10 Mayıs 2011 Salı

Ödemişli Merhum Ziya Sunguroglu’nun notları



HERŞEY RABITALIDIR

Bu alemde mevcut olan bütün eşya her gün razbıta yapar. Mesela : Su,ateş,toprak ve eşcar gibi cümle mevcudat rabıta ile nurunu güneşten alır.

Dünya güneşe rabıta yapar,güneş de Arş-ı A’la’ya.

Arş-ı A’la da nurunu Cenab-ı Hakk’tan alırEger dünya rabıta yapmamış olsa, içindekiler yaşayamaz.Çünkü nur olmayınca nebatat yetişmez ve agaçlar meyvedar olmaz.Ay ve semadaki diger yıldızlar dahi güneşe rabıta yaparak nuru ondan alırlar.

Süleyman Hilmi Tunahan ( k.s.)
Ödemişli Merhum Ziya Sunguroglu’nun notlarından.
Bu yazıyı gönderen Betül hoca’ya teşekkür eder, sizlerinde dualarını bekleriz.
.

SİGORTA MESELESİ

SİGORTA MESELESİ

Bilcümle menkul ve gayrimenkul emvalin sigortası caizdir.Lakin hayat sigortası Hazreti Mevla’ya karşı yakışıksızlıktır.Hayatı sigorta etmek: ‘’ Ya Rabbi !  Ben senin verdigin bu hayatı satıyorum ’’ manasına gelir.

Süleyman Hilmi Tunahan ( k.s.)
Ödemişli Merhum Ziya Sunguroglu’nun notlarından.

ALİ İLİMLERİ SÜFLİYATA ALET ETMEK

İmam-ı  A’zam Ebu Hanife hazretleri bir gün talebeleriyle giderken hokkabazın biri halka hokkabazlık numaraları gösteriyormuş. İmam-ı  A’zam hazretleri talebelerine dönmüş ve demiş ki:

‘’Evlatlarım,bu kimse süfli biridir.Süfli meslegini süfli dünyaya alet ediyor.Benim size ögrettigim ilim ise ulvidir.Siz bu ulvi ilmi dünyaya alet edecek olursanız,bu hokkabazdan daha süfli olursunuz’’.

**************************************************************************

AKLIN KISIMLARI

Akıl ikidir.

1- Akl-ı Meleki: Letaif’te bulunur ki,madde ile alakası yoktur.Feyz ile terbiye oldugu için,bütün azaya hakim olur.

2- Akl-ı Nefasni ki: nefis ve şeytana baglıdır. Onlar ona yardım ederler.Eger bu tarafı galip gelirse,bütün azaya o hakim olur.Akıl bir alet olup kuvvete tabi olur.Ya nefse baglıdır,ya da ruha.Hangisi kuvvetli ise onun emrine çalışır.

Aklın ziyadeleşmesi için zikr-i kalbi ve rabıta’ya devam lazımdır.Vücut büyümekle akıl da büyür.Bir adamın aklı sabiye verilmiş olsa,sabinin ‘’ akıl kantarı ’’ onu çekemez.

Süleyman Hilmi Tunahan ( k.s.)

TİLAVET SECDESİ AYETLERİNİN ESRARI

TİLAVET SECDESİ AYETLERİNİN ESRARI

Secde-i Tilavet ayetleri ondörttür.Kur’an-ı Kerim’in nur ve fuyuzatının en mükemmel tecelli yerleri bu ondört secde yeridir.

Nasıl ki ayın ondördünde ay güneşle karşı karşıya gelip tam bir ziya alırsa, insanı kamil de bu secde yerlerinde nur-i  ilahinin tecellisine mükemmel bir şekilde mazhar olur. Füyuzat-ı ilahiyeye nailiyette mertebe-i kemale ulaşır.

Süleyman Hilmi Tunahan ( k.s.)

Ödemişli Merhum Ziya Sunguroglu’nun notlarından.

Bu yazıyı gönderen Betül hoca’ya teşekkür eder, sizlerinde dualarını bekleriz.

İNSAN VÜCUDUNDA VAZİFELİ MELEKLER

İNSAN VÜCUDUNDA VAZİFELİ MELEKLER

İnsan vücudunda ‘’ 384 ’’ adet hadim, muvazzaf melaike vardır. Onaltısı Hafaza’dır. İkisi insanın sag ve sol tarafında katiptir. Diger ikisi insana def’-i hacet yaptırmakla memurdur. Tamamı ‘’ 20 ’’ dir. ‘’ 364 ’’ tanesi ise, vücudüi insanda bulunan ‘’ 364 ’’ mafsal kemigini tutmakla memurlardır.Bu melaikeden bir tanesi bırakırsa o mafzal tutmaz olur. Bu gün ona felç diyorlar.

Def’-i hacet melekleri o işi tenezzülen kabul ettikleri için,dereceleri digerlerinden efdal olmuştur.Bu sebepten def’-i hacetten sonra ‘’ Elhamdü lillâhillezî ezhebe annil’ezâ âfânî min zalik ’’ diye dua etmek lazımdır. Buna riayet edenler bir çok hastalıktan beri olurlar.Hatta prostat hastalıgı nedir, bilmezler.Zaten ekseri hastalıklar, Resülullah Efendimiz’in hadis-i şeriflerine göre hareket edilmedigi için meydana gelmektedir.Sizler bunu yazın, ezberleyin ve birbirinize söyleyin.

Bir kimse çıplak olarak helaya girerse, veya çıplak olarak yatarsa o evden bereket kalkar.Ve orada hayırdan eser kalmaz.

Teyemmüm’de yüzügü çıkarmak farzdır.Çünkü teyemmüm abdestin halefidir. Eger elini topraga vurdugu zaman yüzügün altına toprak degmezse teyemmüm olmaz.Ve parmaklar da hilallenecektir.

Süleyman Hilmi Tunahan ( k.s.)
AB-I HAYAT VE HIZIR ALEYHİSSELAM.

Yeryüzü’nde ‘’ ab-ı hayat ’’ tabir edilen hayat suyu vardır. O sudan içen kimse kıyamete kadar hayatta kalır.

Hızır Aleyhisselam ondan içmiştir. Her yüz sende 18 yaşına iner. Onun bu dünyada kalmasına Sure-i Fatiha sebeb oldu. Hızır Aleyhisselam bir feth-i Kübra ile Fatiha-i Şerife’nin Arş-ı Ala’da nurdan bir daire şeklindeki kitabesini görünce hayran kalıp ona aşık oldu. Ve Fatiha-i Şerife’nin envar ve esrarını kendisine ihsan etmesi için Cenab-ı Hakk’a iltica edip yalvardı. Cenab-ı Hak da duasını kabul ederek onu Ümmet-i Muhammed’e dahil eyledi. O şimdi aramızda yaşıyor ve daha çok yaşayacaktır.

Ayasofya’da ihtiyar bir sakallı vardı. Bu zat aynı zamanda Hızr Aleyhisselam’ın dostu idi. Bir gün o ihtiyara dedim ki :

‘’ Nasıl, Hızr Aleyhisselam insanların bu gidişatına ne diyor ? ’’ O sormuş. Hızır Aleyhisselam da :

‘’ İnsanların isyanından çok agır yorgunluk acısı hissediyoruz ’’ demiş.

Süleyman Hilmi Tunahan ( k.s.)
Ödemişli Merhum Ziya Sunguroglu’nun notlarından.

