bahtsız ümmetine merhamet ve şefaat et. Çünkü ateş, onların kanlarını, etlerini ve kemiklerini yedi.” Bu de­fa bahtsızlar Rablerine seslenirler: “Ey Rabbimiz, ey efendimiz! Her ne ka­dar kötülük yapmış, günah işlemiş ve haddi aşmışsa da dâr-ı dünyada sana ortak koşmamış olanlara merhamet et.” O esnada müşrikler, onlara: “Allah’a ve Muhammed’e inanmanız size yarar sağlamadı.” derler. Müşriklerin bu sö­züne Cenab-ı Allah gazaplanıp “Ey Cibril! Hadi bakalım; Muhammed (s.a.v.)’in ümmetinden cehennemde olanları çıkar” diye emreder. Cibril’de onları yanmış vaziyette cemaatler halinde cehennemden çıkarır ve cennetin kapısındaki bir nehire atar. O nehire hayat nehri denir. O nehirde kalırlar. Derken eskisinden daha parlak bir hale gelirler. Sonra yüce Allah, melekle­re; Muhammed (s.a.v.)’in ümmetinden olan o bahtsızları Rahmanın azatlıla­rı olarak cennete koymalarını emreder. Bunlar (vücutlarındaki yanık izleri nedeniyle) cennetlikler arasında tanınırlar. O izleri vücutlarından silmesi için Allah’a yalvarıp yakarırlar. Allah da o izleri siler. Artık cennetliklerden ayır-dedilemez hale gelirler.“

Bu eserleri teyid edici bazı hadisler vardır. Doğrusunu Allah bilir. Yüce Allah dilerse, şefaatle ilgili hadisler nakledildikten sonra, cehennemden çıka­rılıp cennete konuacak kimselerle ilgili başka rivayetler de aktarılacaktır.