Eshabım gökteki yıldızlar gibidir

 
Eshabım gökteki yıldızlar gibidir

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Eshab-ı kiramı sevmek, onlara bağlı olmak, insanlar içinden beğenilmiş, süzülüp ayrılmış olan bu çok kıymetli tabakanın hayat tarzlarına imrenip onlar gibi olmaya özenmek, Allahü teâlânın en büyük nimetidir. Hadis-i şerifte, (Kişi sevdiği ile beraberdir)buyurulduğundan onları sevenler, onlar iledir. Cennette onların makamlarında, yakınlarındadır.) (Eshab-ı Kiram)
İbni Hacer-i Mekki hazretleri de buyuruyor ki:
(Ey kalbi Allahü teâlânın sevgisi ile ve Resulullahın sevgisi ile dolu olan müslüman! Birinci vazifen Peygamber efendimizin eshabının sevgisini, ehl-i beytinin sevgisi ile kalbinde cem etmektir. Ehl-i beyti, Resulullahın evladı oldukları için sevdiğimiz gibi, diğerlerini de, Onun eshabı oldukları için sevmeliyiz! Çünkü, Eshab-ı kiramın nail oldukları şeref pek yüksektir. O şerefe başkaları kavuşamaz. O şereften birisi, Resulullahın mübarek nazarları onlara işlemiş ve hepsine manevi imdat ile yardım etmiştir. Bu hassa, bunlardan başkasında bulunmuyor. Bunların kemalatına, geniş ilimlerine, Peygamber efendimizden aldıkları hakikat mirasına, sonra gelenlerden hiç biri kavuşamadı. Her müslümanın bunların hepsini adil, salih ve veli ve âlim ve müctehid bilmesi lazımdır. Kendilerinden bir hata çıksa da cenab-ı Hak hepsini af ve mağfiret ile müjdeledi. Kur’an-ı kerimde mealen, (Allah, Onların hepsinden razıdır. Onlar da, Allah’tan razıdırlar) buyurdu. Sahabe-i kiramdan birini kusurlu bilmek ve kötülemek, bu âyet-i kerimeye inanmamak olur.) [Sava’ik-ul-muhrika]
Bunun için bu mübarek insanlardan bahsederken sıradan bir insandan bahseder gibi konuşmamalıdır. Her zaman edepli, terbiyeli olmalıdır. Her birinin ismini hürmetle, saygı ile söylemelidir. Birinin adı söylenince “radıyallahü anh [Allah ondan razı olsun]” denir. İkisi için “radıyallahü anhüma [Allah o ikisinden razı olsun]” Birkaçı veya hepsi söylenince “rıdvanullahi teâlâ aleyhim ecmain” veya kısaca “radıyallahü anhüm [Allah onların hepsinden razı olsun]” denir.
Peygamberlerden sonra insanların en iyileri
Peygamberlerden sonra, insanların en iyileri Eshab-ı kiramdır (radıyallahü teâlâ anhüm). Onların üstünlüklerini bildiren âyet-i kerimelerden bazılarının mealleri şöyledir:

(Muhammed 
[aleyhisselam], Allah’ın Peygamberidir, Onunla birlikte bulunanların [Eshabın] hepsi, kâfirlere karşı çetin ve birbirlerine karşı merhametlidir. Onları rükuya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah, inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükafat vaad etmiştir.) [Feth 29]

(Muhacirlerin 
[Mekke’den hicret eden eshabın] ve Ensarın[Medine’de muhacir eshaba yardım edenlerin] önce gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden Allah razıdır ve bunlar da, Allah’tan razıdır.) [Tevbe 100]

(Müminlerden, oturanlarla malları ve canları ile Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı [Cenneti] vaad etmiştir; ama cihad edenleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.) 
[Nisa 95]

(Allah 
[Eshabın] hepsine de en güzel olanı [Cenneti] vaad etmiştir.) [Hadid 10]

(Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun 
[Eshab-ı kiramın] babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa, Allah’a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk etmez. İşte onların [Eshab-ı kiramın] kalbine Allah, iman yazıp katından bir ruh ile onları destekledi. Onları içlerinden ırmaklar akan Cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan razıdır.) [Mücadele 22]
([Resulullahın eshabı olan] sizler, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız.) [Âl-i İmran 110]

(Resulüm sana Allah yetişir ve seni müminlerle
 [Eshabınla]destekler.) [Enfal 62]
İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki:
Araf ve Hicr surelerinde (Biz azimüşşan, onların kalblerindeki gıl ve gışşı nezettik) buyuruluyor. Yani kalblerindeki kin ve düşmanlık gibi şeyleri kökünden çıkarıp attık. Demek ki, hiçbir sahabi, başka bir sahabiye haset ve kin beslemez. Çünkü, hepsi Hakkulyakin mertebesine ulaşmışlardır. Aralarındaki savaşlar ictihad sebebi ile idi. Her biri, kendi ictihadı ile hareket etmeye mecbur olduğundan, hiçbiri kötülenemez. Eshab-ı kiramdan birini kötülemek, (Allah onlardan razıdır) mealindeki âyete inanmamak olur. (Tathir-ül-cenan)
Allahü teâlânın sıfatları ebedidir, sonsuzdur. Eshab-ı kiramdan razı olması da sonsuzdur. Artık bir daha sözünden dönmez, hep razıdır.
İki âyet-i kerime meali:
(Allah asla sözünden dönmez.) [Al-i İmran 9, Zümer 20, Rad 31]
(Allah vaadinden dönmez.) [Rum 6]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Sahabe-i kiramın hepsi, sonra gelen Müslümanların hepsinden daha üstündür. Çünkü insanların en iyisinin sohbetinin üstünlüğüne benzeyen hiçbir üstünlük olamaz. Eshab-ı kiramın, İslamiyet’in zayıf olduğu ve Müslümanların az olduğu o zamanda, dini kuvvetlendirmek için ve Peygamberlerin efendisine yardım etmek için yaptığı ufak bir hareketine, o kadar sevap verilir ki, başkaları, bütün ömrünü, sıkı riyazetle ve ağır mücahedelerle ve ibadetlerle geçirse, o kadar sevap alamaz. (c.2, m.99)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Her şeyin temeli vardır. Müslümanlığın temeli eshab ve ehl-i beytimi sevmektir.) [İ.Neccar]

(Eshabımın hiçbirine dil uzatmayın. Onların şanlarına yakışmayan bir şey söylemeyin! Allah’a yemin ederim ki, bir kimse, Uhud dağı kadar altın sadaka verse, eshabımdan birinin bir avuç arpası kadar sevap alamaz.) 
[Buhari, Ebu Davud, Begavi]
(Eshabıma dil uzatmakta Allah’tan korkun! Benden sonra onları kötü emellerinize alet etmeyin! Onları seven, beni sevdiği için sever. Beni sevmeyen de onları sevmez. Onları inciten beni incitmiş olur. Beni inciten de Allahü teâlâyı incitmiş olur. Bunun da cezası gecikmeden verilir.) [Buhari]
(Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidayete kavuşursunuz.) [Darimi, Beyheki, İbni Adiy, Münavi]

(Allahü teâlâ, beni insanların en asilzadesi olan Kureyş kabilesinden seçti ve bana onların arasından en iyilerini eshab 
[arkadaş] olarak ayırdı. Bunlardan birkaçını bana vezir olarak ve din-i İslamı, insanlara bildirmekte, yardımcı olarak seçti. Bunlardan bazılarını da Eshar, [zevce, kayınpeder, kayınvalide, kayınbirader ve baldız gibi kadın tarafından akraba]olarak ayırdı. Bunlara sövenlere, iftira edenlere, Allah’ın ve bütün meleklerin ve insanların laneti olsun! Allahü teâlâ, kıyamet günü, bunların farzlarını ve sünnetlerini kabul etmez.) [Hakim]
(Ensarı müminden başkası sevmez, münafıktan başkası da buğzetmez. Ensarı seveni Allah da sever, onlara buğzedene Allah da buğzeder.) [Buhari]

(Eshabım, cin ve insanların hepsinden daha üstündür.)
[Bezzar]
(Beni gören Müslüman [Eshabım], Cehenneme girmez.)[Taberani]
(Eshabım gibi hiç kimse İslamiyet’e hizmet edemez.) [İ. Süyuti]

(Kimi çıkıp, Eshabımı kötüleyecek. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır.) 
[Beyheki]
(Eshabımı kötüleyene Allah lanet etsin.) [Taberani, Beyheki, Hakim]

(Eshabımın kusurlarını söylemeyin! Kalbleriniz onlara karşı değişir. Eshabımı iyilikle anın ki, kalbleriniz ülfet etsin!)
[Deylemi]

(İnsanların en hayırlısı asrımdaki müslümanlar 
[Eshab-ı kiram]dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler[Tabiin] dir. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tebe-i tabiin] dir. Artık bunlardan sonra yalan yayılır. Bunların [Eshabımın yolunda olmayanların] sözlerine ve işlerine inanmayınız!) [Buhari]

(Eshabımı, zevcelerimi ve Ehl-i beytimi seven ve onlara dil uzatmayan, Cennette benimle beraber olur.) 
[Ramuz]

(Eshabımı kötüleyen hariç, Kıyamette, herkesin kurtulma ümidi vardır.)
 [Hakim]

(Eshabım arasında fitne çıkacak, o fitnelere karışanları, Allahü teâlâ benimle olan sohbetleri hürmetine af ve mağfiret edecektir. Sonra gelenler, bu fitnelere karışan Eshabıma dil uzatarak Cehenneme girecektir.) 
[Müslim]

MUAViYE KiMDiR


Hazret-i Muaviye
Hazret-i Muaviye (radiyallahü teâlâ anh), Peygamber efendimizin kayinbiraderi ve vahiy kâtibi idi. Resulullahin zevcelerinden Habibe validemizin kardesidir. Eshab-i kiramin büyüklerindendir. Ölecegi zaman, Resulullahin kendisine hediye ettigi bir gömlege sarilip, hazinesinde saklamis oldugu, Resulullahin mübarek saç ve tirnak kesintilerinin de gözlerine ve agzina konularak defnedilmesini vasiyet etmisti. Kabri Sam’dadir.
Mekke fethedildigi gün babasi ile beraber, Resulullahin önünde Müslüman oldu.
Hazret-i Muaviye, Peygamber efendimizin kâtiplerinden idi. Yazisi güzel idi. Fasih, halim, vakur idi.
Zeyd ibni Sabit diyor ki:
Muaviye, Cebrailin getirdigi vahyi ve Peygamber efendimizin mektuplarini yazardi.
Fahr-i âlemin emniyetlisi idi. Bu yüksek rütbe, derecesinin ne kadar yukari oldugunu gösterir. Bu büyük zata dil uzatanlar, Server-i âlemin Kur’an-i kerimi yazmakta emniyet ettigine dil uzatmis olurlar.
Abdullah ibni Mübarek hazretlerinin ilminin derecesini bilmeyen bir Müslüman yoktur. Din imami idi. Her ilimde ileri, her isi ilmine uygun idi. Peygamber efendimizin ilmine tam vâris idi. Iste bu büyük âlim buyuruyor ki:
(Hazret-i Muaviye, Resulullahin yaninda giderken, bindigi atin burnuna giren toz, Ömer bin Abdülaziz’den bin kere efdaldir.)
Ikinci binin müceddidi imam-i Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
(Hazret-i Muaviye’nin yanilmasi, Resulullahin sohbeti bereketi ile, Veysel Karani’nin ve Ömer bin Abdülaziz’in dogru islerinden daha hayirli oldu. Bunun gibi, Amr ibni As’in yanlis bir isi, o ikisinin suurlu isinden daha üstün oldu.) [c.1, m.120]
Din-i Islamin en büyük âlimlerinden Ibni Hacer-i Mekki hazretleri de buyuruyor ki:
(Süphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramin nesep itibariyle büyüklerindendir. Peygamber efendimize nesep ile ve nikah ile çok yakin ve mahremleridir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasini meth ve sena buyurdu. Onda Islamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalik serefleri toplanmistir ki, bunlarin her biri, Cennette Resulullahin yaninda bulunmaya sebep olan sereflerdir. Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik serefleri de katilinca, kalbinde az bir safa ve sidki ve salahi ve imani ve izani olan kimse için artik bu hususta fazla anlatmaya lüzum kalmaz.) [Sava’ik-ul-muhrika]
Hazret-i Muaviye, Huneyn Gazasinda Resulullahin önünde babasi ile birlikte kahramanca çarpisti. Tebük Gazvesine katildi. Veda Haccinda bulundu. Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer zamanlarinda Suriye taraflarindaki savaslara katildi. Hazret-i Ömer, onu Sam valisi yapti. Hazret-i Ömer zamaninda 4 yil, Hazret-i Osman zamaninda 12 yil, Hazret-i Ali zamaninda 5 yil, Hazret-i Hasan zamaninda alti ay Sam’da 21.5 sene vali oldu. [41.] senede, Kufe’de halife seçildi. 19 sene, dört ay halifelik yapti.
Akli, zekasi, fesahati, sabri, yumusakligi, ikrami, cömertligi fevkalade çok idi. Müslümanlarin basina geçecegi, hadis-i serifte bildirildi. Kendisinden çok hadis-i serif alindi, kitaplara yazildi. Bu da, büyüklügünü ve kendisine güvenildigini göstermektedir.
Islamiyet’in yayilmasinda kiymetli ve pek çok hizmetlerde bulundu. Miladi 662’de Sicistan’i, 663’de Sudan’i, bir sene sonra Afganistan’i, Kâbil sehrini ve Hindistan’in kuzey kismini, 665’te Tunus’u (Afrikiyye’yi) aldi. 668’de gemilerle gittigi Kibris’i ve iki sene sonra da Iran’daki büyük Kuhistan eyaletini fethetti. Yine ayni sene Bizans Imparatoru Dördüncü Kostantin zamaninda, oglu Yezid’i büyük bir ordu ile Istanbul’un fethi için gönderdi ve sehir kusatildi. Kostantin, her sene büyük miktarda vergi vermek sartiyla baris yapmak zorunda kaldi.
673’de Ubeydullah bin Ziyad’i Horasan’daki orduya kumandan yapip, Ceyhun Nehrini develerle geçerek Buhara’yi aldi. Hazret-i Ömer tarafindan fethedilen Kudüs hiristiyanlara geçince, Hazret-i Muaviye sehri tekrar ele geçirdi. Yemen, Misir, Kayrevan, Irak, Azerbaycan, Anadolu, Horasan ve Maveraünnehire hakim oldu. Müslümanlar tarafindan çok sevildi. Peygamber efendimiz, Hazret-i Muaviye’ye, (Ey Muaviye! Memleketlere hakim oldugun zaman, iyilik et!) buyurmustur. Resulullahin sohbeti ve hayir dualarinin bereketiyle, Islamiyet’in tesir sahasini çok genisletti ve Islamiyet’ten hiç ayrilmadi.
Hazret-i Muaviye, uzun boylu, beyaz tenli, heybetliydi. Güzel konusur, adaletli davranirdi. Çaliskan, gayretli, azimliydi. Arabistan’da meshur olmus dört dâhi Sahabiden birisidir. Sanki her bakimdan devlet baskani olmak için yaratilmisti. Hatta Hazret-i Ömer, Hazret-i Muaviye’ye her bakista; Bu, ne güzel bir Arap sultanidir derdi. Cins atlara biner, kiymetli elbiseler giyerdi. Resulullahin sohbetinin bereketiyle seriattan hiç ayrilmazdi. Hazret-i Ali onun hakkinda; Muaviye’nin idaresini kötülemeyiniz! Zira onu kaybederseniz baslarin koptugunu ve düstügünü görürsünüz buyurmustur. (Kisas-i Enbiya, Mirat-i Kâinat, Medaric-ün-nübüvve)
Hazret-i Ali ile birbirlerine beddua ettikleri asla dogru degildir, bunu ibni Sebecilerin uydurmus oldugu kiymetli kitaplarda yazilidir. Yalan oldugunu su âyet-i kerime de açikça bildiriyor:
(Muhammed aleyhisselam, Allah’in Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanlarin [Eshab-i kiramin] hepsi, kâfirlere karsi çetin, fakat, birbirlerine karsi merhametli, yumusaktir.) [Feth 29]
Birbirlerine karsi merhametli olan, birbirini seven insanlar birbirlerine beddua eder mi hiç? Hâsâ Allahü teâlâ yalan mi söylüyor?
Peygamber efendimizin kayinbiraderi olan Hazret-i Muaviye, Peygamberimizden hayir dua aldi ve övüldü. Hadis-i seriflerde buyuruldu ki:
(Islerinizde Muaviye’yi bulundurunuz. Çünkü, o kavi ve emindir.) [Tathir-ül-cenân]
(Ümmetimin en halimi ve cömerdi Muaviye bin Ebu Süfyan’dir.) [I.Süyuti]
(Muaviye’nin mülk sahibi olmasina fazla zaman geçmez.) [Deylemi]
Hazret-i Hasan diyor ki:
Resulullah, (Bir gün gelir, Muaviye devlet baskani olur) buyurdu. (Deylemi)
(Ya Rabbi, onu [Muaviye’yi] hâdi ve muhdi eyle) [Tirmizi] (Yani, Onu dogru yola ulastir ve dogru yola ulastirici eyle!)
(Ya Rabbi, ona [Muaviye’ye] kitap ögret, ülkelere sahip et ve azaptan koru.) [I.Ahmed, Taberani, Ebu Nuaym, Ebu Ya'la, I.Asakir]
Ebu Idris el-Havlani anlatir:
Hazret-i Ömer, Umeyr Ibnu Sad’i Humus valiliginden azledince yerine Muaviye’yi tayin etti. Halk, “Umeyri azledip Muaviye’yi mi tayin etti” diye mirildandi. Umeyr; “Muaviye’yi hayirla yâd edin. Zira ben Resulullahin, (Allah’im, onunla (insanlara) hidayetini ulastir!) dedigini duydum dedi. (Tirmizi)
Ibnu Meryem el-Ezdi anlatir:
Muaviye’nin yanina girmistim. Bana, seni hangi rüzgar atti diyerek ziyaretimden memnuniyeti izhâr etti. Ben de, Resulullahtan isitmis oldugum su hadisi size hatirlatmayi düsündüm dedim:
(Allah kime Müslümanlarin islerinden bir seyler tevdi eder, o da onlarin ihtiyaçlarini, isteklerini, darliklarini giderirse, kiyamet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek ve darliklarini giderir.) Râvi der ki, bunun üzerine Hazret-i Muaviye insanlarin ihtiyaçlariyla ilgilenmek üzere görevliler tayin etti. (Tirmizi, Ebu Davud)
Âmir Ibnu Sa’d babasindan naklen anlatir:
Resulullah Beni Muaviye Mescidine girdi. Orada iki rekat namaz kildi, biz de onunla beraber kildik. Sonra uzun uzun dua etti. Sonra yanimiza döndü. Buyurdu ki:
(Rabbimden üç sey talep ettim. Ikisini verdi, birini geri çevirdi: Rabbimden ümmetimi umumi bir kitlikla helak etmemesini talep ettim, bunu bana verdi. Ümmetimi suda bogulma suretiyle helak etmemesini diledim, bana bunu da verdi. Ümmetimin kendi aralarinda savasmamalarini da talep etmistim, bu geri çevrildi.) [Müslim]
Resulullahin torunlarindan seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyuruyor ki:
(Imam-i Ali sehid olunca, imam-i Hasan Müslüman kani dökülmemesi ve rahat etmeleri için hilafeti birakmak istedi. Muaviye’ye teslim eyledi. Onun emirlerine tâbi oldu. O günden itibaren Muaviye’nin hilafeti hak ve sahih oldu. Böylece, (Bu oglum seyyiddir. Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük firka arasini bulur, baristirir) hadis-i serifinin manasi meydana çikti. Muaviye de, imam-i Hasan’in tâbi olmasi ile, dine uygun halife oldu. Böylece, Müslümanlar arasindaki bütün anlasmazlik sona erdi.) [Gunye]
Hazret-i Hasan, hilafeti kendi arzusu ile Hazret-i Muaviye’ye birakti. Onu halife olmaya layik görmeseydi, hilafeti birakmazdi. Onunla harp ederdi. Hazret-i Hasan, layik olmayan birine hilafeti birakti, demek, Hazret-i Hasan’i kötülemek olur. (H.S. Vesikalari)
Hadis imamlarindan Ibni Asakir bildiriyor ki:
Resulullah, Muaviye’ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et, kötüleri de affet!) buyurdu.
Hazret-i Ali, (Muaviye, hiç maglup olmaz) hadis-i serifini hatirlasaydim, Muaviye ile savasmazdim buyurdu. Imam-i Beyheki de diyor ki: Hazret-i Ali buyurdu ki, Resulullahtan isittim, (Ümmetimden bazilari, Eshabimi kötüleyecekler. Bunlar, Müslümanliktan ayrilacaklardir) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye)
Imam-i a’zam hazretleri, (Eshab-i kiramin hepsini hayirla anariz) buyurdu. Imam-i Safii ve Ömer bin Abdülaziz de, Eshab-i kiram arasindaki savaslar hakkinda (Allahü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulasmaktan korudugu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulastirmayalim!) buyurdu. (M.Rabbani c.2, m.96)
Imam-i Gazali hazretleri de (Dinimizi bize ulastiran Eshab-i kiramdir. Onlardan birini kötülemek, dini yikmak olur) buyurdu. Ibni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki: Abdullah ibni Abbas buyuruyor ki: Cebrail aleyhisselam Peygamber efendimize geldi (Ya Resulallah! Muaviye’yi sana tavsiye ederim. Kur’an-i kerimi yazdirmakta ona emniyet et, güven) dedi. Yine ayni sayfada yaziyor ki, Resul-i ekrem, bir gün mübarek zevcesi Ümm-i Habibe’nin odasina geldi. O esnada Hazret-i Muaviye basini, kiz kardesi Ümm-i Habibe’nin kucagina koymus uyuyordu. Resul-i ekrem bu hâli görünce, (Ya Habibe! Kardesini bu kadar çok mu seviyorsun?) buyurdu. O da evet deyince, Peygamberimiz buyurdu ki, (Onu Allah ve Resulü de seviyor.) [Tathir-ül-cenân s. 27]
Imam-i Malik’in ictihadina göre, Hazret-i Muaviye dalalette idi diye kötüleyenin katline fetva verdigi birçok kitaplarda yazilidir. (Mesela Eshab-i kiram Ö.N. Bilmen s. 84)
Ebussuud Efendi, Muaviye’ye lanet eden kimseye tazir-i belig ve hapis lazim oldugu fetvasini vermistir. (488. Mesele sayfa 112)
Hazret-i Ali, Hazret-i Muaviye ve arkadaslari için, “Onlar bizim kardesimizdir, fasik ve kâfir degildirler” buyurdu. (Serh-i Mekasid)
Ibni Teymiye bile, Hazret-i Muaviye’yi kötüleyenler hakkinda kitap yazdi.
Hazret-i Muaviye’yi sevmeyen mezhepsiz Mevdudi bile, sahabe-i kiramdan oldugu için Hazret-i Muaviye’nin suçlanamayacagini bildirmektedir. (Hilâfet ve Saltanat tercümesi s. 326)
Ali bin Ahmed hazretleri, Fedâilüs-Sahabe adli risalesinde, diyor ki:
Ibni Abbas söyle anlatir:
Biz mescitte sohbet ederken içeriye, uzun boylu ve yüzü örtülü bir zat girip selam verdi. Selamini aldik. Bize, ne konusuyordunuz diye sorunca, biz de, Resulullah zamanindaki kendimizle ilgili faziletlerden konusuyoruz diye cevap verdik. O zat yüzünü açti. Bu zatin Muaviye bin Ebu Süfyan oldugunu gördük Ona, sen de kendi hakkinda neler gördüysen bize anlat dedik. O da anlatmaya basladi:
“Ben su hasletlerle bazilarinizdan faziletli oldum:
1- Resulullah efendimiz ile birlikte bir seferde idik. Beni bindigi hayvanin terkisine alip; (Neren bana temas ediyor) diye sordu. Ben de, “Karnim, ya Resulallah!” dedim. O zaman, (Allahü teâlâ karnini ilim ve yumusak huy ile doldursun) buyurdu.
2- Resulullaha bir tabak ayva hediye edilmisti. Herkese bir tane verdi. En sonunda bir ayva kalmisti. Sadece Resul-i ekrem ve ben almamistik. Kalan bir ayva, Resulullah efendimizin mübarek elinden düstü. Yerden alip kendisine vermek istedigimde, (Onu sen al ya Muaviye! Yarin kiyamette, o ayva elinde olarak bana kavusursun) buyurdu.
3- Resul-i ekremle Tebük gazvesinden dönerken, Hudeybiye’ye geldik. Çok susamistik. Resul-i ekreme; “Ya Resulallah! Musa aleyhisselamin kavmi için istedigi gibi, sen de Rabbinden bizlere su talep etmez misin!” dedim. Bana, (Ya Muaviye! Bak surada bir kaya var) buyurup elime, bir çubuk verdi. (Ya Muaviye! O kayanin yanina git ve ona bu çubukla vur) buyurdu. Gidip tasa vurunca, çok tatli, buz gibi bir su fiskirdi. Tam içecegim sirada sevgili Peygamberimizi ve susuzluktan yanan Eshabini hatirlayip geri çekildim. Arkama bakinca, onlarin da gelmis oldugunu gördüm. Resul-i ekrem, (Ya Muaviye, iç! Allahü teâlâ bu suyu senin için yaratti) buyurdu.
4- Resulullah mescidde iken Cebrail aleyhisselam gelir, selamdan sonra, “Rabbin sana ve ümmetine ikram olarak, Âyet-el-kürsi’yi ihsan etti” deyince, Resulullah; (Bu âyeti kim yazacak?) diye sorar. Cebrail aleyhisselam da, “Su kapidan içeriye ilk giren kisi” der. O kapidan giren ilk sahis ben olmusum. Resulullah bana, (Ya Muaviye! Cenab-i Hak bugünkü fazileti sana nasip etti, sana, Âyet-el-kürsi’yi tahsis kildi. Ya Muaviye! Âyet-el-kürsi’ yi yaz!) buyurdu. Ben de, “Eve gidip hokka ve mürekkep getireyim mi?” dedim. (Yâ Muaviye yaz! Zira Allahü teâlâ kalemi de Âyet-el-kürsi’den yaratmistir) buyurdu. Bunun üzerine yazmaya basladim.
5- Bir gün Peygamber efendimizin arkasinda namaz kiliyorduk. Resul-i ekrem, Fatiha suresini okuyup “Veladdâllin” dediklerinde, pesinden; “Âmin” dedim. Namazdan sonra Eshab-i kirama, (Hanginiz âmin dedi) buyurunca, herkes sustu. Ben de sustum. Resul-i ekrem ayni soruyu iki üç defa tekrarladi. Fakat yine kimseden bir ses çikmayinca, “Ya Resulallah! Âmin diyene ne yapacaksin?” dedigimde; (Onu ve ona tâbi olanlari Cennetle müjdelemek istiyorum) buyurdu.
Ibni Abbas hazretleri, “Muaviye bin Ebu Süfyan’in bu anlattiklarini biz de biliyorduk” buyurarak onu tasdik etmistir. (Fedâilüs-Sahabe)
Server-i âlem namaz kildirirken rükuda (semi Allahü limen hamideh) deyince, ilk safta bulunan Hazret-i Muaviye de, (Rabbena lekel-hamd) dedi. Böyle söylemesi, takdir ve tahsin buyurularak, bunu söylemek kiyamete kadar sünnet olarak kaldi. (Eshab-i kiram)
Sii kaynaklarina göre Hazret-i Muaviye
Pakistan’in büyük Tarih âlimi mevlana Abdüssekur Ilahi Mirzapuri, Sehadet-i Hüseyin isminde kitap yazmistir. Urdu dilinden, farisiye de tercüme edilmistir. Islam düsmanlarinin, Islamiyet’i içerden yikmak için, Müslüman ismi altinda ortaya çiktiklarini, (Ehl-i beytin dostuyuz) diyerek, Ehl-i beyte düsmanlik ettiklerini yazmaktadir. Kitabin her yerinde, Sii kitaplarindan vesikalar vererek, bunu ispat etmektedir. Onbirinci sayfasinda diyor ki:
Sii âlimlerinden Muhammed Bakir Horasani, [m. 1679 senesinde vefat etti.] Cila-ül-uyun kitabinin 321. sayfasinda diyor ki:
(Muaviye vefat edecegi zaman, oglu Yezide söyle vasiyet etti: Imam-i Hüseyin’in Resulullaha yakinligini, Onun mübarek kanindan oldugunu biliyorsun. Irak halki Onu kendi yanlarina çagirirlar. Sana yardim edecegiz, derler. Yardim etmezler. Onu yalniz birakirlar. Ona galip olursan, kendisine hürmet et. Sana yaptiklarina karsilik, Onu hiç incitme! Benim Ona olan iyiliklerimi sen de yap!)
Sii tarihçilerinden Muhammed Taki han, [m. 1879 senesinde vefat etti.] Farisi, Nasih-üt-tevarih kitabinda diyor ki:
(Nasihatinde sunlari da söyledi: Oglum, nefsine uyma! Allahü teâlânin huzuruna, Hüseyin bin Ali’nin kanina bulanmis olarak çikma! Yoksa sonsuz azaba yakalanirsin! (Hüseyin’e hürmette kusuru olana, Allahü teâlâ bereket vermez!) hadis-i serifini unutma!)
Bu Sii tarihinin 38. sayfasinda diyor ki:
(Imam-i Ali’nin yaninda olanlar, yani Siiler, Sam’a gelirler, Muaviye’yi kötülerlerdi. Muaviye, böyle söyleyenlere bir sey yapmaz, kendilerine (Beyt-ül-mal)dan bol ihsanda bulunurdu.)
Cila-ül-uyun Sii kitabinin 323. sayfasinda diyor ki:
(Imam-i Hasan bin Ali dedi ki, Muaviye, etrafimdaki yardimcilarimdan, vallahi daha iyidir. Çünkü bunlar, bir yandan Sii olduklarini söylüyorlar. Bir yandan da, beni öldürmek, mallarimi almak istiyorlar.)
Yezide gelince, babasinin nasihatlerini unutmadi. Bunun için, imam-i Hüseyin’i Kufe’ye çagirmadi. Onu öldürmek için emir vermedi. Ölümüne sevinmedi. Hatta, isitince agladi. Ehl-i beyte hürmet etti.
Cila-ül-uyun Sii kitabinin 322. sayfasinda diyor ki:
(Yezid, Ehl-i beyte sevgisi ile meshur olan Velid bin Akabeyi Medine’ye vali yapti. Ehl-i beyte düsman olan Mervani valilikten ayirdi. Velid, gece, imam-i Hüseyin’i çagirip Muaviye’nin öldügünü ve Yezide biat edildigini bildirdi. Imam-i Hüseyin (Benim Ona gizli biat etmeme razi olmazsin. Herkesin yaninda biat etmemi istersin) dedi.)
Sii kitabinin bu yazisindan anlasiliyor ki, imam-i Hüseyin Yezid için, fasik, facir veya kâfir demiyordu. Öyle bilseydi, gizli biat etmeye razi olmazdi. Açikça biat etmemesi de, Siilerin kendisine düsmanlik etmelerine sebep olmamak içindi. Nitekim, Muaviye ile sulh yaptigi için babasindan ayrilip harici olmuslardi. Babasi ile savas etmislerdi. Hilafeti Muaviye’ye biraktigi için de, kardesi Hazret-i Hasan’a düsmanlik yapmislardi.
Yine bu acem tarihinde diyor ki:
(Zecr bin Kays, Hazret-i Hüseynin ölüm haberini Yezide getirince, basini egip, bir zaman durdu. Sonra, (Onu öldüreceginize, Ona itaat etseydiniz, iyi olurdu. Ben orada olsaydim Onu af ederdim) dedi. Mahdar bin Salebe Imam-i Hüseyin’i kötülemeye baslayinca, Yezid yüzünü asip, (Mahdarin anasi böyle zalim ve alçak çocuk dogurmasaydi. Allah, Mercanenin oglunu [Ibni Ziyadi] kahr eylesin) dedi. Semmer, imam-i Hüseyin’in mübarek basini Yezide getirip, (Insanlarin en iyisinin çocugunu öldürdüm. Bunun için, atimin heybelerini altinla, gümüsle doldurmalisin) deyince, Yezid çok kizdi ve (Allah heybelerini atesle doldursun! Insanlarin en iyisini niçin öldürdün? Def ol. Git karsimdan. Sana hiçbir sey verilmez) dedi.)
Siilerin Hulasat-ül-mesaib kitabinin 393. sayfasinda diyor ki:
(Yezid, herkesin yaninda agladigi gibi, yalniz kaldigi zamanlarda da çok agladi. Kizlari ve hemsireleri de beraber agladilar. Imam-i Hüseyin’in mübarek basini altin tasa koyup, (Ey Hüseyin! Allah sana rahmet etsin! Ne hos gülüyorsun) dedi.
Sii kitabinin bu yazisindan anlasiliyor ki, bazi kimselerin, (Yezid, Imam-i Hüseyin’in mübarek dislerine sopa ile vurdu) demeleri tamamen yalandir.
Cila-ül-uyunda diyor ki:
(Yezid, imam-i Hüseyin’in Ehl-i beytini kendi sarayina yerlestirdi. Çok ikram etti. Sabah, aksam yemeklerini imam-i Zeynelabidin ile beraber yerdi.)
Hulasat-ül-mesaibde diyor ki:
(Yezid, imam-i Hüseyin’in Ehl-i beytine, (Sam’da benim misafirim olarak kalmak mi, yoksa Medine’ye gitmek mi istersiniz?) dedi. Ümmi Gülsüm, tenha bir yerde matem yapmak istiyoruz) dedi. Yezid, sarayinda genis bir odayi bunlara verdi. Burada bir hafta matem yaptilar. Yezid, sekizinci gün, Ehl-i beyti çagirip, arzularini sordu. Medine’ye gitmek istediler. Çok mal ve süslü hayvanlar ve ikiyüz altin verdi. Her ihtiyacinizi her zaman bildirin, hemen gönderirim, dedi. Numan bin Besiri, besyüz süvari ile bunlarin emrine verdi. Izzet ve hürmetle Medine’ye gönderdi.)
Yukaridaki yazilar ve bunlar gibi, taassuba kapilmadan yazan insafli Sii âlimlerinin kitaplari açikça gösteriyor ki, Hazret-i Muaviye, imam-i Hüseyin’e asla düsman degildi. Yezid, imam-i Hüseyin’in öldürülmesini emretmemis ve istememistir. Ehl-i beytin düsmani ve imam-i Hüseyin’i sehid edenler, bu düsmanliklarini gizlemek için, bu iki halifeye iftira etmislerdir.
Abdurrahman ibni Mülcem Sii idi. Sonra harici oldu. Sonra imam-i Ali’yi sehid etti.
Kerbela’da imam-i Hüseyin’i sehid edenler arasinda Sam askeri yoktu. Kufe sehrinden gelmislerdi. Sii âlimlerinden kadi Nurullah Süsteri, bunu açikça yazmistir. Imam-i Zeynelabidin’in Kufe sehrine getirilince, katillerimiz Siilerdir, dedigi Cila-ül-uyunda da yazilidir.
Islam düsmanlari, Islamiyet’i içerden yikmak için Ehl-i beyti nebeviyi facia ve felaketlere sürüklemisler. Bu cinayetlerini Ehl-i sünnete mal ederek, bu bahane ile Islamiyet’in bekçisi olan Eshab-i kirama ve bunlarin yolunda olan Ehl-i sünnet âlimlerine saldirmislardir. Müslümanlarin, bu tuzaklara düsmemek için, çok uyanik olmalari lazimdir. (H.S. Vesikalari)-

Hazret-i Ebu Hüreyre



Hazret-i Ebu Hüreyre

Hazret-i Ebu Hüreyre (radıyallahü teâlâ anh), eshab-ı kiramın büyüklerindendir. Adı Abdurrahman’dır. Eshab-ı kiram arasında Abdullah bin Ömer’den sonra, en çok hadis bilen budur. Yemen’in Devs kabilesindendir. Künyesi Ebu Hüreyre’dir. Resulullah efendimiz, bir gün eteğinde kedi yavrusunu severken görünce kedi yavrusunu seven anlamında Ebu Hüreyre ismini verdi.
Yemen’deki Devs kabilesinin ileri gelenlerinden ve meşhur şair olan Tufeyl bin Amr’ın İslam’a davet etmesiyle Müslüman oldu. Hicretin yedinci yılında, Tufeyl bin Amr ve diğer iman edenlerle birlikte, Hayber’in fethi esnasında, Medine’ye geldi. Bir daha, Yemen’e dönmeyip Medine’de kaldı.
Hazret-i Ebu Hüreyre, müslüman olduktan sonra, annesinin de müslüman olmasını çok istiyor, bunun için çok uğraşıyordu. Fakat bir türlü muvaffak olamıyordu. Bu hususta şöyle anlatmıştır:
Bir gün Resulullahın huzuruna gidip, ya Resulallah, annemi İslam’a davet ediyorum, kabul etmiyor. Bugün de müslüman olması için ısrar ettim. Bana hoş olmayan sözlerle karşılık verdi, kabul etmedi. Hidayete kavuşması için dua buyurunuz dedim. Bunun üzerine Resulullah, (Allah’ım, Ebu Hüreyre’nin annesine hidayet ver) diye dua buyurdu. Duayı alınca sevinerek eve gittim. Eve varınca annem, ya Eba Hüreyre, ben müslüman oldum dedi ve kelime-i şehadeti söyledi. Ben sevincimden yerimde duramıyordum. Tekrar Resulullahın huzuruna koştum, sevincimden ağlayarak annemin müslüman olduğunu müjdeledim. Dedim ki, ya Resulallah, annemi ve beni müminlerin sevmesi için, bizim de müminleri sevmemiz için dua ediniz. Resulullah, (Allah’ım, şu kulunu ve annesini mümin kullarına, müminleri de onlara sevdir) buyurarak dua etti. Artık beni bilen ve gören her mümin sevdi.
[Bu hadis-i şerif de gösteriyor ki, Ebu Hüreyre hazretlerini ancak mümin sever, ona ancak İbni Sebeci buğzeder.]

Hazret-i Ebu Hüreyre, Peygamber efendimizin yanına geldikten sonra, Ondan hiç ayrılmadı. Ticaret, mal, servet gibi hiçbir meşgalesi yoktu. Bunlarla hiç uğraşmadı. Eshab-ı kiramın en fakiri olduğu için, Eshab-ı Suffa arasına katıldı. Eshab-ı Suffa, Mescid-i Nebi’de kalır, hep ilimle meşgul olurdu. Hazret-i Ebu Hüreyre, Peygamber efendimizin hep huzurunda bulunduğu için, pekçok hadis-i şerif işitmiş ve rivayet etmiştir.
Hadis-i şerif öğrenme hususundaki gayreti çok fazlaydı. Bir defasında Hazret-i Âişe validemizden, Resulullahın sözlerini ve hallerini kim çok bilir diye sordular. Şöyle cevap verdi:
(Resulullahın hâl ve sözlerini en iyi Ebu Hüreyre bilir. Yemin ederim ki, Ebu Hüreyre bütün vaktini Resulullahın huzurunda geçirmiştir.)
Hazret-i Ebu Hüreyre, dört sene gibi bir zaman içerisinde, gece-gündüz Resulullahın huzurundan ayrılmamış, bütün işini, gücünü bırakmış, hep Peygamber efendimizin buyurduklarını dinleyip, ezberlemiştir. Hatta günlerce aç kaldığı halde, dini öğrenme gayretiyle buna katlanmıştır.
Bu hususta kendisi şöyle anlatır:
Bir gün açlığa dayanamayarak evimden çıkıp mescide gittim. Günlerce bir şey yememiştim. Oraya varınca, bir grup Eshabın da orada olduğunu gördüm. Yanlarına varınca, bu saatte niçin geldin ya Eba Hüreyre dediler. Açlık beni buraya getirdi dedim. Biz de açlığa dayanamayarak buraya geldik dediler. Bunun üzerine hep birlikte Resulullahın huzuruna gittik. Huzuruna varınca, buyurdu ki:
(Bu saatte buraya gelmenizin sebebi nedir?)Açlık ya Resulallah dedik. Peygamber efendimiz bir tabak hurma getirdi. Hepimize ikişer tane hurma verdi. Ben birini yedim, birini sakladım. Resulullah bana buyurdu ki:
(Niçin onu da yemedin?)Birini anneme ayırdım dedim.
(Onu da ye, sana annen için iki tane daha vereceğiz) buyurdu.
Sonra annem için iki tane daha verdiler.
Yine Hazret-i Ebu Hüreyre anlatıyor:
Bir gün Resulullah efendimize bir kase süt hediye getirildi. Ben o gün de çok açtım. Resulullah bana buyurdu ki:
(Git Eshab-ı Suffayı çağır!)Çağırmaya giderken, bu sütün hepsi bana ancak yeter diye hatırımdan geçti. Eshab-ı Suffayı çağırdım, yüz kişi kadar vardı. Resulullahın emri üzerine, o süt kasesini alıp her birine ayrı ayrı verdim. Hepsi doyasıya içti. Resulullahın mucizesi olarak süt hiç eksilmiyordu. Sonra Resulullah buyurdu ki:
(Ben ve sen kaldık, sen de iç!)Ben de biraz içtim. Tekrar, (İç) buyurdular. Tekrar içtim. İçtikçe, (İç)buyurdular. O kadar içtim ve doydum ki, artık hiç içecek hâlim kalmadı. Sonra da kaseyi alıp, Resulullah efendimiz de içti.
Hazret-i Ebu Hüreyre, Peygamber efendimizden bizzat işiterek ve Eshab-ı kiramdan, bilhassa Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Âişe’den hadis-i şerif rivayet etmiştir. Kendisinden de Abdullah ibni Abbas, Abdullah ibni Ömer, Enes bin Malik, Vasile bin Eska, Cabir bin Abdullah başta olmak üzere 800’den fazla Eshab ve Tâbiin, hadis-i şerif rivayet etmiştir. Rivayetleri toplanıp yazılmıştır. Hazret-i Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği hadis-i şeriflere, bütün hadis kitapları yer vermiştir.
Hazret-i Ebu Hüreyre’nin, Peygamber efendimizin vefatından sonra en çok sevdiği ve meşgul olduğu iş, hadis-i şerif rivayet edip yaymak olmuştur. Hazret-i Ebu Bekir’in halifeliği sırasında idari işlerle meşgul olmayan Hazret-i Ebu Hüreyre, Hazret-i Ömer devrinde Bahreyn valiliğine tayin edildi. Hazret-i Osman’ın halifeliği zamanında Mekke kadılığı yaptı. Hazret-i Muaviye zamanında da Medine valisi oldu.
Hazret-i Ebu Hüreyre, fazileti ve İslamı yaşamasıyla mükemmel bir numune idi. Geceleri çoğu kere ibadetle geçirir, sabaha kadar namaz kılar, Kur’an-ı kerim okurdu. Her ayın başında üç gün oruç tutardı. İbadetlerde çok ihtiyatlı hareket ederdi. Hep abdestli bulunur, Resulullah, (Abdestli olan vücud a’zasına Cehennem ateşi dokunmaz) buyurdu derdi.
Ömrünün son günlerinde hastalandı. Hastalığını duyup gelenler, büyük bir kalabalık meydana getirdiler. Bu sırada o, Allah’ım sana kavuşmayı seviyorum. Bunu bana nasip eyle diye yalvarıyordu. 676 (H.57) senesinde 78 yaşında iken, Medine-i münevverede vefat etti.

En büyük hadis âlimi
Hazret-i Ebu Hüreyre’nin çok hadis rivayet ettiği için İbni Sebeciler tarafından kötülenmektedir. Hazret-i Ebu Hüreyre kötülenince, ahkam-ı şeriyyenin yarısı kötülenmiş olur. Çünkü, ahkam-ı şeriyyeyi bildiren üç bin hadis-i şerif vardır. Yani üç bin ahkam-ı şeriyye, sünnet ile belli olmuştur. Bu üç binin yarısını haber veren Hazret-i Ebu Hüreyre’dir. Onu kötülemek, ahkam-ı şeriyyenin yarısını kötülemek olur.
Hazret-i Ebu Hüreyre, savaşta ve barışta Resulullahın yanından ayrılmazdı. Hafızası çok kuvvetli olduğundan, çok hadis-i şerif ezberlemişti. Eshab-ı kiramdan ve Tabiinden 800’den fazla kimsenin, kendisinden hadis öğrendiği Buhari’de yazılıdır.
Hazret-i Ebu Hüreyre, (Bilerek bana yalan isnat eden, Cehennemdeki yerine hazırlansın) hadisinin râvisidir. Hadis rivayet etmek istediğinde bu hadisi zikrederdi. Birçok sahabi, onun hadis rivayetindeki üstünlüğünü kabul edip, ondan hadis naklettiler. (Hakim Nişaburi, III, 513)
Hazret-i Ebu Hüreyre, sahabe ve muhaddisler nazarında son derece güvenilir, yüce bir şahsiyettir. (İmam-ı Buhari)
O, benden daha hayırlı ve naklettiğini daha iyi bilendir. (Abdullah ibni Ömer)
Elbette o, Resulullahtan bizim duymadığımız hadisleri işitmiştir.(Hazret-i Talha) (H. Nişaburi,III, 511)

İmam-ı Şafii
 gibi büyük âlimler, (Hazret-i Ebu Hüreyre, kendi dönemindeki hadis râvileri içinde, hafızası en sağlam olanıdır) buyurmuştur. (İbni Hacer, el-İsabe fi Temyizis-Sahabe, IV, 205)
Hazret-i Ebu Hüreyre, Resulullahın vefatından sonra 46 yıl yaşamıştır. Hazret-i Ebu Bekir gibi yaşlı ilk sahabilerin çoğu, Peygamber efendimizden sonra fazla yaşamadıkları için, çok hadis rivayet edememiştir. Hazret-i Ebu Hüreyre’nin bildirdiği hadis sayısı 5374 değildir. İmam-ı Ahmed’in Müsnedinde Hazret-i Ebu Hüreyre’den alınmış 3848 hadis yer almaktadır. Bu hadislerin yarısından fazlası (2269) mükerrer olup, hakikatte bütün Müsnedde, onun rivayetinde ancak 1579 hadis vardır.
Çok hadis rivayet etmesinin sebeplerinden bazıları:
1- Peygamber efendimiz ile çok beraber olmuş ve ona hiç çekinmeden her çeşit soruyu sormuştur. Hazret-i Ebu Hüreyre,(Çok hadis rivayet etmemin sebebi şudur: Muhacirler, alış-verişle, ensar da kendi mal ve mülkleriyle uğraşırken, ben Resulullahın meclislerindeydim) demiştir. (Müslim, Fedailüs-sahabe, Buhari, İlim)

2-
 İlme çok tutkundu. Resulullah ona bildiğini unutmaması için dua buyurmuştu. Hazret-i Ebu Hüreyre anlatır: Resulullah efendimiz,(İçinizden hanginiz elbisesini çıkarıp yere yayar? Bazı şeyler söyleyeceğim. Sonra elbisesini toplayıp, katlasın, sözlerimi hiç unutmaz) buyurdu. Paltomu çıkarıp yaydım. Resulullah efendimiz dilediğini söyledi. Paltomu giydim. Göğsümü kapadım. Bundan sonra, işittiğim hiçbir şeyi unutmadım. (Buhari, İlim 42)
Hakim Nişaburi, şu haberi vermektedir:
Bir zat, Zeyd bin Sabite bir mesele sordu. O da Ebu Hüreyre’ye gitmesini söyledi ve şöyle devam etti: Çünkü bir gün ben, Ebu Hüreyre ve bir arkadaşla Mescitte oturuyorduk. O sırada Resulullah geldi, yanımıza oturup, (Hepiniz Allah’tan bir dilekte bulunsun)buyurdu. Ben ve arkadaşım, Ebu Hüreyre’den önce dua ettik, Resulullah da bizim duamıza âmin dedi. Sıra Ebu Hüreyre’ye gelince, (Ya Rabbi, senden iki arkadaşımın isteği ile unutulmayan bir ilim dilerim) dedi. Resulullah efendimiz bu duaya da âmin dedi. Biz de, (Ya Resulallah, biz de, Allah’tan, unutulmayan bir ilim isteriz)dedik. Bize, (Devsli genç [Ebu Hüreyre] sizden önce davrandı)buyurdu. (Müstedrek III, 508, Nesai, III, 440)
Hazret-i Ebu Hüreyre anlatır:
(Ya Resulallah, kıyamette senin şefaatine nail olacak en mesud kişi kim)
 dedim. Bana, (Ya Eba Hüreyre, senin hadise olan sevginin çokluğunu bildiğim için, böyle bir soruyu senden önce hiç kimsenin sormayacağını tahmin etmiştim. Kıyamet günü şefaatime nail olacak en mesud kişi, La ilahe illallah diyen müslümandır) buyurdu. (Buhari, ilim 339)

3-
 Büyük sahabilerle görüşüp onlardan birçok hadis almış ve böylece ilmi artmıştır.

4-
 Resulullahın vefatından sonra 46 yıl yaşamış ve hadisleri yaymakla meşgul olmuştur. Dört büyük halife ise devlet işleri ile meşgul olduğu için az hadis bildirmiştir.

5-
 Hazret-i Ebu Hüreyre, Resulullah efendimizden naklettiği hadisleri halka öğretmeyi, ilmi gizlemenin günahından kurtulmak için, kendine vazife kabul ediyordu. (Buhari)
Bütün bunların neticesinde Hazret-i Ebu Hüreyre, sahabe içerisinde hadisi en iyi bilen, hadis alma ve rivayet etme hususunda diğerlerinden daha üstün bir duruma gelmiştir. İbni Ömer, onun cenaze namazında, (Resulullahın hadisini muhafaza eden) demiş ve ona rahmet dilemiştir. Ayrıca, (Ebu Hüreyre, Resulullahın sohbetine en fazla devam eden ve onun hadislerini en iyi ezberleyen zattır) derdi. (Tirmizi, Menakıb, 46)
Ebu Hüreyre hazretleri buyurdu ki:
(Bekara 159, Al-i imran 187. âyetleri olmasa idi, hiç bir hadis rivayet etmezdim.) (Buhari)
(İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lanet eder, hem de bütün lanet ediciler lanet eder.)[Bekara 159]

(Allah, kendilerine kitap verilenlerden, “Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz” diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!) 
[Al-i İmran 187]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(İlmini başkasına bildirmeyen, hazineyi gömüp kimseye yardım etmeyene benzer.) [Taberani]
(İlmini gizleyene, denizdeki balıklardan, gökteki kuşlara kadar her şey lanet eder.) [Darimi]
(İlmini gizleyen kimseye, kıyamette ateşten gem vurulur.) [İbni Mace, Taberani]

Bu Yüz Çiğnemeye Değil Öpülmeye Layıktır

 

Bu Yüz Çiğnemeye Değil Öpülmeye Layıktır
Ebû Zerr Hazretleri anlatıyor:
Bir gün Bilal-i Habeşi ile sohbet ederken, bir mesele hakkında anlaşamayarak işi münakaşaya döktük. Bilal Hazretlerine:
Sen bundan ne anlarsın siyah kadının oğlu, diyerek hakaret ettim.
Hazreti Bilal bunu Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerine söylemiş, Resulüllah beni huzuruna çağırdı. Hemen Efendimizin huzuruna koştum.
Peygamberimiz bana:
- Sen rengi siyah diye Bilal’i küçük görmüş ona hakaret etmişsin. Doğru mu?
Ben çok maçup olmuştum, utancımdan hiç bir şey söyleyemedim. Resulüllah devamla:
- Demek sende hala cahiliyyet devrinin adetlerinden eser var. Halbuki islamiyette insanın derisinin hiç bir ehemniyeti yok. İslamiyet ırk, renk, ve soy – sop farkını ortadan kaldırmıştır. Müslümanlıkta Allah’tan kim daha fazla korkarsa o öbüründen daha üstündür. Sen bu hali nasıl işledin? Buyurdular.
Ben Resulüllah (s.a.s) efendimizin bu sözleri karşısında ziyadesiyle üzülmüş ve ne yapacağımı şaşırmıştım. Resulüllah’ın huzurundan ayrıldıktan sonra doğru Bilal-i Habeşi Hazretlerinin evine gidip başımı evin eşiğine koydum:
- Ey Bilal, mübarek ayakların bu kaba başın üzerine basarak geçmedikçe kendimi affetmeyeceğim ve buradan ayrılmayacağım, dedim.
Biraz sonra Hazreti Bilal içeriden çıktı, beni tutarak kaldırdı ve bana :
- Ey kıymetli kardeşim ben seni affettim, Allah da affetsin. Bu yüz çiğnemeye değil öpülmeye layıktır dedi ve beni kucaklayarak içeri aldı.
Ben Bilal Hazretlerinin bu hareketine çok sevinmiştim. Bilal’in iki gözlerinden öptüm. Sevincimden gözlerim yaşarmıştı.

Ben, senin önüne nasıl geçerim


Ben, senin önüne nasıl geçerim

Bir gün Ebû Bekir Sıddîk (Radiyallahu anhu) Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’ın evine geldi. İçeri gireceği sırada, Ali bin Ebî Tâlib (Radiyallahu anhu) de geldi. Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
- (Geri çekilip) Yâ Ali! Sen, buyur, gir dedi. O da cevâb verip aralarında aşağıdaki uzun konuşma oldu:
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
- Yâ Ebû Bekir! Sen önce gir ki, her iyilikte önde olan her hayırlı işte ileri olan, herkesi geçen sensin.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
- Sen önce gir yâ Ali! Resûlullah’a daha yakın sensin. Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
- Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resûlullah’tan işittim. Ümmetimden, Ebû Bekir’den daha üstün bir kimsenin üzerine güneş doğmadı, buyurdu.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
- Ben senin önüne nasıl geçebilirim ki, Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) kızı Fâtımatü’z-Zehrâ’yı sana verdiği gün kadınların en iyisini, erkeklerin en iyisine verdim, buyurdu.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
- Ben senin önüne geçemem. Çünkü Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem): İbrahim (Aleyhis-selâm)’i görmek isteyen, Ebû Bekir’in yüzüne baksın, buyurdu.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
- Senin önüne geçemem. Çünkü Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem): Adem (Aleyhis-selâm)’ın hilm sıfatını ve Yusuf (Aleyhis-selâm)’un güzel ahlakını görmek isteyen Ali Mürteza’ya baksın, buyurdu.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
- Senin önünden giremem. Çünkü Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem): Yâ Rabbi! Beni en çok seven ve Ashâbımın en iyisi kimdir? dedi. Cenâb-ı Hak: Ya Muhammed Ebû Bekir Sıddıktir, buyurdu.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
- Ben, senin önüne geçemem! Resûl (Aleyhis-selâm) Hayber’de: Yarın sancağı öyle bir kimseye veririm ki, Allah’u Teâlâ onu sever. Ben de, onu çok severim, buyurdu.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
- Senin önünden giremem! Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) cennetin kapıları üzerinde «Ebû Bekir Habîbullah» yazılıdır, buyurdu.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
- Senin önüne nasıl geçebilirim? Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) Hayber gazâsında, bayrağı sana verip: Bu bayrak Melik-i Câlibin, Ali bin Ebî Tâlib’e hediyesidir, buyurdu.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
- Senin önüne nasıl geçebilirim. Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm): Ya Ebû Bekir! Sen, benim gören gözüm ve bilen gönlüm yerindesin, buyurdu.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
- Senin önüne geçemem! Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) buyurdu ki: Kıyamet günü, Ali cennet hayvanlarından birine binmiş olarak gelir. Cenâb-ı Hakk buyurur ki: « Ya Muhammed! Senin baban İbrâhim Halîl ne güzel babadır. Senin kardeşin Ali bin Ebî Tâlib ne güzel kardeştir.» buyurur.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
- Senin önüne geçemem. Çünkü Resûl Aleyhis-selâm buyurduki:
- Kıyâmet günü, cennet meleklerinin reisi olan Rıdvân adındaki Melek cennete girer. Cennetin anahtarını getirir. Bana verir. Sonra Cebrail (Aleyhis-selâm) gelip, yâ Muhammed! Cennetin ve cehennemin anahtarlarını, Ebû Bekir Sıddîk’a ver, Ebû Bekir, istediğini cennete, dilediğini cehenneme göndersin der.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
- Senin önünden giremem! Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) buyurdu ki:
- Ali kıyâmet günü benim yanımdadır. Havz ve Kevser yanında benimledir. Sırat üzerinde benimledir. Cennette, benimledir. Allah’u Teâlâ’yı görürken, benimledir.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
- Senden önce giremem! Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) Ebû Bekir’in imânı, bütün mü’minlerin imanları yekûnu ile tartılsa, Ebû Bekir’in imanı ağır gelir, buyurdu. (Mir’at-ı Kainat, cild 1, Sayfa: 656)
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
- Senin önüne nasıl geçebilirim? Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) Ben ilmin şehriyim, Ali bunun kapısıdır, buyurdu. (Mir’at-ı Kainat, Cild 1, Sayfa: 701)
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
- Senin önünden nasıl yürüyebilirim? Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) Ben sadıklığın şehriyim. Ebû Bekir, bunun kapısıdır buyurdu.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
- Senin önüne geçemem! Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) buyurdu ki:
- Kıyâmet günü, Ali bir güzel ata bindirilir. Görenler, acaba bu hangi Peygamberdir? derler. Allah’u Teâlâ bu Ali bin Ebî Tâlib’tir buyurur.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
- Senin önünden gidemem! Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) Ben ve Ebû Bekir, bir topraktanız. Tekrar bir olacağız, buyurdu.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
- Senin önünden gidemem! Çünkü, Resûl (Aleyhis-selâm) buyurdu ki:
- Allah’u Teâlâ ey Cennet! Senin dört köşeni dört kimse ile bezerim. Biri, peygamberlerin üstünü Muhammed’dir. Biri Allah’tan korkanların üstünü Ali’dir. Üçüncüsü kadınların üstünü Fâtımatü’z-Zehra’dır. Dördüncü köşesindeki temizlerin üstünü Hasan ve Hüseyin’dir.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
- Senin önünden nasıl girebilirim? Çünkü, Resûl (Aleyhis-selâm) buyurdu ki: Sekiz cennetten şöyle ses gelir:
Ey Ebû Bekir! Sevdiklerinle birlikte gel. Hepiniz cennete girin!
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
- Senin önünden gidemem! Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm): Ben bir ağaca benzerim. Fâtıma bunun kökü, Ali gövdesi, Hasan ve Hüseyin meyvesidir, buyurdu.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
- Senin önüne geçemem. Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) buyurdu ki:
- Allah’u Teâlâ Ebû Bekir’in bütün kusûrlarını afv etsin. Çünkü O, kızı Aişe’yi bana verdi. Hicrette bana yardımcı oldu. Bilâl-i Habeşî’yi, benim için alıp azâd etti.
Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’ın bu iki sevgilisi, kapıda böyle konuşurlarken, kendileri içeriden dinliyordu. Hazreti Ali (Radiyallahu anhu)’nin sözünü kesip içeriden buyurdu ki:
- Ey kardeşlerim! Ebû Bekir ve Ali! Artık içeri girin! Cebrail (Aleyhis-selâm) gelip dedi ki,
- Yerdeki ve yedi kat göklerdeki melekler sizi dinlemektedir. Kıyâmete kadar birbirinizi övseniz, Allah’u Teâlâ’nın yanındaki kıymetinizi anlatamazsınız.
İkisi bir birine sarılıp, birlikte Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’ın huzuruna girdiler. Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem):
- Allah’u Teâlâ, ikinize de yüzbinlerce rahmet etsin. İkinizi sevenlere de yüzbinlerce rahmet etsin ve düşmanlarınıza da, yüzbinlerce lânet olsun! buyurdu.
Hazreti Ebû Bekir Sıddîk dedi ki:
- Ya Resûlullah! Ben, Ali kardeşimin düşmanlarına şefaat etmem.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu)’de dedi ki:
- Ya Resûlullah! Ben de, Ebû Bekir kardeşimin düşmanlarına şefâat etmem ve başını kılıç ile bedeninden ayırırım.
Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
- Ben senin düşmanlarına Kevser havzından su vermem, buyurdu.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu)’de:
- Ben senin düşmanlarını Sırat üzerinden geçirmem buyurdu.